Arama

Popüler aramalar

‘’Uçurumun kenarından...‘’

Galatasaray’ın şu anki sorunu, hareketin devamını getirecek fizik ve en önemlisi de özgüven eksikliği... Tabii bunlardan kaynaklı olarak, yıllardır birlikte oynamalarına karşın oyuncular arasındaki bariz şekilde görünen uyumsuzluk! Eskişehirspor maçında, bu sezonki diğer sınavlarına oranla zaman zaman biraz daha diri görüntü verse de Sarı-Kırmızılılar, yine de acemi mangasıydı maalesef. Kazanmak ya da kaybetmek, bu gerçeği değiştirmiyor.

Günümüz futbolunda orta sahanın ve kanatların önemini bir kez daha dile getirmeye gerek yok sanırım. Solda da, sağda da devşirmeler görev yapıyorsa bir takımda, üstelik de sezon başında, o takımdan ‘büyük’ diye söz etmek abartı olmaz mı, gerek yönetimi, gerek teknik ekibi, gerekse de futbolcu kadrosu bakımından! Tüm bu şartlarda yine de iyi bir şeyler söylemek gerekirse dün gece için, en azından 3 puanı hanesine yazdırarak, Avrupa kupalarının ardından erken bir havlu daha atmadan kurtuldular, diyebiliriz.

Bireysel katkılarda bir sorun gözükmüyor. Baros’un gol vuruşu, Arda’nın tüm bezginliğine karşın çırpınışı ve sonuca etki edişi güzel. Ama konumuz takım sporu olunca, bunlar da önemini yitiriyor hak verirsiniz ki... Daha önce de belirttim, yapılacak bir-iki transfer bir başına sorunları çözmeye yetmez. Her anlamda birliktelik ve nefret ettiğim ama sıkça kullandığım sabır olayı gerekiyor. Bazıları diyor ki, ‘Bu sezon dibin de dibini zorluyoruz.’ Bir anlamda doğru, ama Eskişehirspor gibi büyük ve önemli bir engeli, en azından dağınık da olsa savaşarak aşmak bile, yeni bir başlangıç için önemlidir.

Kaldı ki, Galatasaray’ı ligde kısa süreli de olsa nispeten daha kolay rakipler bekliyor. Tüm eksiklerine karşın, hala bir şansı var bu ekibin. Başkan da, teknik kadro da, futbolcular da, bu üç puanın değerini çok iyi bilmeliler. Tabii, ucuz eleştiri peşinde koşan bir takım taraftarlar da... Uçurumun kenarından dönüldü, bunu kimse unutmasın.

30 Ağustos 2010, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’İstifa! İstifa! İstifa!‘’

Dün gece yurt dışından bir Fanatik okuru mail yollamış, maçın öncesinde, “Ayhan bey” diyor ve ekliyor, “Galatasaray’da herkes birbirinin kuyusunu kazarken, kavga ve kelle avcılığı ile beslenirken, sizin gibi nispeten olaylara olumlu bakan insanlar neden sessiz kalıyor.” Hoşuma gitti bu yaklaşım ilk başta... Sonra maç başladı, ‘olaylara nispeten olumlu bakan’ ben bile olmayan saçlarımı yolmaya başladım! Nasıl olur, daha geçen yıl bu zamanlar, “Rakipleri ne olur endişesi ile maçlarını izlerken, Galatasaraylılar kaç olur keyfini sürüyor” diye yazmış biri olarak, “O Galatasaray, bu Galatasaray nasıl olur” dedim kendime... Sahadaki üçüncü sınıf rakibi kadar bile takım görüntüsü veremeyen bir Galatasaray...

Hadi diyelim yeterince takviye yapamadı yönetim, eleştirelim, hatta istifaya davet edelim... Hadi diyelim, teknik adamlar da sistemden vazgeçti, alacakları paraya, tazminata bakıyorlar... Daha da ileri giderek diyelim ki, futbolcular da, “Aman, bana ne” demeye başladılar... Yahu böylesine rezil bir futbol oynuyorsa koskoca, nam-ı diğer Avrupa Fatihi bir takım, UEFA Avrupa Ligi’nde gruplara kalsa n’olur, kalmasa n’olur!

Sağ kanatta bu zamanlar Sabri-Keita vardı, bugün Ali Turan, Serdar Özkan... Daha başka söze gerek var mı arkadaşlar. Taktik yok, sistem yok, mantık yok, akıl yok, yardımlaşma yok, inanç yok, güven yok... Bunca yoklar arasında, Galatasaray’ın var olması mümkün mü?

Arda beyin olarak tükenmiş... Servet de öyle... Baros’un kasları, beyinden gelen emirleri karşılayamıyor. Kale güvensiz... Sakatlar say say bitmez... Orta sahada telaşe müdürleri... Bırakın tribünleri, televizyon başındakilerin de gelecekten zerre umudu yok. Bu hengamede, atsan da nafile, çünkü nasılsa hep yiyorsun sonuçta! Hem de öyle yiyorsun ki, koskoca ve topyekun bir istifa patlar cinsten! Artık bundan kaçış yok!

27 Ağustos 2010, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’İki sorun aşılmalı‘’

İki sorun aşılmalı

Büyük takımların transfer stratejileri, diğerlerine göre daha farklıdır. Çünkü sadece eksik bölgelere takviye yapmak ve varolanlara alternatifler yaratmak bir başına yeterli olmaz. Her yıl, yeni bir ‘yıldız yüze’ de ihtiyaç duyarlar. Resmi ürün ve kombine satışlarını patlatmak, taraftarda heyecan fırtınası estirmek için bu olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Oysa Galatasaray’ın şu ana kadar gerçekleştirdiği transferlerin arasında böyle bir isim bulunmuyor. Kadrodaki pek çok yıldız ise, bu anlamda ‘yüz eskimesine’ uğramış pozisyonda! Umarım yönetim, geciken transferleri gerçekleştirmek amacıyla yaptığı yoğun çalışmada bu noktayı da gözardı etmez. Alt yapıya önem vermek ve her yıl bir-iki ismi Türk Futbolu’na kazandırmak ne kadar önemliyse, kulübün parasal, camianın da moral açıdan ayakta durabilmesi için mutlaka yıldız transferi yapılmalı. Rakipler üst üste bomba patlatırken, sen başka bir büyük olarak buna seyirci kalamazsın. Çünkü günümüzün acımasız rekabet anlayışı bunu kesinlikle affetmez! Galatasaray’ın acil çözüm bekleyen bir sorunu budur.

İkinci sorun ise futbol anlayışında... Galatasaray, Barcelona ile şöhrete ulaşan pas futbolunu geçen sezon uygulamaya çalıştı, ancak kadro yapısı ve mantalite sorunu nedeniyle yürütemedi. Şimdi de Aykut Kocaman’ın Fenerbahçe’ye benzer bir anlayışı oturtacağı konuşuluyor. ‘Konuşuluyor’ diyorum, çünkü izlediğim maçlarda bunun izlerini göremedim! Sonuç olarak, modaya uyup ‘pas futbolunun’ peşine takılanlar şunu unutmamalı, önemli olan konu pas verme değil, pas alma kültürünün yerleştirilmesi ve geliştirilmesidir. Ayrıca bu pratik rakip sahaya taşınmalıdır. Bizde maalesef tam tersi yapılmakta... Takımlarımız kendi yarı sahasında topu dolaştırmayı ‘pas futbolu’ sanmakta... Futbolcular ise, eli belinde ya da rakibin arkasına saklanarak, top ayağında olan takım arkadaşının ne yapacağını izlemekle yetinmekte! Boşa çıkan ve kendini gösteren, her zaman oyunun içinde bulunan, inisiyatif alan isim sayısı çok az.

Bundan ötürü çoğu zaman topla buluşan futbolcu, ne kadar iyi niyetli olursa olsun baskı yiyor ve topu ya kaptırıyor ya da geriye oynamak zorunda kalıyor. Bu da, tribünlerin tepkisini çekiyor. Gerçek şu ki, ‘pas alma kültürü’, bugünden yarına oluşturulamaz. Uzun bir süreç gerektirir. Önce beyinler hazırlanmalı, sonra da bıktırırcasına yapılacak tekrarlarla bu anlayış pekiştirilmeli. Tabii geçen sezon Galatasaray’ın yaptığı gibi, bir Fenerbahçe yenilgisiyle ‘bas topa dön geri’ gibisinden korkaklığa/kolaycılığa kaçmadan, pes etmeden!

12 Ağustos 2010, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’İşler 'Sarp'a sarabilir!‘’

İlk OFK Belgrad maçında yaşanan savunma zaaflarının benzerlerini, maalesef rövanşta da defalarca izledik. Sen eğer böylesine Avrupa’nın 5. sınıf bir takımına bu kadar pozisyon verirsen, bunun karşılığında her maç en az 3 gol atman gerekir. Hatta takım savunmasını geri dörtlü ve bir ya da iki önliberodan ibaret sayarsan, çoğu zaman bu da yetmez!

Kimse bana ‘henüz sezon başı ama’ klişesini getirmesin. Çünkü resmi maçlar başladığında, hazırlıklar da önemli ölçüde tamamlanmalıydı. Bütün hazırlık ve transfer planlaması bu takvime göre yapılmalıydı. Takımın bugünkü görüntüsü ve her konudaki geç kalınmışlık, 5 gollü galibiyetle gelen tura karşın kimseyi aldatmamalı bu nedenle... Birilerinin işini doğru yapmadığı ortada ki, bunun bir bedeli olacaktır! Umarım bu bedeli Galatasaray takımı ve taraftarı ödemez!

Tüm bu olumsuzlukların yanında, Belgrad’taki maçta tecrübenin, savaşmanın ve çalışmanın izlerine de rastladık. Yani zifiri karanlığı aydınlatan ışıklar da vardı. Örneğin Harry Kewell’ın varlığının ne anlama geldiği artık iyice anlaşılmıştır. O nedenle hastalığı ve yaşından ötürü ‘her geçen gün biraz daha kırılgan hale gelen’ Avustralyalı yıldızı, doğru yerde, doğru zamanda, ekonomik kullanmak şart. Ama maç başına anlaşma nedeniyle bunun uygulanabilirliği ‘kağıt üzerinde’ yarardan çok zarar da getirebilir!

Mustafa Sarp’ın, geçen sezondan beri ‘Capone rolünü’ zaman zaman başarıyla uygulaması takıma ekstra bir katkı sağlamakta... Belgrad’da attığı, kaptığı ve attırdığı, tecrübeli futbolcunun daha fazla forma şansı bulmasını sağlayacak olsa da, veriminin istikrarlı bir şekilde sürmesi, sanki biraz tribünlere bağlı gibi... Çünkü Sarp da, tıpkı Sabri ile geçmişte de Cihan Haspolatlı ve Orhan Ak gibi, taraftarın ‘ilk kurban edilecekler’ listesinde yer alıyor!

19’undaki ilk Karpaty sınavına kadar, kendine çeki düzen vermek için yeterli bir süresi var aslında Galatasaray’ın... Rakibinin, özellikle deplasmanda Shakhtar Donetsk ile oynayacağı maçtaki anlayışı, Ali Sami Yen buluşması için önemli bir gösterge olacaktır. Lucescu’dan da alınacak bilgiler ışığında Avrupa Ligi’ne kalması yine yüksek bir olasılık. Ancak şu dört gözle beklenen transferlerin hemen takıma katılması gerekiyor! Yoksa her şey ve herkes için çok geç olacak!

Bir satır da, Fenerbahçe üzerine... Selçuk Şahin hakeme çelme takmaktan, Colin Kazım zamandan çalmaktan, Stoch ise hakemi aldatmaktan atıldı! Aykut hocanın birinci vazifesi belli oldu!

09 Ağustos 2010, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Rezaletin daniskası‘’

Bir takımın yumuşak karnı orta sahasıysa eğer... Geçen sezonu da derin başarısızlıkla geçirdiyse bu sebepten... Ve yeni sezona da aynı isimlerle başlanıyorsa acemilikten / beceriksizlikten / şanssızlıktan... Ya da adına ne derseniz deyin... Oturup ağlaşmanın anlamı da yok, kabul edilebilir bir yanı da... Galatasaray’ın OFK Belgrad’la 2-2 berabere kaldığı maçın ardından bundan fazlasını söylemek için insanın yapacak başka bir işinin de, düşünecek başka bir konusunun da olmaması gerekir! Rövanşta Galatasaray’ın turu geçme olasılığı çok yüksek olsa da, yenen gollere bakıldığında ve saha içindeki anlamsız koşuşturmacalar düşünüldüğünde, insanın içini yine de büyük bir karamsarlık kaplıyor doğrusu... Takım olamama, birlikte hareket edememe, umursamama gibi ağır arıza hallerinin ‘salt transfer yaparak’ giderilmesi de kolay kolay olanaklı gözükmüyor!

