‘’Soru şu; neden Bilic'le değil ?‘’
Başarının gelişme-ilerleme değil sadece ‘şampiyonluk’ olarak algılandığı bir ülkede futbol konuşup, ‘tartışır gibi’ yapıyoruz. O nedenle Slaven Bilic’in gidişi-gönderilişine de kimse şaşmadı! Oysa ortada bir ‘başarısızlık’ varsa bunun birincil sorumluları en üsttekiler olmalı değil mi ? Akademisyen arkadaşım Kasım Kıroğlu, geçenlerde üniversitelerde okutulan ‘ölçme değerlendirme’ dersinden şöyle bir not göndermişti; “İstenilen hedefe ulaşılamadıysa bir sonraki hedefe geçilemez. Başa dönülüp hedefler, içerik ve süreç öğeleri gözden geçirilip tekrar ölçme değerlendirme yapılır.”
Bu tanımdan bakınca Bilic kararıyla birlikte Fikret Orman yönetiminin. ‘başa dönüp hedefler, içerik ve süreç öğelerini gözden geçirdiği’ düşünülebilir. Ancak göreve geldikleri andan bu yana belirledikleri hiçbir hedefi tutturamamış, mali rahatlama yaratamamış, stadı bitirme vaatlerini hep ötelemiş ve belirsiz bırakmış yönetici kadronun ‘bu gözden geçirme’ konusunda yetkin olduklarına dair hiçbir ipucuna sahip değiliz. Bu açıdan yegane sorumlu olarak Bilic’in görülmesi yanlıştır. Yönetimin taktiği bellidir; olası tüm kârı cebe atmaya çalış, oluşan reel zararı da bölüştür...
Yapılması gereken özeleştiri
Evet, Bilic ligi planlamak, oyuncu geliştirmek, bu ülkede oynanan oyunun kodlarını çözmek gibi konulardaki eleştiri geçirmez tavrı nedeniyle sorgulanabilir ancak tüm bunlar Orman yönetiminin vaat edip yapamadıklarını örtmek için yeterli değildir. Artık sezon bitti... Şimdi yapılması gereken vaatler değil, göreve geldikten bu yana yapılamayanlara dair çok ciddi ve kabul edilebilir bir özeleştiridir. Yoksa sağa sola bağırıp atarlanarak, farklı dil kuran herkesi ‘bölücülük ve yıkıcılık’la suçlayarak üç sezondur yapıla(maya)nların ötesine geçmek mümkün olmaz.
Örneğin, Orman yönetiminin yanıtlaması gereken ilk soru şu olmalı; “Neden Bilic’le devam etmek mümkün değil?” Bu soruya verilecek yanıt bundan sonra atılacak adımların da neler olacağının ipuçlarını bulmamızı sağlayacaktır.
‘’Kaybolan yıllar‘’
Epeydir aynı şey; Beşiktaş maçların ilk yarısında yok!. Akhisar maçının ardından Tolgay söylemişti; “45. dakika oynamak maç kazanmaya yetmez.” Ancak Bilic’in takımı neredeyse ligin ikinci yarısının tamamında 45 dakikanın üzerine çıkma temelli bir plana hiç sahip olmadı desek yeridir. Haliyle maç kazanma ihtimali de sürekli düşüş gösterdi. Beri yandan takımdaki hiçbir oyuncu bu sezon ‘kendi ortalama performansını’da aşamadı. Sanırım Bilic sadece puan kayıplarından değil oyuncu geliştir(eme)me konusunda da sorumluluğunu kabul eder. Örneğin yüksek potansiyelli Oğuzhan kayıp gitti.. Oysa ‘endüstri çağı’nda performans oyuncunun niyetine bırakılmayacak kadar ciddi bir konudur.
Sıkıntılar!
Ayağına gelmiş onca fırsatı, hem de bu vasat ligin ortalamasının altındaki takımlarla oynarken tepen Beşiktaş’ın bu maçta ‘gazının kaçmış olması’nda şaşacak bir şey yok. Bunu anlamak için saha yerine tribüne bakmak bile yetiyor.
Veli/Atiba düzenli oyunu bozulduktan sonra topa haliyle oyuna hakim olma konusunda ciddi sıkıntılar yaşıyor bu takım. Hücumdaki ‘Gökhan Töre bağımlılığı’ ise bu maçta açık seçik belli oldu. Öndeki ikiliden Ba’ya ilk ciddi top geçtiğinde dakika 39’du. Varın temponun, baskının volümünü siz düşünün!.. Kaldı ki Atiba’nın yokluğunda hayli gevşek olan orta saha ligin en az gol atan takımlarından Konya’nın bile defaaten ceza sahası çevresine sızmasına yol açtı.
Nihayet kayıp performanslardan biri olan Olcay çıkıp yerine Kerim girdi de sezon ortasından bu yana işlemeyen sol kanada bir parça renk geldi. Ama bir parça! O da kısa sürede ‘takım normalleri’ne döndü... Yetmedi, o ana kadar ortalıkta görünmeyen Pektemek değil de takımın öndeki yegane tehdit unsuru Ba’yı oyundan alan Bilic durağan maçı takımı adına iyice belirsizliğe mahkum etti.
Olası gelirler çöpe gitti
Düzensiz, ritimsiz, coşkusuz Beşiktaş mı yoksa Konya mı şampiyonluğa oynuyordu anlamak zordu. Bir de kornerden yenen gol... Sanırım bu maç Bilic’in Beşiktaş’taki fiili değilse de ‘ruhen son maçı’ oldu. “Yeni stadımıza şampiyon döneceğiz” türünden boş sloganlar atan Fikret Orman yönetiminin şansı ise ironik ama ‘takımın statsız oluşu’ydu!.. Bu sonuçla iki sezondur iyice borçlandırılan kulübün gelecek sezon(ları) için önemli mali kaynaklarından biri olan Şampiyonlar Ligi olası gelirleri de çöpe gitti.
‘’Peki şimdi sorumlu kim?‘’
Aşağıdakilerin ‘düşmek’ yukarıdakilerin ‘şampiyon olmamak’ için haniyse çırpındıkları bir lig! Şampiyon adayı takımların sezon sonuna doğru güçsüzlüğü dikkat çekici... Antep karşısında aldığı beraberlikle zayıflayan umudu Fenerbahçe’nin beraberliğiyle yeniden dirilen Beşiktaş, yine koca ilk yarıyı o bildik düşük temposuyla boş geçiriyor!.. Ben ‘’Beşiktaş düzensiz’’ dedikçe Beşiktaşlılar kızıyor ama bir de şöyle düşünsünler; iki penaltı noktasından düz bir çizgi çizin ve o çizginin sol tarafında Beşiktaş ne yapıyor bir düşünün!.. Bu takımın oyun merkezi sanıldığı gibi Sosa/Tolgay değil, Gökhan Töre!... Bu oyuncu anlaşılmaz biçimde bir vazgeçilmeze dönüşmüş durumda. Hücum için tüm toplar onunla buluşuyor ve varsa bir plan top ondayken işlemeye başlıyor. Yani sahanın da takımın da yarısı atıl!.. Buna bir de düşük ritm eklenince rakip hem direnç hem güven kazanıyor ve sıkışan maçı çözmek de ‘doğaçlamalara’ kalıyor. Söylediğim bu.
Bu maçta da geçmişin benzerleri yaşandı. Düşük ritim Akhisar’ı cesaretlendirip öne getirdi. Önce vasatlıkta ülkedeki benzerleriyle yarışan Ramon’un 6. dakikadaki hatası... Bu işaret fişeğiydi. Günay, Güray’ı durdurdu ama az sonra Bilal’in ortasında Akyüz’ü durduracak kimse çıkmadı!. Beşiktaş devre sonuna doğru yüklenirken arka tarafı da iyice gevşedi ve devreyi neredeyse iki farklı mağlup kapıyordu.
İkinci yarıya tıpkı Töre gibi ne yapacağı belli olmayan ikinci oyuncusu Pektemek’i gönderdi Bilic. Yok hükmündeki Serdar’ın yerine de sol tarafta yok edilen Olcay’ı. Gerekli galibiyet tempoyu zorunlu kılınca ve bu da kısa süreli gerçekleşince devre başında Akhisar’ı geri iten Beşiktaş golü de buldu. Ancak Veli Kavlak’ın olmadığı düzende oyunun boyunu kısaltma konusunda tüm olumlu çabasına rağmen Tolgay yetersiz kalınca oyun boyu 60-70 metreye çıktı ve maç bir düelloya döndü. Orta saha acemiliğine, Sosa’nın yersiz şut tercihleri ve kulübeden alınan katkının yetersizliği de eklenince yakalanan avantaj yine hüsranla sonuçlandı. Geriye kalan avuntu sanırım “Rakipler de kaybedebilir’’ olacak. Buna da artık inanan olursa!.. Tüm geleceğini Töre’ye bağlayan Bilic ve Beşiktaş böylece rakiplerinin kendisine sağladığı avantajları da elinin tersiyle itti. Ezcümle, 90. dakika oynamadan bu iş olmuyor. Bu sezon en azından bu iyice anlaşılmış olmalı...
‘’Düzensiz oyun‘’
Malum, ligin ofansif anlamda ‘en sınırlı’ takımlarından biri Antep. Bir takım neden böyle oynatan hocalara teslim edilir hiç anlamamışımdır... Böylesi oynayan/oynatılan bir takım kendi sahasında bile izlenmiyorsa bunun nedenini tahmin etmek zor olmasa gerek. Buna rağmen Beşiktaş gibi şampiyonluğa oynayan bir takımın koca ilk yarı boyunca rakibe karşı sadece tek kontra yakalayabiliyor olması da daha önemli bir sorun!. Bu da ligin ortalamasını gösteriyor.
Serdar koşsa....
Bir diğer sorun ise Beşiktaş’ın yediği golde!.. Sağ bek Serdar Kurtuluş, kendinin varsaydığı ancak hakemin vermediği faul pozisyonunda ‘teatrel’ davranmak yerine bölgesine koşmaya çalışsa belki de ‘ite kaka’ gelen o gol olmayacak!..
Beşiktaş ikinci yarıya zorunlu olarak baskıyla başladı. 60. dakikaya kadar da ‘ha attı ha atacak’ düzeninde oynadı fakat yapamadı. Sonrasında durdu... Çünkü Beşiktaş baştan beri doğaçlama daha doğrusu düzensiz oynuyordu. Oysa futbol da hayat gibi; kazanmak için en çok ‘düzen’, ‘tertip’ dahası ‘disiplin’e ihtiyaç duyar. Beşiktaş ise bu zamana kadar ‘takım’ değil daha çok kişisel beceriyle sonuç aldı.
Top ayaktan uzaklaştı!
Tüm geleceğini Gökhan Töre merkezli oyun ve sonuçlara bağlayayınca, birçok kez olmadığı gibi bu kez de olmadı. Ligin en az pozisyon bulup en az gol atan takımına karşı böylesi bir oyun/düzen için kime ne söylemeli, varın siz düşünün!
Artık top Beşiktaş’ın ayağından iyice uzaklaştı!
‘’Arena'ya kadar 3 puan‘’
GAZiANTEP: Beşiktaş, gol konusunda ligin en problemli takımı olan Antep karşısında sıkıntı yaşamaz. Önde sadece Muhammed’e bel bağlamış Antep önünde mücadelenin ilk yarısındaki tempo ile sonuca gidebilirse Galatasaray’ın düştüğü ‘skor sıkıntısı’na düşmezler.
AKHiSAR (D): ‘Ununu elemiş eleğini asmış’ takımlardan biri olan Akhisar maçında Sosa ve Tolgay benzeri becerili oyuncuları durduracak olan, Manisa zemini olacaktır. Sınırlı hücum yeteneğine sahip Akhisar’da Bilal-Güray ikilisine üretilecek çözüm, sorunu yarı yarıya çözer.
KONYA: Aykut Kocaman’ın toparladığı Konyaspor, özellikle savunma anlamında ciddi ezber oluşturduysa da Beşiktaş, ‘problem çözecek’ oyuncularının fazlalığıyla bu maçı kayıpsız atlatır. Bu tip maçlarda Olcay-Töre gibi kenar oyuncularının katkısı skor almada önemli olacaktır.
GALATASARAY (D): Ben ligin bu maça kadar dengede gideceğini tahmin ediyorum. Sonucunu kestirmek zor ama maçın bir ‘Slaven Bilic maçı’ olma zorunluluğu var. Planlama, hazırlık, strateji... Her şey onun elinde. Ve bu maçın sonucu büyük ihtimalle Bilic’in Beşiktaş kariyerini belirleyecek. İstatistikler Galatasaray’ı gösteriyorsa da bir derbi kazanıp şampiyon olmak gibi bir sınıra gelmiş olmanın Beşiktaşlı oyuncuları farklı bir enerjiyle sahada oynatacağı da açık.
GENÇLERBiRLiĞi: Ligin en ters takımlarından biri. Değişik ve belirsiz tarzlarıyla her takıma sıkıntı yaratabilirler. Ancak eğer buraya kadar getirirlerse Beşiktaş kadrosunun o moralle ‘dereyi geçip çayda boğulmayacaklarını’ düşünüyorum.
‘’Doğru plan, istenen sonuç‘’
Kadrolar açıklandığında iki takım açısından sürprizler ‘ön bölgede’ydi. Belli ki, ev sahibi Cardozo’yu, misafir ise Ba’yı maçın son bölümüne ayırmıştı. Soru şuydu; ‘’Kim doğru planlamış ve neyi bekliyordu?’’ Yani ilk devre geçiştirilecek ve maç ikinci devre oynanacaktı. Bu nedenle iki önemli ‘tehdit’in kenarda beklediği maçta en rahatlar, müdafaa hattındakilerdi.. Buna rağmen top gezdirme ve tehlike yaratmada ağır basan yine de Beşiktaş oldu. Yine de Sivok’un kornerden gelen topa usta işi bir ön koşuyla vurduğu kafa dışında ciddi bir gol pozisyonu üretemediler. Daha tutuk görünen Trabzon ise Opare’nin ‘uyuduğu’ anda Özer’in tribüne vurduğu top dışında ciddi bir pozisyon bulamadı.
Habercisiymiş meğer...
Maçın stratejik olarak ikinci devre oynanacağı açıktı. Beşiktaş Ekici ve Özer’i etkisiz kılarak oyun kontrolünü elinde tutmaya başardı. Bunun ilk sinyalini de 53. dakikada kendi ceza sahası çevresinde Atiba’nın kapıp 4-5 seri pas sonunda Tolgay’ın bitiremediği topla getirdi.
57. dakikadaki Opare/Demba değişikliği ise olacakların hebercisiymiş meğer! Beşiktaş topu kaptığı anda Tolgay/Töre işbirliği sonucu maça girer girmez topu önünde bulan Ba’ya golü yaptırdı.
Arena’ya taşındı
Devamında Trabzon’un sonucu değiştirmek için öne yaptığı tüm hamleler ise kalelerine gol pozisyonu olarak dönmekten öte bir anlam taşımadı. 70’lere gelindiğinde topu her kaptığında oyunu genişleten Trabzon kontrolü ele alınmış görünse de Beşiktaş’ın ‘fırsat pususu’na yattığı çok açıktı. Önce Tolgay’la kaçırdılar.. Sonra Tolgay/Oğuzhan/Pektemek’le maçı süsleyen golü buldular. Böylece Beşiktaş şampiyonluk iddiasını Arena’ya taşımış oldu... Bundan sonrası ise Bilic’e ve oyunculara kaldı...
‘’Yarış Arena'ya taşınır‘’
Kendi evindeki Trabzon, hedefler de düşünüldüğünde daha rahat oynayacaktır. Trabzon’un içeride oynadığı maçlardaki karnesi de hayli olumlu. Mehmet Ekici, Özer gibi şaşırtıcı yönleri olan futbolculara, Yusuf Erdoğan gibi sürpriz performans gösterebilen, Cardozo gibi bir golcü ve büyük maçlarda büyük oynayan Hakan Arıkan’ı ekleyin... Elbette Ersun Yanal faktörünü unutmadan... Bu yılı sıkıntılı geçirseler de bu tip maçları kendi ortalamalarının üzerinde oynamayı beceriyorlar. Beşiktaş’ın ‘deplasman karnesi’ ise pek parlak değil. Karabük gibi düşme potasındaki takımı bile güç bela aştılar. Yine de Trabzon maçlarında ‘tıpkı ilk maçtaki gibi’ her zaman farklı ve kazanmayı bilerek oynuyorlar. En büyük avantajları ise ‘problem çözme yetisi yüksek oyuncu’ sayısının rakiplerine göre fazla oluşu. Sosa merkezli bir düzende iki kenar, Gökhan Töre ve Olcay’lı klasik ‘tempo oyunu’nu oynarlarsa şampiyonluk yarışını Arena’daki Galatasaray maçına taşıyabilirler.
‘’En az puan kaybeden kazanacak‘’
‘Evsiz barksız’ ikinci sezon... Yetmezmiş gibi nedenleri açıklanamayan onca sakatlık, kazanılamayan derbiler, Sivok gibi bir tecrübeden yoksun bırakılan sorunlu müdafaa hattı... Buna rağmen şampiyonluk yarışına tutunan Beşiktaş’ta işler beklenmedik biçimde iyi gidiyor.
Dün gece de mecalsiz Karabük karşısında kısa dönemli sıkıntılar yaşasalar da kaleci Waterman’ın atıldığı anda denklem onlar lehine tamamen çözülmüş oldu. Öyle bir maç ki, takımın bankosu Veli’ye ihtiyaç dahi duyulmadı. Atiba orta sahada topu ele geçirme işini tek başına organize etti. Ne var ki, Gökhan Töre bu takımın hem avantajı hem de ‘dezavantajı’ olmayı sürdürüyor.
Kapalı düzende lig
Evet, ağırlıklı olarak ‘kapalı düzen’de oynanan bir lig bizimki. Özellikle ‘büyük takım’lara karşı pozisyon vermemiş olmayı marifet bilen çok sayıda hoca ve takım var. Töre de bu düzen içinde ‘çilingir oyuncu’ olarak zaman zaman iş görüyor kuşkusuz. ‘Adam eksiltme’, ‘dikine oyun’ gibi bu ülkede pek sevilen hallere müptela düzeyindeki düşkünlüğü ise çevresindeki arkadaşlarıyla uyumunu bozarken onların da işlevsizleşmesine neden oluyor.
Dün de bir çok kez Sosa, Tolgay ya da Pektemek yerine ya kendini ya da ‘yanlış bölgede’ki arkadaşını tercih etti. İstekli, gayretli, çalışkan ama ‘takımla oynama konusunda’ hayli eksik. Sosa, Tolgay gibi ‘yaratıcılar’ varken doğaçlama yönü ağır basan Töre’yi oyun düzeni içine çekecek bir örgütlenme şart görünüyor Beşiktaş’ta.
Necip planı bozdu
Derken maç tam da Beşiktaş’ın istediği ritme ulaşmışken sakatlanan Ersan’ın yerine giren Necip’in girdiği ilk pozisyonda gördüğü kırmızı kart herşeyi bozdu. Saha içi yerleşimleri de oynama arzuları da düştü. Oyunu yeniden organize edemezken bir de gol yiyince işler iyice çıkmaza girmişken Sosa/Cenk işbirliği ipten dönen Beşiktaş’ı yeniden yarışta tuttu.
‘’Bu düzen, bu ritm şampiyonluk için yetmez’’ diyeceğim ama rakipleri de onlardan aşağı kalır değil. Dur bakalım ne olacak?









































