Arama

Popüler aramalar

‘’Enayilik!‘’

Alex’in Fenerbahçe’nin durumunu anlamaması doğal. Dört buçuk yıldır bu kulübün oyuncusu ve bu sürede dört buçuk kere sakatlık geçirip, bu nedenle takımından ayrı kaldı sadece. Hiç biri de çok ciddi sakatlıklar değildi gerçekten...
İnternet sitesinde iddia ettiği gibi, saha içi çalışması da iyiydi; 135 Süper Lig, 45 Avrupa Kupası, 1 Süper Kupa, 18 Türkiye Kupası ve 19 hazırlık karşılaşmasında. 218 Fenerbahçe formalı futbol oyununda 99 gol ve 106 asist; kolay iş değil...

Kendini kolayca yere bıraktığı birkaç pozisyonu saymaz veya onları yediği futbol dayaklarının bedeli sayarsak; herkese duyduğu saygıdan kimsenin şüphesi yok ve herkesin ona saygı duyduğu da kesin, Türkiye’de geçirdiği zamanda...
Rahatsız olması çok doğal, sözleşmesinin hâlâ yenilenmemiş olmasıyla ilgili, yukarıdaki birkaç satırlık gerçekten de anlaşılabileceği üzere. Kim üzerine düşmez, peşini bırakmaz, uzaklaşmasından korkmaz ki, böyle bir profesyonel memurun. Üstelik, bu belirsizliğin, onun gibi adam gibi adam, sporcu gibi sporcu bir kişiliğin randımanını da etkileyeceğini bile bile...
İş bilmez ya da işten anlamaz olmak gerekir, hatta basiretsiz...

Vefayla ilgisi yok bu işin. O, sadece semt adı zaten! Ayrıca Alex de ne kıyağa muhtaç ne de çaresiz değil...
31 yaşında, üzerine afiyet ona hâlâ imza attırmamış olanların! Dört buçuk sene daha oynar yani, tıpış-tıpış. Tık sağa, tık sola. Kimi durarak, kimi koşarak, kimi boş alana kaçarak. Bazen serbest atıştan, bazen çalımı basa basa, bazen az uzaktan, bazen roveşata ile golün kralını atarak...

Kafayla da atar orta iyiyse. İki ters, bir düz yapar bildiğiniz üzere penaltılarda. Köşe atışları, duran toplar...
Attığından fazla attırması, en önemli özelliğidir işi gereği.. Ve bu çok önemli özellik, ‘bu siteye erişim engellenmiştir’ de olsa, işten biraz anlayanlar tarafından Youtube videolarında rahatlıkla izlenip, belgelenebilir...
Tabii ki, hiçbir futbolcu vazgeçilmez değil. Gelir geçer onlarcası tarihten. Ne var ki, daha iyisini bulmak neredeyse imkansızken; Alex’i küçümsemek gerçekten enayilik...

31 Aralık 2008, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Üzücü!‘’

Hey gidi Fenerbahçe! İnternet sitelerine, gazetelere konulan resimlerin bile sahte! Sen, bir el, bir pozisyon, bir hakem düdüğü, bir yorumcu güdüğü kadar küçüksün artık ne yazık ki bu ülkede...
Baksana; her fırsatta Anelka’nın eliyle attığı golden söz ediyorlar hâlâ! Oysa, sol koluyla faul yaparak attığı gol olabilir o ancak! Topun eline temas ettiği an yok, ‘photoshop’ sahteciliği yoksa! Önder’in, belki kolunu sıyırıp, göğsünden sekerek hızla rakip kaleye giden top için de, “Önder golü eliyle attı” diyorlar ya; utanmadan, sıkılmadan inatla...
Hani, çok yakın zamanlarda gerçekten elle atılan veya ele çarpıp gol olan pozisyonlar var ya futbolun doğasında olan, kaale bile alınmıyorlar; kıstas veya karşılaştırma için...
Endüstriyel futbol, yayıncı kuruluş, rant, bir kısım (pardon çok kısım) medya, küçücük çocuklar, ağızda küfürler, gözlerde nefret, orta parmaklar, Türk sporu, Türkiye Cumhuriyeti ve Fenerbahçe...
Eskiden de Kemal’dik de, iyice erdik kemale. Bitti bizim dönemimiz; ne desek, nafile... Atatürk bile ‘Mustafa’ oldu, futbol da ne!
Saf, temiz, hesapsız, kitapsız ne kaldı ki! Kitapsız mı dedik! Özürler, Mister New Jersey’e!
Doğrudur! Önder eliyle attı golü bilinçle! Trabzonsporlular haklı ofsayttan yedikleri gol için yürümekle! O gün, bu gündür kastettikleri gibi! Top çizgiyi geçmişti zaten, Kayserispor’a attıkları golde de!
Suratsız Aziz Yıldırım derhal bırakmalı bu işi ve Hakan Bilal Kutlualp, Sadettin Saran veya Tahir Kıran’ı aday göstermeli giderken!
Türk sporu için; İlhan Cavcav, Cemal Aydın, Ali İpek, Levent Kızıl, vs, hatta yine Haluk Ulusoy, ısrarla Haluk Ulusoy olmalı işin içinde!
Yürüyelim arkadaşlar; Fatih Terim, Mustafa Denizli, Giray Bulak, Yılmaz Vural, Erdoğan Arıca, Hıncal Uluç, Şansal A, Erman Toroğlu, Ahmet Çakar, vs!
Yürüyelim; Genç Fenerbahçeliler, Çarşı, Ultra-Aslan... 6’da Başkent, 16’da Bursa, 61’de Trabzon...
Tribünler neden böyle boşaldı ya! Allah, Allah! Bir şey değil, decoder de almayacak, hızla futbolsevmez hale gelenler pek yakında! Çok üzücü bir durum bu rayting, tiraj, vs; kısacası rantla yaşayanlar için!

21 Aralık 2008, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hayırlısı!‘’

Konya’da tribünler boş denecek kadar ıssız. Konyaspor altı haftadır maç kazanamıyor. Konyaspor beş haftadır rakip filelere topu gönderemiyor. Rakibi Fenerbahçe, çeyrek Alex, üç bölü iki Deivid, yarım Güiza’yla, Lugano’suz, Edu’suz pek de iyi oynayamıyor...
Dakika 34 olmuş henüz gol pozisyonu yok ortada. Üstelik ev sahibi rakip ceza sahasına girmekte bile zorlanıyor. Kaptanları Veysel, Kuddusi Müftüoğlu’yu markajla meşgul, ya ofsayttan çıkamıyor ya dereye pas atıyor ya tepeye şut. Kaue’yi, Fahri’yi ara ki bulasın! Bir tek Erdal çabalıyor bir şeyler yapmak için, o da tek başına ne yapsın!
Bir serbest atış kullanıyor, en büyük gücü duran toplar olan misafir. Alex, rakipleri sayesinde ofsayta düşmeden bomboş durumda bekleyen Önder’e pası gönderiyor. Tutamıyor Önder ve top Oğuzhan’a gidiyor. Oğuzhan da tutamıyor, büyük bir hatayla Önder’in göğsünün sağına asist yapıyor. Eller, kollar havada, ağızlar bir karış açık, feryat, figan, rezillik. Top kola çarpsa, yere mi iner, yoksa o kadar süratli bir şekilde kaleye mi gider?
Anadolu hareketinin yeni görünümü bu! Üç büyükleri karalama kampanyasının geldiği son nokta! Baş suçlu bir kısım medya ve kaybetmeye alışık olanların kolaycı zihniyeti.. Ve Anadolu-İstanbul ayrımını gündeme getirip, bundan rantlanmak isteyenler.

20 Aralık 2008, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Garip bir durum!‘’

“Takımımın kaybetmesine ne kadar üzüldüysem, Trabzonspor’un kazanmasına da o kadar sevindim. Çünkü artık Anadolu takımlarının ligde ağırlığını iyice hissettirdiğini görmek bana mutluluk veriyor. Bugün kaybettik ama çok şey kazandığımıza ve kazandırdığımıza inanıyorum.”
7 Aralık’ta, Trabzonspor’un Kocaelispor’u 2-1 yendiği maçtan sonra, lidere kaybeden lig sonuncusunun teknik direktörü, yukarıdaki cümleleri kuran...
10 gün geçmesine rağmen aradan, Hasan Ali Atasoy dışında bu garip durumla ilgili tek bir kelam eden yok. Sonuncu sıradaki takımının kaybetmesine, en azından zirve yarışındaki başka takımlara zarar verebildiğini düşünerek sevinen bir pofesyonel anlayış bu. Sadece Yılmaz hoca değil, aynı kafada başka hocalar da var ne yazık ki! Hatta, hocalığın farklı boyutunda yer alan, futbolsever yüzbinlerin okuduğu, dinlediği Erman hoca da var! O, Sivasspor’u da katarak işin içine, “ilk yarıyı, Kırmızı-Beyazlılar ve Bordo-Mavililer bu konumlarında bitirirlerse, işleri üç büyüklerden daha kolay olur” diye düşünmekte. ‘Hatır şikesi’ yani, açık açık sözü edilen ve normal görülen! “İlle paraya, pula gerek yok! Bedavaya da olur bu işler!” cümlesi, son derece normal, ahlak ve etikle çelişmeyen bir durum gibi kabullenilmekte...
Bu rezil anlayış ya da kavrayışın dışında, daha başka bir sakıncası da var aslında “bugün kaybettik, ama aslında çok şey kazandık” duruşsuzluğunun. Anadolu-İstanbul ayrımı tehlikesi var! Zaten yeterince ayrılmamış gibi memleket, birileri milletin en büyük eğlencesinin altına da nifak tohumları ekmek çabasında...
Bir de, şu “İstanbul” dedikleri, bari İstanbul olsa! Hani, İstanbul’un bir okulunda, işyerinde veya cafesinde konuşurken yeni tanışanlar, karşıdakine “nerelisin?” diye sorulmasa...
“Sivaslıyım”, “Erzincanlıyım”, “Hataylıyım”, “Rizeliyim”, “Siirtliyim”, vs, vs... E, hani İstanbul! Hem resmi hem gayri resmi hem sosyal hem kültürel, Anadolu’nun ta kendisi değil mi bu yitik, hatta bitik şehir!
İşin içinde veya ucunda Fenerbahçe’yi ilgilendiren coğrafi bir durum da var. Kurulduğu dönemde ve sonrasındaki uzun yıllar, Kadıköy’den veya başka bir semtten karşıya geçerken “İstanbul’a gidiyoruz” diyorlardı, Anadolu yakasında yaşayanlar!

17 Aralık 2008, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Tam tersi!‘’

Savunmada maskeli Yalçın’ın direnci olmasa, Alex, sıradan Alex gibi oynasa çok farklı bir karşılaşma olabilirdi, henüz ilk yarıda.
Savunmasında rakibe nefes aldırmayan Sarı-Lacivertliler, orta alanda Volkan Arslan dışında (ki onunki de abartılıydı ve oyun dışı kaldı) bir baskı görmeyince rahat rahat istediklerini oynadılar dün akşam. Dedik ya Alex sıradan bir akşamında olsa, Uğur geleneksel top kayıpları ve geç kalan paslarla oynamasa, Güiza topa İspanya’daki gibi vursa, antrenman kıvamındaki karşılaşmanın ilk yarısında barışırdı ev sahibi taraftarıyla. Hatta, Aragones Kazım değil de Deivid ile başlamış olsaydı maça, son yılların en farklı galibiyeti bile ortaya çıkabilirdi Sarı-Kanaryalar adına...
İkinci yarıya Fenerbahçe kazandığını, bir kişi eksik kalan Antalyaspor ise kaybettiğini düşünerek çıkmıştı sahaya. Bu nedenle pozisyon zenginliği olsa da, kalite bakımından çok düşük bir mücadele oldu. Lugano, Edu, Carlos, Josico, Emre, maskeli Yalçın ve kaleci Ömer sahanın en iyileri gibi duruyordu.
İlk yarıda Güiza’ya yapılan penaltıda orta hakemine yardımcı olamayan ‘yardımcı hakem’, ikinci yarıda da Abdullah’ın buz gibi golünü yiyordu.
Kalitesi düşük, zirve ortağı bol, heyecanı yüksek ligimize yakışır bir oyun oldu. Gelen bir pişman Kadıköy’e gelmeyen bin. Pardon, tam tersi...

15 Aralık 2008, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Başkası var‘’

Başabaş bir mücadeleydi aslında. Mutlaka kazanmak zorunda olan ve deplasmanda oynayan bir takıma ait hiç bir olumsuz belirti yoktu Fenerbahçe’de.
Pozisyon olarak kısır, orta alanda hareketli, ileride kısır, dengeli bir oyundu, Volkan’ın gereksiz çıkışından sonra bile. O çıkış, ev sahibini 1-0 öne geçirse de, geri düşürmedi misafiri denge bakımından...
“Keşke çıkmasaydı Volkan” deyip geçmek ve fazla üzerine gitmemek en doğrusu. “Selçuk çok yakında ve Eremenko topu kontrol ettikten sonra onu yakalayabilecek konumdaydı” cümlesine de gerek yok artık. Çıktı işte! Yapacak bir şey yok...
Aynı mantıkla henüz ilk maç için, “keşke Güiza kafayı vurabilseydi Porto deplasmanının son dakikalarında” da diyebiliriz o zaman. Uzattıkça uzatır lafı, keşkelerle yüklü cümleler kurabiliriz ardı ardına...
Sonuçta alt tarafı ilk yarı bitti, bunun daha ikincisi de var...
Bu bir final zaten, Kadıköy’den önceki. Sarı-Lacivertli çocuklar, ikinci yarıda varını yoğunu koyarak, gerekeni yapar!
İçeridekiler yapamazsa, Maldonado girer yapar. O da olmazsa, Ali Bilgin bitirir işi, kulübeden güçlü gelerek. Hadi o da olmadı, İlhan Parlak var!..
Daha ne olsun. Biri girer mutlaka devreye, final bu ve koskoca Fenerbahçe futbol takımı söz konusu olan...
Onlar yapamazsa, başkası yapar. Henüz işimiz bitmedi Avrupa’da nasılsa. Daha Galatasaray var. Bir tesadüf daha neden olmasın...

11 Aralık 2008, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Çok formsuz!‘’

Hakem Aytekin Durmaz’ın, avantaj kuralını hiçe sayarak verdiği faul kararı sonrası, Caner’in sol taraftan kullandığı serbest atış, ceza sahası içinde, altı pasın az ilerisindeki Fatih Yiğen’e kadar geldi. Top da, tıpkı pozisyon gibi hareketliydi. Bu nedenle Fatih, haklı olarak kontrolü hiç denemeyip, yuvarlağı hemen rakip kaleye yönlendirdi. O sırada, doğruyu yaparak topla aynı paralelde hareket halinde olan Volkan, ters ayak üzerinde enselendi. Normalde gol olmalıydı yani bu son saniye hareketi. Olmadı. Çünkü Volkan, cüssesine ters orantılı bir refleksle dezavantajını ortadan kaldırmayı becerip, filelere gitmekte olan topu son anda çeldi. Az sonra da hakemin bitiş düdüğü geldi. Evet, hepsi budur! Koskoca ilk yarı, böyle geçti...
İkinci yarıya, Fenerbahçe biraz hareketli girince, Denizlispor iyice kabuğuna çekildi. Sonra Emre ile Deivid girdi.. Ve ilk girenin mükemmel golü geldi. İkinci giren de gol attı ancak, onun gol olduğunu anlamak için çizgide durmak değil, uzunca bir süre futbol oynamış, meleke kesmiş olmak gerekirdi...
İlk, yani sayılan golden sonra, bu kez misafir geri çekildi. Sanki karşılarındaki son üç haftada 10 gol yiyen takım değil, Dinamo Kiev’di!
Sayılmayan golün, biraz sonraki satırla ilgisi yok. Acaba Kazım mı, Alex mi, Güiza mı, Roberts mi, yoksa hakem Aytekin Durmaz mı, sahadakilerin en verimsiziydi!
Peki, Emin 27 dakika içinde rakip takımı allak bullak edecek kadar formdayken, neden ilk onbirde değil de, kulübedeydi!

06 Aralık 2008, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Üst düzey!‘’

İki üst düzey takım, iki evlere şenlik savunma. Böyle başlamak uygun geldi, dün akşamki derbiyle ilgili yazıya...
Yani, şu satırları yazarken karşılaşmanın sonucunun ne olacağını kestirebilmek için, müneccim olmak gerekir bu savunmalar nedeniyle. Savunmalar derken, sadece geridekileri düşünmeyin, Selçuk hariç, orta alandakileri de ekleyin üzerine...
Cisse, iki basit ve tecrübesine yakışmayan kartla dışarıda kalmış olsa bile, fark etmez. Yedi kişi bile kalsa herhangi biri, bir ara top, bir sıradan orta veya ıska vurabilir maça damgasını. Henüz ilk yarıda, sadece üçü gol olan böylesine bir sürü pozisyon vardı. Bu da futbolumuzun en acı gerçeği ne yazık ki. Gol yememeyi ya da iyi ve gerçek savunma yapmayı becerebilen, ligi götürecek belli ki. Var mı öyle bir takım peki! Yok tabii ki! Eh, hayırlısı o zaman...
İkinci yarı Gökhan Zan’ın kafa ıskasıyla başladı yine. Sonra Güiza gösterisi devam etti. Ayakla, kafayla; nasıl gol atılmaz! Tekmili birden 32 kısım...
Sahanın en iyisi Selçuk iken bize göre, Alex de Gökhan Zan ve İbrahim Toraman ile mücadele etmekteydi ‘formsuz bir futbol akşamı’ konusunda. Kim kazandı belli değil...
Dün akşamki Beşiktaş değil de, başka bir takım ya da bir zamanlar Kadıköy T-Shirtleri yaptıran Beşiktaş olsaydı, bu kez X-Large olabilirdi tüm modeller...
Bitirmeden vurgulamak gerek; tüm sahadakiler gerçekten sporcu ve beyefendi gibiydiler. Bunun için ayrıca teşekkürler.

30 Kasım 2008, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI