İnsafsız tribün!

Haberin Devamı ›
Kuşkusuz ki, bir çok duygu gibi ‘insafsızlık’ da insan tarihi kadar eskidir. Umulur ki, bilgi arttıkça bu tür olumsuz duygular akıl tarafından köreltilir ve insan daha gelişmiş bir varlığa dönüşür. Ama bu sadece umulur!..
Bir kurmaca olan oyunun - haliyle de futbolun - insanları etkinlik ve mutlululuk vasıtasıyla geliştirdiği genellemesi yapılırsa da pekala ‘hasta ettiği’ de söylenebilir. ‘Kazanma hırsı’ insanın aklını, vicdanını körelttikçe bunca bilgiye(!) rağmen ‘insafsızlık’ artıyorsa bu noktada durup biraz düşünmek gerek.
Beşiktaş taraftarlarının önemli bölümü geçmişte Vedran Runje’ye yapılana benzer bir tavrı şimdilerde kaleci Cenk Gönen’e göstermekten geri durmuyor. Hayli kalabalık bir grup, pür dikkat ve ajite halde kaleci Cenk’in hata yapması için insafsızca aportta... Hatalı bir degaj, iki hamlede kontrol ettiği bir top ya da yenilen gol Cenk’e yüklenmek için yetiyor da artıyor...
Oysa oyunun olmazsa olmaz paydaşlarından taraftarlığın en önemli katkısı, kendi oyuncularına ilham verip onları yüreklendirerek yukarı doğru itmektir. Yoksa insan kızmak, küfretmek, kendi oyuncusunu aşağı çekmek için neden taraftar olur? Neden onca zahmete katlanıp stata gider?
Futbol bize sadece ‘kazanmayı’ değil aslında bu hayatı nasıl yaşayabileceğimizi de öğretiyor. Tabii görebilirsek.. Daha az yetenekli olan, daha tecrübesiz, bir yanı daha eksik olanımızla dayanışarak nasıl hep birlikte yükselebileceğimizi gösteriyor. Futbol bir çok şey olduğu gibi bir yanıyla ‘eksik tamamlama’ oyunudur da. Hepimizin birbirimize muhtaçlığını anlatır bu oyun. “Yanındakinin açığını kapatırsan, kazanırsın. Bu kadar basit” der ama nedense biz duymamak için direniriz.
O nedenle varsa Cenk’in bir eksiği bir yandan o çalışırken diğer yandan taraftarın da ona katkı sağlaması oyunun emridir! Bundan önce defalarca yapılmış ve hiçbir işe yaramamış bu zalim tarzdan derhal vazgeçmek gerekiyor. Bir dönem Galatasaray’da Sabri Sarıoğlu’na, şimdilerde Fenerbahçe tribünlerinde Selçuk Şahin’e, İnönü’de Cenk Gönen’e ve daha nicelerine... Yeter artık!..
Aybaba'ya saygı
Sezon başlarken acaba kaç taraftarı Beşiktaş’ın ligin buralarında olacağını tahmin edebiliyordu!.. Öyle ya da böyle, şu an Beşiktaş ligin üçüncüsü durumundaysa bunda hiç kuşkusuz ki Samet Aybaba’nın da payı var. Haliyle her kayıp puanın ardından Aybaba’ya yönelik tribün tepkisini de insafsızca bulduğumu belirteyim. Beşiktaş, bir futbol takımından öte rakibi de dahil kendine katkı sağlayan her bireye saygı duyan bir kültürdür. Aybaba’ya saygı göstermek Beşiktaşlılığın olmazsa olmazıdır. Ancak ne yazık ki, lümpen kültür hayatın her yanını olduğu gibi bir kıyıdan Beşiktaş’ı da kemiriyor!
Görün... Biz arkadaşız!
Jose Mourinho... Yaptıkları ve yapacağı farz edilenlerle, saha içi ve saha dışı tutumu, kazanmayı her şeyin önüne koyan tarzıyla modern zaman futbolunun büyük fenomenlerinden. Önceki akşam Kayseri’deydi ve medyanın neredeyse nutku tutuldu! Güç ve liderlik karşısında yüksek büyülenme kaabiliyetine sahip kalabalıklar da bu vesileyle kamaşmış gözlerle şöhreti, başarıyı ve gücü bir kez daha kutsadı.
Öte yandan bu ilginin altında ‘kesif bir kompleks’ de sezilmiyor değildi. Her durumu kendi gerçekliğinden kopartıp abartarak anlamaya çalışan bakış açısı burada da kendini gösterdi. Evet, Mourinho aynı zamanda iyi bir ‘magazin karakteri’ ve hal böyle olunca medya ilgisi de anlaşılır ama bu biraz aşırıya kaçmak olmuyor mu?
Düşünün, futbolculardan çok Fatih Terim’e odaklanma konusunda hayli mahir olan kameralar bile ‘yerli imparator’u ihmal edip oturduğu yerde oturan ve en ufak bir aksiyon planı vermeyen ‘Portekizli Titan’a yöneldi sık sık!.. “Bir daha ne zaman gelir kimbilir?” haleti ruhiyesinin ilahlaştırdığı ve gerçekten kopararak abarttığı bir durum ortaya çıktı böylece.
Bilinir, Mourinho medya algısını yönetme konusunda hayli marifetli biridir ve burada da Fatih Terim’e bir tür ‘el ense’ atarak verdiği fotoğraf onun ustalığının kanıtıdır!
Ancak unutulmasın ki Fatih Terim de aynı algının ustalarındandır... Örneğin, Schalke maçı öncesi basın toplantısında Fenerbahçe şikayetlerini yanıtlamak için not kağıdının arkasına yazdığı geçmiş dönem maç trafiğini ‘bir kaza sonucu’ objektiflere yakalatması tam da bu bağlamda ele alınmalıdır.
Futbol bağlamında ele alırsak şimdiye değin yapıp ettikleriyle Fatih Terim zaten öğretecek çok şeyi olan iyi bir öğretmendir. Four Four Two dergisinin değerlendirmesine katılıyorum, bu ülkenin “gelmiş geçmiş en iyi 50 teknik direktör”ü listesinin ilk basamağında onun olması aklın emridir.
O nedenle Abdürrahim Albayrak’ın da sık sık yaptığı gibi Terim’i Mourinho’nun yakın arkadaşı olarak gösterme gayretleri nafile girişimlerdir ve esasen Terim’e haksızlıktır. Evet, iyi arkadaş da olabilirler ama o sunum daha güçlü olarak algılanan Mourinho merkezlidir ve ‘eşitsiz’ bir sunumdur. Ve aslında başta sözünü etmeye çalıştığım o batılıya karşı duyulan ‘kesif kompleks’in tezahürüdür.
O nedenle bu ‘el ense fotoğrafının’ okumasını yaparken bunun ‘algı yönetimi’ konusunda bir tür karşılıklılık ilişkisi olduğunu gözden kaçırmamak gerekir diye düşünüyorum. İki ‘eşit’ algımızı yönetiyor; “Biz arkadaşız!..” Haliyle bu durumda, “Evet ama nereden arkadaşsınız?” sorusu da anlamını yitiriyor. Çünkü burada ‘gerçek’ değil ‘görünüş’ hedefleniyor ve görüldüğü kadarıyla da amaca ulaşılıyor.