‘’Orman'ın diğer görevi!‘’
Milli takımdaki; Gökhan Töre- Hakan Çalhanoğlu-Ömer Toprak üçgenindeki krizi de bu gruptan sayılabiliriz. Anlaşıldı ki, Rudi Völler'in çağrılarına rağmen bu krizi aşmak için Türkiye Futbol Direktörü, bir hamle yapmayacak. O zaman diğer seçeneği düşünebiliriz. Geçenlerde Beşiktaş Başkanı Fikret Orman, "Hakan Çalhanoğlu'nu takımımda görmek isterim" dedi. Kim istemez ki! Ama mevcut krizi çözmek koşuluyla. İşte Orman'a gayet nefes açıcı bir öneri; Gökhan Töre ile Çalhanoğlu ve Toprak aileleri arasında incelikli bir diplomasi yürütüp bu genç adamları yeniden arkadaş-takımdaş yapabilmenin taşlarını döşeyin. Böylece hem Beşiktaş için daha verimli bir Gökhan Töre hem de üst seviye bir ligde gelişen iki iyi oyuncuyu yeniden milli takıma kazandırma ihtimali doğar! Haaa, Hakan ve Ömer yine de milli takıma çağrılmayabilir, bu da Orman'ın sorunu değil ya!
Fener o golü neden yedi?
Bu sorunun ikili yanıtı var; Johan Cruyff'u dinlemedikleri ve Aykut Kocaman'ın öğrettiklerini unuttukları için!.. Şimdi, Caner Erkin'in belki de maçtan kopmasına ve 'Gole ben sebep oldum' demesine neden olan pozisyonu adım adım analiz edelim... Dakika 2'nin sonları: Fernandao'nun dışarı vurduğu top için Volkan Demirel, kale atışını kullanıyor. Bu arada ileri çıkan takım arkadaşları ile Fernandao- Volkan Şen ikilisi orta yuvarlağın içinde ve çevresinde. Top, Bursa sahasına süzülürken tüm futbolcuların yüzü Fenerbahçe kalesine dönük!
Bilinçsizce hareket
Önce Kuyt, o sıkışık bölgede Bakumba'nın önünde kafayı vurup topu arkaya aşırtıyor. Ardından Meireles çakıyor kafayı. Amaç, bilinçsizce de olsa topu Bursa sahasının içlerine taşımak. Ne var ki, iki vuruş da gelişigüzel. Açılan topu diziyle düzelten Civelli, ileri dolduruyor. Rakip alanın ilk metrelerine geçen top, bu kez Mehmet Topal'a kısmet oluyor. Ancak o da Josue'nin baskısı altında olduğundan topu insiyaki olarak yükseltiyor.
İnsafsızlık yapılıyor
Ve bu karambolde olaya nihayet bir 'akıl', Ozan Tufan el koyup topu kafayla yere indiriyor. Artık düşünmeye gerek yok, yapılacaklar belli, gereken tek şey yetenek ve 'bakış açısı.' Yetenekli Josue, önüne indirilen topu estetik bir hareketle demarke durumdaki Belluschi'ye, o da taa kaleci atışından bu yana aynı yerde sinmiş bekleyen Volkan Şen'in koşu yoluna bırakıyor. O ana kadar havada git gel içindeki meşin yuvarlağın nereye sekeceğini tahmin etmek için gözünü ondan ayırmayan Caner de böylece adamını kaçırmış oluyor!.. The End... Yani o golü tek başına Caner'in pozisyon hatasına bağlamak büyük insafsızlık olur. Çünkü... Fenerbahçe, Aykut Kocaman'dan bu yana ülkenin pas bağı en güçlü takım.
Cruyff’a kulak asılmadı
Oyunu kale atışı yerine kenarlara açılan Caner ya da Gökhan'dan başlatmak en doğrusuydu. Böylece, hem Bursa'nın belirli bir alana yoğunlaşması engellenir hem de en az dört müdafaacının yüzünü rakip alana dönük olacağı için orta alandaki Diego başta olmak üzere Mehmet Topal, Meireles ve Kuyt'un aktif pozisyon alması sağlanabilirdi. Ama en iyi bildikleri iş yerine belirsizliği tercih ettiler. Yani
Aykut Kocaman'dan öğrenip Ersun Yanal ile geliştirdikleri melekeleri bir yana bırakıp Johan Cruyff'a da kulak asmamış oldular; 'Top sende kalırsa gol yemezsin!'
‘’Stoper tedirginliği akıl ile aşıldı‘’
Maça başlarken temel soru şuydu; iki takımın ideal stoperlerinin olmadığı karşılaşmada hocalar ne yapacak, topun o sıkıntılı bölgeye gelmesini nasıl engelleyecek? Avantaj Beşiktaş’taydı. Çünkü iki kudretli müdafaa önü oyuncusu Veli/Atiba sahada ve yerlerinde olduğu sürece rakip o bölgeye daha az sızacak, öte yandan Beşiktaş top kapmada daha yüksek istatistiğe ulaşacaktı. Öyle de oldu. Kasımpaşa’da iki stoper dışında sağ bek Orhan da sahada değildi. Bu da takım savunması konusunda ellerini iyice sınırladı. Genç stoper Mert Kula’nın neden olduğu penaltıyı bu eksiklere bağlı olarak okuyabiliriz.
İş gören bir sol bek değil
Öte yandan Beşiktaş’ta benzer sıkıntı sol bek mevkiindeydi. Daha ilk hamlesinde doğru pozisyon alamadığı için sarı kart gören Ramon Motta’nın iş gören bir sol bek olduğunu söylemek neredeyse imkansız. Müdafaalarda hal böyle olunca maçın iki takım açısından önde oynanacağını kestirmek güç olmazdı. Bol pozisyonlu bir ilk yarı izlememizin temel nedeni budur. İşe Gökhan Töre, Kerim Frei ve ille de oyuna akıl ve estetik koyan Sosa el koyunca, Beşiktaş aradıklarını daha ilk yarıda buldu. Gollerin Demba Ba’dan gelmesi ise işin sadece süsü oldu.
Hepsini doğru yaptı
İkinci devreye 2-0 geride başlayan Kasımpaşa ne yapacaktı? Tunay ile Adem Büyük bağını koparıp Babel/Castro/Scrione’yi de yalnızlığa iten Beşiktaş yedek kulübesi, avantajını da kullanarak hem maçın ritmini elinde tuttu hem de son ana kadar diri kaldı. Daha önce çok eleştirilen Necip, bu maç özelinde bir stoper ne yaparsa hepsini doğru yaptı. Serdar, en azından müdafaa da ‘sırıtmadı.’ Takımdaki eksikleri hissettirmemek için tüm oyuncular muazzam enerji koydular sahaya. Stoper tedirginliğinde çıkılan maçta düzenli, enerjik ve dayanışarak üç puanı alan Beşiktaş biraz daha ‘takım oldu.’
‘’Bu acımasızlığa değer miydi?‘’
Ülkedeki birçok şey gibi futbol da hayli ıstıraplı halde. Çözüm var mı, varsa çözümü bilen var mı, kestirmek zor. Sorumluluk makamlarını işgal edenleri takip ederek ipuçlarına varmak ise imkansız. Onlar her şey yolunda gibi davranıyor!
Maç öncesi 'takım tutma bahanesi'yle Volkan Demirel'e yaşatılan acımasızlık, daha önce Semih Kaya'ya "Keşke o gözüne mangaldan alev kaçtığında kör olsaydın da Galatasaray'ım kurtulsaydı senden. Aldığın para haram zıkkım olsun" diyen budalaca bakışın türevi. Aynı hastalıklı tutum!
Ne var ki bu olumsuz dilin yaygınlaşmasında 'ayar verme sevdalısı' yöneticilerin paylarını da atlamamak gerek. Biri, diyelim ki gazeteciye, federasyon ya da diğer takım yöneticilerine ayar verdiğini sanınca tribündeki de oyuncuya küfür etmeyi kendine hak biliyor. Böylece vicdansızlık meşru hale gelirken kendini de yeniden üretiyor. Ve ne yazık ki, oyunculara ya da herhangi birine küfür etme bayağılığından kısa vadede kurtuluş mümkün görünmüyor.
Peki, tribünlerin boş ve sessiz kalması Kazakistan karşılaşmasının skorunun değilse de sonucunun kestirilebilirliğine bağlanabilir mi? Sanmam. Mesele genel olarak futboldaki genel gidişat özel olarak da milli takıma duyulan güvensizlikle ilgili daha çok. Hele ki, bizimle 'tesadüfen berabere kalan' Letonya karşısındaki durmak bilmeyen Hollanda'yı görenler için!..
Kazanılmış olmasına rağmen bu vasat oyun/düşük hız/düşük arzu kuşkusuz ki oyuncu performansını olumsuz etkileyen ülkedeki hakim oynama biçiminden bağımsız ele alınamaz. Ancak onca yıldır bu ülke futbolunun en asli karakterlerinden olan ve bu kez 'reform/devrim/rönesans' (!) vaadiyle futbol direktörlüğü koltuğuna oturan Fatih Terim'den daha yüksek performans bekleyenleri de anlamak gerek.
‘’Bir hazırlık maçının öğretemedikleri‘’
Bu ülkede futbol; akıl, bilgi bütünlüğüne bağlı bir takım oyunu değil motivasyon, konsantrasyon temelli ‘kişisel beceriye dayalı’ oynanmaya çalışıldığı için anılarda yaşamak marifet sayılır; “Şunu şu tarihte, ötekini de bu tarihte nasıl yenmiştik ama!..” Dünya döner, her şey değişir ama sen eski ve denenmiş olanı bir kere daha denemekten başka bir seçeneğe sahip değilsindir! Gerçekte mesele ‘eski olanı denemek’te değil, eski olanın kendisini yenileyip güne uyum sağlayabilmesindedir...
Kazakistan maçı ‘olmak/olmamak’ kadar ciddiyken, ilk yarısı 0-3 biten bir karşılaşmada ikinci yarıya ‘as oyuncular’la çıkıyor görüntüsü ilizyondan öte anlam taşımıyor, en azından benim için. Sezon başı maçı mı bu? Neyi, kimi bilmiyoruz ki en kritik maç öncesi zorlu son hazırlıkta ‘deneme yapıyoruz?’ Volkan Şen, Bilal Kısa gibi oyuncuların gerek yaş gerekse bundan önceki grafikleri Avrupa Şampiyonası’na kadar yeter mi sizce? “Mesele kısa vadedeki Kazakistan problemini çözmek” diyorsanız, ben de size “Ders çalışmıyor...
Ders kitabının arasına ‘çizgi roman’ koyuyor ve çalışıyor gibi yapıyorsunuz” derim...
Bunu söylerken ülkenin futbolcu yetiştirmediğini, yetişeni de geliştiremediği bir düzen içinde olduğunu da eklerim. Bu da herhalde bizlerin suçu olmasa gerek!..
Evet, Brezilya’nın Dünya Kupası grafiğine rağmen gücü belli. Hatta onlar da bizim gibi ‘eskiye rağbet etmiş.’ Lakin o olumsuzluk içinden ‘doğru oynama modeli’ni aradıkları da gün gibi açık. Peki, Türkiye Milli Takımı bu maç da dahil bundan önce ne yapmaya çalıştı ve ne yaptı?
Bir gün Yıldırım Demirören’i savunmak zorunda kalacağım aklımın ucundan geçmezdi ama o gün bugünmüş! İlk ve son olur inşallah! Arkadaşlar, en azından bu maç, “Yeter Yıldırım Demirören yeter” maçı değildi...
Hele şu Kazakistan maçını sağ salim üç puanla geçip 28 Mart’taki Hollanda deplasmanına kadar herkes şöyle bir kafasını dinlesin, bakarsınız o zaman akıllara başka soru ve sloganlar düşer!..
‘’Yükselmek için sorunları görmek‘’
Orta sahadaki üç önemli eksiği; Veli, Olcay, Gökhan ve yedek kulübesinde skora gol yönünde etki edecek tek oyuncusu yokken Beşiktaş'ın, az gol yemesiyle namsalan Başakşehir'i geçmiş olması büyük bir iş. Ne var ki bu galibiyet eksikleri görmeye engel olmamalı. Üzerine ilk düşünülmesi gereken problem, kronikleşmiş bekler. İzliyorsanız sadece 'sağ bek' sıkıntısı varmış gibi bir hava yayılıyor kulüpten. Ancak son maçta bir kez daha görüldü ki, takımın sol arka tarafı da hedeflenen seviyeye ulaşmak için yetersiz. Ne bir zamanlar milli takım seviyesine çıkan İsmail Köybaşı ne de vasatı aşmakta zorlanan Ramon Motta ile Beşiktaş'ın ön tarafını zenginleştirmesi mümkün görünmüyor.
Yöneticilerin, takımı daha görünür kılmak için transfer bütçesinin hatırı sayılır bölümünü Demba Ba'ya ayırması anlaşılır bir durum. Ancak futbol yalnızca önde oynanmıyor. Hatta önde etkili olabilmek için sağ ve sol kulvarlardaki kudretli oyunculara eskisinden çok daha büyük ihtiyaç duyuluyor. Bu nedenle sorunlu planlamalarla iki sezondur neredeyse avucundan kaçırdığı şampiyonluk ve Şampiyonlar Ligi hedeflerini bu kez tutturmak istiyorlarsa bu 'bek sorunu' üzerine daha çok kafa yormaları gerekiyor. Bu sayede takımda yükü omuzlayan orta sahanın rahata ermesi ve hücumun çeşitlenmesi mümkün olacaktır.
Oyunun tadı değişir
Beri yandan ülkede, oynama düzeninin doğal sonucu olarak 'adam eksilten oyuncu' diye bir de takıntı oluştu. Beşiktaş'ta böyle iki oyuncu, Gökhan Töre ve Kerim Frei, var. Mesele biraz da bu oyuncuları doğaçlama oynamaktan çıkarıp takım ile beraber oynayacak bir disiplin içine alabilmekte. Tıpkı Oğuzhan, Olcay, Veli, Atiba ve Sosa gibi... Bu da elbette Bilic ve ekibinin işi... O zaman sorunların çözümü, oyunun hızı ve tadı da değişecek, yükselecektir.
‘’Daha ne yapsınlar?‘’
Aslında yanıt değil ‘ayar’dı verdiği!.. Soru şöyleydi; ‘’Duran toplardan çok gol yediniz. Bu eksiğinizi gidermek için çalışıyor musunuz?’’ Beşiktaş’ın sorununa da işaret ediyordu soru; duran toptan yenen gollere karşı doğru yerleşim ve adam takibiyle çözüm üretebilmek... Beşiktaş yine böyle bir gol yedi. Dün akşam neredeyse golü attığı köşe vuruşuna kadar Başakşehir öteki alana geçmedi desek yeridir. 30. dakikaya geldiğimizde düşündüm, ‘’Böylesi takımları izlemek için insan neden zaman ve para harcar?’’ Abdullah Avcı, ceza sahasının önüne Mourinho için söylenen ‘otobüs’ü değil ‘körüklü metrobüsü’ çekince Beşiktaş’ın onca pası onca arayışı da boşa çıktı. Önder Özen, Gökhan Töre transferini gerekçelendirirken tam da bu tip maçları örnek göstermişti. Beceriyle defansı açabilecek kişisel niteliklere sahip oyuncu! Öyle bir oyuncu olmayınca tüm takımla defansın en katısını yapmayı görev bilen takımlara karşı iş iyice zorlaşıyor. Üstelik Veli, Olcay ve Gökhan gibi ‘banko’lardan yoksun ayrıca sıkışan oyunu açmak için yedek kulübesinden alacağın destek yoksa....
Frei farkı...
İkinci yarı skor avantajı ve Beşiktaş’ın zorunlu olarak öne çıkışı Abdullah Avcı’ya tam da istediği ortamı yarattı. Ve ‘metrobüs’ yerinden kalkıp kontralar peşpeşe gelmeye başladı. Ne var ki, Sosa’nın araya bıraktığı topta Demba Ba çaprazdan ölçüp biçip jeneriklik bir gol atınca Avcı’nın metrobüsü de eski yerine döndü! Ve ritmsiz maçın akışını, kimi yorumcuların ‘halı saha topçusu’ diye nitelediği becerili ama henüz yeterli süreyi alamamış Kerim Frei belirledi. Tam da Önder Özen’in tarifine uygun işler yapıp Sosa ortaklığıyla golü yapınca konu Beşiktaş lehine kapandı. İki maç üst üste kaybetmiş bir takım bu kadar eksikle böylesi kıymetli üç puan alıyor! Daha ne yapsın?..
‘’Tedirginlik ve panik!‘’
Müdafaanın önündeki ikili, Atiba ve Veli yükün büyük bölümünü çektiğinden Beşiktaş ‘kendini doğru savunan’ bir takım görüntüsü veriyor. Tam da bu nedenle, yani en işlevsel oyuncuları müdafaacılar olunca da kazanmak için gereken hücum organizasyonlarında ciddi sıkıntı yaşıyorlar.
İlk maçta 4 gol attığı Partizan, tıpkı bizim ülkedeki çoğu takım gibi iyiden iyiye geri çekilip kirpi misali ceza sahasının önüne büzüşünce en azından ilk yarı boyunca dişe dokunur bir pozisyon geliştirilememesi de bundan.
Daha çok kenar oyuncuları Gökhan Töre ve Olcay’ın doğaçlamalarına bel bağlayan bu düzen içinde Demba Ba gibi bir klasın beslenmesi güçleşiyor. Ancak gelin görün ki, o Gökhan Töre doğaçlamalarından birinde gelen penaltı sonrası Demba Ba golü, zaten ilk maçta da hayli kırılgan görünen Partizan’ın direncini kırınca oyuna da tat tuz geldi.
İlk yarı kalabalık içinde kaybolan Oğuzhan da Partizan’ı dağınık yakaladığı bir anda faturayı kesmeleri için topu Töre’ye geçirince, Demba Ba’nın ikinci golüyle maç fiilen bitti gibi oldu! Ama futbol bu... Markoviç’in şutu Pedro’nun ayağına çarparak Cenk’i yanıltıp gol olunca Partizan tekrar maçı hatırladı. Ve önemli bir sorun görünür hale geldi; tedirginlik ve panik! Son dakikalardaki Partizan tehlikeleri ve son saniyede önce Cenk Gönen ardından da ‘en sağlam müdafaacı’ direğin çıkardığı pozisyonun ağırlıklı nedeni buydu. Çoğu kişinin ‘’Ülkenin en doğru oynamaya çalışan takımı’’ diye nitelendirdiği Beşiktaş, hâlâ soğukkanlılık seviyesini koruma konusunda taraftarlarını endişelendiriyor. İşin bu yanı hayli önemli...
Yükseliş, ligde de sürmeli
Kuşkusuz ki kazanılan her maç sevinç ve gelecek umudu açısından mühimdir. Ancak dün akşam ki maçı, daha çok takımı olgunlaştırmak, oyuncu alışkanlıklarını pekiştirmek için yapılan iyi bir idman
olarak değerlendirmek gerek. Ve Beşiktaş esas olarak aklını ligin uzağına düşürmemeli. Üst üste iki mağlubiyet alan bu takım pazar günü Başakşehir karşısında moral değerler açısından son derece kritik bir maça çıkacak. Bu maçın kaybı 3’te sıfır gibi bir ‘kara tablo’ ortaya çıkarır ki, bu durumda ardından gelecek Kasımpaşa ve Karabük maçlarının özgül ağırlıkları olduklarından çok daha fazlalaşır.
‘’Bakalım, Orman sıvışacak mı!‘’
“Futbol, iki takımın onbire onbir oynadığı bir oyundur.” Ancak bu önerme, her mevkiide o alana uygun oyuncunuz varsa doğrudur. Beşiktaş sezon boyunca maçlara ‘iki eksik’le çıkıyor; sağ ve sol bek! Bu maçta da görüldü ki Caner/Gökhan ikilisine karşı ne Necip/Serdar ne Motta/İsmail alternatifleri, Beşiktaş gibi bir takımı öne taşıyabilecek oyuncular değiller.
Eldekilerle halledilmiyor!
Futbolun takım mühendisliği ne yazık ki, ‘Eldekilerle hallederiz’i kaldırmıyor. Zaten kadrosu ‘derin olmayan’ Beşiktaş, Atiba/Veli’nin sırtına binmiş olarak ilerlerken zorluk derecesi yüksek maçlarda acul iki
bekinin açıklarını onarayım derken oyunun ritmini kaybediyor. Bu maçta da Necip ve Motta yerine boğuşmak zorunda kaldıkça takım olarak geriledi. Bir gol Necip bir gol Motta hatası!
İki maç gitti, baskı başladı
Daha sakin kaldığı için daha akılcı oynayan Fenerbahçe, istediğini alıp lider olurken bir hafta önce ligin ‘en iyi top oynayan takımı’ olarak görülen Beşiktaş iki maç kaybederek Başakşehir maçına ağır baskı altında giriyor. Fikret Orman hafta içi, “Gözümüz hakem Bülent Yıldırım’ın üzerinde olacak” demişti. Bakalım Başakşehir maçı öncesi şimdi ne yapacak? Yoksa “Ben söyleyeceklerimi söyledim” diyerek
sıvışacak mı?









































