‘’Olasılık!‘’
Karşılaşma başladığında, sanki Fenerbahçe oynayacakmış gibi bir hava oluştu genelimizde. Hani gerideki paslarına çok alışık olduğumuz takım, ileri de gidecekmiş gibi geldi, nedense!
Tamam, Emre çok top kaybediyor, Carlos babasının çiftliğinde koşturuyor, Güiza Hakan Şükür’den daha fazla koşuyor olsa da bilinçsizce, bir ışık yanmıştı içimizde.
Sonra, Porto’nun hızlı ve kararlı ani çıkışları biraz getirdi bizi kendimize. Sonra, Lisandro 19. dakikada, Volkan’ın yumruk yerine okşamayı tercih ettiği bir anda, elimizi, yüzümüzü yıkadı ve “günaydın” dedi Sarı-Lacivertiler hepimize.
Geç de olsa, uyandık. Az önce bizi umutlandıran takım, aslında çok tanıdık; sezonun peklik çekeni değil miydi! Neden böylesine, temelsiz, gereksiz umutlandık!
Hakan Şükür’den daha çok koşan Güiza, ondan daha verimsiz bir golcü mü yoksa! Hakan ne kadar çok gol attı, oysa. Carlos gerçekten emekli mi! Emre, ikinci sakatlık baharı için mi, geri döndü! Dede’nin disiplini, arabeskbahçe’ye fazla mı geldi! Deivid çıktı, 77’de Burak oyuna girdi ve artık fazla deşilmemesi gereken maç, o anda bitti.
Neyse, Arsenal’in Kiev’i yendiği haberi geldi. Hala bir ümit var yani. Olur ya, bu takım, gider Ukrayna’da bir şeyler yapar ve kulvar değiştirir belki. İnansak da var bu olasılık, inanmasak da...
‘’Pas, pas, pas!‘’
Daha önceki bir maçtan sonra da vurgulamıştık. Tamam, ayağa ve olabildiğince çabuk pas yapmak iyi gelir her takıma da, bu pasların çoğunlukla geride yapılması kime ne fayda sağlar: Rakibe tabii ki. Kolayca yerleşir, istiyorsa kapanır, istemiyorsa baskıya daha önde ve daha rahat devam eder.
İlk 60 metre geçildikten sonra, çabuk paslaşma geriye doğru devam ediyorsa yeniden, hem bir işe yaramaz hem de sıkar seyreden adamı.
Ani uzun topların çoğu başarısız, başarılı olanlarda da ya uçtaki oyuncu başarısız ya da onu karşılayan başarılıysa, pozisyon falan çıkmaz, yavan ve esneten bir oyuna döner sahadaki. Sahi dün, acaba Güiza mı yine kötü günündeydi, yoksa Santos mu çok iyiydi! Tamam şişirmelerde stoper avantajlıdır, ancak İspanyol’a üç kez götürüp pozisyona dönüştürülebilecek toplar da geldi.
Alex’in çok geriden top alması, yalnız adamdan (bu Güiza oluyor) uzak kalması ve paslarının ayarının bu kez çok iyi olmaması ise, Fenerbahçe’nin dünkü bir diğer eksisiydi.
Vederson ve Deivid tanınmayacak haldeydi. Emre ikinci yarıda neredeydi? Dörder kez çok büyük ve saçma pas hatası yapan ön liberolar Selçuk ve Josico bile, Edu ve Lugano’dan sonra misafirin iyileriydi.
Murat önderliğinde, ‘basan basana’ oynamaya çalışan Ankaragücü de, bir iki orta ve rakibinin hatasından oluşan fırsatlar dışında hiç etkili değildi. Santos, İlkem, Tolga, Gökhan, Elyasa biraz daha sivrilirken, Jaba başına buyruk, Mehmet Yılmaz ise ev sahibinin yalnız adamı gibiydi. Bu arada, Elyasa başka anlamlarda da çok sivriydi!
‘’Daha çok var!‘’
Bu satırları yazanın göbek adının Sadık olduğunu biliyor musunuz? Tabii ki, hayır! Sergen Yalçın mı tanıdığınız, Ali Rıza Sergen Yalçın mı? Recep Tayyip Erdoğan mı genellikle, Tayyip Erdoğan mı? Bunlar; sonuçta adları ve soyadlarıyla anılan, işleri ne olursa olsun, sıradan insanlar. Ya O, öyle mi!
Bilinçle “Mustafa” koyulmuş filmin adı. Oysa, ‘Kemal’ ekleneli ardına ne kadar oldu.. Ve sonuna ‘Atatürk’.
Biz ‘Mustafa Kemal Atatürk’ bildik. Eşlerimiz, dostlarımız, çocuklarımız da öyle; son ana, son cana kadar da böyle bileceğiz.
Siz ne derseniz deyin, binbir türlü bilinçle! O şeref de size ait, o gaflet, delalet ve hatta hıyanet de...
Atatürk’ü bilmek, anlamak isteyenler; her şey bir kenara, ‘Nutuk’ var elinizde. Tıpkı, dinini bilmek isteyenlerin her gününde elinde olması gereken ‘Kitab’ gibi.
Ner’de bizde o millet! Biraz ağır olacak ancak; bir sürü illet!
Kurtuluş Savaşı’nın son gazisi, Emekli Albay Mustafa Şekip Birgöl, her karşılaşma öncesi saygıyla anıldı statlarda. Son dönemlerde gerçekten ‘emanet’ gibi duran Cumhuriyet Türkiyesi’nin bir çok şehrinde.. Evet, onlar kanlarını, canlarını hiçe sayıp, ne yazık ki bizlere emanet ettiler bu Cumhuriyet’i. Nur içinde yatsınlar.
Ancak karşı olduğumuz bir söylem var şu sıralar, “Atatürk’ün son askeri de öldü” diyorlar. Hadi ya! Emin misiniz! Bu, düşünülmeden ya da iyice düşünülüp kurulan cümlenin doğruluğunu gerçekten test etmek ister misiniz!
Daha çok var; ligin sonuna. Ne olacağını kestirmek güç şimdiden. Hele, ilk altı haftanın (6 puan) onikincisi Fenerbahçe, son beş haftanın (13 puan) lideriyse eğer. Mesela Bursaspor, mesela Gaziantepspor; ilk dönemde zirvelerdeyken, sonuncusunda alabildikleri ikişer puanla en dipteler...
Giriş ve gelişmeler önemli tabii. Ancak bir kompozisyonda, sonucu da beklemek gerek; sakince, itidalle. Gün olur, devran döner, harman savrulur...
Ne liderleri oldu bu serüvenin, işin sonunda küme düşen, hatta adı bile anılmaz hale gelen. Ya; bir heves veya peşin hükümle “Onlar bitti artık” denilip, sonunda gülenler...
Boşuna dememiş atalarımız: Erken öten horozun, başını keserler!
Demek ki, ötmeyeceksin! Üste çıktım diye fazla sevinmeyecek, alta düştüm diye de yerinmeyeceksin! Daha çok var da yazılacak; neyse...
‘’Hayret koşuyorlar!‘’
Keşke, Yunus Yıldırım, maçın henüz 7. dakikasında Edu’nun Murat’ın ayağına basışını görebilse ve penaltıyı verseydi. Böylece hem Ankaraspor öne geçme şansını yakalar hem de karşılaşma renklenirdi.
Fenerbahçe rakip ceza sahasına topla birlikte ilk kez 17. dakikada girdi. Sözde topla ve biraz da ileride oynayan misafir ise, kaleci Volkan’a ilk topu, ancak 43. dakikada gönderebildi. Bol paslı oynamaya çalışan, bal yapmayan iki arının mücadelesiydi. Taa ki 32. dakikaya kadar...
Sonra muhteşem bir Brezilya golü geldi. Herhalde çalışılmış; Deivid pas, Carlos 152 kişi arasından şut ve gol! İşte bu gol, ev sahibini hareketlendirdi. Öncelikle Emre, sonra Deivid’in katkılarıyla Fenerbahçe daha fazla yüklendi. Karşıda hâlâ tık olmasa da en azından, müsabaka bereketlendi.
Özer ilk yarının yardıma muhtaç tek kişisiydi. Gerçek spor adamı Aykut Kocaman onunla hemen ilgilendi!
İkinci yarı, top belli bölümlerde yine daha çok Ankara-spor’daymış gibi görünse de, tamamen Sarı-Lacivertliler’indi.
Carlos, Emre, Selçuk, Lugano ve Theo galiba sahanın en iyileriydi. Bir de gizli kahraman vardı sanki ya da bize öyle geldi: Josico...
Keşke, Yunus Yıldırım 7. dakikadaki penaltıyı görebilseydi ve o gol olsaydı. Bakalım, çok pas yapan lig ikincisine, sahanın her yerinde baskı yapmaya çalışan ve bunu da gayet iyi başaran Fenerbahçe, yine çok rahat galip gelebilecek miydi? Dün akşamki istekle bizce gelirdi. Geçen haftaki sıradanlığın ardından gelen bu galibiyetle Fenerbahçe lige yeniden ‘merhaba’ dedi. Beş haftadır kazanan bir takımı, böylesine neredeyse pozisyon bile vermeden yenebilmek, gerçekten önemli...
‘’İlginç!‘’
Hacettepe karşılaşmasındaki 3, Eskişehirspor maçındaki 2 ve Porto karşısındaki 1 puan, gerçek anlamda kaybedilen puanlardır; bu sezonun başarısız Fenerbahçe’si için.
Her şeyi bir kenara bırakıp, Süper Lig’deki 5, Şampiyonlar Ligi’ndeki 1 puanı cetvellere eklemek, her ne kadar ‘halamın sakalları’nı anımsatsa da, oldukça önemlidir...
Ne durumda olurdu, başarısızın hali o zaman! Ne durumdaydı; Gaziantepspor’a, Sivasspor’a yenilmiş, Kadıköy’de Kayserispor’dan 4, Arsenal’den 5 yemiş Fenerbahçe? Şu durumda olurdu; Süper Lig’de 21, Şampiyonlar Ligi’nde 3 puan...
Hadi ‘mış-mış’ları geçelim. Çok yakın zamanlarda, Ankaraspor’u, Ankaragücü’nü, Beşiktaş’ı ve Porto’yu yenerse ne olacak, başarısızın hali!
Futbol ne garip bir oyun değil mi!
Sabır, sabır ya sabır! Belki de akıllanır...
Az önceki cümle şarkı sözü; daha öncekiler, futbolun özüydü...
Deivid döndü sayılır artık; Vederson da. Sırada, gerçek Carlos, gerçek Emre ve gerçek Tümer’den bile önce, Deniz var. Bu sporcunun kapasitesini, önemini, yaşadıklarını ve kazanılması gereken bir oyuncu olduğunu, birileri anlatmalı Aragones’e. Mesela, Ali Koç. Nihayet, Selçuk döndü işte. Bir de Deniz dönerse, sadece Fenerbahçe değil, milli takım için de...
Ebedi dostlukla ezeli düşmanlığın birbirine karıştığı şu oyun, sanki biraz düzey kazandı, özellikle Galatasaray’ın kadro yapısı değiştikçe. Bir Ümit kaldı, bir Ayhan, bir Sabri, biraz da yeni sayılabilecek Arda! Arda’nın durumu oldukça önemli, milli takım bakımından da. Bir sorunu var sanki. Gündelik hayatında, duygusal ve yardımsever olduğu bilgileri var elimizde, ancak sahadaki o değil sanki! Özellikle hakemlere ve kendisine baskın çıkabilen rakip meslektaşlarına karşı. İlginç bir durum ve yanlış bir tutum, bize göre...
Fenerbahçeliler’in, son yıllarda belki de en çok çekindikleri derbiydi, pazar akşamki. Kimbilir, belki de bu nedenle sadece 4-1 bitti! Güiza’nın kaçırdığı bir yana, Burak iki kez eline, daha doğrusu ayağına geçen fırsatları değerlendirebilseydi, çok daha farklı olurdu hem kendisi hem takımı için. Neden gidemiyor, gidebilme yeteneği olduğunu bildiğimiz bu genç futbolcu. Bununla da birileri ilgilenmeli. Hiç normal değil; adaleyi çeken, sprinti engelleyen, bu kadar özgüven eksikliği...
‘’Kavuniçililer!‘’
Öncelikle bir öneriyi dile getirelim. Madem ki dün akşam oynanan çok özel bir derbi, her iki takım da bu derbiye özel, klasik formalarla mücadele etmeli. Fenerbahçe yuvarlak yakalı, çubuklu, Galatasaray V yakalı, iki parçalı formasıyla sahada görünmeli. Sarı-Lacivertliler beyaz şort ve konç, Sarı-Kırmızılılar ise, siyah şort ve konçla. Her derbide ve maç neredeyse. Kavuniçi Galatasaray da ne!
Büyüklerden misafir olanı, daha ilk dakikalardan itibaren, otoritelerin de üstüne basa basa sürekli belirttiği gibi, güçlü bir takım olduğunu hissetirdi rakibine, etkili oyunuyla. Özellikle önde yaptıkları baskı, zaten peklik çeken ev sahibinin elini, ayağını bağlayacak cinstendi. En büyük sorunu oyunu geliştirip, karşı tarafa yıkamamak olan Fenerbahçe, bu etkili baskı karşısında resmen sindi. Üstüne üstlük, yapabilecek fazlaca bir şeyi yoktu Aragones’in. Çünkü, rakibinin kulübesi bile fazlaca zengin, o ise kadro fakiriydi!
İlk çeyrek tamamen, Türkiye’nin en iyi futbol oynayan takımı, Benfica fatihi ‘kavuniçililer’in üstünlüğüyle geçti. Sonrasında biraz dengelense de, Emre’nin kendi kalesine attığı golün ardından, hakimiyet yine misafire geçti. Bu arada, Sabri golden sonra Emre’ye tek kelime bile etmemeliydi. Çünkü Emre hamleyi yapmasaydı, Güzia boş kaleye atacağı golle gerçek bir Fenerbahçeliydi. Sonra da, Emre’nin “al da at” dediği pası dışarı gönderip, İspanyol bu fırsatı bir daha tepti.
Başta forma olayına girdiğimiz için yerimiz bitti. Yine en iyi olan kaybetti! Klasik...
‘’Üzdün milleti!‘’
Golsüz biten Arsenal maçı gecesi, milliyet.com.tr’de Fenerbahçe maçıyla ilgili şöyle bir yorumu vardı, ‘ibrahim akif’ isim ya da rumuzlu bir okuyucunun “üzdün milleti... ne olur yeseydin 8-10 gol!”...
Bizim de maç yazısı başlığımız “10 olmadı!” idi...
Ne yazık ki, yemedi!
Ülke gündemini değiştirecek, Obama’dan dolayı atılan ilginç ve anlaşılmaz sevinç çığlıklarını bile geride bırakabilecek bir sonuç alamadı Sarı-Lacivertliler. Gazete, televizyon ya da radyolarda, sansasyonel ilk haber olma şanslarını yitirdiler! Tek bir orta parmak bile yoktu herhangi bir gazete manşetinde.. Veya tek bir alaycı gülümseme bir televizyon kanalında!
Aslında parmak da kalktı, alay da edildi de, biz veya siz göremediniz bu sefer! Çünkü, kaldıran da, alaycı davranan da sıradan ve gerçek Fenerbahçeliler’di o gece! Günlerdir sayılıp duruldu ya, 5’ten 10’a kadar sinsice!
Bir zamanlar, Galatasaray’ı üç yıl üst üste şampiyon yapan teknik direktör Brian Birch, Fenerbahçe kupa maçı öncesi tribünlere üç işareti yapıp, yumruk sallayarak turlamıştı ve maçı 3-0 almıştı Fenerbahçe. Sonra tezahürat üretmişti Sarı-Lacivert tribünler Birch’ün kalkan yumruğuyla ilgili; aynı mesele!
Yıllar geçse de değişmez bazı şeyler. Beşiktaş şampiyon olur, “Beşiktaş Şampiyon” diye yazılır, yayın yapılır. Galatasaray şampiyon olur, “Galatasaray şampiyon” diye yazılır, yayın yapılır. Fenerbahçe şampiyon olur, “şampiyon Fenerbahçe “ diye yazılır, yayın yapılır...
Olay tamamen Fenerbahçe popülaritesiyle ilgilidir. İş bu nedenle, cenaze de kalkar herhangi bir olumsuz sportif sonuç sonrası, orta parmaklar da, bazı kaba etler de!
“şampiyon Fenerbahçe” genelgeçeri nasıl bir ayrıcalıksa, ‘orta parmak Fenerbahçesi’ de öyle bir gıcıklıktır; durumdan dolayı hazmedilmesi gereken!
Yani, diğeri 5 yiyip “canın sağolsun aslanım” denildiğinde bozulmaması gerekir; farklılığı olup, bunun farkında olan veya çoktan olması gerekenlerin...
Bu farklılık kendini şampiyonluk kutlamalarında da belli eder zaten. Bir, Fenerbahçe’nin şampiyon olduğu yılları ve kutlamaları getirin gözünüzün önüne, bir de diğerlerini.. Ya da kapayın gözünüzü!
Ne güzel ironi yapmış ‘ibrahim akif’ isim ya da rumuzlu okuyucu, her şeyi aslında o özetlemiş.
Umarız, ironidir yaptığı! Umarız, boşuna yazmadık! Umarız, boşuna okumadınız!
‘’10 olmadı!‘’
Oldukça uzun zamandır, bir Avrupa Kupası karşılaşmasını “kesin yenilir” diye beklemiyorduk Sarı-Lacivertliler’in. Hatta yenilginin ötesine geçip, “çarşı 9’a razı, 10’a karşı” mesajı bile atabiliyordu Küçükkuyu’dan Fırat! Neyse ki bugün 6 Kasım ve zor bir maçları var, yoksa tıpkı Beşiktaşlılar gibi Fenerbahçeli dostlarını kızdırır, bu beklentiye kayıtsız ve sessiz kalmazdı Galatasaraylılar!
İlk maçta olduğu gibi, takır-takır veya tıkır-tıkır top çevirince Arsenal, beklentileri karşılayabilecek pozisyonları da buldu ilk yarıda. Ancak hem şans yanımızda hem de Eskişehirspor karşısındaki Volkan kalemizdeydi! Doğrusu, Gökhan da elinden gelenin en iyisini vermek için didinip durdu. Diğer en iyiler ise Lugano ve Edu’ydu.
Topu kazanınca peklik çekmek, yani çıkamamak, Kanarya’nın yine en büyük sorunuydu. Alex’in yokluğunda Semih de bu kadar rakibe oynayınca, oyunun adı ‘tek kale’ oldu. Uğur yine geriye-geriye, Selçuk elle top kesmek, ofsayt bozmak, rastgele topa vurmak dahil hep onların lehine, Kazım da kendine oynayıp durdu. Geriye ne kaldı zaten rakip kaleye gidebilmek için...
İkinci yarı daha iyiydi ilkine göre. Rakip kaleye yine gidemesek de (bir kere gidecektik ancak, Güiza’nın Uğur’a attığı gol pası değildi) hiç olmazsa o kadar pozisyon yaşamıyorduk kalemizde. Edu, Lugano’yu bile geride bırakıp ön plana çıkacak kadar oynuyordu. Zaman ve futbol genellikle orta alanda akıp, gidiyordu...
Bitime dakikalar kala, neredeyse bütün takım çok yoruldu. Eh! Biz oturduğumuz yerde yorulduğumuza göre, bunu da eleştirmeyelim artık!









































