‘’Yükselmek için sorunları görmek‘’
Orta sahadaki üç önemli eksiği; Veli, Olcay, Gökhan ve yedek kulübesinde skora gol yönünde etki edecek tek oyuncusu yokken Beşiktaş'ın, az gol yemesiyle namsalan Başakşehir'i geçmiş olması büyük bir iş. Ne var ki bu galibiyet eksikleri görmeye engel olmamalı. Üzerine ilk düşünülmesi gereken problem, kronikleşmiş bekler. İzliyorsanız sadece 'sağ bek' sıkıntısı varmış gibi bir hava yayılıyor kulüpten. Ancak son maçta bir kez daha görüldü ki, takımın sol arka tarafı da hedeflenen seviyeye ulaşmak için yetersiz. Ne bir zamanlar milli takım seviyesine çıkan İsmail Köybaşı ne de vasatı aşmakta zorlanan Ramon Motta ile Beşiktaş'ın ön tarafını zenginleştirmesi mümkün görünmüyor.
Yöneticilerin, takımı daha görünür kılmak için transfer bütçesinin hatırı sayılır bölümünü Demba Ba'ya ayırması anlaşılır bir durum. Ancak futbol yalnızca önde oynanmıyor. Hatta önde etkili olabilmek için sağ ve sol kulvarlardaki kudretli oyunculara eskisinden çok daha büyük ihtiyaç duyuluyor. Bu nedenle sorunlu planlamalarla iki sezondur neredeyse avucundan kaçırdığı şampiyonluk ve Şampiyonlar Ligi hedeflerini bu kez tutturmak istiyorlarsa bu 'bek sorunu' üzerine daha çok kafa yormaları gerekiyor. Bu sayede takımda yükü omuzlayan orta sahanın rahata ermesi ve hücumun çeşitlenmesi mümkün olacaktır.
Oyunun tadı değişir
Beri yandan ülkede, oynama düzeninin doğal sonucu olarak 'adam eksilten oyuncu' diye bir de takıntı oluştu. Beşiktaş'ta böyle iki oyuncu, Gökhan Töre ve Kerim Frei, var. Mesele biraz da bu oyuncuları doğaçlama oynamaktan çıkarıp takım ile beraber oynayacak bir disiplin içine alabilmekte. Tıpkı Oğuzhan, Olcay, Veli, Atiba ve Sosa gibi... Bu da elbette Bilic ve ekibinin işi... O zaman sorunların çözümü, oyunun hızı ve tadı da değişecek, yükselecektir.
‘’Daha ne yapsınlar?‘’
Aslında yanıt değil ‘ayar’dı verdiği!.. Soru şöyleydi; ‘’Duran toplardan çok gol yediniz. Bu eksiğinizi gidermek için çalışıyor musunuz?’’ Beşiktaş’ın sorununa da işaret ediyordu soru; duran toptan yenen gollere karşı doğru yerleşim ve adam takibiyle çözüm üretebilmek... Beşiktaş yine böyle bir gol yedi. Dün akşam neredeyse golü attığı köşe vuruşuna kadar Başakşehir öteki alana geçmedi desek yeridir. 30. dakikaya geldiğimizde düşündüm, ‘’Böylesi takımları izlemek için insan neden zaman ve para harcar?’’ Abdullah Avcı, ceza sahasının önüne Mourinho için söylenen ‘otobüs’ü değil ‘körüklü metrobüsü’ çekince Beşiktaş’ın onca pası onca arayışı da boşa çıktı. Önder Özen, Gökhan Töre transferini gerekçelendirirken tam da bu tip maçları örnek göstermişti. Beceriyle defansı açabilecek kişisel niteliklere sahip oyuncu! Öyle bir oyuncu olmayınca tüm takımla defansın en katısını yapmayı görev bilen takımlara karşı iş iyice zorlaşıyor. Üstelik Veli, Olcay ve Gökhan gibi ‘banko’lardan yoksun ayrıca sıkışan oyunu açmak için yedek kulübesinden alacağın destek yoksa....
Frei farkı...
İkinci yarı skor avantajı ve Beşiktaş’ın zorunlu olarak öne çıkışı Abdullah Avcı’ya tam da istediği ortamı yarattı. Ve ‘metrobüs’ yerinden kalkıp kontralar peşpeşe gelmeye başladı. Ne var ki, Sosa’nın araya bıraktığı topta Demba Ba çaprazdan ölçüp biçip jeneriklik bir gol atınca Avcı’nın metrobüsü de eski yerine döndü! Ve ritmsiz maçın akışını, kimi yorumcuların ‘halı saha topçusu’ diye nitelediği becerili ama henüz yeterli süreyi alamamış Kerim Frei belirledi. Tam da Önder Özen’in tarifine uygun işler yapıp Sosa ortaklığıyla golü yapınca konu Beşiktaş lehine kapandı. İki maç üst üste kaybetmiş bir takım bu kadar eksikle böylesi kıymetli üç puan alıyor! Daha ne yapsın?..
‘’Tedirginlik ve panik!‘’
Müdafaanın önündeki ikili, Atiba ve Veli yükün büyük bölümünü çektiğinden Beşiktaş ‘kendini doğru savunan’ bir takım görüntüsü veriyor. Tam da bu nedenle, yani en işlevsel oyuncuları müdafaacılar olunca da kazanmak için gereken hücum organizasyonlarında ciddi sıkıntı yaşıyorlar.
İlk maçta 4 gol attığı Partizan, tıpkı bizim ülkedeki çoğu takım gibi iyiden iyiye geri çekilip kirpi misali ceza sahasının önüne büzüşünce en azından ilk yarı boyunca dişe dokunur bir pozisyon geliştirilememesi de bundan.
Daha çok kenar oyuncuları Gökhan Töre ve Olcay’ın doğaçlamalarına bel bağlayan bu düzen içinde Demba Ba gibi bir klasın beslenmesi güçleşiyor. Ancak gelin görün ki, o Gökhan Töre doğaçlamalarından birinde gelen penaltı sonrası Demba Ba golü, zaten ilk maçta da hayli kırılgan görünen Partizan’ın direncini kırınca oyuna da tat tuz geldi.
İlk yarı kalabalık içinde kaybolan Oğuzhan da Partizan’ı dağınık yakaladığı bir anda faturayı kesmeleri için topu Töre’ye geçirince, Demba Ba’nın ikinci golüyle maç fiilen bitti gibi oldu! Ama futbol bu... Markoviç’in şutu Pedro’nun ayağına çarparak Cenk’i yanıltıp gol olunca Partizan tekrar maçı hatırladı. Ve önemli bir sorun görünür hale geldi; tedirginlik ve panik! Son dakikalardaki Partizan tehlikeleri ve son saniyede önce Cenk Gönen ardından da ‘en sağlam müdafaacı’ direğin çıkardığı pozisyonun ağırlıklı nedeni buydu. Çoğu kişinin ‘’Ülkenin en doğru oynamaya çalışan takımı’’ diye nitelendirdiği Beşiktaş, hâlâ soğukkanlılık seviyesini koruma konusunda taraftarlarını endişelendiriyor. İşin bu yanı hayli önemli...
Yükseliş, ligde de sürmeli
Kuşkusuz ki kazanılan her maç sevinç ve gelecek umudu açısından mühimdir. Ancak dün akşam ki maçı, daha çok takımı olgunlaştırmak, oyuncu alışkanlıklarını pekiştirmek için yapılan iyi bir idman
olarak değerlendirmek gerek. Ve Beşiktaş esas olarak aklını ligin uzağına düşürmemeli. Üst üste iki mağlubiyet alan bu takım pazar günü Başakşehir karşısında moral değerler açısından son derece kritik bir maça çıkacak. Bu maçın kaybı 3’te sıfır gibi bir ‘kara tablo’ ortaya çıkarır ki, bu durumda ardından gelecek Kasımpaşa ve Karabük maçlarının özgül ağırlıkları olduklarından çok daha fazlalaşır.
‘’Bakalım, Orman sıvışacak mı!‘’
“Futbol, iki takımın onbire onbir oynadığı bir oyundur.” Ancak bu önerme, her mevkiide o alana uygun oyuncunuz varsa doğrudur. Beşiktaş sezon boyunca maçlara ‘iki eksik’le çıkıyor; sağ ve sol bek! Bu maçta da görüldü ki Caner/Gökhan ikilisine karşı ne Necip/Serdar ne Motta/İsmail alternatifleri, Beşiktaş gibi bir takımı öne taşıyabilecek oyuncular değiller.
Eldekilerle halledilmiyor!
Futbolun takım mühendisliği ne yazık ki, ‘Eldekilerle hallederiz’i kaldırmıyor. Zaten kadrosu ‘derin olmayan’ Beşiktaş, Atiba/Veli’nin sırtına binmiş olarak ilerlerken zorluk derecesi yüksek maçlarda acul iki
bekinin açıklarını onarayım derken oyunun ritmini kaybediyor. Bu maçta da Necip ve Motta yerine boğuşmak zorunda kaldıkça takım olarak geriledi. Bir gol Necip bir gol Motta hatası!
İki maç gitti, baskı başladı
Daha sakin kaldığı için daha akılcı oynayan Fenerbahçe, istediğini alıp lider olurken bir hafta önce ligin ‘en iyi top oynayan takımı’ olarak görülen Beşiktaş iki maç kaybederek Başakşehir maçına ağır baskı altında giriyor. Fikret Orman hafta içi, “Gözümüz hakem Bülent Yıldırım’ın üzerinde olacak” demişti. Bakalım Başakşehir maçı öncesi şimdi ne yapacak? Yoksa “Ben söyleyeceklerimi söyledim” diyerek
sıvışacak mı?
‘’Gitti, geldi, gitti‘’
Sağ olsunlar, ülke futbolunun geleceğini kurgulamaktan geceleri gözlerine uyku girmeyen yöneticiler sayesinde tribünler ıssızlaşınca o çok korkulan ‘ev sahibi avantajı’ da ortadan kalktı! Böylece, parmakla sayılacak sayıda insanın gittiği stadyumlar deplasman takımları için de korkulu olmaktan çıktı!
Durum böyle iken ülkenin en göze batan ve en çok övgü toplayan takımı Beşiktaş, oyuna deplasmanda oynayan takım kaygısıyla başladı. İlk 10 dakikanın ardından oyun üstünlüğünü ele alır gibi oldularsa da takımı öne taşıyan ve orada tutan Olcay Şahan’ın sakatlanarak oyundan çıkışı Bilic’in hem ‘ideal kadrosunu’ hem de kurgusunu bozdu. Beşiktaş topu öne taşımakta zorlandıkça da Erciyes’in iştahı ve hevesi arttı. Baştan beri iyi oynayan İlhan ve Cenk Ahmet önderliğinde sık sık gedikler veren rakiplerinin boşluğunu kollar oldular.
Fenerbahçe maçı sıkıntılı
Ve bir duran topta da aradıkları golü buldular. Beşiktaş için işler kötüye giderken yetmemiş gibi beşeri hayattaki tutumları nedeniyle epeydir tartışılan Gökhan Töre durduk yere kendini oyundan attırınca hem bu maç hem haftaya oynanacak Fenerbahçe derbisi onlar açısından iyice sıkıntılı hale geldi. Ancak, yedek kulübesinden gelen Cenk Tosun ile Kerim Frei’ın ortak işini Atiba zarif bir işçilikle süsleyince Kerim, yerine girdiği Olcay’ı çağrıştıran bir gol atarak takımı üzerindeki ablukayı dağıttı. Beşiktaş maç boyunca kendi düzeninde oynamaya çalıştıysa da gerek sakatlık gerekse Gökhan Töre’nin sorumsuzluğuna takıldı. 10 kişi kalmalarına rağmen oyundan düşmeyip, sürekli aradılar ama maçın başından sonuna daha çok çalışan daha düzenli ataklar geliştiren Erciyes de işin peşini bırakmaya niyetli
değildi. Ve son ana kadar oyunda kalarak hak ettikleri galibiyeti aldılar. Beşiktaş ise yenilmiş olsa bile kendisini öven herkesi haklı çıkardı diye düşünüyorum.
‘’'Vasat'a karşı Beşiktaş‘’
Vasat, hatta ‘vasat altı’ futbolun oynandığı güzide ülkemizde Beşiktaş, sadece günümüz futbolunun gereklerini yerine getirince ‘fark yaratmış’ gibi algılanıyor. Ne yapıyor esasen? Tüm takım olarak birbirine yakın oynamaya çalışıyor. Bu denli anlaşılır, bu denli basit. Bunda da müdafaa önünde oynayan Atiba-Veli ikilisi, kilit rol oynuyor. Müdafaa ile topu öne taşıyacak orta saha oyuncuları arasındaki mesafeyi her dem koruyan, bu nedenle reel olarak ‘arkayı altı’layıp ortayı ‘beş’lemek gibi o ‘fark yaratan’ algının oluşmasına yol açıyorlar. Oyunu müdafaaya geçildiği anda belirli mesafelere kilitleyerek topu kapan bu ‘doğru oyun’ düzeni, özellikle Şampiyonlar Ligi elemeleriyle UEFA grup maçlarında kazaya uğradığı maçlar da dahil tıkır tıkır işledi.
Oğuzhan yokken bile...
İki kenar oyuncusu Olcay Şahan ve Gökhan Töre’nin etkili oyunlarını besleyen bu düzenin en önemli dişlisi Oğuzhan’ın yokluğunda bile işler rayından çıkmıyorsa bu tamamen Slaven Bilic’in başlarda ısrarla üzerinde durduğu ‘modern müdafaa’ oynamanın başarısıdır. Bu ‘fark yaratan’ algıda, Demba Ba gibi gösterişli bir oyuncunun etkisi küçümsenemez kuşkusuz. Beşiktaş’ın daha etkin bir takım havasına girmesinin önündeki en büyük engel ise çoğu insanın gördüğü gibi takımdaki oyuncu ortalamasının hayli altında kalan iki bek oyuncusunun varlığıdır. Motta ve Serdar’lı kadrolarla Beşiktaş, hem hücumda bu mevkiilerden yararlanamamakta hem de iki kenarı desteklemek için arkaya gelmek zorunda kalan orta saha oyuncularına mesafe kaybettirmektedir.
Bu ülkenin makus talihi...
Yine de... Stadının olmayışı, taraftarının ‘göçebe’ hale getirilişi, zaman zaman ‘dilin tuzağına düşen yöneticileri’, passolig saçmalığıyla ‘iyiden iyiye ıssızlaşan memleket ortamı’na rağmen Bilic’in ‘doğru oyun’ kurgusu, yedek kulübesinden yeterli desteği görmese bile yolunda yürüyor. Beşiktaş’ın ve haliyle futbolcularının en büyük şanssızlığı ise oyun ve oyuncu geliştirmeye ‘yiğitçe göğüs geren’(!) memleketteki ‘muhafazakar oyun’ anlayışı içinde boğuşmalarıdır. Önceki gün oynanan Sivas-Rize maçını izleyenler ne demek istediğimi daha iyi anlayacaklardır. Oynamaya çalışan Sivas’la her şeyini oynatmamaya kurmuş Rize arasındaki maç bu ülkenin makus talihidir. Keza Fenerbahçe-Gençlerbirliği maçı da! Her alanda ve her daim vasatın kazandığı, el üstünde tutulduğu bir yerde ne oyun ne de hayat gelişir.
‘’Beşiktaş istila etti‘’
İki takım arasında gerek oyuncu gerek düzen gerekse de oynama kabiliyeti açısından fark olduğu tahmin edilebilirdi ama farkın bu denli büyük olacağı tahmin edilebilir miydi, emin değilim!..
İlk 10 dakikadaki ‘karşılıklı yoklama’lar geçmişti ki Beşiktaş oyuna resmen el koydu. Arkaya ürkütücü toplar kaçırılmasını engelleyen Atiba/Veli seti kaptıkları topları Oğuzhan’a her geçirdiklerinde “Gol geliyor” dedirten süreç de başlamış oluyordu. İlk yarının sonlarına doğru Beşiktaş vitesi öylesine yükseltti ki son düdükle olacaklar ayan beyandı. Slaven Bilic’in Beşiktaş’ı Avrupalılarla her oynadığı maçtan sonra gözle görülür biçimde gelişiyor. Bunda da en büyük etki, Demba Ba’yı dışarıda tutun, iki bek oyuncusu hariç tüm oyuncuların denk kalibrede olması. İki bek ise müdafaa konusunda sırıtmıyorlarsa da takımı hücumda zenginleştirme konusunda diğer oyuncuların hayli gerisinde kalıyorlar.
Bilinçli oyunun payı büyük
Olcay/Töre ikilisinin kenarlardan kurduğu baskı, onları arkadan destekleyen Oğuzhan’ın yaratıcılığı, Atiba/Veli’nin istikrarlı oyunuyla doğru orantılı kuşkusuz ki... Arkadaki Pedro/Sivok ikilisine bu maçta o denli iş düşmediyse bunda önde oynanan dengeli, kontrollü ve bilinçli oyunun payı çok büyüktü.
Beşiktaş bir bütün olarak oynama konusunda epey mesafe kaydetti. Son maçlarındaki bol gollü bitirişler de işin gelişme seviyesini gösteriyor kanımca.
Dün akşam Partizan karşısında bilinç, düzen ve arzunun zirvesine ulaştı Beşiktaş. Böylesi umut ve gelecek vaat eden bir oyunun tribünlerle buluşup daha da coşkulanmaması büyük hayal kırıklığı ve elbette idari beceriksizlik.
Son olarak, şu tribünde ‘meşale yakma’ saçmalığına da bir son mu verilse artık, ne dersiniz arkadaşlar!
‘’İnsanın üzerine oturan küfür!‘’
Ülke iyiden iyiye tuhaflaştı! En üst makamdan dillendirilmiş ‘uluslararası bir iddia’nın tam tersinin hayata geçirilmesi için 2-3 saat yetiyor. Gerçi ilk kez olmuyor... Defalarca yaşadık ama kimse ne şaşırıyor ne de umursuyor!... Ülke hakikaten tuhaflaştı!.. Önemli insanların biraz da hesapsızca kullandığı olumsuzluklar, genç insanların alkışlarıyla karşılanıyor!..
Gülüşmeler ve alkışlar...
Örnek mi? Türkiye Futbol Direktörlüğü gibi kapsayıcı bir makamda oturan Fatih Terim, memleketi Adana’da ‘Çukurova Genç İşadamları Derneği’ üyelerine, ‘Liderlik ve Başarı’ konusunda tecrübelerini aktarırken söylediklerini ‘ruhunu koruyarak’ özetlemeye gayret ediyorum; “İyi ki Adana’da doğmuşuz, burada birçok şey öğrenmişiz. Bunun da çok büyük bölümünü ailemizden, büyüklerimizden, Adana’nın örf ve adetlerinden öğrenmişiz. Zaman zaman Adanalı’lığımız’a verilen bazı şeyler oldu. Ama güzel şeylerin çoğunu vermek lazım. Mesela bir örnek verecek olursam. Benim ağzıma hiç küfür yakışmıyor, ama hak edenin üzerinde çok güzel duruyor!..” Terim konuşmanın tam burasında yüzündeki müstehzi ifadeyle kısa bir ‘es’ verirken, salondakiler televizyon ekranından duyulur biçimde önce gülüşüyor ve sonra tahmin edilebileceği gibi kuvvetlice alkışlıyor!
Karar veren kim!
Ülke hakikaten tuhaflaştı! ‘Liderlik ve başarı’ konulu sunumda konu dönüp dolaşıp küfürün ‘haklılık’ temelinde hem de bir futbol karakteri tarafından meşrulaştırılmasına kadar varıyor. Sonra, “Hepimiz küfüre karşıyız. Artık biraz da futbolun güzelliklerinden söz edelim” türünden içi boş gevelemeler!..
Burada soru şu; küfürü yiyenin o küfürü hak ettiğini, onun üzerine yakıştığını kim belirliyor? Küfürü eden mi?
Hâl böyleyse, örnekleri çoğaltırız ya diyelim ki ‘penaltı’ ya da ‘faulü’ tespit edememiş hakem, futbolcu, teknik direktör ve tribündekilerden küfürü yerse onu hak etmiş, o küfür üzerine oturmuş olur mu? Oturmazsa buna kim, nasıl karar verir? “Akıl ve vicdan” dediğinizi duyar gibiyim... 50 yıllık ömür içinde edindiğim tecrübe Fatih Terim’in söylediklerine şaşırmama konusunda beni eğitti ama genç insanların olumsuzluk içeren bir söylemi anında içselleştiriyor olmalarını bir türlü anlayamıyor ve içime sindiremiyorum...
Ya parayı verenlerin suçu
Bir yerlerde hesap öderken paranın masanın üzerine çıkarılmasının, ‘ayıp’ sayıldığı günler çok gerilerde kaldı. Şimdilerde kredi kartları o ayıbı ortadan kaldırdıysa bile hâlâ para ile ‘rüküş gösteriler’ yapanlar da yok değil. Galatasaray’ın sözleşmeli oyuncuları Engin Baytar ve Yiğit Gökoğlan’ın yaptıkları ve yetmeyip ‘yaydıkları’ ‘çocuksu eğlence’ taraftarların ciddi tepkisini çekmiş görünüyor. Tepki kuşkusuz haklı, ancak ‘bu rüküşlük’ için şunu da atlamamak gerek; takıma girip giremeyeceği belli olmayan oyunculara doğru ‘ölçme/değerlendirme’ yapmadan onca parayı hesapsızca dağıtan yöneticiler ve buna vesile olan hocalar da protestoyu hak etmiyorlar mı? Sahi, kaç maç oynadıklarını kimsenin hatırlamadığı Engin Baytar ile Yiğit Gökoğlan, hangi yönetim ve hoca döneminde Galatasaray’a kazandırılmıştı?
Yegâne kurban; hakem
Dikkatinizi çekti mi bilmem, bir parça iddia sahibi olunca Beşiktaş cephesi de hakemlere karşı iki yıldır tutturduğu o vakur çizgiden uzaklaşmaya başladı. Bu aralar sürekli hakemlerle ilgili sitemli sözler okuyor/duyuyoruz hoca ya da yöneticilerden... Hakemleri anlıyormuş gibi yaparak çaktırmadan gelecek için ufaktan sertleştiren bir dil kuruluyor bugünden... İş ciddiye binince yönetici/hoca/takım yer
değiştiriyor da, kurban her zaman aynı; hakem!