Arama

Popüler aramalar

‘’Aragones, Bulgones‘’

Yaklaşık 20 dakika, tek paslarla ileride, geride sahanın her yerinde ezici bir üstünlük kurdu Portolular. Ayaklarında top tutmadan, tıkır tıkır oynadılar.
Bu arada, haklarını yememek gerek, doğrusu bizimkiler de ayaklarında top tutmadı ya da tutamadılar. Gökhan, Lugano, Yasin, Carlos, Selçuk, Uğur ve ne ilginçtir ki Emre. Topu tutup iki metre yana bile pas yapamadılar. Takımı ileri taşıyamadılar. Hadi diğerleri neyse de, yılların deneyimi Carlos ve teknik yeterliliği şüphe götürmeyecek Emre’nin bu konudaki zaafiyeti, gerçekten hayret vericiydi.
Lugano, üçüncü gole neden olan pozisyon hariç, savunmada rakibe karşı gelebilen, Maldonado da orta sahada savaşıp adam kovalayabilen, Alex topla buluşturulursa takımını ileri taşıyabilen, Güiza da, forvet göre- 0 vini tek başına üstlenen oyuncusuydu Sarılılar’ın. Bir Şampiyonlar Ligi karşılaşmasına yakışan sadece bu dört isimdi dün akşam Fenerbahçe’de.
Uğur’un topu her alışında önce bir geriye dönmesi, artık her karşılaşmada görülen bir klasik sanki. Oysa futbolda, özellikle atağa çıkarken, saniyenin yarısı bile ne kadar önemli! Josico geldiği gibi gidince, diğerleri yetmezmiş gibi bu kez sahaya Burak, sonra da Kazım Kazım girdi. Fenerbahçeliler’in sabrını sınıyor birileri!
Tıpkı, Süper Lig’de olduğu gibi ileri gitmekte çok zorlanıyor Sarılılar. Çıkamadıkları, ulaşamadıkları yerde, doğal olarak da çoğalamıyor ve üretken olamıyorlar.
Buna mutlaka bir çare bulmalılar. Aksi halde, ne kadar hedef varsa önlerinde, hepsinden mahrum kalırlar. Kim bulacak; tabii ki Aragones. Eldeki malzeme bu hocam. Aragones: Bulgones...

18 Eylül 2008, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bu bir şey değil!‘’

Fenerbahçe’nin tüm branşlarda olduğu gibi, futbolda da büyük hedefleri olduğunu biliyoruz. Bu nedenle hem kalesinde hem de savunmasının gerisinde, iyi yedeklere gereksinimi olduğunu belirtmiştik, bir süre önce, üstüne basa basa.
Dün akşam Can ve Yasin ikilisi, Lugano ve Edu’nun yokluğunda bu eksikliği gözüne soktu adeta, ilgili herkesin. Can, goller ve penaltı pozisyonunda biraz daha öne çıksa da, Yasin de ondan geri kalmayacak kadar kötüydü. Pozisyon alma, zamanlama, gerektiğinde rakibi ofsaytta bırakabilecek tek hatta oynama konusunda, her ikisi de son derece yetersizdi. Şimdi Volkan da yok, en az bir hafta.
Belki, Şampiyonlar Ligi’nin çok önemli bir maçında da olmayabilir, Volkan, Lugano ve Edu üçlüsü. Arsenal’e karşı mesela. Genç Volkan Babacan kalede, önünde Can ve Yasin. Hâl böyle ise, kimse büyük hedefler için, büyük laflar sarf etmesin...
Gökhan sağda, Uğur solda formsuzluklarının doruğunda. Josico zaten siftah yapıyor, sahanın en yabancısı konumunda. Maldonado da insan sonuçta. İki el, iki bacak, bir kafa; nerelere, nereye kadar yetişebilir ki, tek başına. Kazım; Kazım, Burak; Burak, Önder; Önder, Gürhan; Gürhan sonuçta. Güiza’nın ise, belli ki sinir sistemi çökmüş durumda. Herhalde ondan kötü son vuruşları. Aşırı sinir veya heyecan adeleyi kasar ya!
Hakemi boşverin, takılmayın. Hacettepe’yi de rakibinden dolayı fazla abartmayın. Alex’i abartabilirsiniz ama. Sonuç ne olursa olsun, onu seyretmenin keyfi bambaşka!

14 Eylül 2008, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Teselli‘’

Nedeni, uzun zamandır hasret kaldığı Kadıköy ateşi miydi bilinmez ancak, deli danalar gibi girdi Tuncay oyuna. “Her yerde sen, her şeyde sen, bilmem ki nasıl söylesem” misali... Bu sadece 8 dakika sürdü, sora birkaç dakika daha direndi, “devam edebilir miyim” diye ve çıktı. Başlarda kanatlar zaten verimsizdi, Mehmet Topal kesici özelliğiyle yine iyi, topu kullanırken ise yine yetersizdi. Bir tek Emre vardı yani, bu oyunla Tuncay’dan sonra çare olabilecek. Bir kişiden medet ummak, çare beklemek midir yoksa mucize mi, o da tartışılır tabii!
Solda Arda da alternatif olabilirdi beklentilere, yeteneğince oynayabilseydi. Oysa, en basit ortaları, pasları bile, ayağına yakışır şekilde değil de, basitçe kullandığı bir günündeydi. Kazım ise, zaten Kazım. Bir mükemmel, bir facia! Onu anlayabilmek için öncelikle tercüman lazım!
Yaratıcılıkta, üreticilikte başarısız olup, bir de en basit pozisyonda adam almayı beceremeyince golü de yedik, ne yazık ki. Mehmet Topal ve Gökhan Zan, en önemli gol silahları Sonck kafayı vururken, onun birkaç metre uzağında ve boş vaziyetteydi...
Kazım’ı alarak doğru hamleyi yapan Fatih Terim, keşke Arda’nın bal yapmayan arılığına da bir formül yazabilseydi. Sol tarafta Çağlar zaten çıkmıyordu, bir de Arda etkisiz kalınca, bu taraf resmen kilitlendi. Mevlüt’ün girişiyle üç forvete dönmüşken, doldur boşaltlarda Servet’in de rakip ceza sahasına girip, orayı iyice kalabalıklaştırması ve bol faulle oynaması ise aleyhimizeydi.
Emre’nin birilerine kapak olan golüyle ayarımız olmayan bir takıma hiç olmazsa yenilmedik. Bu da, akşamın tek tesellisiydi...

11 Eylül 2008, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Fenni bir yazı!‘’

Yaklaşık 15 milyon genç ya da küçük genç yeni öğrenim yılına başladı hafta başı. Kimileri okulu kırdı yaz sıcağından istifade, kimileri şimdiden yıl sonu sınavının havasına girip ‘inek’lik etmeye başladı ilk günden! Kimileri, kayıt olacak bir okul bulmak için kapı-kapı dolaşarak, kimileri ise bu şansı bile yakalayamadan geçirdi ilk günü. Hepsi, birbirinin önünü kesmek üzere yetiştirilecek, bir sorunun doğru cevabının kaç kişiyi geride bırakacağı enjekte edilerek büyütülecek, 15 milyon genç veya küçük genç! Yeni öğrenim yılları hayırlı olsun!

İnsanlarımızın bir çoğunun bilinç altındaki bu ön kesme meselesi, gerçekten de okul sıralarından mı kalma acaba? Mesela; geçen hafta Yıldırım Demirören “Önümüzü kesemezler” mealinde bir açıklama yapmıştı. Önceki gün de Adnan Polat “Bizi kimse durduramaz” şeklinde bir cümle ile daldı mevzuya.
İşte, bakın! Bu ülkede, birileri sürekli birilerinin önlerini kesmeye çalışıyor ya; ondan bu feryat, bu figan. Fenni kesiciler ülkesi mübarek; herkesin bir elinde şey, diğerinde makas. Denk getirebilirse, ne alâ!

Galatasaray’ın ya da Adnan Polat’ın Galatasaray’ının önünü, kim kesmeye çalışıyor olabilir acaba? Devlet mi; söz konusu Mektep-i Sultaniye ise asla! Vergi borcunu da bağışlar, stadını da ayarlar, sponsorunu da bulur, hatta yanında naylon tarak niyetine bir de kapalı salon bedava!
Kulüpler Birliği Başkanı Aziz Yıldırım olabilir mi? Yok canım, ne alâka! Tüm olumsuzluklara, daha kötü kadrolara, borca, yatırılamayan harca rağmen, son üç sezonun ikisini şampiyon olarak tamamlamadı mı Sarı-Kırmızılılar. İrlandalı olsa gerek, bu kez fenniler! Belki de, kulübü liseli olmayan birine teslim etmeyi içlerine sindiremediler!

Toplu taşıma araçlarında, hastane kapılarında, memur sınavlarında, Ziraat Bankası önlerinde, ‘yardım’ maskeli insan sömürülerinde, stat turnikelerinde, toplu sünnet törenlerinde, ‘ön kesme’leri çok gördü bu halk. Daha pek çok yerde gördü ve görmeye devam etmekte de, yazımızın sınırı belli. Dedik ya zaten, millet top yekün fenni!
Baksanıza, biz ‘iktidarı kayırıyor’ diye eleştirip dururken kendi aramızda, ekmek teknemizin büyük patronu bile ön kesmeye çalışıyormuş da farkına varamamışız. Hem de koskoca başbakanın önünü!
Bu, kesilmiş haliyse eğer, yaratan kesilmemişinden korusun milleti...

10 Eylül 2008, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Maskeli balo!‘’

Maçın adı ‘tarihi’ ancak bunun futbolla uzaktan yakından ilgisi yok tabii ki! Yeşil, ancak engebeli arazinin üzerinde fazla bir olay yok tarihe kayıt düşülecek. ‘+ 2’sini de sayarsak, koskoca bir 47 dakika, sonra ikinci yarıda bir 10 dakika daha... İstanbul Amatör küme karşılaşması gibi. Süper Amatör bile değil yani!
Biz onlardan hem daha iyi, hem daha tecrübeli bir takımız. Ancak bu ayrıcalık saha üzerinde hiç belli değil ki. Hani, adamların mücadele güçleri yanında biraz da özgüvenleri olsa, ürkekliklerini üzerlerinden atabilseler; biz o kadar eminken zaferden, her an değişebilecek gibi işin şekli...
Ardından, Fatih Terim’in henüz ilk yarıda aklına getirip uygulamadığı, iki net pozisyonu harcayan Mevlüt’ü kenara çekip, Kazım’la hareketlenmeyi tercih eden değişikliği. Bizimkiler, şimdi daha aktif gibi. Derken; Kazım pas, Tuncay gol 1-0.
66’da bu kez golleri kaçıran değil, atan Tuncay dışarıda, Ayhan içeride. Ki, bu da iyi bir tercih gibi. Şimdi daha da aktifiz sanki. Aurelio kafayla indirdi, Semih milli takımın da golcüsü olduğunu belgeledi; 2-0...
Çok iyi bir oyun yoktu belki, ancak çok iyi bir sonuç bu, Dünya Kupası Elemeleri’nin başlangıcı için. Üstelik sezon henüz başlamışken, takımlarımız kadar oyuncularımız da form düzeylerini yukarılara taşıyamamışken, deplasmanda kazanılan 3 puanla turnuvayı selamlamak sevindirici. Sportif olmasa da başka anlamlarda, tarihi önem taşıyan karşılaşmayı, Ermenistan’da izleyen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ayağı uğurluymuş demek ki!

07 Eylül 2008, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kutlu olsun!‘’

Misafirin yapabilecekleri, sadece ve sadece ev sahibinin verdiği izine bağlıydı. Güç dengeleri yoktu çünkü arada. Bir de buna zaten gücü daha az olanın bir kişi eksilmesini ekleyin ve bekleyin...
Ne bekleyebilirsiniz; öncelikle ev sahibinin boğucu baskısını. Ne bekleyebilirsiniz; teknik kapasitesi yüksek ayakların, ilk yarının kalan 15 dakikasında gole ulaşarak, gösteri yapmasını. Boş kaleye kaçırılan pozisyonlar, direkten dönen toplar, “AH!”lar, “VAH!”lar bekleyebilirsiniz...
Tribünde ve de taraftarsanız, bu büyük baskı karşısında goller kaçsa bile keyifle takımınıza destek verir, harcadığınız parayı ve zamanı helal edersiniz. Futbolseverseniz sadece, tarafsızsanız yani, esneyeceğinize, keyfini çıkarır futbol akşamının, eğlenirsiniz...
Yoktu, hiç biri yoktu! Ne eğlenebildi, ne hop oturup hop kalktı dün akşamın ilk yarısında hem tribünde hem televizyon başındakiler. Tabii doğal olarak, yine Fenerbahçe’ye hayret ettiler. Kazım’a, Gökhan’a, Carlos’a mesela... Alex, Semih, Güiza bir şeyler yapabilirlerse pozisyon gelecek, Maldonado süpürüp, Lugano ve Yasin çarpışırken, diğerleri seyredecek...
Sonra bir kişi daha eksilince misafir; eh tabii ki, goller gelecek. Geldi de: Maldonado pası verdi Kazım gönlünce eğlendi! Güiza kendisi birkaç tane kaçırsa da, yine nefis bir asistle iyi bir forvet olduğunu belgeledi. Maç da bu dakikada bitti.
Dün Zafer Bayramımız’dı. Paralympic takımımıza başarılar dileyen pankartla çıkıldı sahaya. Geçmiş Zafer Bayramımız kutlu olsun, o zaman! Geçmiş olsun yani!..

31 Ağustos 2008, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hayırlısı!‘’

Partizan ve Gaziantep deplasmanlarının ilk 30-35 dakikalarındaki oyunuyla büyük hayal kırıklığı yaratmıştı Fenerbahçe. İş bu nedenleydi, dün akşamki maç öncesi kaygılar. Rakip aslında denk ya da eşdeğer değildi ancak, ya Kanarya kendi kendine yenilseydi!
Edu, Vederson, azıcık Deniz, Selçuk, Emre, Tümer, Deivid, biraz Semih ve belki ismini şu an hatırlayamadığımız bir sürü sakat. Eksik de çoktu yani.
Ön libero sorunu ya da orta alanın savunmaya neredeyse hiç, forvete şöyle böyle verdiği katkı yetersizliği ciddi problemdi. Neyse ki, “Fenerbahçe gibi takımda bu adamın ne işi var” denilen Maldonado, akşamın iyilerindendi. Uğur ve Kazım genellikle geriye ve rakibe servisle mesai tüketirken, çöpçü tek başına doğrusu iyi direndi.
Sarı-Lacivertliler her türlü olumsuzluğa, eleştiriye rağmen, oyunun mutlak hakimi ve 1-0 önde de olsa, insan yine de merak ediyor, “ne olacak şu Kazım’ın hali?”...
Mahallede oynamaya devam ediyor hala çocuk. Takımıyla hiç ilgisi yok sanki, kendi havasında, kendi kafasına göre takılıyor. Akıl, fikir Kazım’a, sabır Aragones’e ve Sarı-Lacivertli taraftara. Gerçi onların çoğu, şov yapanları sever ya!..
İyi forvet Güiza’nın pası ve Alex 2-0 yetti ya! ‘On dönüm bostan, yan gel yat Osman’...
Yatarsan, en zayıf noktanı, savunmanın arkasındaki boşlukları, orta alanı rahat geçerek kullanır ve seni tam eğlence zamanında sıkıntıya sokarlar. Soktular da!
Neyse ki, uzatmaya gitmeden bitti. Fenerbahçe kendine rakip bile olmaması gereken Partizan’ı eleyip, ligine yeniden katılmayı hak etti. Hayırlısı olsun. Hedef en az çeyrek final söylentisi çok fazla, bu takımın şu haliyle bu çok zor, haberiniz olsun!

28 Ağustos 2008, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’İlk hamle‘’

İlk hamlede rakibe basmak, sokak aralarında gelişmeye başlayan, futbolun en basit ilkelerindendir. Rakip savunmanın arasına, bunda zorluk çekiliyorsa arkasına toplar gönderip, pozisyon yaratmaya çalışmak da öyle...
İşte Gaziantepspor, sadece bu iki basit futbol ilkesini kullanarak, koca bir 35 dakika, Fenerbahçe’yi korkutmayı ve sindirmeyi becerdi. Rakibinin bu basit metodunu kıracak alternatifler üretemeyen Sarı-Lacivertliler de bu süreyi, oyun kuramadan, üstünlüğü ele alamadan ve dolayısıyla pozisyon bile bulamadan geçirdi. Kazım ve Uğur’dan dolayı kanatları da işlemeyince, uçması beklenen Kanarya sadece gezindi. Fenerbahçe geleneklerine aykırı şekilde, uzun toplarla buluşturulmaya çalışılan Güiza ve büyük usta Alex’in çok şeye kadir yeteneği, takımın gol için tek ümidiydi...
Tabata, Beto ve Mehmet Yozgatlı daha özgüvenli, inançlı ve kararlı olabilseler, karşılaşmanın ilk yarısı, beklenmedik bir sonuçla bitebilirdi. Tıpkı, Fenerbahçe’nin Partizan deplasmanı gibi değil mi?
Yine ikinci yarıda rakibi yoruldu, kontrol Fenerbahçe’nin eline geçti. Ancak üstün olunan dakikalarda gol gelmedi. Sırbistan’da hakem daha kolayını çalmıştı, Deumi’nin Güiza’ya yaptığına Yıldırım “burası Türkiye, devam” dedi. Maç döndü; Maldonadolu, Kazımlı, Uğurlu, Buraklı, hatta Gökhanlı şampiyon adayı, Deumili, Muratlı, Zuritalı, Tabatalı Gaziantep-spor’a boyun eğdi!

24 Ağustos 2008, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI