Arama

Popüler aramalar

‘’Mesele yok!‘’

Üç puanlı sisteme geçilen 1987/88 sezonuna kadar 8 kez, ikinci ya da üçüncüler şampiyondan daha fazla kazanan taraf olmuşlar. Ne var ki, daha fazla kazanmalarına rağmen, mutlu sona ulaşamamışlar.
Üç puana geçildikten sonra, yani kazananın hanesine 2 değil 3 puan yazdırdığı son 21 sezonda ise, böylesine bir anormallik yaşanmamış. Kaybetmemek için değil, kazanmak için oynayanlar, sonunda gerçekten kazanmış...

Kazanan haklıEn fazla kazanan takımın şampiyon olması iyi bir şey. Ayrıca, en fazla kazanan takımın şampiyon olması, diğerlerinin fazla konuşmasına engel olabilecek de bir şey, taraftarlık noktasında. Sonuçta, kazanana gitmiyor mu puanın hası. Yenilgi boş kutu, beraberlik teselli ikramiyesi, galibiyet üç katı...
En fazla yenilenlerin küme düşmesi de iyi bir şey. Bir bakıma, aynı durum yani. En fazla kaybeden sensen, kaybetmeyi gerçekten hak etmişsin demektir. Sonuçlarına katlanacak, boş otobüs gibi son durağa gideceksin...
Bu gözle ve anlayışla bakınca puan cetveline, son derece adilane bir tabloyla karşı karşıya gelecek, kazanların haklı olduğunu, kaybedenlerin dipte durduğunu farkedeceksiniz.

Gerisi anlamsızİşin matematiği gözönüne alındığında, mesele yok yani sezonun bitimine bir hafta kala. Geride kalan haftalarda neler olmuş, bilinçsizce ya da bilinçle ne hatalar yapılmış, savunmalarda, orta alanda, son vuruşlarda. Düdükler ve bayraklar da önemli değil işin sonunda. Ağustos’un yakıcı sıcaklarında, patates tarlalarında, buzlu zeminlerde oynanan oyunlar ve ne varsa geride kalan puan cetvelinin dışında, kolayca unutulacak, pek de anlam taşımayan safsata.
En çok kazanan haklı. En çok kaybeden haksız. Puan cetveline bakıp, bunun ne kadar doğru olduğunu, bir kez daha anlayacaksınız. Her ne kadar puan cetveli, bakkal defteri, matematik veya mantıkla pek ilgisi olmasa da hayatın, hemen her tartısı böyle yaşamın. Cetvel olur, defter olur, extre olur önüne konan, içeriği değil, toplamı önemlidir artık. Artı - eksi hesaplar senden yanaysa kazanırsın...

06 Mayıs 2008, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Afiyet olsun‘’

Karşılaşmadan önce, en azından tribünlerdeki onbinlerin beklentisi, sevdalı oldukları takımın sezonun son iç saha karşılaşmasında kendilerine futbol gösterisiyle veda etmesiydi. Sivas’tan gelecek haber ne olursa olsun, bu haklı beklenti her şeyden daha önemliydi...
Buruk, ancak coşkulu bir veda öpücüğü gönderebilirdi futbolcularına, Sarı-Lacivert’e gönül verenler. “Canınız sağolsun. Siz yeter ki böyle oynayın, bizi gururlandırın” anlamında...Ne var ki, yeşilliğin üzerindeki görüntü hiç de öyle değildi. Rakibini oyunun ilk dakikalarından itibaren sahasına hapsetmesi, baskı kurması, gol üzerine gol kaçırması beklenenler, pozisyon üretmekte bile zorlanıyorlardı. Bırakın pozisyonu, sözde şampiyonluk kovalayan Fenerbahçe, üst üste iki pas yapmakta bile oldukça zorlandı... İlk yarının son dakikasında kimin, nasıl attığı belli olmayan gol bile değiştirmedi Kanarya’yı. Öyle ya da böyle karşılaşmayı ve üç puanı kazandı ancak, kendilerine tüm sezon boyunca hep ve tam destek veren salkım saçak onbinlere, bir teşekkür edemedi futboluyla...
Sezon ortasında gelen ve yaşadığı sakatlık nedeniyle beklentilere cevap veremeyen Maldonado ile maça başlanması, Selçuk’un çoğunluğun görüşüne göre haksızca yedek kalması, Deivid’i sola çekme düşüncesinin saçma bulunması, Kazım’ın, Ali Bilgin’in birden ortaya çıkması, vs, vs... Çok şey söylenebilir, hem Zico hem futbolcular için. Kaçan balık içinse, Bursa maçı ve o maçın kadro seçimi çıkış olarak alınabilir. O karşılaşmadan sonra, “Biraz erken gibi gelecek, ancak Fenerbahçeliler lig şampiyonluğu için şimdiden bir bardak soğuk su içsin!” demiş ve bolca azar işitmiştik mail yoluyla. Yine de, afiyet olsun Kanaryalar’a...

05 Mayıs 2008, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Doğru söze ne denir?‘’

Galatasaray teknik heyetinin Nonda’yı kenara alması ne kadar saçma ise, Maldonado’nun sahada kalması da, bir karşı misilleme olarak en az o kadar ahmakçaydı. “Fenerbahçe neredeyse pozisyona giremeden bir şampiyonluk maçı oynayacak” deselerdi, inanmazdık. Ama oldu işte. Bu klas, gücü yüksek, hedefleri yükselmiş takım, dut yemiş bülbülü oynadı. Bu şartlarda da Galatasaray’ın amatör mücadelesi maçı almaya yetti.
(Basri Baykoç)

Oyun uzatma dakikalarına kadar Galatasaray’ın inisiyatifinde geçti. Daha dikkatli olan, daha çok isteyen, daha çok mücadele eden, daha çok farkında olan Sarı-Kırmızılılar’dı. Ve canlarını dişine taktıkları karşılaşmada hak ettiklerini de aldılar.
(Hasan Ali Atasoy)

Galatasaray, Fenerbahçe’nin hiç sevmediği ama, futbol gerçeğinin sevdiği gibi oynadı. Savunmanın temel ilkelerinden taviz vermedi.. Böylesi bir mücadele örneği sonrası Cevat Güler’e, ekibine, futbolcularına ‘HELAL OLSUN’ demek yakışır.. Dün gecenin en belirgin sonucu; Galatasaray’ın taktik düşünce ve motivasyon anlamında, rakibinden kat kat iyi hazırlandığı gerçeğidir.
(Oğuz Dizer)

Ligin şampiyonunu belirleyebilecek önemde bir maçı Galatasaray kazandı. Futbol yönetimine dahil bütün inanışları salladı. Katkı yapmak için alınan yabancıların sadece biri sahada olacak, teknik direktörünüz olmayacak, takımı, “Abiler” yapacak, yönetiminde istikrar ve sahada ideal onbirin olmayacak, sen 32. haftaya iddialı girecek ve sende olmayan her şeye sahip kulübün temsilcilerini yerler bir edeceksin.
(Hakan Can)

Yukarıdaki satırlar; FANATİK yazarlarının derbi maçı yorumlarından alıntılar. Aşağıdakiler de, bizim haftalık panorama yazımızdan:
Yönetimsel her türlü hataya, karmaşaya rağmen, pazar akşamki derbiyi baştan sona alıp götüren, bir dakikasında bile rakibe rahat vermeyen ruh, sadece bilinen Galatasaray ruhunun değil, gerçek takım ruhunun, sporcu ruhunun dışa vurumudur. Bunu anlayabilmek, bununla bire bir mücadele edebilmek ve o seviyeye çıkabilmek için, gerçek sporculardan kurulu birliktelik gerekir. Futbol oyununun gözardı edilemeyecek en önemli özelliği; daha iyi, daha kaliteli ya da daha tecrübeli olmanın, kazanmak için asla yetmeyeceğidir...

30 Nisan 2008, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ruh meselesi!‘’

Pazar akşamını baştan sona alıp götüren; gerçek takım ruhu, sporcu ruhudur. İhtiyacı olanlara duyurulur; Galatasaray’da bolca bulunur.

İki hafta daha beklemeye gerek yok. Peşinen ve belki de çok geç, söylemek veya itiraf etmek gerekir ki; sezonun en başarılı takımı Sivasspor. İstediğiniz ağırlıkları, istediğiniz kefelere koyun ve tartın; ligin sonu nasıl biterse bitsin, farkında olun farkın!
Fenerbahçe’nin gelişimini, Avrupa macerasını, hocasız, transfer özürlü Galatasaray’ın hâlâ zirvede yer alışını bir kenara koyun. Sivasspor gibi, kendi yağıyla kavrulan bir takım hâlâ şampiyonluğun favorilerinden biriyse liginizde, ona ayrıca saygı duyun. İşte futbol böyle basit, sürprize açık ve sadece somut, maddi verilerle tartılamayacak bir oyun...
Ekip olabilmek!
İstemek, gayret ve azim göstermek yetiyor çoğu zaman ya da sadece en basitini oynamak, bir ekip karakteriyle. Senden üstün gibi duran veya görünenlere karşı bile. Hayır! Sivasspor’un mevcut durumu değil, son cümlede kastettiğimiz; Galatasaray’ın Fenerbahçe’yi sezonun en kritik karşılaşmasında eze eze yenişi...
“Eze, eze de nereden çıktı, attıkları gol bile rakiplerinin hediyesiydi” demeyin. Karşılaşmanın tamamında, sahanın hemen her bölgesinde, bire karşı üç koyulan baskıyı, isteği, iradeyi, inanmışlığı, rakiplerinin gücüne gösterdikleri saygıyı ve öncelikle bu saygı nedeniyle kazandıkları başarıyı görmezlikten gelmeyin.
Her şeye rağmen
Yönetimsel her türlü hataya, karmaşaya rağmen, pazar akşamki derbiyi baştan sona alıp götüren, bir dakikasında bile rakibe rahat vermeyen ruh, sadece bilinen Galatasaray ruhunun değil, gerçek takım ruhunun, sporcu ruhunun dışa vurumudur tamamen. Bunu anlayabilmek, bununla bire bir mücadele edebilmek ve o seviyeye çıkabilmek için, gerçek sporculardan kurulu bir birliktelik gerekir. Futbol oyununun göz ardı edilemeyecek en önemli özelliği; daha iyi, daha kaliteli ya da daha tecrübeli olmanın, kazanmak için asla yetmeyeceğidir.
Lincoln’le şampiyon olamazsınız mesela, ama Mehmet Topal’la olabilirsiniz...

29 Nisan 2008, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Tebeddül!‘’

Dersaadet’de, Osmanlı tahayyürü rahmetli Ali Sami Yen Beyefendi’nin adıyla yad edilen futbol mahallinde, Hakan Şükür efendi ve arzu-darlarının kutlu heftesinde, bu mevsimin en ehemmiyetli müsabakası vuku buldu, di şamgah.
FANATİK ceridesi olarak, evahire kadarki neşriyatımızda, bu mühim müsabakanın ehemmiyetini intikal ettirirken, “aceba” diyerek hakiki gayeden tebaüd edip, şu temaşa icraatının hedefinden inhiraf etmekten endişe duymuştuk hep.
Fazla şükür, istisnalar dışında bir mesel hasıl olmadı, endişelerimize dair.

Hasıl-ı kelam; Aurelio, Mehmet Topal ve Ayhan Beyefendiler vusta sathın nafında, teskince ter ifrağ ettiler. Müdafaalarda ise, ecnebi Edu ve bizimkilerden Emre hayli gayret sarfettiler.
Müstakillen, müstaid Gökhan ve Arda efendiler müşahede altında olmalarına rağmen, fevclerine cidden püştiban hizmet ettiler.
Alelhusus, Arda Bey adeta raks eder gibi tahrif ediyordu, Gökhan Beye rağmen aleyhtekileri.
Fenerbahçe’nin alüfte olunan zaferyab neticeleri malum olduğundan, dün yatsı vaktinde ihraz ettikleri şikest, adi bir vaziyet olarak idrak edilmedi.
Sarı-Lacivert cameli tarafdaranlar, ilticagah ettikleri Mecidiyeköy’ü, ahirülemr ahzen terk ettiler.
Müsabakanın hakemi Fırat Bey de, ağlatlarına rağmen mühakematında umumen muvaffak oldu.
Anane tegayyür gösterdi, mutaassıplar sernigun olmadı bu sefer.
Sernüvişt, tecelli; malum muhassala vuku bulmadı yani...

Umarız bir şeyler anlamışsınızdır yukarıdakilerden. Anlamanız gerek artık, çok geç olmadan! Deveran dönmeden, tebaüd etmeden Cumhuriyet’ten! Tebeddüle uğruyoruz çünkü, ayaktopuyla bile alakadarken!

28 Nisan 2008, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yine bekleriz‘’

Bir futbol sezonu daha bitmek üzere. Sadece üç hafta kaldı, birilerinin delicesine sevinip, birilerinin dünyanın sonu gelmişcesine üzülmeleri için. Sanki, bir kaç ay sonra yeniden başlamayacakmış gibi, aynı heyecan ve mücadele...
Sadece üç hafta kaldığından, artık iyi futbol beklemek de ‘nafile’dir, nedense! ‘Su’ya ‘bu’ dediğimiz günlerden beri böyledir mesele. Üstelik, baskıdan ve acil puan gereksiniminden dolayı futbolun iyisini oynayamayanlarla da sınırlı değildir olay. Rahatlıktan, ununu serip, eleğini asmışlıktan, hedefsizlikten dolayı dökülenler de vardır işin cabasında...
Sezonun başlarında, henüz tam olarak hazır olamadıklarından, zaten iyi futbol pek fazla beklenmez kimseciklerden. İlerleyen haftalarda, ilk yarının sonlarına doğru, yani kasım-aralık aylarında da düşüş görülmesi çok doğaldır futbol oyununda; mart-nisan aylarındaki gibi...
Böyledir nedense, öğrendiğimizden, işin içine girdiğimizden bu yana. Böyledir nedense, futbol endüstrisinin en büyük nimeti olan, ‘seyirci’ gerçeğine rağmen. Direkt olarak ‘taraftar’ı muhatap almakla ilgili bir şey olsa gerek bunun nedeni. Yani, futbolseverler; futbolun kaybedenleri... Hâl böyle olunca, abartılı övgüler üretmek çok doğaldır, zaman zaman da olsa iyi oynayanlara. Hatta küme düşseler bile...
Delikanlı gibi
Mesela geçen sezon Antalyaspor’du düşmesine rağmen övgüyü hak eden ve ayrılışına üzülünen. Bu sezon da Kasımpaşa var, ligden gidişine rağmen övgüyü ve özellikle de saygıyı hak eden. İlk haftalardaki, acemiliğe bağlı başarısızlığın ardından, kaybetse bile oynadığı pozitif oyunla beğenilen ve bu dönemde bir çok puanı ‘şanssızlıkla’ yitiren, Paşa gibi dik duranların ligimize dönmesi gerek yeniden.
Şu sıralar, un-elek rahatlığı, daha doğrusu sorumsuzluğuyla ortalığın şaibe denizine dönmesine neden olanlar yerine, delikanlı Paşa’yı ister tabii ki her dürüst insan. Adam gibi adamlar vardır, sporcu gibi sporcular, takım gibi takımlar. Teşekkürler Kasımpaşa. Süper Lig’de yeniden görüşmek dileğiyle...

22 Nisan 2008, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Al bunu at!‘’

Karşılaşmanın 17. dakikasında Kezman’ın boş kaleye kaçırdığı pozisyon, hem ruh halinin açık bir göstergesi hem de ilk devrenin en ilginç anıydı. Asli görevi gol atmak olan, onun tecrübesindeki bir futbolcu bu fırsatı harcıyorsa, üstlerinin veya yanındakilerin mutlaka bir şeyler yapması gerekir. Yapılmazsa, tıpkı bir hafta önce Ankara’da yaşandığı gibi, bu adam kalan üç haftada Fenerbahçe’nin başına yeni çoraplar örebilir.
İkinci yarının en ilginç anı ise 53. dakikadaydı. Yani, mükemmel bir organizasyonla kaleciyle karşı karşıya kalan Uğur’un, kaleye vurmak yerine Kezman’ı tercih ettiği, ciddiyetsiz pası attığı an. Hani, az önce kelamını ettiğimiz ‘Kezman için bir şeyler yapmak’ misali!
Ne var ki, takımı 1-0 önde iken kendini son vuruş yetersizi gösterebilecek bir tercihti bu. Takımı 1-0 öndeyken başkanına, yönetimine, teknik direktörüne ve takım arkadaşlarına haksızlık gibi atılmış bir pastı bu. Belki en önemlisi, takımı 1-0 öndeyken, zaten geçen haftadan stresli taraftarlarını çileden çıkarabilecek bir yanlıştı. Üstelik, gol attırmak istediği arkadaşı Kezman’ı da son derece aşağılayıcıydı. “Al, bari bunu at” dercesine. Niyeti öyle değildi ancak, görüntü buydu. Onun için, kaptanı Alex haklı olarak fırçayı koydu. İyi de yaptı...
Denizlispor’un dengi olmayan rakibine karşı tek çaresi savunmayı önde kurarak, Fenerbahçe’nin yaratıcı ayaklarını kaleden uzakta tutmak ve sözde bitirici Kezman’a da, en rahat düştüğü tuzağı kurmaktı. Aksini yapsalar, geriye yaslansalar, çok daha farklı olabilirdi çünkü sonuç.. Ve Yusuf katlanamazdı buna!

20 Nisan 2008, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yürüyüş!‘’

Süper Lig’in üzerinde bir takım olarak gördüğümüz Fenerbahçe, tıpkı geçen sezon olduğu gibi, bitime az bir süre kala, taraftarlarını strese sokarak ilerlemeye devam ediyor hâlâ.
Üstelik, pek kaale almadığı Türkiye Kupası ve çok önem verdiği Avrupa macerası da devreden çıkmışken...
Artık kendi taraftarlarına bile bezginlik getirebilecek eskimiş isimlerle, hatalı transferlerden dolayı hocasız ve neredeyse yabancısız yola devam eden Galatasaray hâlâ koşup didinirken, Sivasspor bir mucize için savaşırken; yürüyor Avrupalı’nın bile yakından takip ettiği, beğendiği takım...
Çok çok önemli bir son dakikayı, topu ayağında tutarak ya da köşeye sıkıştırarak bitirebilme şansı varken, bunu başaramayacak kadar bilinçsizce yürüyor üstelik. Bir başka maçta kullanılabilecek beraberlik hakkını feda etme riskini göze alabilecek kadar şuursuzca yürüyor. Takımın penaltıcısı sahadayken, bir başkası kullanıyor penaltıyı mesela...
Gelecek sezon yeniden Şampiyonlar Ligi’nde yer bulabilme şansını, duyarsızca riske atıyor Fenerbahçe. Türkiye’de Alex’i en iyi marke edebilen oyuncu olan Hürriyet’e karşı önlem almadan! Alex’i çıkarıp, oyunun şeklini değiştirme gereği duymadan yürüyor. Önce Hürriyet çıkıyor oyundan, sonra Alex, mesela...
Kulübeden geldiğinde harikalar yaratan Semih, Londra’dan sonra Ankara’da da ilk 11’de sahaya sürülüyor ve etkisiz kalıyor. Chelsea maçından hemen sonra bile “Türkiye’de mutsuzum” geyiğine devam eden, sorunlu Kezman ise, hâlâ kenarda tutuluyor ısrarla. Sonra giriyor ve üç net pozisyon heba oluyor onunla. Penaltıyı atmak istiyor ve izin veriliyor. Kendine göre sağ köşeye, sağ ayağının üst dışıyla abanıyor yedek bırakılmasına kızgın Kezman. Saçma bir vuruş gibi geliyor, futbolu bilen ve az çok oynayan sıradan insanlara.. Ve Lugano konuşmaya devam ediyor hakemlerle hâlâ, sarı kartı varken üstelik.
Ne Uğur bir ay önceki gibi ne de Gökhan! Sakat Deniz şanssız çocuk, Selçuk da biraz öyle galiba. Şu sıralar orta alanın en şanslıları İspanya’ya transferini düşünen Aurelio ve tek pasçı Maldonado!
Yürüyor Fenerbahçe futbol takımı, taraftarını strese sokarak; tıpkı geçen sezon olduğu gibi. Yalnız, bu kez daha ciddiyetsiz ve ukala...

17 Nisan 2008, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI