Arama

Popüler aramalar

‘’Düzen bozuldu ama ‘beceri' iş gördü‘’

Futbolda efektif oynamanın yollarından biri de oynanan alanın boyunu rakip sahada olabildiğince kısaltmayı becerebilmektir. Bu da rakibe geçmiş topun süratle geri alınmasına bağlıdır. Böylece hem ‘takım
enerjisi’ oyuncular arasında eşit bölüştürülür hem de rakip sürekli savunmaya itilerek gol yeme tehlikesi minimuma indirilir.

Beşiktaş maçın ilk 30 dakikasında buna uygun oynadıysa bu, yüksek eforları sayesinde mümkün oldu. O ara bir de gol buldular. Orta sahaya kadar çıkan Serdar rakibine basıp topu alarak golü hazırlayan
isimdi. Top da Sosa-Ba-Töre üzerinden Olcay’la buluşup gol oldu. Ancak 30’dan sonra tempoları düştü. Çünkü oyunun boyunu kısaltma konusundaki en işlevsel oyuncuları Atiba sahada yoktu. Bu çerçevede topun kapılması konusunda tek başına kalan Veli, yetenekli ancak fifiziksel olarak yetersiz Oğuzhan’dan yardım alamazken arkadaki Pedro-Ersan ikilisi de geride ‘tıkaç’ olamayınca işler değişmeye başladı. Artık onlar için belirleyici olan ‘geri kalan enerji’ ve kişisel beceriydi.

Sahada geniş alanlar bulup onları Welinton'la tehlikeye çeviren Mersin, 61. dakikada Sinan Kaloğlu ile golü bulunca iş zora girer gibi olduysa da Demba Ba'nın 'vuruş artı şans'ıyla gelen gol imdada yetişti. Atiba'nın yokluğuna rağmen Beşiktaş yine kazandı ama önde giderken oyunu kontrol edebilme sıkıntıları sürüyor. Kazanıyorlar ama ligin ilk yarısına göre oyunlarındaki düzen ve gösterişi kaybetmiş gibiler.

Son bir not da Lig TV’deki hakem yorumuyla ilgili... Sinan Kaloğlu’nun golünde topun Serkan tarafından ‘içerden mi dışardan mı’ çevrildiği konusunda hakem kararı ve ‘Bay Piero’ yetmemiş olacak ki, 2-3 santimlik bir karar için Mustafa Denizli ile Tümer Metin tuhaf referanslar arıyordu! Denizli, Ersan’ın itirazının ‘yetersizliğini’, Tümer Metin ise Motta’nın hakem üzerine koşmayışını ‘topun içerden çevrildiği’ne delil gösteriyordu! ‘Anormalin normalleştiği ülke’de artık hiçbir şey tuhaf kaçmıyor değil mi? Yani, hakem kararı değerlendirilirken bundan böyle yavaşlatılmış çekimler dışında bir de ‘futbolcu itiraz şiddeti’ mi baz alınacak? Hakikaten tuhaf

02 Şubat 2015, Pazartesi 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Zorlama artık!‘’

Dün birçok yerde çıkan, ancak Hürriyet’in manşet yapmaya değer bulduğu Olimpiyat Stadı haberini okumuşsunuzdur.. Ve sanırım çoğunuzun aklına da tıpkı bende olduğu gibi çok bilinen o söz gelmiştir;
“Zararın neresinden dönersen kârdır...” Haberde ‘mucizevi projenin mimarı’nın Türkiye Futbol Direktörü Fatih Terim olduğu ısrarla vurgulanmış. 120 milyon Dolar’a mal olacak projeye göre, zemin 90 derece döndürülüp, tribün yapısı da değiştirilerek en büyük tehlike olan rüzgardan kurtulunacağı da not düşülmüş. Elbette şu ünlü, ‘365 gün yaşayan stat’ klişe palavrası da ihmal edilmemiş.

Ciddi anlamda karşı çıkılmaz

‘Anormal olanın hızla normalleştiği ülkemizde’ böylesi bir girişimin de ciddi bir reaksiyonla karşılaşmayacağını tahmin etmek zor değil. Kimsenin, “Onca parayı inşaata yatırmak yerine oyuncu ve eğitmen gelişimine yatırmak daha doğru olacaktır” demeyeceklerini bildiklerinden projeyi ufaktan ısıtmaya başladılar. Milli takımın, “Topu elleriyle bizim kaleye üç kez getiremezler” denilen İzlanda karşısında nasıl un ufak olduğuna akılcı açıklamalar getiremeyenler... Göreve gelirken vaatler uçuşturup, tüm uluslararası derecelendirmelerde dramatik düşüşler yaşandığı halde ham hayallere devam edenler... Çocukların dahi bildiklerini ‘ince elenip sık dokunarak bulunmuş gerçekler’ gibi yutturmaya çalışanlar... Lise mezunu olmayanlara UEFA Pro lisansı verebilmek için mevzutta acemi oyunlar oynayanlar, - ki federasyonun resmi sitesinde hâlâ ‘lise diploması’ şartı duruyor...- Üstüne üstlük... Örneğin, ülke sol bek yetiştiremediği için yegane sol bek Caner Erkin hakem dahil herkese fırça atma hakkını kendinde bulan bir kibir abidesine dönüşmüşken... Ön liberolarla stoperlerden biri mutlak yabancı olmak zorundayken... Top oynayacak zemin yokken... Federasyon başkanının deyişiyle, “İstenmeyen taraftarlar sahalara alınmadığı için” stadyumlar bomboşken!.. Kulüp ekonomileri Kulüpler Birliği Başkanı’nın itiraf ettiği gibi sürekli ‘makyaj’lanıyorken... En büyük kulüplerden birinin yöneticisi “Oyunculardan borcu yoktur kağıdı aldık” diye kendi ağzıyla acemi bir ‘suç duyurusu’nda bulunurken... Koca koca yöneticiler, hocalar, menacerlerin oyuncağı olmuşken... Her konuda sürekli mevzuuat değiştirenler, yabancı oyuncu kuralıyla ilgili başta Şenol Güneş olmak üzere onca haklı itiraza ısrarla kulak tıkıyorken...

‘Makam’ ses çıkarmıyor

‘Futbol direktörlüğü’ makamı tüm olan bitenlere ses çıkarmıyor, düzenleme önermiyor ancak 120 milyon Dolar’lık tadilat projesiyle bir kez daha ortaya çıkıyor!.. Tamam, bu ülkede bir zamanlar bu işleri yönetenler düşünüp, taşınıp -elbette payına düşeni de alıpmilyonlarca Dolar’ı çöpe attı... Ama artık zorlamaya gerek yok değil mi!.. Anlamayanlar için bir kez daha tekrar edelim; orada sorun rüzgar ya da zemin değil, insan!.. İstediğin tribünü yap, en gelişmiş AVM’yi ekle, en güzel çimi ek, olmaz... Çünkü orası insani değil... Zorlama artık...

31 Ocak 2015, Cumartesi 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’İyi uykular Türkiye!‘’

Enteresan bir ülkede yaşadığımız çoğumuzun malumudur. Devrimci olan her şeyden korkup,korktuğu her şeyden de nefret edenlerin ülkesinde ‘devrim niteliğinde karar’lar diye alkışlanan ‘yabancı futbolcu sayısı’ üzerindeki kota genişletildi. Bundan böyle isteyen takım 11 yabancı oyuncu ile sahaya çıkabilecek. Ne mutlu!... Karar devrimciydi ya (!) kimse karar alıcıların ‘devrimci nitelikleri’ni sorgulamadı bile.

Üstümüzden yük kalktı!

Bu serbestiyle ülkemizin üzerinden büyük bir yük daha kalktı. Yani, milyonlarca insanı büyüleyen görkemli takımlarımızın bilgili, becerili, öngörülü ve ne denli donanımlı olduklarını defalarca kanıtlamış yöneticileri sayesinde Avrupa’da başarıdan başarıya koşmamızın önünde engel kalmadı!...

Benden söylemesi, gelecek yıldan itibaren dünya devlerine kafa tutacak kadrolara hazır olun ve şimdiden kombinelerinizi ayırtın. Çünkü, yıldızlar geçidini ‘takımınızın mabedi’nde canlı izleyebilmek için fazla zamanınız yok!..

Ayrıca, TFF Başkanı Yıldırım Demirören’in muştuladığı yeni düzenlemeyle birlikte, yerli oyuncuların bonservis ücretleri ve yıllık garanti paraları düşeceğinden kulüplerin de mali kriterlere uygunlukları konusunda artık bir dertleri kalmayacak! Ülkemiz bu sayede bol ve ucuz yedek parça alır gibi kaliteli yabancılarla dolacak, ‘futbol piyasası’nda yer edinmek isteyen ama yeterince çalışmayan (!) yerli oyuncular da var güçleriyle çalışarak rekabet ortamında kendilerini geliştirecek!.. Böylece, bir felsefesi (!) olduğunu her fırsatta hatırlatmaktan geri durmayan Fatih Terim önderliğindeki milli takım başta olmak üzere ülke futbolu uçuşa geçecek!

Evet, uzun yolculuklar o ilk adımla başlar başlamasına da ilk adımın kimden geldiği de adım kadar önemlidir. Bu zamana kadar attıkları her adımı sorunlu olanlar... Hepimizi zeminsiz futbol, taraftarsız stat, ehliyetsiz hoca, futbolcusuz futbola mahkum edenler... Bugün kurtuluş reçetesinin yine kendi ellerinde olduklarını iddia ediyor ve “Biz batırdık yine biz çıkarırız!” diyorlar. Bu muazzam projenin de aliç
Kongre Merkezi’nden iki gün canlı bağlantıyla dinlediğimiz ‘Fatih Terim vaazları’nın kısa özeti budur.

Galatasaray’dan başlansın

İşin en ironik yanı ise, “Mali kriterlerden taviz vermeyeceğiz” diyen kişinin mali kriterlere uygunluk taşıyabilmek için çırpınan Beşiktaş’ın eski başkanı Yıldırım Demirören’in olmasıdır. “Bir kulüp esasen nasıl yönetilmez”in en öğretici örneklerinden birini oluşturan döneme dair “Demirören ve Beşiktaş deneyimi” adlı bir kitap kaleme alınsa ülke futboluna muazzam faydalı bir eser kazandırılmış olur.
Gelin yazıya bir öneriyle devam edelim...

Madem ki bu federasyon ve ona bağlı futbol direktörlüğü makamı mali disiplin konusunda bu denli kararlı işte bu kararlılığı gösterme fırsatı... İlk olarak Galatasaray Yöneticisi Abdürrahim Albayrak’ın oyunculardan aldığını açıkladığı “Kulüpten alacağım yoktur” imzalı o kağıtların peşine düşsünler bakalım. Ortada ödemelerin yapılmadığına, işin kılıfına uydurulduğuna dair açık ikrar varken yerli yerinde
bir başlangıç olur bu girişim. Bir bakılsın Galatasaray’ın sadece oyuncularına ne kadar borcu var!...

İrade var mı bakalım!

Ve eş zamanlı olarak sık sık “Kendi paramızla stat yapıyoruz” diye böbürlenen Beşiktaş’ın borç/alacak dengesi bir sezon sonra sürdürülebilir bir noktada olacak mı?... Bir de ona bakılsın!.. Diğer takımlarla ilgili olarak da buna benzer türlü ‘önleyici taramalar’ yapılabilir elbette... Peki sizce TFF iktidarında bu irade ve kararlılık var mı?...

09 Ocak 2015, Cuma 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Felsefenin sefaleti!‘’

‘Hayatım ve eserlerim’

Esasen, “Hayatım ve Eserlerim” üst başlıklı hatıratında kaleme almasını beklediğim ‘öğretici’ anlarını aktardı; Popescu ile başbaşa varılan 2-5-3 formasyonunun inceliklerini, dünyanın sayılı hocalarıyla yüksek samimiyetini vs... Böyle bir fırsat ele geçmişken isim vermeden birilerine göndermelerde bulunarak aslında herkesi ablukaya alma gayretini de atlamayalım... Konuşmaları sırasında bazı kişileri ‘sayın’, bazılarını ‘hoca’ diye anarken kimilerinden de, örneğin ‘Okan’, ‘Şenol’ gibi, sadece isimleriyle söz ederek ‘resmi seminer’e hayli samimi bir hava yaydı!

Tuhaf bir sunum

Kameralar zaman zaman salonu gösteriyordu ve insanlar dikkatle dinliyordu kendisini... Oysa bilmediğimiz hiçbir şey anlatmıyordu. Adana Genç İşadamları Derneği’nde yaptığı gibi “Küfürün iyi birşey olmadığını, kendisine yakışmadığını ama hak edene çok yakıştığını” söylese bu kez de alkış yükselir mi salondan diye düşünmedim değil!... Teknik direktör ya da antrenör olmadığım için doğrusu Terim’in konuşmalarından yüksek oranda feyz alamadım! Eminim, dinleyenler de konuyla ilgili iki kitap okusalar daha fazlasını öğrenirlerdi. Benim açımdan her şeyiyle baştan ayağa tuhaf bir sunumdu.

Bunca yıl nerede yaşamış!

Özellikle ikinci gün konuşmasından anladım ki meğer Terim, Türkiye Futbol Direktörü olana kadar ülke futboluna dair hiçbir şey bilmiyormuş! Koltuğa oturup iki yıllık bir çalışmanın ardından vakıf olmuş tablonun bu denli vahim olduğuna!...

O konuşurken, “Acaba bunca yıl nerede yaşamış ve hangi konularla ilgilenmiş!” diye bir sordum kendime. Stada gidenin, ortalama gazete okurunun, kahvede arkadaşını dinleyenin, abartalım, sokaktaki çocuğun bile ezbere sayabileceği sorunları anlatıp durdu uzun uzadıya, “Hepimiz suçluyuz” dedi ara ara. Kimse de çıkıp, “Hepimiz suçluysak suçlulardan biri ‘ben’ burada dinliyor, suçlulardan diğeri ‘siz’ orada neden konuşuyorsunuz?” demedi!

Yanlış kavramlar

Kimse, “Hepimizin ezbere bildiği konularda bu denli suya tirit analizler yapıyor görünmek için ayda yaklaşık 300 bin Euro kazanmak, biraz abartılı kaçmıyor mu?.. Hem de tam futbolcu paralarından tasarruf öngörülen bu dönemde!..” diye sormadı.

Doğrusu ya, ben yine de buralara takılmadım. Sonuçta o kadar para alanın değil verenin, o konuşmalarda bir şey öğreneceğim diye dinleyenlerin sorunuydu... Ancak sık sık ‘felsefe’ ve ‘kendi futbol felsefe’sinden söz ettikçe doğrusu şöyle bir durdum... Bu tanımı da tıpkı göreve gelirken yaptığı konuşmada kullandığı ‘reform’, ‘devrim’, ‘rönesans’ gibi tamamen yanlış kullanıyordu. Nasıl ki, ‘devrim’, ‘reform’, ‘rönesans’ bambaşka durum ve gelişmeleri açıklamakta kullanılan tanımlardır, ‘felsefe’ de düşünme halinin tamamen Terim’in kullandığı anlamının dışındaki bir etkinliğine karşılık gelir. Terim de çoğu kişinin yaptığı gibi ‘felsefe’yi dünya görüşü, bakış açısı, yönelim/yöntem, ideoloji vb. farklı kavramların yerine kullanıp durdu.

Demagojiye hizmet!

Yani, işine gelenin büyülü bir vurguyla kullandığı ‘felsefe’, Terim’in kurduğu bağlama pek de yakın bir tanım değildir... Ancak ülkemizde kavramlara, konulara, metoda titizlenmek öyle pek de önerilmez!...
O nedenle terminoloji, literatür değil ‘jargon’ revaçtadır. ‘Jargon’ da daha çok demagojiye hizmet eder... O da nedir mi? İki farklı Türkçe sözlükten birleştirerek aktarıyorum. DEMAGOJİ: Bir kimsenin veya grubun duygularını kamçılayarak, gerçek dışı sözler söyleyerek onları kazanmaya çalışma, halk avcılığı. Toplumun duygularını okşayarak kendi davasını, çıkarını yürütme yolu...

08 Ocak 2015, Perşembe 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Mümkün değil!‘’

Oyunu izlenilmez kılmak için yemin etmiş yöneticilerin bakımsızlığa mahkum ettiği Olimpiyat Stadı zeminine bir de coğrafi koşullar katılınca ‘futbol oynamak’ haniyse imkansız hale gelmişti. O nedenle ne top tutmak ne pas yapmak ne top sürmek mümkün değildi. Yine de Galatasaray ilk yarının önemli bölümünde rüzgar karşı da olsa top yapmaya gayret etti. Beşiktaş’ın planı ise Demba Ba merkezli uzun toplar olunca devrenin büyük bölümü iki takım için de ciddi güç gerektiren ‘koş koş oyunu’ ve bol pas hatalı geçti. Sadece 38 ile 43. dakikalar arasında ‘saman alevi’ niteliğinde bir kaç pozisyon izlediysek ne
mutlu bize! Ramon Motta/Sabri, Serdar Kurtuluş/Alex Telles ikilileri takımları adına hücuma katkı vermeyip sadece savunma oyunu oynayınca top hep merkezde kaldı. Bu sıkışıklıkta iş Sosa/Oğuzhan ile Selçuk/Sneijder’e kaldıysa da bu ikililer dişe dokunur planlar örgütleyemedi.

Avantajı ele geçirdi

Ancak işler ikinci devre temelden değişti. Devreye golle başlayan Galatasaray hem moral hem oyun içi düzeni kurgulama rahatlığı açısından avantajı da ele geçirdi. Yetmedi, Beşiktaş savunmasının bu maçtaki temel direği Veli Kavlak mevkii partneri Atiba’nın geçen haftaki tutumuna nazire yaparcasına kendini manasız yere oyundan attırınca işler takımı adına iyice çıkmaza girdi. Bundan sonrası artık
‘kişisel itiraz oyunu’na kaldı. Sahada bunu Beşiktaş adına yapacak tek kişi Gökhan Töre’ydi. Bilic o nedenle sahaya diğer ‘doğaçlamacı’sı Kerim’i sürüp oyuna ritm kazandırmaya çalıştıysa da Veli’nin boşluğu orada apaçık duruyordu ve bu da Galatasaray’ın iştahını kabartmıştı. Hamza Hamzaoğlu önce Hamit’i oyuna alıp ritmi tutmaya çalıştı sonra Bruma’yı sahaya sürüp topu öne taşımak istedi. Karşıda ise Beşiktaş’ın oyun aklı Sosa çırpınıyorsa da takımından kendisine katılan olmayınca Demba Ba ileride yapayalnız kaldı. Yedek kulübesinde fazla seçeneği olmayan Bilic de son bir hamle ile Ba’yı kenara alıp savruk ama daha enerjik Cenk Tosun ile rakip ceza sahasında bir tehdit yaratmaya çalıştı ancak olmadı. Böylece ‘yorgun Beşiktaş’ ilk devrenin son maçını, derbi kazanamamış Bilic ise bir derbiyi daha kaybetmiş oldu. Bu maçı kaybetse çok şey kaybedecek olan Galatasaray ise çok ciddi bir ‘yenilenme zamanı’ kazandı.

05 Ocak 2015, Pazartesi 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Her şeye rağmen kayıpsız‘’

Hleb ve Rangelov’un da bulunduğu beş oyuncunun Konya kadrosuna alınmaması maçın Beşiktaş açısından hafif geçeceği yanılsaması yarattı. Yanılsama diyorum, çünkü Beşiktaş attığı gole kadar ‘burnunu dışarı çıkaramadı.’ Çünkü koşan, kovalayan Konya, Veli-Atiba üzerinde baskı kurup topun uygun alanda Sosa’ya geçmesini engelledi. Beşiktaş için tek seçenek Demba Ba’ya atılacak yüksek toplar olacaktı, o da olamadı. Ancak gol böyle bir toptan geldi. Gerçi golü bir hazırlığa değil, Djalma’nın İsmail ile girdiği omuz omuza mücadelede Halis Özkahya’nın faul kararının yarattığı ‘şaşkınlık anı’na bağlamak gerek. Beşiktaş ‘gergin ve agresif oyuncusu Gökhan Töre’ ile golü buldu. Gol öncesi verilen faul kararı o kadar kafalarda kalmıştı ki, her gole çocuklar gibi sevinen Bilic, yedek kulübesindekilerin bile sevincini engelledi. Çok pas yaparak topu kendinde tutan ancak rakip ceza sahası içinde o denli etkili olamayan Aykut Kocaman takımlarının tipik sıkıntılarını yaşıyor Konya. İkinci yarıda ilk yarıdaki eforuna çıkamayınca oyun Beşiktaş’ın istediği ritme indi. Ancak girdiği pozisyonlar açısından hayli yüzdeli sayılabilecek bir seviye tutturan Beşiktaş, Sosa’nın golüyle gelen iki farka rağmen topu önde tutamayınca iş yine sıkıntıya girdi. Takımın zayıf karnı, sağ ve sol beklerin sıkıntı yaratması yüksek ihtimaldi. İsmail-Motta değişikliği sola çare oldu gibiyse de Serdar Kurtuluş’un dengesiz müdahalesiyle gelen penaltı maçı da bir sonra ki karşılaşmayı da zora soktu. Son haftalarda anlaşılamaz bir gerginlik içinde oynayan Atiba kendini yok yere attırdı. Bu nedenle Beşiktaş, Galatasaray karşısında en sağlam hattından mahrum çıkacak sahaya! Yine de Gökhan Töre’nin tehditkar tarzı, Tolga’nın yaydığı güven, Olcay’ın çalışkanlığı, hayli eksik Konya karşısında maçın kayıpsız bitirilmesine yetti...

29 Aralık 2014, Pazartesi 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Gösterişli değil ama bitirici‘’

Maçın ilk yarısının büyük bölümünde Akhisar’ın kendi alanına kapanıp kontra çıkma planı nedeniyle Beşiktaş rahat oynadı. Sahanın Akhisar’a ait bölümünün 25-30 metresine sıkıştırdığı oyun sayesinde hem geri koşmadı hem de cılız da olsa pozisyonlar buldu. Böylece savunması da Gekas’ın vurup Tolga’nın güçlükle çıkardığı pozisyon dışında neredeyse sıkıntı yaşamadı. Hücum da ise Kerim ve Serdar’ın ‘nafile orta’larına, İsmail ‘nafile’ de olsa katkı vermeyince düğümü çözmek Sosa/Olcay/Cenk üçgenine kaldı ki, gol de oradan geldi. Cenk Tosun’un düşük yüzdeli oyununu da bir kenara not etmek gerek. Yine de bu devrede Akhisar müdafaasından dönen topların süratle ele geçirilmesi ve topu kendi aralarında gezdirip oyunun kontrolünü elinde tutmaları Beşiktaş’ın diğer artıları oldu...

Doğru hamle...

İkinci devre Akhisar biraz öne taşınınca ‘eksikler’ de ortaya çıkmaya başladı. Topun kontrolü rakibe geçince koşuyla kat edilen mesafeler, haliyle yorgunluk, haliyle bırakılan boş alan ve haliyle sakatlık riski de artmaya başladı. Tam sıkıntılı anlar başlayacakken bu maç için ‘etkisiz eleman’ rolündeki Kerim ile Gökhan Töre, sakatlanan Veli ile de Oğuzhan değişti ve Beşiktaş’ın öne doğru hamle gücü tazelendi. Üstelik Sosa’nın şahane golü moral üstünlüğü de pekiştirdi. Ancak Veli’nin yokluğunda defans önü temel müdafaa sıkıntılarının yaşanması da olasıydı. O arada Bilal Kısa’nın golü geldi ve Sosa’nın golüyle gelen ‘moral üstünlük’ el değiştirdi. Kaybedecek bir şeyi olmayan Akhisar, ‘neden baştan beri böyle oynamadığı’ sorusunu akla getiren bir denge içinde oynamaya başladı. Ve bunun üzerine Bilic de en büyük tehdidi Demba Ba’yı oyunu sürüp topun öne taşınması mesajını en net biçimde verdi.

Ancak değişikliklere rağmen ön alanda verimlilik sağlanamadıysa da ‘bu oyuncular her an bir şey yapabilir’ düşüncesinin getirdiği temkinlilik Akhisar’ın cesaretini dengeledi ve beklenen oldu. Maçın Beşiktaş adına en iyisi Olcay’ın baskısı, Oğuzhan’ın oyun görüşü ve Töre’nin ‘ters ayaklı’ bitiriciliğiyle maça nokta kondu. Beşiktaş ligin devre arasına iyi ve gösterişli değilse bile doğru oynayarak yaklaşıyor. Ve görülüyor ki ligde şampiyonluk düğümü ‘derbi’lerde çözülecek.

Son not ise saha için; bu stadı belediye yaptı, adını Türkiye Futbol Direktörü’nden aldı üzerinde oynanan maç sayısı belli ve devre arası gelmeden zeminin hali ortada! Burası Türkiye şaşırmayalım değil mi? En iyisi sabahtan akşama hakem yeterliliğini tartışmak, çünkü o en kolayı!..

22 Aralık 2014, Pazartesi 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Gökhan Töre Emre'ye benziyor!‘’

Şampiyonluk yarışındaki iki rakibinin farklı kazandıkları maçların ardından 'ligin en doğru ve iyi oynayan takımı' olarak tanımlanan Beşiktaş, Antep deplasmanında ne yapacaktı? Yine ciddi eksikleri vardı ancak Tottenham maçında da tablo farklı değildi ve 'sonuç alıcı bir düzende oynayarak' maçı kazanmayı bilmişlerdi. Ancak iki maç arasında fark vardı, bir önceki rakip 'oynamaya' gelmişti! Dün akşamki rakip ise ligin 'oynatmamaya kurgulanmış' takımlarından biriydi.

İlk devre boyunca ilk 10 dakikayı dışarda tutarsak bir iki cılız atağın dışında dişe dokunur pozisyon üretilemediyse bu ilk atağı için 39. dakikayı bekleyen Antep'in oynama düzeniyle doğrudan ilgiliydi. Gerçi o atak da tuhaftı! Köşe vuruşuna 'tüm semti yanına alarak giden' Beşiktaş, ilk kontra hücumda golü yemediyse bu esasen golü düşünmeyen ve belli ki bu iş için fazlaca kafa yorup, fazlaca çalışmamış olan Antepli oyuncuların yüzü suyu hürmetinedir.

Ancak ilk devre için avuntu Tottenham maçının ilk yarısının da bu tempoda geçtiği yönünde olabilir. Veli Kavlak olmaksızın topu kapmak mümkün oluyor elbet ama Beşiktaş'ta tek ön liberolu düzende sorun kapılan topun nasıl kullanıldığıyla ilgili. Bu düzen Beşiktaş'ın pek çalıştığı ve bu dizilişle problem çözebildiği bir düzen değil. Gerçi, bu kadar çok faul yapılan bu kadar çok zaman çalınan bir maçta düzen tutturmak o denli de kolay olamıyor elbette. İşin bu yanını da gözden kaçırmamak gerek.

İlk devrede Gökhan Töre için bir parantez açalım. Bir iki maç takıma destek verip, bir iki pırıltılı iş yapınca korkarım o da hızla Emre Belözoğlu hattına girecek. Her pozisyonda hakeme ya da rakibe itiraz edip, her oyun dışı tartışmalı pozisyonun aktörü olma gayretinde Töre! Şenol'un göğsüne patlattığı dirseği hakemler görmedi... Tamam da hepimiz gibi tüm Beşiktaşlılar gördü. Rakibi inciten, hakemi zor durumda bırakan, takımı eksik bırakma vurdumduymazlığına eğilimli bu tür oyuncular için öncelikle o takımın taraftar ve yöneticilerinin itirazı her cezadan daha kıymetlidir diye düşünmek gerek...

Attı ve çıktı! Biraz tuhaf oldu

İkinci devre kapalı Antep kurgusunu açabilmek için ilk yarı bölüm bölüm Veli Kavlak pozisyonunda da oynayan Oğuzhan ileri sürülünce maç biraz izlenir hale geldi. Ve maçın kilidini de yine Oğuzhan açtı. Serdar'ın taç atışını topla iki küçük üçgen kurup bir gol pozisyonuna tasarladı ve golü de attı. Ancak sakatlanan Ramon Motta yerine İsmail'i sahaya süren Biliç düzene dair kafasında kurduğu değişikliği bozmaksızın golün santrası yapılmadan hem golü atmış hem de ikinci devre takımının en çok 'arayanı' olan Oğuzhan'ı dışarı aldı. Biz bu durumlarda genellikle memnuniyetsizliğini göstermek için vücut diliyle celallenen oyuncular gördük. Ancak Oğuzhan, belki de kendisini en iyi hissettiği anda oyun dışına alınırken yerine giren Kerim'e samimiyetle sarıldı. Bu durum, karşımızda 'iyi ve futbol meselesini kavramış bir genç' olduğunun en iyi göstergesidir kanımca.

Cenk ve Atiba gözle görülür biçimde çalışkandı. Olcay her zamanki gibi gayretli, Gökhan tüm handikaplarına rağmen ısrarlı, Sosa topu almak için hep doğru yerdeydi. Pedro Franco'yla uyumlu görünen Atınç serinkanlı, Serdar ve sakatlanıp çıkana kadar Motta zaten ileri çıkmaya pek niyetli olmayan Antep'e karşı müdafaada iyi ancak hücuma cılız katkılar verme geleneğini sürdürme konusunda istikrarlıydılar!

Kadrosu beceri açısında sınırlı oyunculardan kurulu Antep ''1 puan çok iyidir'' düzeniyle ligdeki rakiplerinin yukarılarda değil orta ve aşağı sıralarda olduğunu ilan eden bir maç oynadı. Bu düzende oynayan bir takımı izlemek için zahmet edip stada gidilir mi, emin olamıyorum!. Tolga Zengin en rahat maçlarından birini oynadıysa kentlerinin takımını izlemek için tribüne giden insanların duygularını varın siz anlayın!..

Beşiktaş, ''oynatmamayı'' futbol belleyen ve bunu da ''iyi müdafaa/rakibe pozisyon vermemek'' olarak anlamamızı isteyen Antep karşısında, ligdeki rakiplerinin önünde kalmasını sağlayan üç puanı aldı almasına da biz izleyenler bu maçta ne kazandık, işte orası meçhul!...

14 Aralık 2014, Pazar 20:00
YAZININ DEVAMI