Arama

Popüler aramalar

‘’Eksik ama fevkalade olgun‘’

Öyle bir Beşiktaş’taki düzenin temel karakterleri Veli/Atiba olmadığı gibi rakip açısından en büyük tehdidi Demba Ba’dan da yoksun. Haliyle bu denli ‘hayati eksikler’le oyunu bir dengeye getirip o dengede kalabilmek hayli müşkül olacaktı. Veli/Atiba oyunun sadece ‘kesici’ yanını oynamıyor, pas sürecinin bizatihi başlangıcı pozisyonundalar. O nedenle sadece ‘topu uzaklaştırıcı duvar’ özelliğini bir türlü aşamayan Necip’le o bölgeyi hem onarıp hem de topun takımda kalmasını sağlamakta büyük zorluk yaşandı. Canını dişine takan Necip’in üst düzey çabasına rağmen o alandaki yetersizlik oyuna akıl koyan Jose Sosa’nın da ortalıktan kaybolmasına yol açtı.

Kartal sahada 9 kişiydi!

Sosa, top alıp dağıtamadığı için orta sahadaki diğer oyuncular da uzun süre maça giremediler. Önde oynamak için tek seçenek Olcay, Gökhan ve Kerim’in doğaçlama becerileriydi ki ilk yarı boyunca denenen buydu. Şimdiye değin hiç tecrübe edilmemiş bu düzen içerisinde Cenk ve Sosa verimli olamadıklarından Beşiktaş uzun süre sahada haniyse 9 kişiydi. Yine de önemli avantajları var Beşiktaş’ın. Öncelikle enerjik ve oynamaktan çok zevk aldıkları belli olan bir oyuncu grubuna sahip Bilic. Bu özellikleri kişisel becerilerle buluşunca en olumsuz durumda bile maça hükmedebiliyorlar.

Bilinçli hücum...

Bir diğer avantajı da Tottenham’ın çoğu Ada takımında olan geniş ve uzun alanda oynama handikapıydı. O nedenle ikinci yarı Cenk Tosun’un direkten dönen şutunu da içeren o zaman dilimindeki agresif ama Gökhan Töre idaresindeki bilinçli hücum yerleşimleri pozisyonları ve golü getirdi. Golün ardından ilk yarıdaki dağınık ve bir parça da telaşlı hal gitti. Beşiktaş tüm eksiklerine rağmen bu seviyelerin olmazsa olmazı olan ‘olgun ve bilinçli oynama’ düzenine kavuştu. Rakip alana az adamla gidilse bile Gökhan Töre’nin serinkanlı ve topu paylaşan tarzıyla Tottenham’a çok ciddi baskınlar verildi ve bu fevkalade olumsuz koşullar altında çok önemli bir iş başardı Beşiktaş. Bu seviyelerdeki maçlar başta takım ve oyuncu gelişim açısından çok önemli eşiklerdir. O nedenle Beşiktaş bu sezon o eşiği aşarken çok ciddi bir olgunlaşma da yaşıyor.

12 Aralık 2014, Cuma 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Planlı, sakin ama süratli‘’

Peki sahada neler oldu? Dört oyuncu; Olcay, Atiba, Veli, Sosa oynarken Beşiktaşlılar onlara eşlik etti. Topu kaptılar ve kaptıklarını doğru kullandılar. Trabzonsporlu futbolcular da uzun süre olan bitene gözleri ve yorulmalarına da neden olan koşularıyla eşlik etmekten kurtulamadılar. Beşiktaş’ın güçlü ön savunma duvarı geçit vermedikçe bu alandan sekip Sosa’yla buluşan neredeyse her top Trabzon ceza sahası civarında ciddi sıkıntılara neden oldu. Bütün bunlar da öyle çok ciddi ‘adam eksiltmeler’ yani çalım atmalar ya da ‘fazladan sorumluluk alma’larla gerçekleşmedi. Sosa merkezli pas bağları topun sürekli ve işlevsel olarak Trabzon savunmasının arkasına indirilmesini sağladı, hepsi bu!. Yani ‘doğru ve basit oyun.’ Üstelik top Trabzon’da daha çok kalmışken.

Bosingwa koridorunda Ramon Motta’ya yük bırakmayan Olcay bu maç için kısa da olsa bir paragrafı hak ediyor. Hem müdafaa hem de örneğin Demba Ba golünde kullandığı alanın tam tersinde Papadapoulas’a kurduğu baskıyla topu kaptığı anlarda ki gibi oyunun sürekli içinde oldu. Bir diğeri, Jose Sosa. Futbolda yeteneğini bilgiyle harmanlayıp oyunculuğunu farklılaştıran, kısaca ‘bilerek oynayan’ bir adam. Basit ama vurucu. İnsanın içine işleyen klarinet ya da keman taksimi misali!

İkinci yarı Ersun Yanal zorunlu olarak oyunu öne taşıyınca arkada büyük boşlukların kalması da kaçınılmazdı. Yanal, ‘’Arzulu oyun iyidir ama planlı oynamak gerekir’’ mealinden bir şeyler söylemişti Gençlerbirliği maçı sonrası. Demek ki ‘süratli, arzulu ama kontrollü oyun’ için biraz daha zamana ihtiyaçları var. 65. dakikalara geldiğinde Beşiktaş’ın ‘oyunun son bölümünü oynayamama sendromu’ hissedilmeye başlandıysa da bunda planları bozan zorunlu değişikliklerin de etkisi vardı kuşkusuz. Ancak Serdar Kurtuluş’un inadı Sosa’nın maç boyunca yaptığı gibi topla doğru yerde buluşan zekası ve Cenk’in takım üzerindeki baskıyı kaldıran golü. ‘’Çok gol atan Trabzon’a karşı planlı, doğru, sakin ama süratli oynayarak çok gol atan arzulu bir Beşiktaş.’’ Yani, şampiyonluktaki rakiplerinin ‘vasatı aşamayan oyunları’na karşı hiç de fena olmayan bir düzen!..

08 Aralık 2014, Pazartesi 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Amaç iyi oyun!‘’

Ülkedeki ‘kapalı oynama düzeni’nin tipik temsilcisi Karabük. Tüm ilk devreyi son oyuncusuna kadar kendi alanına yığılıp, sık sık faul seçeneğini de kullanarak oyunu kilitledi. Ne oynadı ne oynattı, haliyle ritmi de zevki de düşürdü! Bir iki mecalsiz atak geliştirdiyse bile ‘oyuna hükmedemediği’ gibi izleyenlere de ‘lezzet alabilecekleri’ bir 45 dakikayı çok gördü!..

Köybaşı, Kerim’i heba etti

Projesi olup planı olmayan yöneticilerinin marifetiyle ‘daimi deplasman takımı’na dönüşen Beşiktaş ise ‘fırsat/ihtimal futbolu’ oynamaya çalışan Karabük karşısındaki ilk olgun atağını 27. dakikada geliştirdi. Ancak Kerim’in beceri ve yaratıcılığı orada ne aradığı belli olmayan İsmail Köybaşı tarafından heba edildi. Oysa, bir bek olarak oyuncunun mevkii bilgisi ofsayta düşmesini engellemeli ve topu burnunun dibindeki Kerim’e bırakmalıydı!..

Peki ikinci yarıda ne oldu? Bu denli kapalı, eğlencesiz, sinik, yaratıcılık ve eğlence fikrinin kapısından geçmeyen oynama biçimlerine karşı oyuna akıl ve beceri koyan iki kişi yetiyor. Önce Sosa/Demba Ba ardından Töre/Sosa/Demba Ba ile üç dakikada fark ikiye çıkınca Karabük futbol diye bir oyunun icraası için sahada olduğunu hatırlar gibi oldu. Oldu da tren istasyondan ayrılalı çok olmuştu!..
“Oyun bitti” düşüncesiyle Ba ve Sosa kenara alınıp üstüne üstlük Beşiktaş defansının ikramıyla bir de gol bulunca Karabük ‘zorunlu olarak’ maça döndü. Ve o andan sonra planlı değil ama heyecanlı bir 10 dakika izledik. Ve, ritmi ayarlama konusunda hala çok yolu olan Beşiktaş rahat maçı zor da olsa kazandı.

O nasıl hareket Mustafa!

Sosa/Ba dışında Kerim, Töre ve Cenk’in performansları göz doldurucuysa Veli ile Atiba her zaman ki gibi sağlamdı. Ne var ki, sakatlıktan bıkıp usanmış Mustafa Pektemek’in oyunda kaldığı sürede yaptıkları bir yana, rakibini sakat bırakabilecek son müdahalesi futbolun da hayatın da ona bir şey öğretmediğini gösteriyor... Acaba ne demeli; ‘’Allah akıl fikir versin’’ işe yarar mı?
Bu maç esasen Tolunay Kafkas özelinde çoğu teknik adama diyor ki; ‘’İnsanların stada gelmesi için onlara puandan öte iyi oyun vaadeden bir düzenin olmalı. Bu ligde 15’incilikle ile 6’ncılık arasında aman aman bir fark yok. Çık oyna. Sen de eğlen taraftarın da! Fark ettiysen insanlar iyi oynayanları onurlandırma konusunda hiç de cimri değil...’’

02 Aralık 2014, Salı 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Maç afişinde Sosa olmalı‘’

Kişisel beceriyi ‘takım düzeni’ni tercih eden güzide ülkemizde baş tacı edilen görüş, “Futbol iyi futbolcuyla oynanır”dır. Tamam da, “İyi futbolcu kimdir?” Bol çalım atan mı, pas bağı kuran mı? Yoksa ikisini başaran mı?Asteras basit ve işlevsel oynayan bir takım. Bu büyük tehlikeydi. Maçı da başından sonuna aynı düzende oynadılar. İlk yarı iki üç gol pozisyonunu bu basitlik içinde yarattılar. İkinci yarıda geriden gelip istediklerini yaptılarsa bu takım ‘iyi takım’dır. Peki, o takımdan hangi oyuncuyu alırsınız?! İlk maçtan tecrübesi olan Bilic, belli ki zihinsel hazırlığını buna göre yapmıştı. Onun takımı Beşiktaş da ‘işlevsel oynadı.’ Rakip hücum ederken alanı daraltabildikleri kadar daraltıp topu ele geçirdiklerinde mümkün mertebe alanı genişlettiler. Bu, iyi bildikleri oyunda başrolü Gökhan Töre oynadı gibi görünse de, afifişte yazması gereken gerçek isim Jose Sosa olmalı. Çünkü, dünyada yaşayan en iyi 10 numaradan ilk ona girecek Wesley Sneijder’in “Türkiye’de kimse iki üç kere oynamadan (dürtmeden) topu ayağından çıkarmıyor” sözünü doğrulayan isim Töre ise, onun panzehiri Sosa’dır. Tek top oynayarak 5-6 pas ile takımını rakip alana geçiren bu yetkinlikte çok az oyuncu izledik bu ülkede. Sosa oyunun hızını da ritmini de takımı lehine belirleyen isimdi. Yine de kabul etmek gerekir ki, yaptıkları/yapamadıklarıyla maçın seyrini değiştiren isim Gökhan Töre oldu. Demba Ba’ya attırdığı gol ya da penaltı doğruları, şut ya da pas atmak yerine sürekli adam geçmeye çalışarak ezdiği toplar ise yanlışlarıydı. Demba Ba attığıyla değil atamadığıyla konuşulacak bir seviyedeydi. Bu maçta ikisini de yaptı. Olcay çok koştu, çok kaptı ve gidip bir de penaltı aldı. Veli/Atiba hep bildiğimiz gibi sağlam. Geri dörtlü de onlar gibi, bildik; duran top zaafifiyeti sürüyor. Her zaman Cenk’in iyi bir kaleci olduğunu düşünmüşümdür. Çünkü o, ‘düşünen biri.’ Bu maçta da bunu defalarca gösterdi. Beri yandan belli ki Atiba, burada yaşadıkça ağır ağır bize benziyor! O da bir gece önce Selçuk İnan’ın yaptığı gibi ‘gereksiz itiraz’dan kendini attırıyorsa, “Üzüm üzüme baka baka kararır” desek yanlış mı olur? Maç 2-2 bitti. Adını bu maç ile duyduğumuz ve iki kez berabere kaldığımız rakip okkalı bir tebriği haketti. Yani gücümüzü abartmayalım şunu da unutmayalım; futbol hayata ve rakibe saygılı bir oyundur...

28 Kasım 2014, Cuma 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Orman'ın diğer görevi!‘’

Milli takımdaki; Gökhan Töre- Hakan Çalhanoğlu-Ömer Toprak üçgenindeki krizi de bu gruptan sayılabiliriz. Anlaşıldı ki, Rudi Völler'in çağrılarına rağmen bu krizi aşmak için Türkiye Futbol Direktörü, bir hamle yapmayacak. O zaman diğer seçeneği düşünebiliriz. Geçenlerde Beşiktaş Başkanı Fikret Orman, "Hakan Çalhanoğlu'nu takımımda görmek isterim" dedi. Kim istemez ki! Ama mevcut krizi çözmek koşuluyla. İşte Orman'a gayet nefes açıcı bir öneri; Gökhan Töre ile Çalhanoğlu ve Toprak aileleri arasında incelikli bir diplomasi yürütüp bu genç adamları yeniden arkadaş-takımdaş yapabilmenin taşlarını döşeyin. Böylece hem Beşiktaş için daha verimli bir Gökhan Töre hem de üst seviye bir ligde gelişen iki iyi oyuncuyu yeniden milli takıma kazandırma ihtimali doğar! Haaa, Hakan ve Ömer yine de milli takıma çağrılmayabilir, bu da Orman'ın sorunu değil ya!

Fener o golü neden yedi?

Bu sorunun ikili yanıtı var; Johan Cruyff'u dinlemedikleri ve Aykut Kocaman'ın öğrettiklerini unuttukları için!.. Şimdi, Caner Erkin'in belki de maçtan kopmasına ve 'Gole ben sebep oldum' demesine neden olan pozisyonu adım adım analiz edelim... Dakika 2'nin sonları: Fernandao'nun dışarı vurduğu top için Volkan Demirel, kale atışını kullanıyor. Bu arada ileri çıkan takım arkadaşları ile Fernandao- Volkan Şen ikilisi orta yuvarlağın içinde ve çevresinde. Top, Bursa sahasına süzülürken tüm futbolcuların yüzü Fenerbahçe kalesine dönük!

Bilinçsizce hareket


Önce Kuyt, o sıkışık bölgede Bakumba'nın önünde kafayı vurup topu arkaya aşırtıyor. Ardından Meireles çakıyor kafayı. Amaç, bilinçsizce de olsa topu Bursa sahasının içlerine taşımak. Ne var ki, iki vuruş da gelişigüzel. Açılan topu diziyle düzelten Civelli, ileri dolduruyor. Rakip alanın ilk metrelerine geçen top, bu kez Mehmet Topal'a kısmet oluyor. Ancak o da Josue'nin baskısı altında olduğundan topu insiyaki olarak yükseltiyor.

İnsafsızlık yapılıyor


Ve bu karambolde olaya nihayet bir 'akıl', Ozan Tufan el koyup topu kafayla yere indiriyor. Artık düşünmeye gerek yok, yapılacaklar belli, gereken tek şey yetenek ve 'bakış açısı.' Yetenekli Josue, önüne indirilen topu estetik bir hareketle demarke durumdaki Belluschi'ye, o da taa kaleci atışından bu yana aynı yerde sinmiş bekleyen Volkan Şen'in koşu yoluna bırakıyor. O ana kadar havada git gel içindeki meşin yuvarlağın nereye sekeceğini tahmin etmek için gözünü ondan ayırmayan Caner de böylece adamını kaçırmış oluyor!.. The End... Yani o golü tek başına Caner'in pozisyon hatasına bağlamak büyük insafsızlık olur. Çünkü... Fenerbahçe, Aykut Kocaman'dan bu yana ülkenin pas bağı en güçlü takım.

Cruyff’a kulak asılmadı

Oyunu kale atışı yerine kenarlara açılan Caner ya da Gökhan'dan başlatmak en doğrusuydu. Böylece, hem Bursa'nın belirli bir alana yoğunlaşması engellenir hem de en az dört müdafaacının yüzünü rakip alana dönük olacağı için orta alandaki Diego başta olmak üzere Mehmet Topal, Meireles ve Kuyt'un aktif pozisyon alması sağlanabilirdi. Ama en iyi bildikleri iş yerine belirsizliği tercih ettiler. Yani
Aykut Kocaman'dan öğrenip Ersun Yanal ile geliştirdikleri melekeleri bir yana bırakıp Johan Cruyff'a da kulak asmamış oldular; 'Top sende kalırsa gol yemezsin!'

26 Kasım 2014, Çarşamba 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Stoper tedirginliği akıl ile aşıldı‘’

Maça başlarken temel soru şuydu; iki takımın ideal stoperlerinin olmadığı karşılaşmada hocalar ne yapacak, topun o sıkıntılı bölgeye gelmesini nasıl engelleyecek? Avantaj Beşiktaş’taydı. Çünkü iki kudretli müdafaa önü oyuncusu Veli/Atiba sahada ve yerlerinde olduğu sürece rakip o bölgeye daha az sızacak, öte yandan Beşiktaş top kapmada daha yüksek istatistiğe ulaşacaktı. Öyle de oldu. Kasımpaşa’da iki stoper dışında sağ bek Orhan da sahada değildi. Bu da takım savunması konusunda ellerini iyice sınırladı. Genç stoper Mert Kula’nın neden olduğu penaltıyı bu eksiklere bağlı olarak okuyabiliriz.

İş gören bir sol bek değil

Öte yandan Beşiktaş’ta benzer sıkıntı sol bek mevkiindeydi. Daha ilk hamlesinde doğru pozisyon alamadığı için sarı kart gören Ramon Motta’nın iş gören bir sol bek olduğunu söylemek neredeyse imkansız. Müdafaalarda hal böyle olunca maçın iki takım açısından önde oynanacağını kestirmek güç olmazdı. Bol pozisyonlu bir ilk yarı izlememizin temel nedeni budur. İşe Gökhan Töre, Kerim Frei ve ille de oyuna akıl ve estetik koyan Sosa el koyunca, Beşiktaş aradıklarını daha ilk yarıda buldu. Gollerin Demba Ba’dan gelmesi ise işin sadece süsü oldu.

Hepsini doğru yaptı

İkinci devreye 2-0 geride başlayan Kasımpaşa ne yapacaktı? Tunay ile Adem Büyük bağını koparıp Babel/Castro/Scrione’yi de yalnızlığa iten Beşiktaş yedek kulübesi, avantajını da kullanarak hem maçın ritmini elinde tuttu hem de son ana kadar diri kaldı. Daha önce çok eleştirilen Necip, bu maç özelinde bir stoper ne yaparsa hepsini doğru yaptı. Serdar, en azından müdafaa da ‘sırıtmadı.’ Takımdaki eksikleri hissettirmemek için tüm oyuncular muazzam enerji koydular sahaya. Stoper tedirginliğinde çıkılan maçta düzenli, enerjik ve dayanışarak üç puanı alan Beşiktaş biraz daha ‘takım oldu.’

24 Kasım 2014, Pazartesi 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bu acımasızlığa değer miydi?‘’

Ülkedeki birçok şey gibi futbol da hayli ıstıraplı halde. Çözüm var mı, varsa çözümü bilen var mı, kestirmek zor. Sorumluluk makamlarını işgal edenleri takip ederek ipuçlarına varmak ise imkansız. Onlar her şey yolunda gibi davranıyor!

Maç öncesi 'takım tutma bahanesi'yle Volkan Demirel'e yaşatılan acımasızlık, daha önce Semih Kaya'ya "Keşke o gözüne mangaldan alev kaçtığında kör olsaydın da Galatasaray'ım kurtulsaydı senden. Aldığın para haram zıkkım olsun" diyen budalaca bakışın türevi. Aynı hastalıklı tutum!

Ne var ki bu olumsuz dilin yaygınlaşmasında 'ayar verme sevdalısı' yöneticilerin paylarını da atlamamak gerek. Biri, diyelim ki gazeteciye, federasyon ya da diğer takım yöneticilerine ayar verdiğini sanınca tribündeki de oyuncuya küfür etmeyi kendine hak biliyor. Böylece vicdansızlık meşru hale gelirken kendini de yeniden üretiyor. Ve ne yazık ki, oyunculara ya da herhangi birine küfür etme bayağılığından kısa vadede kurtuluş mümkün görünmüyor.

Peki, tribünlerin boş ve sessiz kalması Kazakistan karşılaşmasının skorunun değilse de sonucunun kestirilebilirliğine bağlanabilir mi? Sanmam. Mesele genel olarak futboldaki genel gidişat özel olarak da milli takıma duyulan güvensizlikle ilgili daha çok. Hele ki, bizimle 'tesadüfen berabere kalan' Letonya karşısındaki durmak bilmeyen Hollanda'yı görenler için!..

Kazanılmış olmasına rağmen bu vasat oyun/düşük hız/düşük arzu kuşkusuz ki oyuncu performansını olumsuz etkileyen ülkedeki hakim oynama biçiminden bağımsız ele alınamaz. Ancak onca yıldır bu ülke futbolunun en asli karakterlerinden olan ve bu kez 'reform/devrim/rönesans' (!) vaadiyle futbol direktörlüğü koltuğuna oturan Fatih Terim'den daha yüksek performans bekleyenleri de anlamak gerek.

16 Kasım 2014, Pazar 22:40
YAZININ DEVAMI

‘’Bir hazırlık maçının öğretemedikleri‘’

Bu ülkede futbol; akıl, bilgi bütünlüğüne bağlı bir takım oyunu değil motivasyon, konsantrasyon temelli ‘kişisel beceriye dayalı’ oynanmaya çalışıldığı için anılarda yaşamak marifet sayılır; “Şunu şu tarihte, ötekini de bu tarihte nasıl yenmiştik ama!..” Dünya döner, her şey değişir ama sen eski ve denenmiş olanı bir kere daha denemekten başka bir seçeneğe sahip değilsindir! Gerçekte mesele ‘eski olanı denemek’te değil, eski olanın kendisini yenileyip güne uyum sağlayabilmesindedir...

Kazakistan maçı ‘olmak/olmamak’ kadar ciddiyken, ilk yarısı 0-3 biten bir karşılaşmada ikinci yarıya ‘as oyuncular’la çıkıyor görüntüsü ilizyondan öte anlam taşımıyor, en azından benim için. Sezon başı maçı mı bu? Neyi, kimi bilmiyoruz ki en kritik maç öncesi zorlu son hazırlıkta ‘deneme yapıyoruz?’ Volkan Şen, Bilal Kısa gibi oyuncuların gerek yaş gerekse bundan önceki grafikleri Avrupa Şampiyonası’na kadar yeter mi sizce? “Mesele kısa vadedeki Kazakistan problemini çözmek” diyorsanız, ben de size “Ders çalışmıyor...

Ders kitabının arasına ‘çizgi roman’ koyuyor ve çalışıyor gibi yapıyorsunuz” derim...

Bunu söylerken ülkenin futbolcu yetiştirmediğini, yetişeni de geliştiremediği bir düzen içinde olduğunu da eklerim. Bu da herhalde bizlerin suçu olmasa gerek!..

Evet, Brezilya’nın Dünya Kupası grafiğine rağmen gücü belli. Hatta onlar da bizim gibi ‘eskiye rağbet etmiş.’ Lakin o olumsuzluk içinden ‘doğru oynama modeli’ni aradıkları da gün gibi açık. Peki, Türkiye Milli Takımı bu maç da dahil bundan önce ne yapmaya çalıştı ve ne yaptı?

Bir gün Yıldırım Demirören’i savunmak zorunda kalacağım aklımın ucundan geçmezdi ama o gün bugünmüş! İlk ve son olur inşallah! Arkadaşlar, en azından bu maç, “Yeter Yıldırım Demirören yeter” maçı değildi...

Hele şu Kazakistan maçını sağ salim üç puanla geçip 28 Mart’taki Hollanda deplasmanına kadar herkes şöyle bir kafasını dinlesin, bakarsınız o zaman akıllara başka soru ve sloganlar düşer!..

13 Kasım 2014, Perşembe 01:30
YAZININ DEVAMI