Arama

Popüler aramalar

‘’Rijkaard'la buraya kadar‘’

Sen eğer, dün geceki rakibinin geçen haftaki Konyaspor sınavını bile izlemediysen... İzlediysen/izlettirdiysen de, uzaktan şut, kapılan toplar sonrası Emenike ile yapılan hızlı hucümlar ve Cernat faktörünü anlayamadıysan/anlatamadıysan... Adın ne olursa olsun, futbolculuk kariyerine ne kadar şapka çıkartılırsa çıkartılsın, teknik adam olarak Barcelona maceran övgüyle anılsa da, ‘fıs’tır benim için... En azından bundan sonra bu böyledir, bilesin...

Çünkü kan uyuşması diye bir olay var ki, en sağlıklı bir insanın organını bile nakletsen, uymayınca uymuyor! Sen ki sayın Rijkaard, Galatasaray’a uymadın maalesef. Bu kadar kesin ifadeler kullandığıma ben bile inanamıyorum, ama yetti artık, bu taraftara yazık. Çünkü Galatasaray, Gerets ve Skibbe dönemlerinde bile, belki sonuç olarak yüreklere su serpmiyordu ama, en azından göze hoş gelen, Derwall’le başlayan hücum futbolu ekolünden örnekler sunuyordu, buna çalışıyordu. Kaldı ki, Sarı-Kırmızı renklere gönül verenlerin istediği öncelikli olarak budur. Hep buydu, hâlâ da bu...

Dün gece Karabük karşısında hakemin henüz 1. dakika dolmadan ‘yumurtladığı’ penaltının da, takdir haklarını ev sahibi lehine kullanmasının da, takımın en önemli oyuncularının eksik olmasının da arkasına sığınamaz bu takım. Kaybetmek değil asıl sorun... Futbol doğruları adına hiçbir şey ortaya koyamamak... Ne iki pas, ne kanat organizasyonu, ne pres, ne çalışılmış hücum ve duran top varyasyonu, ne ikili/üçlü oyunlar, ne alan savunması, ne adam paylaşımı, ne kademe... Bireysel hatalar da cabası... Sorarlar adama, sen 1.5 yıla yakın bir zamandır ne öğretmeye çalıştın Allah aşkına... Bu hepsi milli olan futbolcular öğrenme özürlüsü mü, yoksa başka bir sorun mu söz konusu...

Maçın kritiği tek bir cümledir... Karabük emin ellerde, ya Galatasaray!

02 Ekim 2010, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bugün gerçek sınav zamanı‘’

Galatasaray, rüştünü ispat etmesi gereken önemli bir 90 dakikaya çıkacak Karabük’te... Bozuk zemin, eksik kadro gibi mazeretlerin arkasına sığınılmadan, takım olma yolunda kayda değer adımlar atıldığının kanıtlanması gerekiyor artık! Öncelikle saha içinde ne yaptığını bilen bir takım görmek istiyor herkes... Anlaşılabilen sistemiyle... Buram buram çalışılmışlık kokan organizasyonlarıyla... Yerleşmeye başlayan pas alıp verme kültürüyle... Takım halinde yapılan presiyle... Ve Baros, Arda gibi sonucu doğrudan etkileyebilen isimlerin yokluğunda özellikle Misimoviç’e çok iş düşecek bugün. Yıldız futbolcunun, artık inisiyatif alması gerekiyor. Sadece Ayhan’ın çabalarıyla oyun kurmak ve takımı ileriye taşımak yeterli değil. Kaldı ki, Ayhan bu yükü nereye kadar çekebilir, ona da yazık.

Bu arada son Büyükşehir Belediye maçında, oyunda kaldığı süre içinde Aydın Yılmaz’ın yaptıkları, gelecek için beni umutlandırdı. Yanlış pasları, kaptırdığı toplar, sahadaki ‘tıknefes’ görüntüsü bir yana... Oyunu dikine oynaması ve hep golü düşünmesi beni onun adına umutlandırdı. Henüz 1988 doğumlu olan, ayağına gelen erken fırsatları sakatlıklar/kendini tamamen futbola verememe gibi nedenlerden ötürü bugüne kadar değerlendiremeyen Aydın Yılmaz, Belediye maçının başlarında gerçekleştirilen etkili sağ kanat bindirmeleri sırasında bulunduğu yerler itibarıyla, temel futbol bilgisinin sağlam olduğunu belgeledi öncelikle. Baros’un kafayla attığı ilk golde, penaltı noktası üzerinde bomboş hazırkıtaydı. Yine penaltı pozisyonunda Baros’un hemen yanıbaşındaydı. Üçüncü goldeki payını ise anlatmaya gerek yok sanırım. Topu direkt olarak kaleye sürüşü, kafasını kaldırması, Baros’u görmesi mükemmeldi. Haaa, “Ama Baros topu araya oynamasını işaret etmişti” diyen çıkabilir. O kadar da olacak, bir pozisyon geç kaldı belki, ama hayırlı
da oldu! Bir dahaki sefere, takım arkadaşının işaret ettiği yere oynamayı becerir elbet! Hatta daha fazlasını becerebilmeli de... Çünkü sahip olduğu yetenekler, sadece 22 Ocak 2006’da, uzatma dakikalarında Konyaspor’a attığı golle anılmaktan fazlasını gerektiriyor.

01 Ekim 2010, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Nihayet ışık!‘’

Çok zor değildi aslında dün gece yapılanlar. Bugüne kadar hasret kalınan kanat organizasyonları, nihayet sağdan başladı, sonra da sola sıçradı. Erken gelen gol öncesi Pino’nun topuk pası, günümüzün vücuda yapışık savunma anlayışlarını aşmakta ne kadar geçerli bir yöntem olduğunu kanıtladı. Serkan’ın orta yapmak yerine ‘pas vermesi’ de, Baros’un golcülüğünü hatırlaması da güzeldi. Asıl güzel olan ise, tek farklı skorun yeterli olmadığının bilincine varmak ve ikinci için tempoyu düşürmemekti. İkinciden sonrasında tercih edilen bol paslı rölanti oyun ise olması gerekendi.

Üçüncü için deli dana gibi saldırmanın anlamı yoktu çünkü. Bu, tabii ki hücumu artık düşünmeme anlamına gelmiyordu. Daha kontrollü, daha garanti bir anlayış söz konusuydu. Hızlı hücumlarla, rakibi eksik yakalama düşüncesi, Aydın’ın taşıdığı top, sonrasında Baros’un önce futbol balesi komikliğini andıran kayışı, ardından ise jeneriklere yakışan vuruşuyla gelen gol, belki de uzun bir aradan sonra ilk kez Sarı-Kırmızı gülen yüzleri görmemizi sağladı. Yenilerden Misimoviç hiçbir anlamda hazır gözükmedi. Cana, İnsua, Pino hâlâ bir var bir yokları oynamakta. Baros’un attığı gollerden çok, oynama isteğine alkışlarımız. Serkan, oynadıkça açılıyor, hücuma katkısı süperdi, özellikle ilk yarı. Servet, bu formuyla formayı kolay kolay kaptırmaz. Ayhan, her geçen gün biraz daha parlıyor, nazar değmesin. Ama yine bir duran top sonucu yenen ve artık ‘illallah’ dedirten kolay gol de, Galatasaray gibi ‘büyük’ bir takıma hiç yakışmıyor. Bu maçın ilk yarısında göze hoş gelen hücum ağırlıklı futbolda, Büyükşehir Belediye’nin tertemiz anlayışının da önemli rolü vardı kuşkusuz. İkinci yarıda Cim Bom’un geriye yaslanması bekleniyordu. Ama beklenmeyen, kontrataklarla yeterli sayıda pozisyon ve gol bulamamasıydı. Büyük bir handikap bu. Ancak benim hâlâ bazı kuşkularım var. Galatasaray’ın, Karabük’ün tarla zeminindeki oyun anlayışına bakmak gerek!

27 Eylül 2010, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Gölgesinden korkan Aslan!‘’

Hız kazanan Avrupa futboluna ayak uyduramadığımız, takımlarımızın Avrupa’daki performansıyla sürekli belgeleniyor. Bursaspor’un Valencia karşısında uğradığı felaket, skorun ötesinde, öncelikli olarak oyun anlamında çok acıklıydı. Kaldı ki, hâlâ ‘büyüğüm’ diye ortada dolaşmaktan yüzü kızarmayanların, üçüncü sınıf takımlar karşısında düştüğü aczi yazmıyorum bile!

Her alanda yaşanan köklü değişimler karşısında takındığımız ‘çakma’ tavır, futbolda da kendini gösteriyor ne yazık ki! Eloğlu hızlı düşünme, hızlı paslaşma, hızlı karar verme, topa daha çok sahip olma, oyunu rakibin tehlikeli bölgesinde oynama gibi ‘her an sonuca etki edecek keyif futbolu için’ hamleler üzerinde mesai harcarken, bizde bunun karşılığı ‘kontratak’ olmaktan öte gidemiyor. Oyunu kendi yarı sahanda kabul et, kaptığın topları uzun oyna, bir-iki tane savruk sprinterle de işi bitir! Bu topları ‘çalışılmış’ olarak isabetli atabilirsen Bursaspor olabiliyorsun, atamazsan da Sivasspor!
Sakın Bursaspor’un başardıklarını küçümsediğimi düşünmeyin. Yine de en iyisi onlar. Üstelik, büyüklerin birer kumdan kale olduğunun ayırdına vardılar! Ama konumuz ‘sürat futbolu’ olunca, onların da başarabildiği, yıllar öncesinin kontratak ustası Trabzon’unkinden fazlası değil! O günlerin Trabzon’u Avrupa’yı kasıp kavuruyordu, Bursaspor ise Türkiye’yi... Yine de bu anlayışı doğru/sağlam temellere oturtarak bir level üste atlayabilmeye en yakın takım onlar.

İçinde Galatasaray geçmeyen bir Galatasaray eleştirisi aslında bu yazı. Rezil futbolla geçilen, ama kazanılan son 3 lig maçının ardından teknik direktörü çıkıp da “İyi mücadele ettik” diyorsa, adı her zaman ‘umut’ olan bir geleneğin arkasından ‘Fatiha’ okuma zamanı gelmiş demektir çünkü! İçini sürekli gol yeme ve yenilme korkusu kemiren bugünkü anlayışın sonu, her 90 dakika ölüp ölüp dirilmektir, taraftarını da bu illete sürükleyerek... Oysa 90 dakika sonunda ‘Aslanlar’ gibi bir kere ölmek ve alkışlarla gömülmek, ama her seferinde küllerinden yeniden doğmaktır aslolan... Tüm Galatasaraylılar’ın genlerini oluşturan ‘hücum futbolu öğretisinin’ temelinde yatan budur. Birileri bunu hatırlamalı/hatırlatmalı artık!

23 Eylül 2010, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Helal olsun!‘’

Kanatları, bırakın oyunu rakip alana yıkmaya yardımcı olmayı, hâlâ isim olarak bile belirsizliğini koruyorsa... Orta sahası hem savunma, hem de oyun kurmak için sadece Ayhan Akman’a kalmışsa... Sağlık sorunu nedeniyle ‘yarım adam’ Harry Kewell, Ayhan Akman’la birlikte sorumluluk alan iki isimden biriyse... Savunma savunmaktan aciz, forvet top tutmayı bile beceremiyorsa... Tipik bir Bülent Uygun ürünü ‘dan-dun’ bir rakip de varsa karşında... Üstelik buna bir de berbat zemin eklenirse...

Üsteliğin de üsteliği... Trabzonspor yenilmiş... Bugün Fenerbahçe ile Beşiktaş kapışıyorsa ve biri ya da ikisi de puan/puanlar kaybedecekse... Bursaspor da, zorlu Gaziantep’te yarın sınav verecekse... Bu galibiyete şapka çıkartmak gerekir! Öp de başına koy derler adama sonuçta! Ama uslanmaz bir göze hoş gelen hücum futbolu aşığı olarak ben, bunun tartışmasız geçmişte dünyadaki sayılı temsilcilerinden olan Galatasaray’ı böylesine pozisyona girmekten bile aciz görmekten utanıyorum. Umarım utanması gerekenler de, o muhteşem ve hâlâ protesto etmeme tahammülünü gösteren taraftara layık olmak için onların binde biri kadar çabalar, hiç olmazsa bundan sonra!

19 Eylül 2010, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sizde hiç mi utanma yok‘’

Bir maç düşünün ki, sonuçta biri diğerine gazoz ısmarlasın! İki mahalle takımı oynasın örneğin ve oyunun adı da, ‘ben seni yendim’ olsun. Üst düzey diye nitelendirilen Galatasaray ile Gaziantepspor arasındaki 90 dakikalık mücadelenin tek futbola benzeyen anının penaltı vuruşu olduğunu düşünün ve sahadaki belki de en büyük profesyonel yıldızın (Harry Kewell) amatörce vuruşuna sahne olsun, o da tesadüfen gol olsun! Ve bu da maçın skoru olsun! O zaman birilerine hayırlı olsun!

Vallahi de billahi de, ne sahada dökülen futbolculara sözüm var, ne işini gereği gibi yapmadığı aşikar olan teknik adamlara... Tek eleştirmek istediğim kesim, laf olsun diye demiyorum bunu, hayatını ortaya koyan taraftarlara...

Siz ki, bırakın böylesine kötü oynayan takımı, böylesine umursamaz tavırlarla sahada gezinen oyuncuları protesto etmezseniz, işte layık olacağınız futbol da budur. Doğru yerde destekleyip, doğru yerde protesto etmezseniz ve sadece size sunulan rezilliklere, salt skor nedeniyle tahammül ederseniz, bundan fazlasını beklemeye de hakkınız yok.

Tamam, transferde geç kalan yönetimi eleştirdik haklı olarak, teknik adamı da yerden yere vurduk, futbolcuları da... Değişen hiçbir şey olmadı, olmayacak da böyle giderse... O zaman gün, isyan etme günüdür... Şiddete başvurmadan, ama yönetimden, teknik heyete, futbolcudan sağlık kuruluna kadar, takım kazandığında bile protesto etme zamanıdır. Açık bir davettir bu Galatasaray’ın futbolsever taraftarına... Skorseverler alkışlamaya devam etsin Polat’ı da, Rijkaard’ı da... Benden buraya kadar. Ya benim göze hoş gelen hücum futbolu oynayan Galatasaray’ımı verin ya da çekip gidin! Haddim olmayarak!..

14 Eylül 2010, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’İnsua ve Misimoviç‘’

‘Geç oldu, temiz oldu’ diyebilir miyiz Misimoviç ve İnsua transferi için, tabii ki hayır! Türkiye Ligi’ni araç, Avrupa’yı amaç gören Galatasaray geleneği söylüyor/söyletiyor bunu bize, Karpaty’e elenişin ardından... Çünkü inkâr edilemeyecek bir ‘genler’ gerçeğidir Avrupa, Sarı-Kırmızılı camia adına... O nedenle, ‘yönetimsel açıdan haklı gerekçeleri olsa da’, zamanında gerçekleştirilemeyen transferlerden ötürü Adnan Başkan her fırsatta eleştirilecektir. Bundan kaçışı yok yani!

Peki kötü mü oldu bu son dakika iki takviye, ona da kocaman bir ‘hayır!’ Gerçekten takımın arıza gösteren bir yönüne dozu yüksek antibiyotik etkisi yapacaktır İnsua ve Misimoviç, en azından bundan sonrası için... Oyunu rakip alana yıkmak, her büyük takımın öncelikli hedefi olmalıdır ki, bunun için de güçlü, hızlı ve bir ayağı sürekli rakip alanda olan kanatlara ihtiyaç duyulur ilkin. Galatasaray takımında bunun adı da, Sabri ve İnsua olacaktır, iyi de olacaktır.

Ayrıca savunma ve hücum blokları arasında koordinasyonu sağlaması bir yana, sürekli dikine oynayarak rakip üzerinde müthiş baskı uygulamasını beklediğim Misimoviç faktörü, Arda’nın omuzlarındaki ‘taşıması çok zor’ tonlarca yükü biraz olsun hafifletecektir ki, Kaptan’ın verimi en kısa zamanda katlanacaktır. Baros da, artık aralara atılacak derinlemesine paslarla da, ‘sıfırdan yapılan kesmeler haricinde’, ustası olduğu bu diğer bir ‘tek vuruş’ aksiyonundan da bolca yararlanacaktır.

Sabri, İnsua, Misimoviç, Pino, Cana gibi yeni kanların ‘her anlamda hazır olarak’ katılımlarının gerçekleşmesiyle birlikte oyunu rakip alana yığmayı hedefleyecek Galatasaray’da en büyük sorun, yine savunma anlayışında ortaya çıkacaktır, yani ‘bireysel dalıp gitmelere’ dikkat! Takım savunmasının, bir başına kalabalıklaşmayla eşdeğer olmadığının altını ısrarla çizmekte yarar görüyorum o nedenle...

Aynı topa iki stoper birlikte müdahale etmeye kalkışırsan... Rakibin hızlı hücumlarında, orta sahanın ve kanat beklerinin dönüşüne izin verecek süreyi tanıyacak oyalamayı yapmadan, ucuz kahramanlık ya da acemilik örneği sunarak ‘tek hamle’ riskine girersen...

Stoperlerin rakiple boğuşurken, ellerin belinde ‘bakalım n’olacak’ diye pozisyonu orta sahadan izlersen... Takımının baskı kurduğu anlarda, savunmanın arkasında oluşacak doğal boşlukları kaleci olarak bir libero gibi dolduramazsan...

Üzerine vazife olmadığı anlarda, yerine bir arkadaşını bırakmadan ‘Allah Allah’ nidalarıyla Don Kişot’luğa soyunursan... Üç atarsın belki ama, dört yersin çoğu zaman! Bu yanlışları alışkanlık haline getirenlerin de büyük takımda oynama hakkı olmaz o zaman!

09 Eylül 2010, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Galatasaray'ın gerçek gündemi‘’

‘Öyle şeyler duydum ki, açıklarsam yer yerinden oynar’ denir ve üstü kapalı geçiştirildiği izlenimi verilerek, sallamak istediğine yeterince sallanır ve sonra da susulur, hiçbir şey söylenmemiş gibi!Son yılların moda tavrıdır bu... Sözde VIP spor/futbol yazarları, nam-ı diğer ‘şöhret burjuvaları’nın yedirdiği ve yedirmeye devam ettiği pazarlama tekniği yani... Kimi de açıklar bu müthiş(!) duyumlarını, aynalı sazan misali... Yılların gazetecisidir aslında bir bölümü... Yine de bir anda sahip olduğu devasa boyuttaki şöhret ve parayı yitirme, gündemden düşme endişesiyle doğruluğunu araştırmadan kusuverir kulağına fısıldananları. Sonrası ‘fiyasko’ tabii... Ama olsun, yaptırım yok, utanma hak getire, üstelik muhattabı balık hafızası bir topluluk! En önemlisi de, artık ‘şöhretin ve reklamın iyisi-kötüsü olmaz’ anlayışı hakim bu topraklarda, koyver gitsin o zaman...

Ve gerçek bilgiden uzak öylesine iddialar yazılıp konuşuluyor ki, inanın bunların tümü benim kulağıma da geliyor. Gidin bir kahvehaneye, birahaneye, aynı şeyleri duyarsınız çevrenizden! Onların kahvehanesi, birahanesi de, ‘sıradan’ insanlardan uzak kalmak için özellikle seçtikleri fanus mekanlar! Hiçbir farkı yok yani!

Aslında bir fark var! Benim kulağıma fısıldayan iktidar ya da muhalefet değil, hiçbir çıkarı olmayan sıradan taraftarlar! O nedenle benim kullanılma durumum söz konusu değil. Ama ya onlar... Siz hiç iktidarın kendi aleyhine bir haber uçurduğunu ya da tam tersi muhalefetin iktidarın lehine bir konuyu gündeme getirdiğini duydunuz mu... Rastlayamazsınız da... Ve yorum yapan bu insanlar şu gerçeği bilmiyor mu, iktidara yakınsan muhalefetten ‘tık’ alamazsın, muhalefetin ‘adamıysan’ iktidara ancak karşıdan bakarsın! Peki bilgiye nasıl ulaşacaksın o zaman... Geçti Bor’un pazarı, sür eşeği Niğde’ye ağalar! İnternet sağolsun bundan sonra, dış basın veya şansın... Ya da dedikodularla yetineceksin! Kulüpler artık spor kulübünden başka her şeye benzer oldu. Ellerinde olsa, takımlarının maçlarını da onlar yayınlayacak. Hepsinin gazetesi, dergisi, televizyonu, satış reyonları, banka kartı, telefon kartı, suyu, gazozu, rakısı var. Bilgiyi sana mı yedirecek, yandaş medyası dururken! Hadi ordan, açıklarsa ortalık birbirine girermiş, biz de yedik!

O nedenle siz siz olun, futbolsever olarak kendi masum ve basit gündeminizden sapmayın, bu şöhret burjuvalarının ‘kendi çıkarlarını korumaya yönelik’ yönlendirmelerinin peşine takılmayın Galatasaraylılar. Sahada güzel futbol, dürüst oyun var mı, ona bakın. Size ne Polat’tan, size ne Sezgin’den! Ortada varsa bir suç, yasalar orada... Varsa yönetimsel bir eksiklik, seçim zamanı sandık da ortada!

03 Eylül 2010, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI