‘’Boş tribüne gol koşusu‘’
‘Usta işi proje’lerle futbolu insansızlaştıran federasyon ülkenin en tansiyonlu 3-5 maçından biri olan Bursa-Beşiktaş maçını da ‘çekirdek çitleme müsabakası’na çevirdi. Kuşkusuz ki bu ilgisizlik tek başına ‘Passolig mucizesi’yle açıklanamaz ama etkisinin büyük olduğu da su götürmez. Sahi futbol ve futbolcunun vasat altı, seyircinin mumla arandığı ülkeye kaç yeni stat yapılıyordu?...
Dönelim maça... Bursa ilk yarı boyunca ülkenin en iyi savunma yapan takımı Beşiktaş’ı ceza sahasının içine hapsetti. Özellikle ceza sahasının hücum yönüne göre sol köşesinden dalan Bakambu’yu Beşiktaş müdafaası devre boyunca ‘göz takibi’ne alınca devrenin en iyisi de kaçınılmaz olarak kaleci Tolga oldu. Ancak denklemin belirleyicisi ‘ön libero’lar oldu... Kenarlara açılan her topta işlevsizleşen ve top kapmakta zorlanan Veli/Atiba hattına karşın cılız ataklara set kurup arkaya sarkıtmayan ve kaptıkları topu pozitif kullanan Ozan/Belluschi hattı oyuna da rengini veren ikili oldu. Devre bitmeden önce Oğuzhan/Sosa ikinci devreye de Necip/Serdar yenilenmesiyle başlayan Bilic, Şenol Güneş’in takımının yakaladığı ritmi bozup tempoyu iyice aşağı çekti. Böylece takım olarak yakın oynama tecrübesi olan Beşiktaş istediğini kurgulama şansı yakaladı ve Sosa’nın çekip çevirdiği işlerde Olcay/Ba ikilisiyle gol fırsatları da yakaladı. Onlardan birinde de Olcay, Bakumba’nın ilk yarı yapamadığını yapıp Sosa’dan aldığı topu sol çaprazdan gol yapınca Beşiktaş belki planladığı ama uygulamakta zorlandığı üç puanı aldı.
Son bir soru ile bitirelim; Passolig kartı gibi mucizevi bir işi akıl etmiş ve bunca önlemi almışken Beşiktaş taraftarı hangi nedenle stada alınmadı? Yoksa ‘Passokeyfiyet’ nedeniyle mi? O nedenle Olcay’ın gol sonrası boş tribüne yaptığı kutlama koşusu ülke futbolunun getirildiği noktayı gösteren en ironik andı kuşkusuz!
‘’'Yanlış hayat doğru yaşanamaz'‘’
Geçen sezondan bu yana ‘takım müdafaası’nı ciddi anlamda geliştiren Beşiktaş’ın ayağına yine hücum planlarında kullanacağı oyuncular dolandı; günümüz futbolunun en kritik iki mevkii olan sağ ve sol bek sorunu! Biri Necip, mecburiyetten mevkii onarıcı diğeri Ramon Motta, arzu edilen seviyenin altında iki oyuncuyla hücumu zenginleştirmek mümkün olamıyor. Haliyle hücum organizasyonu yükü tamamen Oğuzhan/Olcay/Gökhan üçlüsünün omuzlarına biniyor ve bu duruma önlem almak da kolaylaşıyor. Asteras gibi ‘iki takımlı lig’den gelen bir takımın ilk yarı iki üç net pozisyon bulması hücumdaki bu ‘tedirgin edicilikten uzak oynama biçimi’yle açıklanabilir.
Doğru işletilmeyen ‘kadro mühendisliği’ne bir de ağır zemin gibi sorunlar eklenince böylesi maçlarda özellikle oyunun son bölümünü oynayabilmek her zaman en önemli problemdir. Ve Beşiktaş bu problemi yaşayabileceğini maçın son 10 dakikasında belli etti ve yaşadı. Bir kez daha görüldü ki Beşiktaş bu sezon da hem bu takım yapısı hem de bu statta oynama opsiyonuyla geçen yıldakine benzer sorunları yine yaşayacak. O nedenle ‘ara transfer’ döneminde sağ ve sol bek için kolları şimdiden sıvamakta sonsuz fayda var!..
‘’Bu ülkede bu kadar‘’
Zaten biliyorduk da Futbol Direktörü Fatih Terim, kendi seçtiği milli takımda kendini ‘yıldız sananlar’dan söz ederken altını kalın kalın çizdi; iki haftadır görüyorsunuz, ‘Yeni Türkiye’de futbolcu yok! Onlar olmayınca sahaya da gerek yok. Avrupa’nın ‘yedinci büyük ligi’nin bir çok stadyumunda zemin yok! Futbolcu ile zemin olmadığına göre taraftara hiç ihtiyaç yok! Bu vesileyle Lig TV kameralarına öneri; boş tribünleri sık sık gösterip de ‘o çok kıymetli marka değeri’nin daha da düşmesine katkı vermeyin!.. Ayrıca geçmiş maçlardan tribün efektleri kullanarak, dahiyene fikir ‘Passolig’ ile devlet eliyle ıssızlaştırılan stadyumları bir parça canlı gösterme seçeneği de gündeme alınabilir! Nasılsa ülkede çoğu şey ‘mış’ gibi yapılarak halledilmeye çalışılıyor... Bu da öyle yapılabilir!
Dün akşam yukarıdaki satırlara birebir uyan bir ilk yarı izledik Olimpiyat Stadı’nda. Tıpkı bu hafta bir çok karşılaşmada olduğu gibi... Şuursuz gol arayışlarının adının ‘kontra atak’, şişirme topun ‘orta’, beceriksiz şutların sahibi oyuncuların ‘yıldız’ olarak anıldığı ilk yarı ‘futbol oynayan’dan çok ‘maç etmeye uğraşan’ futbolcuların ‘boğuşması’yla geçti.
Planladığı kontralardan ‘sıfır çeken’ Rize, ikinci yarının hemen başında Beşiktaş müdafaasının adam paylaşımına da bağlı olarak kenardan gelen ‘plansız bir top’la golü bulunca haklı olarak kapandı. Bu kez oyun bir kez daha Rize sahasında kilitlendi. Tüm maç boyunca orta görünümlü nafile şişirmeler yapan Gökhan Töre’nin kime top gönderdiğini anlayamadım çünkü Cenk Tosun “tek hava topuna değemedi bile” desem yeridir. Hatta ikinci yarı sahada bile görmedim!.. Olcay Şahan’ın iki bacak arasından geçen vuruşuyla gelen şans golüyle Beşiktaş 1 puanın kurtardı ve ahir ömrümüzden tatsız tuzsuz bir maç daha geçip gitti...
‘’Aynı durum başınıza gelse Çarşı itiraz eder‘’
En masum ve kabul edilebilir talepleri elinin tersiyle iten devlet, tıpkı geçmiştekileri tekrarlıyor. Yani esasen insanı sorumluluk hallerinin bu ülkedeki en görünür topluluklarından biridir Çarşı. Ama emin olun, aynı durum sizin başınıza gelse, ona ilk ve en güçlü itirazlardan biri Çarşı’dan gelir.
Aralarında Beşiktaş ‘Çarşı’ grubundan olduğu iddia edilen 35 kişi hakkında ‘ağırlaştırılmış müebbet istemi’yle hazırlanan iddianame, ‘Gezi direnişi’nin bu ülkenin en önemli siyasal ayraçlarından biri olduğunu bir kez daha gösterdi. Şaşırmayın! Görülüyor ki, en masum ve kabul edilebilir talepleri hoyratça elinin tersiyle iten devlet, tıpkı geçmişte, darbe yıllarında olduğu gibi, otoritesine yönelik algıladığı her itirazı en yüksek perdeden cezalandırmak için hızla kolları sıvıyor. Ve birileri üzerinden tüm toplumu zapt-u rapt altına almayı hedefliyor. Şaşırmayın! Devlet öteden beri böyle bir organizasyondur...
Zekice sloganların yaratıcısı
Bilindik bir belirlemeyi yinelemek gerekirse ‘Çarşı’, öncelikle Beşiktaş’a sahip çıkmayı hedefleyen bir kolektiftir. Bunun yanısıra bir insan etkinliği olan oyun/futbol üzerinden insan, hayvan ya da doğa yaşamı tehlikeye düştüğünde olabilecek en yüksek hızda reaksiyon gösteren, farkındalık yaratabilmek için zekice sloganlar, kampanyalar tasarlayan ve bunları hayata geçiren bir oluşumdur da...
Hayatın olağan akışına ters
Yani esasen herkesin göstermesi gereken insani sorumluluk hallerinin bu ülkedeki en görünür topluluklarından biridir ‘Çarşı’. Elbette bu anlamıyla hayatın her alanını yönetme hevesindeki yöneticilerin canının sıktıkları da aşikar! Beşiktaş taraftar topluluğu içinden bir grubu, sırf ‘Gezi eylemleri’ne katıldıkları için ‘darbe girişimi’ gibi en ağır suçlardan biriyle yargılama talebi ‘hayatın olağan akışı’na ne denli uygun düşer, varın siz değerlendirin! Ama emin olun, aynı durum sizin başınıza gelse, ona ilk ve en güçlü itirazlardan biri yine ‘Çarşı’dan gelirdi!
‘’Hiç hoş gelmedi‘’
Süper Lig’in ilk haftası “Çok özlemiştik” klişesiyle başladı başlamasına da kim neyi özlemişti, anlamadık!.. Passolig etkisiyle bomboş kalan tribünler ilk göze batandı. Yayıncı kuruluş kameraları ısrarla taraftarların kümelendiği bölümleri ekrana getiriyor boş bölümleri es geçiyor, spiker arkadaşlar zorunluluktan ‘futbolun güzellikleri’nden, futbolcuların üstün meziyetlerinden bahsediyordu da ilk hafta oynanan oyun ortalaması yine ‘vasat’tı. Bir bölümü tarla ancak adı Arena olan Mersin Stadı’ndaki zemin kepazeliği de tüm bunlara tüy dikti.
?
Umutsuz olmak için erkense de teknik direktör profillerine bakınca bizleri üç aşağı beş yukarı nelerin beklediğini kestirmek zor değil! Oyuncu yetiştiremeyen, buna rağmen sürekli transfer zorunluluğundan söz eden ve yine de el üstünde tutulan teknik direktörlerin cirit attığı bir ligde daha fazlası beklenebilir mi?
Kabul edelim ki, bu ülkede futbol ‘Üç İstanbullu’ etrafında dönüyor. Genel gidişi onların yaptıkları ya da yapamadıkları belirliyor.
Geçen sezonun şampiyonu Fenerbahçe ilk maçında ‘hatalarıyla’ öne çıktıysa bunu kulüpte yaşanan çalkantılara bağlamak doğru olur. Fenerbahçe de Türkiye gibi, ‘kaotik haller’den besleniyor. En iyi zamanında bile kendine sıkıntı yaratacak bir şeyler buluyor. Bu yıl da takım içinde dört karakter üzerinden sıkıntı yaşayacaklar gibi görünüyor; Emre Belözoğlu, Volkan Demirel ve Emmanuel Emenike ‘ruh halleri’, Diego Ribas ise yerleşimi açısından çok tartışılacak gibi duruyor. Yönetimin agresif politikasına ise şimdilik değinmeyelim!..
Fatih Terim sonrası kendini ikinci kez yenilemeye alan Galatasaray, ‘transfer oburu’ görüntüsüyle taraftarını memnun edebilir. İlk maçta ‘kazaya uğramama’ temelli bir plan yapan Cesare Prandelli, ‘hücumcu’ Alex Telles yerine ‘bek’ Hakan Balta’yı, orta sahaya da fazladan ‘müdafaacı’ Yekta Kurtuluş’u monte ederek istediğini aldı. Buna karşın Bursaspor’un hocası Şenol Güneş’in Trabzon yıllarında Burak ve Selçuk’la defalarca deneyip başarılı olduğu ‘kontra’ düzenine çare bulamayışı hem kadro yapısına hem de “Oyunu sıkıcılıktan kurtarma” kaygısına bağlanmalı. Yoksa Bursa da pekala “Çekil, bekle” oynar, izleyenler de sıkıntıdan patlardı.
Ligin en hazır görüneni Beşiktaş berbat zemin, ağır hava, eksik kadroya rağmen ligin ‘gedikli’lerinden kurulu Mersin İdmanyurdu’nu ‘direnç futbolu’yla zor da olsa geçti. İki kalecinin maçın en iyisi olduğu karşılaşma sonunda Beşiktaş “İyi bir giriş yaptı”, Mersin idmanyurdu ise “Bu takım yapısıyla dikkat!” dedirtti.
Neredeyse baştan ayağa yenilenen Trabzonspor, “Benim zamana ihtiyacım var” futbolu oynarken, denenmiş, sınanmış, sonuç alınamamış Bülent Korkmaz ile yola koyulan Kayseri Erciyes en azından bende, diplerde boğuşur izlenimi bıraktı.
‘’Kalecilerin gecesi‘’
Vasat futbola, yönetici elitin medya eliyle hormonladığı ‘kalite’ye, spikerlerin mecburen şişirmek zorunda kaldığı ‘heyecan’a hoşgeldiniz!.. Bir lig düşünün ki, 33 yaşındaki vasat futbolcu Gökçek Vederson ‘güvenilir sol bek’ olarak hâlâ Süper Lig’de bir takıma transfer ediliyor. Bu ülkedeki sol beklerin dahası sağ ön oyuncuların halini varın siz düşünün!.. Üst seviye müdafaa oyunu oynayarak Feyenoord’u ‘net geçip’ Arsenal’e tek golle kıl payı takılan Beşiktaş, taraftarlarına gelecek için büyük umut ve heyecan verdi. Ancak bu ülkenin gerçeğini hiç akıldan çıkarmamak gerek. Bu oyun burada ağırlıklı olarak ‘oynama’ değil ‘oynatmama’ üzerine inşa edilmiştir.
Eksikler hissedildi
Beşiktaş dün ciddi anlamda ileri çıkma sorunu yaşadı. Bunda da en büyük etki, orta sahadaki top yapıcı Oğuzhan ile en caydırıcı oyuncu Demba Ba’nın rotasyona tabii tutulmasıydı. Takımın en dinamik iki gücünden Veli de 28. dakikada sakatlanıp çıkınca hücum onlar açısından iyice zora girdi. Öyle ki, Mersin İdman Yurdu müdafaasının 44. dakikadaki kolektif ikramında Töre’nin ortasında Cenk Tosun’un kafasından gelen gole kadar tek pozisyonları yoktu. Mersin İdman Yurdu, bu kadar eksik Beşiktaş’a karşı oyunu genişletebildiği kadar genişletip sık sık yön değiştirerek rakibini şaşırtmaya uğraştı. Ancak Avrupalılar’a karşı ‘direnç dersi’ çalışıp bunu iyi de uygulayan Beşiktaş karşısında, son bölümü ihmal ederek söylersek, birkaç pozisyon dışında gedik bulamadılar.
Net fırsatlar kaçtı
Onlar öne doğru oynadıkça da, neredeyse ideal takımının yarısı sahada olmayan Beşiktaş, ikisi net üç fırsat yakaladı. O anlarda Cenk ve Kerim ‘golcü vuruşları’ çıkarabilse maç orada bitecekti. Oyunun son 5 dakikasında plansız ama enerjik Mersin ataklarından da gol çıkmayınca, ki orada Cenk Gönen etkisini atlamamak gerek, onlar adına bir puanı almak mümkün olmadı. Karşı kaledeki Nihat Şahin ile Cenk bu berbat zemindeki maçın bence en iyileriydiler.
Stat önce zemindir
Demek ki iş ‘makyajlı stat’ı yapmakla olmuyormuş. Artık inşaattaki betonarme bilgisi otomatiğe bağlanmış durumda ama futbolun oynandığı zemin ‘özel bilgi’, ihtimam istiyor. O bilgi yoksa futbol bilgisi de yok demektir! Oyuncu sağlığını bu denli tehdit eden zeminlerde oynamaya öncelikle futbolcular itiraz etmeli. Bu saha futbolcuya ‘sezon kapattırır.’ Dahası da var.. Yeni stat, ilk maç ama kalenin filesi delik. Diyeceksiniz ki, ‘Zemini yok filesi olsa ne olur!
Cenk Tosun: Sakin golcü
Ben hâlâ pek umutlu değilim ama Cenk Tosun, yaptıkları ve yapamadıklarıyla bu maçın kilit oyuncusuydu kanımca. Doğru yerlere koştu ama biri dışında. Onda da doğru vuruşu yapamadı. Oysa, futbolcuda en beğendiğim özelliğe sahip bir oyuncu; soğuk kalmak ve abartmamak. Golü attığında da Bilic onu tebrik ederken de ‘işinin ehli rahatlığı’ndaydı. Ama işte ‘golcü’ o topları içeri atana deniyor.
Bu kadar tanıdıkla iş zor
Türkiye ligine hakim olan ‘Önce oynatma belki bir fırsat bulursun’ formülünün gösterişli temsilcilerinden biri de Rıza Çalımbay’dır. Bu bildik oyun düzeniyle bu kadar takım alıp, bunca transfer yaptırabildiğine göre sanırım takım yöneticilerinin kafasında, ‘Onunla küme düşmeyiz’ türünden tuhaf bir formül var. Mersin İdman Yurdu’na da bir hayli ‘tanıdık oyuncu’ getirmiş Çalımbay. Erken konuşmayayım ama bu kadar ‘tanıdık oyuncu’yla sanki işleri çok zor gibi geliyor bana...
‘’Eksik olan yine goldü!‘’
Kendini doğru savunup fırsat kollayan Beşiktaş, sürekli hücum organize eden Arsenal. Fark, bu kez Arsenal’in ilk maçta edindiği tecrübeyle müdafaayı daha sıkı örmesiydi. Buna rağmen Beşiktaş ilk maçtaki kadar net olmasa da rakip ceza sahasını bir kaç kez karıştırdı. Özellikle 39-41. dakika arasındaki geride oluşturulan ‘sabır pası ağı’nın ardından Ramon’un girdiği pozisyon Beşiktaş’ın çıkış kapısıydı kanımca. O ‘tartışmalı pozisyonda’ tek ihtiyaç Ramon’un hücum yerine ‘fren’i düşünmesiydi! Olmadı... Ve aksilik oldu; 45+1’de gelen ‘dalgınlık ve anlık dağınıklık golü...’ Ancak zaten gol atmak zorunda olan Beşiktaş bu durumun üstesinden gelecek dirence sahip bir takımdı.
Ne var ki, Pedro Franco’nun ikinci yarının başlarında üst üste yaptığı iki basit hata defansif özgüvende zaafa neden olurken topun ileri taşınmasında da ilk yarıdaki etkinlik gözle görülür biçimde kayboldu.
Ancak özellikle 60. dakikadan sonra sahaya konan enerji maçın gidişatını değiştirdi. Her alan Beşiktaş’ın eline geçti ama ilk maçtaki ‘gol atma sorunu’ bu maçta da aşılamadı.
Şimdi sormak gerek, bu düzende oynayan Arsenal’i daha tamamlanmış bir takımla elemek çok mu zordu? İki takım arasında o kadar çok analize konu olan ‘bonservis bedelleri’ izlediğiniz iki maçta da bu kadar belirleyici miydi? Bu sorulara yanıt arayanlar için maç boyu Arsene Wenger’in yüzünü bir kaç kez izlemelerini öneririm. Yüz ifadesi benim için şuydu; “Kimse edemedi ama bunlar beni işimden edecekler!”
Ve Beşiktaş lehine verilmeyen iki penaltı pozisyonunu tartışacak olanlara da, ‘Şampiyonlar Ligi’nin marka değeri’ni göz ardı etmemelerini öneririm...
‘’Marka değeri‘’
Bu hayra alamet değil. Sanki belirli bir düzen içinde oynayan Arsenal ile değil alt liglerden vasat bir takımla karşılaşılacak gibi algılanıyor Beşiktaş. Diğer yanda ise ‘İlk 15 dakikada gol yerse duman olur’ karamsarlığına sahip ‘realistler’ bulunuyor. Öncelikle şunu belirlemek lazım; evet karşımızda büyük organizasyonlar için kurgulanmış pahalı bir takım var. Şampiyonlar Ligi gibi yüksek mertebeli organizasyonlar bu tip ‘transfer oburu marka takım’lara ihtiyaç duyar. Beşiktaş’ı bekleyen ilk engel esas burası. Çünkü dünyanın tepetaklak olmaya aday yeni düzeni bunu emrediyor; ‘pahalı olan görünür!..’ Yani televizyon düzeninin ihtiyaçları öne çıkar...
Kadro uçurumu moral bozmasın
Arsenal korkusunun temel nedeni oynanan oyun arasındaki fark değil, daha çok futbolcu bonservisleri arasındaki uçurum. İlk önce egzost sesiyle irkilten pahalı ama rüküş otomobille her gün işe gidip geldiğimiz aile arabası arasındaki fark misali. Ama futbolda bu tek başına yetmiyor. Yetiyor olsa, neredeyse takımının yarısını kaybetmiş ve rakibinden iki buçuk kat daha düşük bütçeli kadroya sahip Atletico’nun elinden İspanya Süper Kupası’nı kapardı ‘Los Galacticos’ diye de anılan Real Madrid. Ama olmadı... Hatta 1-0 kaybettikleri ikinci maçta neredeyse rakip kaleyi göremediler... Çünkü Atletico kadrosuna uygun en doğru oyunu oynadı.
Beşiktaş Emirates’te çok pozisyon bulur
Beşiktaş doğru müdafaa yaptığı için doğru oynayan bir takım. Bilic, biraz abartırsam, elindeki kadrodan Bielsa-Mourinho-Simeone modelinin ortalamasını çıkartmış bir hoca. Arsenal gibi ‘öne oynama iştahı yüksek’ bir takıma karşı bu düzen her zaman iş yapar. Evet Mesut Özil gibi özel bir oyuncu muhtemelen sahada olacak ama Beşiktaş’ı daha dayanıklı kılacak Atiba da öyle... En büyük handikap ise Bilic’in kenarda olmayacak olması. O nedenle kendi adıma Beşiktaş’ın Emirates’te burada girdiği kadar gol pozisyonuna gireceğini düşünüyorum. Burada Beşiktaş sadece topu kale çizgisinden geçirememişti. Orada neden olmasın ki? Sonuçta size ‘Golü para atıyor’ diye ezberlettilerse de unutun... Korkmadan ama ilk maça bakıp rakibi hafife almadan, bilgiyle, dayanıklılığı öne koyarak bu işin altından kalkabilir Beşiktaş. ‘Kötü senaryo olur mu?’, elbette ki olabilir. Ama bunu konuşmanın yeri ve zamanı değil... Biz en iyisi şimdi işimize bakalım!..