Aslında olaya biraz geniş çerçeveden bakmakta yarar var değerlendirme yaparken... Birinci ilkemiz, hâlâ hazırlıklık maçları oynama dinginliğindeki ‘Avrupa’nın gerçek futbol büyüklerinin’ anlamlı ve planlı hedeflerini, kendi insanımıza her sezon başında ‘süslü paketlerle hayal olarak’ satmamalıyız! Öncelikle ‘dünyanın en büyük derbisi’ diyerek, aslında en rezilini insanlara sunanlarla vedalaşmak bu işin olmazsa olmazıdır! Bu yönetici olmuş, teknik adam olmuş, futbolcu olmuş, hiç fark etmez... Ya da futbolun diğer herhangi bir aktörü... Futbol adı altında sahnelenen ‘skorbol’un bugünü de yok, yarını da çünkü... Bir var bir yoklarla ne futbolun zevki kalır, ne de albenisi... Sonra da ekonomisi çatırdar ve çöker ki, yalan üzerine kurulan her düzenin başına gelen gibi! Hep yazıp çiziyoruz, söylemekten dilimizde tüy bitti neredeyse... Hücum ağırlıklı bir anlayış hakim olmazsa futbol sahalarına, sistem yerine karambolü, devamlılık yerine günübirlikçiliği, takım yerine bireyselliği ön plana çıkartır ve bunu savunursak, varılacak nokta aha burasıdır, hepsi o kadar...
Çarşamba ve perşembe akşamı oynanan üç maç içinde yine de biraz olsun izlenilebilir olanı, Ali Sami Yen’dekiydi. Ama o da yeterli değil... Tamam haticecilerdeniz öncelikle... Ama biliriz ki, netice olmazsa da bazı işler yürümez! Ama biz diyoruz ki, neden ikisi birden olmasın? Ve bunun yolunu da gösteriyoruz net olarak, tavsiye bakımından! Çıkıp oynayacak, takımı antrenere edip taktik verecek halimiz yok yani, bazı çok bilmişler gibi!

02 Ağustos 2010, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sahte okeyler!‘’

Aslında hayatın her alanında niyet ön plana çıkar! Kafaya takarsanız, eleştirecek de, övecek de bir şey mutlaka bulursunuz, her olay karşısında... Almanya’da oynanan ve Fenerbahçe’nin Galatasaray’ı 1-0 yendiği maçtan sonra yazılıp söylenenlerden de bu açıkça görülüyor zaten! Bakın, 90 dakika boyunca sahaya ‘futbol adına’ yansıtılanların çoğu, ağır aksak da olsa Galatasaray’a ait. Geriye düşmesine karşın skoru lehine çevirebilecek kadar pozisyon üretilmiş. Oyunun hakimiyeti elinde, ama o top içeri girmediği için salla Rijkaard’a, salla takıma, salla yönetime!

Bir yandan ‘ezeli rekabet, ebedi dostluk’ kem-kümleri ediyorlar her fırsatta... Diğer yandan “10 kişilik Fenerbahçe’yi bile yenemezsen... Üstelik de bu nasıl kadro böyle...” diye başlayan cümlelerle, ‘bir hazırlık maçını’ kazanamadığı için hedef gösteriyorlar Rijkaard’ı... Aksi olsaydı da, takımdan her gönderilenin ardından, “Rijkaard hiç şans tanımadı ki” diyecekler oysa, hep öyle olmadı mı sonuçta!

Arda çizmeyi aştı, yine onlara göre... Saha içinde tahammülsüz, saha dışında sinirli! Ama Selçuk Şahin atıldıktan sonra gidip hakeme, “Kararını geri al, 11’e 11 oynayalım” gibisinden çırpınışı gözden kaçıverdi nasılsa! Maç sonrası taraftarlarla atışmasındaki detayda da böyle! Genç adam, isyanının gerekçesini anlatmaya çalışıyor, yapılan hareketi göstererek... Biri de diyor ki, “Çocukların önünde niye o hareketi yapıyorsun?” “Yahu” diyor genç adam, “Ben yapmıyorum, o hareketi bize yaptılar, onu anlatmaya çalışıyorum.” Ama nafile! Vurun Arda’ya!

Tribünlerden görünmedi belki, ama televizyon başındakiler çok net tanık oldu; Stoch’un uluslararası ‘f... y..’ küfrünü ağzını doldura doldura etmesine... Henüz ilk derbisine bile nasıl motive edildiği ortada! Rakip olayını aşıp, hakeme bile çaktırmadan çelme takmaya başlayan Selçuk masum, yanlış anlaşılma kurbanı! ‘Pimi çekilmiş tahrik bombası’ Bilica mı, o konuya hiç girmeyelim. Girersek, Aziz Başkan’a şirin görünme adına, “O penaltı noktasını eşeledi, ama Aziz Yıldırım plakasını aldı, sezon sonunda kesin gönderir” diyenlerin, tükürdüklerini yalaması gerekir!

Bu arada futbolseverler için kocaman bir umuttu Aykut Kocaman... Oysa iki günde oldu kocaman bir ‘yalan!’ Ezeli rakibi karşısında sadece savunmayı düşünen, 90 dakikayı sıfır pozisyonla tamamlayan, ama ‘galip’ bir takımın başarılı hocası Kocaman! Anlayış aynı, rakip sendeledi mi bin tepesine, şov yap! Yoksa katı savunmaya sarıl, pusular kur, fırsatını kolla, nasılsa bir tane atarsın mantığıyla yola devam. Eeee, “Hedefimiz kontratak futboludur” diyen Daum’un suçu neydi o zaman!

25 Temmuz 2010, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Nerede bu yıldızlar!‘’

Bazı çok bilmişler transferlerin neden ağırdan alındığını sorup duruyor. Nerede bu dünya yıldızları gibisinden, aslında ‘yanıtı içinde olan ütopik’ sorularla taraftara şirin görünmeye çalışıyorlar. Nerede olduklarını bilmiyorlar sanki yıldızların... Barcelona’da, Real Madrid’de, Milan’da, İnter’de, Chelsea’de, Manchester’de vs... Bir kısmı da halen Güney Afrika’da işte! Aç televizyonunu izle...

Alınabilen ‘çıtır’ yıldızcıklar ya da yalvararak peşinde koşulan kaprisli/bunalımlı ‘kaşarlar’, en iyimser olarak da ‘ait olduğu yerde tutunamadığı tescillenen, ama milli takımı için oynamak zorunda bırakılanlar’ı ne kadar parlatırsan parlat, yıldızların pırıl pırıl parlayanlarına ulaşamazsın, bu kadar basit... Hele bir de Avrupa vitrinine çıkmışlarsa!.. Elini yakar sıcaklığı, kör eder ışığı... Alsan da söner gider ya da... Neden mi?

Para desen, bir yere kadar yeter. Hadi ‘yetti’ diyelim, liginin kalitesi ortada... Taraftar profili yaka silktiriyor... Futbol yazarın iki kelimeyi yanyana getirmekten aciz, getirebileni de dağarcığına nokta ekleyemiyor yıllardan bu yana... Yaşadığın ülkenin her anlamdaki sorunları, şehirlerdeki sosyal yaşam, FIFA’lık nice dosyanın içeriği, soyunma odası basan despot başkanlar... Bunların yanında omuzlarda getirilenlerin nasıl yollandığı da ortadayken... Üstelik dünyanın gözü önünde yaşanıyorsa tüm bunlar... Al da görelim, derler adama!

Alabildiğin ‘çıtır’ veya ‘kaşar’ ya da ‘mecbur’larla bile ne şartlarda sözleşme imzaladığın gün gibi ortadayken... Ve tüm bunların yanında tek avantajın, utanç vesikası olan vergi kıyağın ise futbolcuya ve kulüplere... Sormayın artık bu soruyu, nerede yıldızlar diye... Dünya dönüyor ama, yıldızlar yerinde dursun bırakın. O ‘gerçek yıldızları’ alabilmek için önce değişim gerek, gelişim yönünde olmak kaydıyla tabii!

Tüm bunları geçtik bir kalemde diyelim. Hani bilmez misiniz ki, Avrupa ve Dünya Şampiyonaları’nın düzenlendiği yıllarda transferler hep gecikir. Oralarda boy gösterenlerin fiyatı katlanır ya da azalır! Futbolcu da, kulüpler de, menacerler de beklemeyi yeğler!

Hadi basmadı kafanız bunların hiç birine... Kulüplerin içinde bulunduğu borç batağından da mı bihabersiniz. Ya da UEFA kriterlerinden! Hepsi bir yana diyelim bir kez daha... Gelseler ne olacak ki... Savunma futboluna prim tanıyan, her türlü sertliği ‘futbolun gereği’ olarak allayıp pullayan, kazan da nasıl olursa olsun ilkesine bir matah gibi dört elle sarılan, takımların başarısını attığı gollerin fazlalığıyla değil de, yediği gollerin azlığıyla taçlandıranların dünyasına...

Ne alacak güç var, ne albenili bir ortam... Hâlâ sormayın bari, nerede bu yıldızlar?

03 Temmuz 2010, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Stoch çalımını yiyen belli değil!‘’

Miroslav Stoch... Üst düzey bir ligde (İngiltere) ve kulüpte (Chelsea) dikiş tutturamamış, 3. sınıf bir ligin (Hollanda), 1. sınıf takımına (şampiyon Twente) kiralanmış! Maliyeti açıklanmadı! Mecburen ‘dış kaynaklı’ verileri doğru kabul edeceğiz: Bonservisi 6.5 milyon Euro. 3 milyon Euro da futbolcuya her yıl tıkır tıkır sayılacak. 1 Euro yaklaşık 2 TL... Yani bu Euro’ları topla, ikiyle çarpıp TL’ye ulaş! Futbolcu her yıl 6 milyon TL alacak, Chelsea’ye de 13 milyon TL ödenecek.

Diğer yanda Çağlar Birinci... Yıllık 900 bin TL garanti, maç başına 8 bin TL alacak. Ortalama 30 maç oynayacak diyelim. 8 bin x 30 = 240 bin TL daha... Topla, 900 bin+240 bin = 1 milyon 140 bin TL. Böl ikiye, 570 bin Euro... Stoch’un yıllık alacağının yaklaşık 6’da biri... Bonservisi 1,5 milyon Euro, o da Stoch’un 4,5’ta 1’i!

Mehmet Batdal... Hani şu Hakan Şükür’e benzetilen golcü... Tabii ki ne vereceği soru işareti onun da, tıpkı Stoch gibi... Ama bonservisi sıfır (0), yıllık garanti 750 bin TL + maç başı 8 bin TL alacak. Onun Çağlar kadar şansı yok gibi gözüküyor kağıt üzerinde, ama belli de olmaz, Stoch gibi sürpriz de yapabilir. Diyelim ki 20 maç oynadı, 160 bin TL de oradan verelim, toplam yıllık kazancı 900 bin TL gibi olur. Bölelim ikiye, ki Euro’ya ulaşalım, 450 bin Euro, Stoch’un 3 milyonunun 6, hatta 7’de biri!

Serdar Özkan, milli ve sıfır (0) bonservisli. Beşiktaş’ta direkt yer alabilecekken, ‘kişisel yanlışlarından ötürü’ oynayamadı. 950 bin garanti para, maç başına 12 bin TL. Ona da yazalım bir 20 maç ve karşılığı olarak da 240 bin TL. Topla, eder 1 milyon 200 bin TL, böl ikiye 600 bin Euro, Stoch’un 5’te biri!

Benzerini Ali Turan için de söyleyebiliriz. Üç aşağı beş yukarı alacağı para bunlara yakın. Bonservisi mi... Yine (0) sıfır.

Hepsini topla bu 4 millinin... Bonservis bedeli olarak, vadeli 1,5 milyon Euro’nun yanı sıra, Murat Akça, Erhan Şentürk, Fırat Kocaoğlu ve Semih Kaya gibi, Süper Lig’e ‘şimdilik’ bol gelen isimler tapusuyla verilmiş. Artı, bu dörtlüye oranla ümitvar olunabilecek Serdar Eyilik ise bir yıllığına kiralanmış!

Bu 4 transferin futbolculara ödenecek miktar bakımından yıllık ortalama maliyeti: 1 milyon 140 bin + 900 bin + 1 milyon 200 bin + 1 milyon = 4 milyon 250 bin TL. Bölelim ikiye, ki Stoch’un 3 milyon Euro’su ile karşılaştırabilelim: 2 milyon 125 bin Euro! 4 Türk millinin toplamı, 1 Slovak milliden ucuz! 5’inin de bugünkü millilikleri tartışılır, direkt oynayanı yok arasında yani... Ödenen paralara bakarsanız biri Messi, olsa da olur olmasa da diğerlerinin hepsi! Haydi hayırlarla!

25 Haziran 2010, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI