Arama

Popüler aramalar

‘’İki takım oynadı biri kazandı...‘’

İlk yarı boyunca orta sahada ‘yaratıcı oyuncusu’ olmayan Beşiktaş ‘enerjik saldırı’larla maçın gidişatına etki etmeye çalıştıysa da Sivas’ın işlevsel müdafaasını aşamayı başaramadı. Üstüne üstlük bir de gol yedi!... Sivas futbol oynamayı kafasına koymuş bir takım... Böyle bir takımı ancak oynayarak yenebilirsin, başkası mümkün değil. İkinci devrenin başıyla birlikte bir de gol yemiş olarak arayan tarayan yine Beşiktaş’tı ama kaleci Ertuğrul ‘denklem ve sinir bozucu’ bir oyuncu olarak maçın ‘genel belirleyicisi’ oldu. Ancak beraberlik golünü bulduktan sonra iyice coşan Beşiktaş topu ele geçirmeye çalıştıkça dirildikçe dirildi. Futbol bu; oynayanı, oynayıp da isteyeni coşturur. Ama şu da var, yan toptan gelen karambole yenilen golden sonra o iştahı kaybetmemek en önemli şey. Durum öyle ki, 79. dakikada ülkenin en tartışmalı futbolcusu Gökhan Töre gol için uzun süre topu ayağında tutup ‘işçilik’ yapıp Demba/Olcay üçgeninde golü gerçek anlamıyla tasarladı. Ancak ülkenin en iyi müdafaa oynayan takımı 89. dakikada öyle bir pozisyon verdi ki tahminimce hocası bile duruma şaşmıştır. Lakin bu zamana kadar tek golle maç kazanan Beşiktaş bu maçta 3 puanı 3 golle aldıysa bunu o takımın yaratıcılığı ve potansiyeline bağlamak en doğrusu olur.

20 Ekim 2014, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sıradan "derbi" özel futbolcu!‘’

Düşünün ki izlediğimiz, eskiden kullanılan 'resmi dil'le söylenirse, 'dünya derbisi'ydi! Böylesi maçlar eskiden bir hafta boyunca memleketteki ruh halinin genel belirleyicisi olurdu... Peki bu maç öyle miydi? Sizce gerçekten bir 'dünya derbisi' mi izledik? Ve yanıtınız benim gibi 'hayır'sa esas soru şuydu; 'Peki neden?'

Çünkü ülkede bir çok şey gibi futbol da uzun bir süreden beri propaganda aracına dönüştürüldü ve kendi gerçeğinden koptu. Bunun doğal sonucu olarak tüm propagandalar gibi futbol da berhava oldu. Ağır çekimler olmasa dün akşam ki maçtan aklınızda ne kalırdı, sorarım?..

Evet, koca bir ilk yarı istastiki olarak Fenerbahçe'nin üstünlüğüyle geçti. Peki kaç gol pozisyonu vardı? Bir, bilemedim, iki... Durgun maça tansiyonu getiren ise geldiğinden bu yana sahada gereksiz kuvvet gösterileri yapan Bruno Alves'in atılması oldu. O atılmasa büyük ihtimalle yavanlık sürüp gidecekti. Bu andan itibaren 'sinmiş Galatasaray' kabuğundan çıkıp saldırmaya başladı. Ancak bir şey mi oldu? Hayır!.. Nafile saldırı, nafile tehlike... Ancak futbolcunun, futbolun olmadığı ülkede ortaya bir futbolcu çıktı; Wesley Sneijder. Şimdiye kadar yeri, mevkii ve katkısı çok tartışıldı... Rol çaldığından söz edildi... Ancak 'vasat futbol ülkesinde' bir sözü çok çabuk unutuldu; 'Türkiye'de futbolcular topu iki üç kere 'dürtmeden' kullanmıyor..' Esas sorun attıklarında değil söylediklerindeydi ama kulak veren var mı bilinmez... İşte o oyuncu, sıradan bir maçı genelde değilse bile 'özetlerde' defalarca izlenecek iki golüyle hatırlanacak bir hale getirdi. Neticede, Fenerbahçe'nin tartışmalı golüne rağmen derbiyi 'kazanması gereken kazandı.'

18 Ekim 2014, Cumartesi 21:25
YAZININ DEVAMI

‘’Sivas'a karşı dinamizm belirleyici olacak‘’

Gerçi 'ikinci bölge' de denilen o alanı daha az kullanan hocalar da yok değil ama 'kazananların ortalaması' oyunu orada 'işliyor.' Kimi teknik direktör, ön oyunculardan feragat edip kalabalıklaştırıyor orta sahayı kimi defansı üçleyip dirileştiriyor o alanı. Eninde sonunda o alandaki dinamizm ve yaratıcılık belirliyor çoğunlukla maç sonuçlarını. Elbette üst seviye stoperkaleci etkisinin olduğu maçlar da izliyoruz ama onlar çoğunlukla galibiyet değil de 'beraberlik'te işe yarıyor.!

İş, az süre alanlara düştü

Beşiktaş özellikle Samet Aybaba yılında öne doğru oynama tercihi nedeniyle takım müdafaasında ciddi sıkıntılar yaşamıştı. Slaven Bilic'in haklı olarak ilk onardığı kavram da 'takım müdafaası' oldu. Güçlü Veli- Atiba setinin arkasına kurulan dörtlü savunma ve elbette Tolga'nın da katkılarıyla hızla az gol yiyen bir takıma dönüştü Beşiktaş... Ancak merkezin ağırlığıdaha çok müdafaa özellikli olunca ister istemez gol sıkıntısı baş gösterdi. 'Girilen pozisyon atılan gol' orantısı sanki bu tezi doğruluyor gibi. Dikkat edilirse bu sezonun en iyi iki maçı Feyenoord ve Arsenal karşılaşmalarıydı ki, orada belirleyici karakter hücum değil takım müdafaasıydı. Ancak bizim lig başka... Buradaki ağırlıklı düzen 'oyunu boz' olduğundan şampiyonluk için hücum etmek zorunda olan takımlar rakip müdafaa önündeki o 'büyük sıkışıklığı' da yaratıcılıkla aşmak zorunda. Hâl böyle olunca, Sosa ve Oğuzhan gibi oyun görüşü ve saha içi bilgisi yüksek oyuncular da Beşiktaş'ta farkı yaratan unsurlar oluyor. Ancak iki oyuncu da bu maçta yer alamayacak. Haliyle önde oynama arzusu yüksek Sivas karşısında bu kez iş 'güç' ve 'dinamizm'e kalacak gibi görünüyor. Hesapsız kitapsız yöneticilerin 'yönetim başarısı' olarak sahasız kalan, birçok olumsuz parametreyle birleşen Passolig'le taraftarsızlaşan, oyununun en fark yaratan iki mevkii 'modern sağ ve sol bek'ten yoksun olan, bitmek bilmeyen sakatlıklar nedeniyle üç maç üst üste ideal kadrosuyla oynayamayan Beşiktaş, bu maçta mecburen enerjisine yüklenmek zorunda kalacak. Bunda da başrol Bursa maçında 3 puanı getiren golü atan Olcay ile klasik güç Veli- Atiba'ya düşecek gibi görünüyor. Buradaki büyük tehlike ise süre alamamış ya da az almış oyunculardan; Kerim Frei, İsmail Köybaşı, Cenk Tosun vb. - mucize beklentisi olur. Böylesi anlarda oyunculara bindirilen yüksek beklenti çoğunlukla onların gelişmelerinin önündeki en zorlu engeli oluşturuyor. Bu ülkenin klasikleri olan, 'Bu maçta oynamayacak da ne zaman oynayacak?' ya da 'Verilen şansı kullanamadı' türü 'törpü'lerden ısrarla uzak durmak gerek.

18 Ekim 2014, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Formsuz hayat formsuz futbol‘’

Ben siyaset, dış politika, ekonomi diyeyim siz aklınıza gelen alanları devamına ekleyin... Ülke hemen hemen her alanda bu denli formsuz olunca bu ister istemez futbola da yansıyor. Kaldı ki futbol bu formsuzluğun epeydir en göründüğü alandı. Ne var ki her alandaki propaganda üstünlüğü gibi buradaki de ‘gerçeklerin görünmesini’ uzun süre perdeledi. Ama o kıymetli sözdeki gibi; “Gerçeklerin er geç ortaya çıkmak gibi kötü (iyi) bir huyu vardır.”

Fatih Terim’in maç öncesi basın üzerinden yaratmaya çalıştığı atmosfer de gidip ‘gerçeğin duvarı’na çarptı. Şöyle ki; memleketimizde pek sevilen bir veridir ‘takım değeri.’ Oradan başlarsak, 70 milyon Euro’luk Çek Cumhuriyeti ile 151 milyon Euro’luk Türkiye arasındaki farkı belirleyecek faktörün ‘düzen’ ve ‘oyuncu kalitesi’ olması gerekirdi. Ancak maça rengini veren, tempo ve ritmi belirleyen ‘yarı değerdeki’ Çek takımı olunca ‘sessiz tribün’ de yön değiştirdi; “Yeter Yıldırım Demirören yeter...”

Bu ülkede milli takımın performansını ülkede oynanan futbolun ortalamasından ayrı düşünmek gibi garip bir huy vardır. Gerek Fatih Terim’in ‘kurtarıcı’ gibi algılanması gerekse şu ne olduğunu bir türlü kavrayamadığım ‘kaos futbolu teorisi’nin zorunlu sonucu olarak ‘vasat futbol ülkesi’ her daim mucize ararken, futbolu doğru oynayanlar ilerliyor. Kulakları çınlasın Fatih Terim’in eski yardımcısı Hasan Şaş, ‘’İzlanda bizim kaleye topu 3 kere eliyle getiremez’’ yollu bir şeyler buyurmuştu! O İzlanda 2’de 2 yaparken biz ‘Grupta kaçıncı oluruz’ hesabındayız... Acaba bu mahkum oyun, Hakan Çalhanoğlu’nun babası üzerinden medyanın bir komplosu olabilir mi? İnanın bu teoriye inananlar az değildir. Neyse ki, gerçeklerin ortaya çıkma huyları var!...

Sahi, bu hayal kırıklığına rağmen protestoların sadece Demirören’le sınırlı kalması size de tuhaf gelmedi mi?

11 Ekim 2014, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Gol atabilme problemi!‘’

PTT 1. Lig’de ‘kapalı gişe’ oynayan Balıkesir, ‘her nedense’ tribününün yarısını dolduruyor! Peki, şu oyunu yönettiği iddiasında olan kaç kişi bu durumu kendisine keder ediyor, tahmininiz var mı? Yine de sezon başından bu yana izlediğim en neşeli ve tempolu tribünlerden birinin Balıkesir’de olduğunu buraya not edeyim.

Beşiktaş gerek rotasyon gerekse sakatlıklara karşı oyuncu dinlendirme kaygısıyla uzun süredir oynamadığı bir ‘hücum düzeni’yle sahadaydı. Veli Kavlak gibi bir kesiciyi kenara alıp Sosa/Oğuzhan ikilisiyle hücum çeşitliliğini artırmayı amaçlayan Slaven Biliç’in ilk yarı boyunca bu emeline ulaştığını söylemek güç. Evet, top daha çok Beşiktaş’ta kaldı ama 15. dakikanın ardından ‘içine kapanan’ Balıkesir ceza sahası çevresinde gedik vermeyince karşılıklı bir iki duran top tehlikesi dışında dişe dokunur bir şeyler izleyemedik.

Ancak ikinci devre Sosa’nın sakatlığının getirdiği zorunluluk, düğüme dönen oyun müdahale kaygısıyla birleşince Biliç hamlelere başladı ve doğrusu bunun semeresini de gördü. Oğuzhan’ın özel işçiliğiyle gelen ortanın ardından ‘Demba Ba koruması’nda gelen Pektemek golü renksiz oyuna renk getirdi. Ardından Ersan Gülüm’ün ceza sahası önünde Sercan’a yaptığı ‘kırmızı kart tartışmalı’ müdahale de düşük tansiyonlu oyuna bir an tansiyon...

Akabinde İsmail Ertekin, marifetli ama devamsız Alanzinho’yu sahaya indirip ilk yarının büyük bölümünde bağını kestiği topu yeniden hatırlayıp Balıkesir kıpırdanınca Biliç de apar topar en sağlam planına geri döndü; Demba Ba kenara, Veli ise müdafaanın önünde Atiba’nın yanına.

Ve böylece... Gol atabilme problemini çözemeyen Beşiktaş puan farkıyla lider olurken, Lig TV spikeri arkadaşların samimi ancak fazlasıyla ‘heyecan hormanlanmış’ abartılı anlatımlarına rağmen ülke vasatını bir dirhem aşamayan bir maç daha hayatımızdan geçip gitti.

06 Ekim 2014, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Türkiye için futbol vakti!‘’

Bizim ülkede oynanan futbol hepimizi yanıltıyor ve bu oyunu yanlış anlamamıza neden olduğu gibi çoğumuzu oyundan da uzaklaştırıyor. Yapılması gereken bu denli basit; oynayacaksın... Yenersin, yenilirsin o ayrı. Beşiktaş dahil Avrupa’ya çıkan tüm takımlar yener/yenilir her maçta çok kıymetli işler yapıyorlar. Avrupa’ya çıkınca gözle görülür biçimde bir düzen tutturulmasının nedeni kendi oynama biçimleri olduğu kadar rakibin oynama düzeni ve arzusu. Böylece ortaya bizim buralarda hasret olduğumuz izlenir bir ‘futbol karşılaşması’ çıkıyor.

Dün akşam ilk yarı boyunca tıpkı Arsenal maçlarında olduğu gibi gol olacak fazlaca pozisyon üreten ancak atamayan bir Beşiktaş vardı. Ve karşısında neredeyse tek pozisyonla golü bulan Tottenham. Gel de ülkenin sabah akşam Theofanis Gekas konuşmasına şaşma!..

Doğru müdafaa oynayan bir takım olan Beşiktaş, iki sezondur gol sorununu çözemiyor. Dün akşam da görüldü, çıkamayan iki bekle gol sayısını artırabilmek çok güç. Nasıl ki müdafaanın ilk yüklenicileri Atiba/Veli oluyor, hücumda da iş ağırlıklı olarak Töre/Olcay’a kalıyor ki, bu da ‘hücum çeşitliliği’ni sakatlıyor.

Gerçi dün akşam bir takım hücumda ne yapması gerekiyorsa Beşiktaş hepsini yaptı ancak olmadı. Maç boyunca aradı durdu, bir deplasman takımı olarak rakibini bunaltıp son dakikalarda da Ba’nın penaltı golüyle alması gerekenin azına razı oldu. Bu arada penaltı olmasa gol de kesin değildi, onu da atlamayalım!..

Beri yandan bu tempolu ve zevkli maç için hakem Manuel Grafe ve Avrupa’nın birçok ülkesinde olduğu gibi taraftarı tribüne özendiren İngiltere Futbol Federasyonu’na da teşekkürü bir borç biliriz...

Arsenal eşleşmesinden bu yana aynı şeyleri söylüyorum. İngiltere’deki oynama alışkanlığı, rakip kurguyu çözmek ve uygulanabilir planlama için en ideal ortamı sağlıyor.

Bu nedenle bu maç esasen bir gün önce Galatasaray’ın da nasıl oynaması gerektiğine dair önemli dersler içeriyordu. Üçlü müdafaayla macera aramak yerine tıpkı Beşiktaş’ın hem bu maç hem de Arsenal maçlarında uyguladığı gibi, arkada sağlam dörtlü ve önlerinde ise Melo/Yekta (Atiba/Veli) düzeniyle oynansa maç en azından son bölüme taşınabilir ve ‘puan ihtimal oranı’ artırılabilirdi.

03 Ekim 2014, Cuma 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’"Arsenal'e yapılamayan Tottenham'a yapılmalı"‘’

‘İki Arsenal maçındaki işleyiş, üç aşağı beş yukarı problemi çözmeye yeter. İstanbul’daki Arsenal maçında yapılamayanları yapabilmek şart’

‘Olimpiyat Stadı’ndaki o ‘tarla’da topu kontrol edip oyun kurmak, maçın son bölümüne kadar futbolcuların yüksek güç kaybı yaşamasına yol açıyor’

‘Slaven Bilic’in tarzı, bu ülkede çok insanın hoşuna gidiyor. Bu kadro ile de bundan daha ileri işler yapmak da fazla hayalcilik olur’

1) Beşiktaş’ın Olimpiyat Stadı sorunu sürüyor. Stat durumu Beşiktaş’ın aldığı sonuçlarda direkt etki ediyor mu?

Kuşkusuz zemin önemli etken. O ‘tarla’da topu kontrol edip oyun kurmak ne denli müşkülse oyunun son bölümünde futbolcuların yüksek güç kaybına uğramaları da bir başka dezavantajı beraberinde getiriyor. Bu zeminler müdafaa kurgulu takımlara avantaj sağlıyorsa da ‘kısır geçen maçları’ sadece bu nedene bağlamak doğru olmaz. Beşiktaş gerek sınırlı kadrosu gerekse boğuştuğu sakatlıklardan dolayı bir türlü istenen seviyeye ulaşamadı. Evet, Feyenoord ve Arsenal maçlarında gelecek için umut veren bir yapıda oynadı ama unutmamak gerek ki o maçlarda temel kurgu ‘güçlü savunma’ydı ve rakipler de ‘oynamak isteyen takım’lar. Ancak bizim lige gelince burada kilit açacak bambaşka hamleler, kurgular gerekiyor. Örneğin Beşiktaş’ın çok önemli iki eksiği, sağ ve sol bek yokluğu takımın hücum yükünü belirli oyuncuların üzerine yıkıyor ki bu da zaten sert müdafaayı hücumun önüne koyan rakiplerin önlem almasını kolaylaştırıyor. Beri yandan bu stat ve zeminin olumsuzluklarını iki sezondur göremeyen ve bu krizi çözemeyen yöneticilere de sanırım bir iki laf etmek gerekiyor. Gerçi bu ülkede herşeyi yanlış yapsa dahi yöneticiye ‘Gözünün üstünde kaşın var’ bile denmiyor ya!..

2) Beşiktaş’ın Tottenham deplasmanından puan yada puanlarla dönebilmesi için teknik ve taktik olarak neler yapması gerekiyor. Hangi oyunculara büyük iş düşüyor?

Aslına bakılırsa şablon belli. İki Arsenal maçındaki işleyiş üç aşağı beş yukarı problemi çözmeye yeter. İngiltere’deki geniş alanda oynama kurgusu Premier Lig takımlarının çoğunu müdafaa açısından hayli kırılgan hale getiriyor. Ancak bunun için yakalanan fırsatları gole çevirmek gerekiyor. Yani İstanbul’daki Arsenal maçında yapılamayanları yapabilmek şart. Bunun içinde topun ele geçirildiği anlarda oyun kurucular Oğuzhan ya da Sosa’nın doğru yerlerde topla buluşturulmaları ve onların da en doğru tercihi yapmaları elzem. Yoksa Beşiktaş’ın bu kez önde son vuruş sıkıntısı yaşayacağının düşünmüyorum. Ba, Töre ya da Olcay maçın atmosferi de bu maçta farklılaşabilirler. Elbette oyunun kilit oyuncuları Beşiktaş’ta takım müdafaasının her maçtaki en sağlam direkleri olan Veli/Atiba ikilisi olacaktır.

3) Son dönemde üst üste alınan beraberliklerin ardından Slaven Bilic’le ilgili olarak ‘gönderilecek’ söylentileri çıkmaya başladı. Hırvat hocanın geleceğini gelecek maçlardaki sonuçlar etkiler mi?

Ben Bilic’in epey kredisi olduğunu düşünüyorum. Tarzı, bu ülkede çok insanın hoşuna gidiyor. Bu kadro ile de bundan daha ileri işler yapmak da fazla hayalcilik olur. Sonuçta onun da ‘hamle hakkı’ sınırlı. Gerçi takımı onun kurguladığı göz ardı edilemezse de bence Bilic’le ilgili gerçek tasarruf, ilerleyen haftalarda ortaya çıkması muhtemel olan ‘başkanlık tartışmaları’na bağlı...

01 Ekim 2014, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ne olacak bu memleketin hâli?‘’

Ligin adı ‘Süper’ ama ne seyircisi var, ne zemini, ne de dişe dokunur futbolcusu! Ama süper yöneticileri olduğu hepimizin malumu! Öyle bir maç ki, güvenlikçi sayısı seyirciden fazla desek abartı olmaz. Bu Passolig mucizesini icat edenler maçın 27. dakikasındaki tribün değiştiren taraftarları nasıl açıklayacaklar acaba? Ne oldu, “Herkes yerinde oturacak” iddiasına? Sormak gerek bu futbol mucitlerine, “Kimsenin izlemediği maçları acaba kime satabilirsiniz?”

Beri yandan akşam futbol programlarını izleyenler de hiçbir şeyin olmadığı maçta, ‘Her şeyin olduğunu’ sanabilirler. Olmadı, inanmasınlar. Hadise şuydu; Beşiktaş iyice kabuğuna çekilmiş Eskişehir karşısında ısrar ve sabırla arkada top çevirdi. Belliydi ki, iki takım maç boyunca bir ya da iki pozisyon bulacak, Eskişehir atabilirse üzerine yatmaya Beşiktaş bulursa devamını arar gibi yapmaya çalışacaktı!

Tersi oldu, önce Beşiktaş sonra da Eskişehir birer ‘Kaza golü’ bulunca maç bir tür ‘Enerji üstünlüğü’ oyununa döndü. Kendisi açısından önemli iki arka oyuncusu Tarık Çamdal ve Veysel Sarı’yı Galatasaray’a satan Eskişehir, geçen yılın en az gol yiyen takımı Beşiktaş’a karşı ‘Haklı olarak’ ritmi düşürerek maçı ‘Çekilmez hale’ getirmeyi başardı. Enteresan olan buna Beşiktaş’ın herhangi bir hattıyla itiraz etmiyor oluşuydu. Birkaç soru sorarak bitirelim... Sahi dün başta ve devre arasında izlediğim Londra’da oynanan Arsenal-Tottenham karşılasması ‘Futbol maçı’ ise Olimpiyat Stadı’nda oynanan neydi? Ne zemin, ne seyirci, ne futbolcu varken bu oyunu yönetme iddiasının gereği var mı?

Ve son olarak o şahane Aziz Nesin öyküsündeki Anadolu sorusu; “Du bakali n’olcek?”

28 Eylül 2014, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI