‘’Pijama ve terlik‘’
Yegane görevi İstanbullular’a hizmet vermek olan, bu şehrin insanlarından milyonlarca lira vergi toplayan Büyükşehir Belediyesi, bu paralarla İstanbul’un en önemli unsurlarından birinin karşısındaydı yine! Tıpkı daha önce Beşiktaş’a, Galatasaray’a karşı olduğu gibi...
Türkiye’nin rüzgar sörfüne en uygun alanındaydı kapışma. İlk yarıda, arkasına rüzgarı, yanlarına iki yardımcıyı alan Büyükşehir, 5. dakikada İskender’in ofsayt golüyle öne geçti, 19. dakikada ofsayttaki Adriano farkı ikileyemedi. İstanbul’un en fazla vergi veren kulübü Fenerbahçe ise, son bir kaç dakika hariç, bu yarıda rakip kaleye bile gidemedi...
İkinci yarıda, rüzgar artık Fenerbahçeli’ydi. Diğerleri ise aynı cephede! Böylece, 80. dakikada Belediye’nin ikinci ofsayt golü de geldi.
Belediye’yi, rüzgarı, Gökhan Gönül takıntılı Cüneyt Çakır ve yardımcılarını bile gölgede bırakan kişi ise, Aragones’di. Bir kişi eksilen rakibine karşı, sahanın en etkisiz oyuncusu Deniz’i çıkarıp Semih’i alacağı düşünülen Dede, önce Vederson’u Uğur’la değiştirdi. Sonra, takımının en önemli silahı Alex’i Kazım’la, sonra da forveti Güiza’yı Semih’le. Arkasında rüzgar varken, rakibi bir kişi eksikken, çift forvet oynamayı bile denemedi veya düşünemedi.
Ekonomi kötü de olsa, zaman Fenerbahçe’yi yönetenler için alışveriş zamanı. Dede’ye Fenerium’dan bir pijama bir terlik; hayırlı emeklilikler!
‘’Büyük usta‘’
İlk maçta da, takımını ileri taşıyıp rakip sahada bulunmasını ve pozisyon aramasını sağlayan oyuncuydu Volkan Şen, dün akşam da. 13. dakikada adaşının yan topa çıkarken yaptığı zamanlama hatasını, biraz panikleyip harcamasa, bu kadar rahat olmayabilirdi, rakipleri için rövanş. Ancak, evden kaçan çocuklar gibi deli dolu, etkili oyunu bir yanaydı Volkan Şen’in, agresifliği, siniri, çocukluğu bir başka yana. Genellikle Carlos, biraz Alex, biraz Selçuk derken, teskin etmeye çalışmayan kalmadı. O ise, yine yaramaz ve huysuz tavırlarıyla dinamik oyununu gölgede bırakmayı başardı!
Hüseyin Göcek bile onun kurbanı oldu. Az önce sarı kart görmüş olmasına rağmen, ısrarla Emre’yi tırtıklayan faulünü kırmızı göstermemek için es geçen Göcek, Emre’den gelen sert tepkiyi de sarıyla geçiştirmek zorunda kaldı. Tekme sert değildi belki ancak, sadece niyetinden dolayı bile Emre kızarmalıydı...
Bursa akşamının Volkan’dan bile çok hayret verici olayı, Güiza’nın gol atmasıydı. Yerden seken, önünden geçen, ağır kalan, hızlı giden toplarla buluşmayı uzun süredir beceremeyen, şut atma konusunda bile geldiğinden bu yana gerileyen İspanyol okçu, bu büyük başarısıyla satırlarımız arasında yer almaya hak kazandı!
Bildiğiniz üzere bu kupanın en önemli özelliği, 25 yıldır Fenerbahçe’nin kazanamıyor olması. Sarı-Lacivertliler için bir diğer özelliği ise, kazanabilirlerse seneye bu kupa sayesinde Avrupa’ya çıkabilecek olmaları. Çünkü ligde işleri oldukça zor. Kupayı kazanıp Avrupa vizesi almaları şimdilik en kolay yol. Bu yolu açacak en önemli kişi ise, dün bir kez daha görüldüğü üzere büyük usta Alex. Onu izleyebilmek, gerçekten büyük bir zevk.
‘’Rantbahçeliler!‘’
İlk yarının genelde hakimi ev sahibi. Başta Emre ve Selçuk olmak üzere, kalesinde Volkan, Lugano, Carlos ve biraz da Alex’le mücadele etmeye, pozisyon üretmeye çalışıyor.
Karşı tarafta ise, ara sıra patlayan, daha fazla mücadele eden misafir. Başta Tabata ve Murat Ceylan olmak üzere, kalesinde Murat Şahin, Deumi, İvan ve Beto ile mücadele etmeye, pozisyon üretmeye çalışıyor.
Fenerbahçe kupa maçları dahil, sezonun ikinci bölümündeki diğer maçlarda olduğu gibi, Deivid ve Güiza’sız oynuyor. Top onlara geldiğinde, el değiştirip karşı tarafa geçiyor. Uğur da çoğu zaman öyle. Bir de sağ bekte Önder var tabii. Aragones kenarda seyrediyor. Kazım, Semih, Vederson da yanında, Gökhan Emreciksin kulübede bile yok.
İlhan’ın fazlaca ofsaytta kalması, Murat Ceylan’ın ilk 45’in en önemli fırsatından az önce, itiraz için boşuna nefesini tüketmiş olması, en az Kırmızı-Siyahlılar kadar, tribündeki bir kısım sözde Fenerbahçeliler’i de üzüyor!
İkinci yarının mutlak hakimi, son vuruş özürlü ve Volkan engelli Gaziantepspor.
59’da Kazım ve Semih giriyor nihayet. 79’da da Josico’yu alıyor Dede, boşu boşuna. O da çıkıp gidiyor zaten biraz sonra ve farkına bile varmıyor ne tribünler, ne de takımı!
Erman “futbolun adaleti var” diyecek oluyor, Alex itiraz ediyor muhteşem bir vuruşla.
Nasıl oluyorsa, Aragones’in Güizalı Fenerbahçesi yine yenilmiyor. Buna rağmen, çok seviniyor rantbahçeliler, kazanamadı diye!
‘’Yürek dayanmaz!‘’
Top genellikle rakip sahada bulunduğu için, yani Bursaspor oyunu Fenerbahçe yarı sahasına taşıyamadığı için, hem Fenerbahçeliler için hem de sadece futbolseverler için seyirlik, güzel bir oyun oldu. Çünkü, Sarı-lacivertli kadro rakip sahada oyunun iyisini oynayabilecek oyuncularla doluydu. Bu nedenle bir kaç gün önce önde baskı kuruyordu Ersun Yanal’ın ekibi. Tedbiri ileride almazsa geride işinin çok hem de çok zor olacağını biliyordu...
Çok doğal tabii; Gökhan, Carlos, Kazım, Vederson, Emre, Deivid ve Semih gibi futbolculardan kurulu bir ekibin futbolun iyisini, görselini rakip sahada oynaması. Özellikle çabuk ve ayağa paslarla döndürülen topun rakibi yıpratması ve son pasların da olumlu kullanılması halinde pozisyon yaratılması...
İlk hamlelerine tedbir alınmazsa böyle bir ekibin, geride mahkum kalıp futbolun beğenilmeyenini oynamak ve eleştirilmek kaçınılmaz olur. İyi bir sonuç elde edebilmek mucize gibi bir şeydir, şans ya da futbolun değişmez kuralı ‘atamayana atarlar’ gerçekliğinin katkısıyla belki olur...
İkinci yarıda özellikle Volkan Şen’in çabalarıyla Fenerbahçe yarı sahasında geçirilen dakikalar olmasa, ‘ev sahibi iyi antrenman yaptı doğrusu’ cümlesi kurulabilirdi dün akşamki karşılaşma için.. Ve antrenman da bol gollü olurdu. Bursa’da oynanacak rövanş karşılaşmasının hiç bir önemi kalmazdı şimdiden...
Neyse ki, öyle olmadı. Zaten tatsız tuzsuz, heyecan yerine uyku getiren bir hikaye şu kupa işi, diğeri büyük eziyet olurdu. Şimdi bir umut var hiç olmazsa. Sercan var, dün akşam gördüğümüz kadarıyla yeniden gençliğini hatırlamış Volkan Şen var, Teksas var, Arizona var...
Bekleyelim, görelim. Bakalım ne olacak, bu yürek dayanmaz yarı finale adını yazdırabilme savaşının sonu!
‘’Şüphesiz Volkan!‘’
Trabzonspor önde basıyor... Fenerbahçe salına salına rakip sahaya geçip, yetenekli futbolcularıyla oyunu lehine çevirmesin diye öncelikle ve tabii ki hazırlıksız yakalayıp rakibini işini bitirebilsin diye. Haklı Ersun Yanal...
Trabzonspor, göbeğine göbeğine toplar atıyor Sarı-Lacivertli savunmanın. Umut kaçsın, Gökhan kaçsın, savunmada en zayıf olduğu haller, Fenerbahçe’nin başına iş açsın diye. Yine haklı Ersun Yanal...
Az, ancak öz çıkabiliyor bu nedenle ev sahibi. Alex, Hüseyin’in sıkı takibinde yeterince etkili olamasa da, soldan Carlos ve Uğur, sağdan Gökhan ve Deivid pozisyona dönüşebilecek ataklar geliştirebiliyor, yine kaptanlarını kullanarak. Sonunda toplar genellikle Güiza’ya geliyor ve atak bitiyor. Tıpkı misafirde Yattara’nın ayağına geldiğinde eriyip biten hızlı çıkışlarda olduğu gibi...
Tony Sylva çıktığı tüm yan topları alıyor. Cepheden, son anlardaki Carlos’un füzesi hariç, fazla zorlanmıyor zaten. Karşı kaledeki Volkan ise, yandan, cepheden, yakından, uzaktan her türlü zorlukla karşı karşıya kalıyor, hepsini de kurtarıyor başarıyla. Sahanın en iyisi olmaya hak kazanıyor, dün akşamki tek puanı getiren randımanıyla...
Ersun Yanal’ın yerinde taktikleri, öncelik Volkan’da olmak üzere, çeşitli nedenlerle başarısız kalırken, Aragones’in Alex’i çıkarışı biraz soru işereti bırakıyor kafalarda. Tamam, ne zaman nelere kadir olabileceği önceden bilinemeyen Brezilyalı fazla etkili değildi. Ancak çıkmadan az önce, ona yakın oynayan Hüseyin sarı kart görmüştü. Çok uç bir ayrıntı gibi dursa da, bu karşılaşmanın geri kalanında oldukça belirleyiciydi. Ne kalmıştı ki Fenerbahçe için, Carlos’un şutlarından başka...
‘’İyi ki varsın Alex‘’
Genelde, şöyle bir yaklaşımı vardır okuyucu kitlesinin, “Ohh! Oturduğun yerden yazıyorsun, parayı da götürüyorsun, ne güzel!”...
Güzel, evet! Yazarken veya konuşurken, en azından on binlere ulaşan fikirler, mesajlar, öngörüler, eğriler, doğrular ya da yanlışlar ve daha nicesi hakkında üretmeye çalışmak. Hiç de sıkıntılı, ağır, düşündüren, yoran, baş ağrıtan bir iş değil! Kimi zaman ıstırap hiç değil!!!
İroni bir yana, aslında herkes için geçerli olmayabilir bu sıkıntı ya da yük. Yani, bir anlamda haklı olabilir böyle düşünenler, birileri yüzünden!
O, birileri sadece yazmak veya konuşmak için yapar bu işi ne yazık ki! Sonunun neye varacağını bile düşünmeden sarf ettiği cümlelerin. Bilinçle, çıkar güderek yapanlar da var elbet. Üstelik, bırakın yazmayı-konuşmayı, okuduğunun ne anlama geldiğini bile anlamaktan acizler var, bizimle aynı sepetin içinde...
Okuyanlar, dinleyenler için de geçerli bu tabii. Sen de oturarak okuyorsun veya izliyorsun ya da dinliyorsun sonuçta! Rahat ve bunu yapmaya uygun ortamlarda. Sonra eleştir, eleştirebildiğin kadar. Hatta yanıt ver; mektup, mail, faks ve elinde varsa numarası telefon yoluyla. Küfür et; bir eleştiriye karşılık olarak. Aşağıla; sadece beğenmediğin için. Abart; tehdit et, salla sallayabildiğin kadar...
Yukarıdakiler; genellikle duyguları, doğruları, eğrileri, büğrüleriyle klavyeyi tuşlayan, yazana ait zaman zaman tekrarlanan sıradan satırlar. Üstü kapalı, altı açık ya da her yanı açık. Uçuk, kaçık ve hatları çok da belirgin değil belki de. Yapacak bir şey yok; tarzı bu...
Bundan sonrası ise, yine aynı kişinin bir gün sonra alacağı eleştirilerin nedeni.
Nihayet, Alex’le gelecek üç yıl için daha anlaşma sağlamış Fenerbahçe. Bu kuşkusuz, Türkiye futbol gündeminin en önemli haberi. Onun gibisi yok zaten şu devirde. Futbol sanatının belki en son neferlerinden biri. Sarı-Lacivertliler’e gelmesi bile bir olaydı zaten. Burayı sevmesi, kalması, oynaması ve yine devam etmesi oldukça önemli...
Bu, onu üç yıl daha izleyebileceğimiz anlamına gelir. Onun top oynarken çok ciddi, darbe yerken itidalli, rakibine basarken sert, gol atınca gülümseyen, gol pası verdiğinde sanki ‘gelen’ kişiliğini ve tükenmekte olan benzersiz yeteneğini, çok yakından takip edebileceğimiz anlamına gelir...
Onun gibisi de, bir daha zor gelir. Hele bizim memlekete oldukça zor!
İyi varsın Alex.
Bir futbolsever yazıyor bu satırları senin için, kalışın için. Seni bize bahşeden, sunan ve seni buraya getirip tutanlara şükür...
‘’Olmaz böyle şey!‘’
Alex’in kişilik ve futbolculuğunu beğenmekle yetinmeyip, onun önemini sayısal verilerle de vurguladık bir çok kez... Futbol oyunu söz konusu olduğunda, istatistik bilimi pek de önemli değilmiş gibi durur oysa! Ancak yeri gelir haddinden fazla işe yarar, hatta ‘cuk’ oturtur, oturtturur sayılar kimi zaman... Özellikle geriye doğru, bilgi edinmek için kullanıldığında, olmazsa olmaz olur genellikle dudak burkulanlar...
Transfer gündeminin en değerli ve merak edilen ismi Alex de Souza olduğuna göre, yine onunla ilgili yazmaya devam edelim. Arada bir yaptığımız gibi bolca sayı, bolca isim gündeme getirip, pek fazla yoruma da girmeyelim...
Song 16, Egemen 17!
Türk futboluna şeref verdiği 2004-2005 sezonundan bu yana, yani dört buçuk sezondur Süper Lig’de Alex’e gösterilen sarı kart sayısı 26.
Aynı sürede Roman Kratochvil’in gördüğü sarı kart 6, Servet Çetin’in 11, Gökhan Zan’ın 14...
Stoperlerle devam edelim, son dört buçuk sezon içinde görülen sarı kartları sıralamaya... Ömer Erdoğan 15, Rigobert Song 16, Emre Güngör 17, Egemen Korkmaz 17, Ümit Bozkurt 18, İbrahim Toraman 20, Emre Aşık 20, Mehmet Polat 21...
Yanlış okumadınız ve yazanın da hatası yok bu noktada; evet, Alex de Souza’nın 26 ve mesela Rigobert Song’un 16...
İbrahim Üzülmez 14, Volkan Arslan 17, Hasan Şaş 17, Sabri Sarıoğlu 19, Koray Avcı 21, Ayhan Akman 22...
Yanlış okumadınız ve yazanın da hatası yok; evet, Alex de Souza’nın 26 ve mesela Sabri Sarıoğlu’nun 19...
Neyse ki Baki Mercimek var!
Neyse ki, Baki Mercimek’in 27 sarısı var aynı dönemde, İsmail Güldüren’in ise 32...
‘Koşmuyor’, ‘mücadele etmiyor’ diye eleştirilen, sportmenlik konusunda negatif anlamda dikkat çekmeyen, ‘agresiflik’ kelimesi yanından bile geçmeyen Brezilyalı’ya 135 Süper Lig karşılaşmasında gösterilen sarı kart sayısı 26...
135’in üçte ikisi 90 eder. Yani istatistik bilimine göre, Alex’e her 90 maçta yaklaşık 17 sarı kart gösterilmiş olması gerekir; gerçekten de öyle.
135’in üçte biri 45 eder. Yani istatistik bilimine göre; Alex’e her 45 maçta yaklaşık 9 sarı kart gösterilmesi gerekir; gerçekten de öyle.
Oysa daha zor rakiplerle, daha rahatsız olduğu oyunlarda, 45 Avrupa Kupası karşılaşmasında Alex’e gösterilen sarı kart sadece 3...
‘’Cömert!‘’
Takımlar arasında bu kadar güç farkı olunca, değerlendirme yapmak, iyi, kötü, başarılı, başarısız gibi sıfatları isimlerin, teknik adamların veya topyekün takımların önüne koymak zor oluyor doğrusu.
Hedef, güç, kalite uçurumlarına bir de saha ve hava olumsuzlukları eklenince, işin içinden iyice çıkılmaz, kalem oynatılmaz, klavye tuşlanılmaz bir hal alıyor durum.
Selçuk Dereli ve yardımcısı Ömer Faruk Yeşil de olmasa, tek kelime eleştiri bile üretemeden tükenecek bir yazı olurdu bu. Beyaz fonda, kaleye girmek üzerereyken gereğinden fazla açılan kola çarpıp yere düşen kırmızı topu, pozisyona çok yakından bakarken görememek olası değil. Görüp de, bir önceki satırda yazdığı gibi ‘çarpma’ muamelesi yapmak da pek mantıklı değil. İkili mücadelelerde sıkça çalınan düdükler, hava ve saha olumsuzluklarının göz önüne alınmamasıyla ilgili bir eksikliktir. Böylesine tecrübeli bir düdüğün bunu dikkate alamamış olması ve böylesine acemi davranması ise, herhalde form durumuyla ilişkilendirilebilir.
Buz gibi ofsaytı kaçırıp, Lugano’nun sıradan ve gereksiz itirazlarla profesyonelliğe yakışmayan bir sarı kart daha görmesine neden olan yardımcı Ömer Faruk Yeşil’in, daha sonra iki kez Tokatspor atağını hatalı bayraklarla kesmesi de, formsuzluk şemsiyesi altında mutlaka eleştirilmelidir.
Kısa ve futbolun teknik yönüyle hiç ilgilenilmemiş bu satırlar tam bitmek üzereyken akla birden Güiza gelir! Yağmurlarda, çamurlarda, deplasmanda, İstanbul’da ve nihayet karla kaplı bir satıhta, yakaladığı fırsatları kullanamayan İspanyol’a acil bir sıfat öngörülmelidir. Herhangi bir cümlede kullanılmasına gerek yok, başlık yeterlidir...









































