‘’Henüz bitmedi!‘’
Dün akşam yenildi ancak, henüz hiç bir şey bitmiş değil Fenerbahçe için. Sonuçta, lig lideri Sivasspor bile berabere kalabildiğine göre...
Kalan maç sayısı 6. Çarpın 6’yı 3 ile; eder 18. Koyun 18’i 48’in üzerine; eder 66.
66 nedir; sayıdır. Çift sayıdır. İki tane 33’tür mesela. 6 tane 11’dir. Hatta, bir oyundur 66; kahvelerimizde oynanır yıllardır ve çok da sevilir...
Futbol da bir oyundur. Güiza oynar mesela. Uzaktan verirsiniz, yakından verirsiniz, dibinden verirsiniz; yapamaz. Yapamazsa da yapamaz; ne olur yani! Sonuçta bu sadece bir oyun değil mi!
Bir insan, sadece futbolcu ve yabancı bir ülkeden transfer edildi diye gol atmak zorunda mı görülmeli. Atamazsa, atamaz. Melemez, melemez; bir İspanyol böyle sıkıntılara gelemez!
Aragones de İspanyol zaten. Çok çok çok tecrübeli bir İspanyol ayrıca. Neler gördü, geçirdi kimbilir bu günlere kadar. Nedir yani, alt tarafı bir maçın, bir sezonun veya bir yürüyüşün heba olması, yaşam denilen şey elimizden uçun giderken, nedir uyduruk şeylerin bu kadar abartılması!
Olur böyle vakalar. Güiza, Josico olmazsa Maldonado yakalar...
Onlar yakalayamazsa Sivasspor yakalar salı akşamı, Türkiye Kupası’nda. Yakalarsa da yakalar yani, ne önemi var ki; Aragones, Güiza, Josico gibi İspanyollar için!
Futbol sadece bir oyun sonuçta. Yenmek, yenilmek, berabere kalmak, iyi veya kötü oynamak, hiç oynamamak nedir ki!
Aragones seneye de kalırsa, bu oyunun felsefesini çok daha iyi öğrenme şansını bulacaktır Fenerbahçeliler.
‘’Haluk Bey gelsin!‘’
Pazar akşamına kadar, Süper Lig’de 2006-2007 sezonunun 6. haftasında gole giden Balili’yi düşürdüğü için kırmızı kart görmüştü sadece Lugano. Tek özelliği Fenerbahçe’nin yıllardır kazanamaması olan Türkiye Kupası’nda da, iki Galatasaray, bir de Beşiktaş karşılaşmasında görmüştü kırmızı kartları. Sarı-Lacivertli formayla çıktığı 27 Avrupa Kupası karşılaşmasında ise, hiç böyle bir sorunu olmadı. Çok manidar; yani kavrayabilecekler için anlamlı bir durum bu!
Ne diyorlar onun için ‘futbol katili’. Güçlü, mücadeleci, azimli, ezici ve stoper, yani savunmacı olduğu için mi ‘futbol katili’ Lugano? Yoksa, liginize ya da size bir gömlek fazla olduğu için mi? Geçici Galatasaray teknik direktörü, eski stoper Bülent Korkmaz ve hâlâ stoper Emre Aşık da hemen hemen aynı görüşte, birileri gibi!
Lugano, Fenerbahçe gibi Brezilyavari, yani yumuşak bir ekol için fazla tabii! Sertlik, agresiflik Fenerbahçe’nin işi veya imajı değil ki! O duruşun sahipleri belli! Hele 1996’dan bu yana, çok açık ve seçik ‘amansız’lığın önderleri...
Luciano gibiler durmalı Sarı-Lacivertli savunmada. En önemli özellikleri zarafetleri, teknikleri olmalı! Orta alanları daha da yumuşak olmalı. Örneğin; bir Hasan Şaş, bir Sabri Sarıoğlu, bir Ayhan Akman olmamalı! Tekniği, futbol zekası ve yaratıcılığı biraz daha düşük bir Alex, en iyi çözüm Fenerbahçe için mesela!
En azından Emre Belözoğlu olmamalı. 1997 ile 2001 arasında Galatasaray’da istediği gibi oynayabilir ya da milli takımda. Her türlü agresif tavırları göz ardı edilebilir o sıralarda. Ancak, ayrıldıktan sonra yapamaz! Hele Fenerbahçe’de hiç olmaz!
Şunu da belirtmekte fayda var ki, Adnan Polat derbi sonrası demecinde haklı olamaz. Hayır, Sayın Polat! İki büyük değil, sadece Galatasaray devre dışı bırakılmak isteniyor Türkiye’de!
Bizler, uzun zamandır sizden öncekilere, size, samimiyetinize, ilkelerinize, duruşunuza, ileri gidişinize, geri gelişinize, dört bir yana hareket edişinize çok inanıyoruz.
Nedense, Galatasaray’ı devre dışı bırakmak istiyor birileri! Hele, Haluk Bey gittiğinden beri!
‘’Utanmak gerek!‘’
Emre Belözoğlu, maç boyunca defalarca rakiplerine küfür etti.
Her futbolseverin yakından tanıdığı Sabri Sarıoğlu, maç boyunca defalarca hakemlere itiraz etti, rakiplerine hareket çekti, küfürler etti.
Kafasına kanyak şişesi gelen, tercüman Samet Güzel’e 8 dikiş atıldı.
Emre Aşık, maç boyunca rakiplerini tahrik etti. Sonunda Lugano’nun ayağına basınca, o rezil kafayı yedi. Lugano’nun karnını ısırmadan önce ve sonraki yere düşüşleri oscarlık hareketlerdi.
Arda, Semih’e yumruk sallamadan dakikalar önce, kıdemli yardımcı hakeme ‘şerefsiz’ diye hitap etti.
Arda’ya yumruk sallayan Fenerbahçe Spor Kulübü profesyonel futbol takımı kaptanı Semih Şentürk, karşılaşma sonrasında da, tıpkı Arda ve diğer Türk futbolcular gibi, özür dileme ihtiyacı hissetmeyip, ‘bunlar hep burada oluyor’ gibi komik cümleler sarf etti.
Galatasaray’ın başarısız kalecisi Sanctis, Galatasaray Spor Kulübü’nün 102 yıllık ebedi dostu Fenerbahçe Spor Kulübü profesyonel futbol şubesi kaptanı Semih Şentürk’ü formasından yakalayarak, ite-kaka yerden kaldırırken, çok ayıp etti.
Her futbolseverin yakından tanıdığı bir diğer isim Hasan Şaş da, zincirini kopararak, kulübesinden fırlayıp olaylara müdahale etti.
Asma kata çıkan taraftarlar, neredeyse büyük bir faciaya neden olacaktı. Bu sırada Volkan’ın kasıklarıyla oynayıp durması, kesinlikle sakatlıkla ilgili değildi.
Sahaya giren bir Galatasaray taraftarı, güvenlik tarafından etkisiz hale getirildi.
Her futbolseverin çok yakından tanıdığı eski stoper Bülent Korkmaz, sadece kendi mevkiinde oynayan Lugano’yu eleştirdi.
Adnan Polat, bu kez de “Fenerbahçe ile Galatasaray’ın önünü kesmek istiyorlar” mealinde bir yorumla işin içine tam etti ve çok komik oldu bu.
Utanmak gerek!
Utanmak için, insanın içinde o duygunun ya da o kişiliğin olması gerek!
Süper Lig’in çok üstündeki Lugano ise, “Kıvılcımı ben çaktım. Tüm sorumluluğu üstleniyorum” diyerek, adamlığını bir kez daha ispat etti.
Bir an önce buradan kurtulup, İtalya, İspanya gibi üst düzey, kişilikli liglerde boy göstermesi dileğiyle...
‘’Çok büyükler!‘’
Her gün biraz daha yaşlanıyoruz doğal olarak; hepimiz. Böylece hergün biraz daha tecrübe kazanırken, beyin hücrelerimizin gerekli olanlarının da yavaş yavaş ölmesiyle, bazen de saçmalıyoruz...
İlk yarıda sahanın en iyisi, kuşkusuz Selçuk’tu. Galatasaray’ın sağdan girip, sola gol pası dağıttığı ilk 20 dakika içinde, Lugano’yla birlikte tek direneniydi takımının. Topu çalarken, rakip bozarken, aldığı topu olumlu olarak ileriye aktarırken hep başarılıydı. Devrenin bitmesine sadece bir dakika vardı. Selçuk kadar tecrübeli bir oyuncunun, o bir dakikakayı bile çıkaramayacağını düşünen, çok çok çok tecrübeli İspanyol dede, soyunma odasını bile beklemeden onu oyundan aldı.
Galatasaray’ın sağdan gelip, sola aktardığı dört gol pasını saymazsak, fazla zevkli geçmeyen ilk yarının en önemli olayı da buydu.
İkinci yarı daha da zevksiz ve büyüklükten dem vuranlar için son derece yakışıksızdı. Sabri, Emre Aşık ve Emre Belözoğlu ise, yakışıksızların başını çekiyordu. Spor adına utanılacak insanlar bunlar. Lugano’nun onlara uyması da büyük hataydı. Arda ile Semih’e ise hiç yakışmadı. Adam gibi adamlar, gençler için örnek olanlardı onlar düne kadar. Umarız, bundan ders alır, kendilerine de Hakan Balta, Carlos, Alex gibi sporcuları örnek alırlar.
Futbol, skor ve spor ahlakı bakımından iki büyüğün de utanması ve tüm Türkiye’den özür dilemesi gereken bir oyun oldu. Beraberlik de, en iyisi oldu. Hadi güle, güle...
‘’Aragones'in torunu!‘’
Samandıra’dan gelen son haberlere göre, Fenerbahçe bir kez daha Ali Sami Yen’e Alex’siz çıkacak. Bilindiği üzere, önceki üç Alex’siz Sami Yen maçını kazanmıştı Sarı-Lacivertliler. Alex’li iki maçı ise kaybetmişti.
Demek ki, sadece bu derbiye özel olmak üzere, fazla bir önemi yok büyük ustanın oynamayışının. Bundan daha önemli olan ve tartışılması gereken, Josico’nun dedesinin, bu yokluktan istifade torununu yine ilk onbirde sahaya sürüp sürmeyecek olması.
Ki, yine Samandıra’dan gelen haberlere göre, torun ilk onbirde. Deniz kulübede ve Emre, Alex’in yerinde. Sağda Deivid, solda Uğur, ileride de Güiza...
Buradaki en büyük sorun Josico tabii ki. Fenerbahçe’deki randımanıyla ‘etkisiz eleman’ unvanını hak eden İspanyol’un, etkisizliğinden bile daha sakat bir durum söz konusu. Oyunun herhangi bir dakikasında çıkma olasılığı var çünkü. Hatta, Gaziantepspor karşılaşmasında olduğu gibi sahadan nasıl çıktığının bile anlaşılamadığı, anormal bir örnek bile var.
Alex’in yokluğunda üretim güçlüğü çeken Fenerbahçe’nin, tek forvet Güiza ve Josico’lu orta saha ile şişirmeler dışında, rakip ceza sahası çevresine yaklaşamama olasılığı da var.
Deniz-Selçuk-Emre üçlüsü, kanatlar da dahil beş kişilik bir kalabalıktan oluşacak Galatasaray orta alanı ile ezilmeden mücadele edebilmek için en ideal çözüm gibi geliyor. Bu üç oyuncunun da sürpriz çıkışlar yapabilme şansı var en azından. Üretim noktasında, Emre’nin bilinen mücadelesinin yanısıra, oyuncu eksiltebilmesi, uzak şut denemeleri ve duran top sürprizleri de işin cabası olarak görülebilir.
Deniz-Selçuk tanışıklığı dururken, Aragones’in torununu tercih etmesi, hiç şüphe yok, Emre’nin de randımanını düşürecektir.
Herhangi bir oyucuya Alex rolü vermeye kalkmak ise, çok başka bir meseledir. Bu rolü hakkıyla yerine getirebilecek oyuncu var mı ki, Türkiye’de ya da bir başka ülkede?
İspanyol yönetmen, yine de böyle bir senaryo yazacaksa Alex üzerine; Oscarlık olmaz ancak, Emre değil, belki Deivid bu rolde oynayabilir.
‘’Sinir!‘’
Söyleyen, bir futbol yorumcusu, bir futbolsever, bir taraftar ya da alt tarafı 21 pare top atışının henüz ilkinde ödü patlayıp sıçrayan, emperyalizmin son şirin yüzü Obama değil!
Söylenen: Bir takım sahaya bu kadar sinirle çıkıyorsa iyi oynaması çok mümkün değil. Neden sinirli olduklarını bilmiyorum, ama bu durum vardı...
Sözün sahibi; Luis Aragones. Eskişehirspor’la oynadıkları karşılaşmadan sonra, temmuz ayından bu yana başında olduğu takım elemanlarının sahadaki ruh halleri ile ilgili konuşuyor, Josico’nun dedesi. Nedenini bilmiyor ama!
Çünkü o, televizyon ekranlarına sıkça yansıdığı gibi, A4 boyutundaki bir kağıdın üstündeki işaretler olarak görüyor, yönetiminden sorumlu olduğu, sporculardan kurulu ekibi.
İnsanlar, yerler, zamanlar, mekanlar, kişilikler, kültürler, diller, ruh yapıları, duygular, idealler, vs...
Yukarıdaki uzun cümle ile Aragones’in alakası ne! Bırakın, o cümleyi, Youla’nın kendisi için handikap, rakipleri için aslında büyük tehlike oluşturan sürekli ofsaytta kalışı ile bir bilgisi, düşüncesi, planı var mıydı karşılaşmadan önce! “Batuhan’ı nasıl bilirsiniz?” diye sorsalardı, Kadıköy’de kaç hava topunu alabileceğini öngörebilir miydi sizce!
Edu’nun sezonu kapamasına neden olan sakatlığı ne ifade ediyor kendisine? Takımının savunma kurgusu açısından mı bakıyor olaya veya Edu’nun tam da yeni sözleşmesi, yani geleceği için planlar yaparken başına gelmiş olmasını mı dert ediyor, bu sakatlığın? Yoksa hiç umurunda değil mi!
“Arda’yı bile gereğince tanımıyor olabilir” diye düşündüğümüzü söylesek, haksızlık mı etmiş oluruz futbol oyununun aşırı tecrübelisine!
Yönettiği ekibin kaptanı, Alex de Souza’yı yeterince tanıdığına emin mi, Aragones’i tanıyanlar!
Çok mu ağır oldu! Ayıp mı ettik! Yanlış mı yapıyoruz acaba!
Herhangi bir üç puanlık maç mı, pazar akşamı Ali Sami Yen’de oynanacak olan? Farkında mı Fenerbahçe-Galatasaray muhabbetinin, Josico’nun dedesi!
‘’Josico'nun dedesi‘’
İlk onbirde Josico’yu gördüğümüzde “işte Dede farkı” dedik biz de, büyük çoğunlukla birlikte. Böyle bir seçim, ancak onun kadar tecrübeli ve sağlıklı düşünebilen biri tarafından yapılabilirdi. Josico gibi, kadroya dahil edildiğinden bu yana anormal katkıda bulunmuş, istikrar abidesi bir İspanyol varken, Deniz’in yeri tabii ki kulübedeydi. Zaten Selçuk-Deniz ikilisi daha önce kaç kez yan yana oynamış ve başarılı olmuştu ki. Josico en akıllıca tercihti...
Bu tercih, özellikle ilk yarıda çok açık görüldüğü üzere, Selçuk’a da iyi gelmişti. Pas hatası konusunda uzun süredir görmediğimiz dağınıklık içindeydi Josico’nun partneri ve bu konuda adeta kendi rekorunu kırmayı denedi.
İlk yarıdaki Eskişehirspor üstünlüğü ve baskısını izledikten, karşı taraftakilerin bu konudaki aczini gördükten, üzerine bir de Edu’nun da çıkışını ekledikten sonra, normal olarak ikinci yarıda Kırmızı-Siyahlılar’ın golleri beklenmeliydi. Ne var ki, futbol böyle bir oyun değil işte!
Deniz ve Gökhan Emreciksin’in oyuna girişiyle sanki herşey değişti. Fenerbahçe daha cesur ve daha önde oynamaya çalışıyor, Carlos soldan soldan geliyor, Semih, Güiza ve formsuzların en istikrarlısı Deivid gol için rakip savunmaya hamleler deniyordu.
Deniz ve Selçuk’la orta saha biraz daha direniyor, ileri çıkabiliyor, Fenerbahçe kaçırsa da pozisyon üretiyor, tribünlerdekiler bile hareketleniyordu.
Corlos’un orta sanılan pasına Deivid ve Semih’in ara pasına Güiza; futbol oyununun cazibe ve garipliği bir daha gündeme geliyordu.
‘’Taraftarsız!‘’
Kadıköy, İnönü, Ali Sami Yen; hepsi dünyada ün salmış, birer cehennem...
Dün akşamki çok önemli milli maçta da gördük bunu; tıpkı son dönemlerde ülkemizin bir çok stadındaki bir çok önemli milli maçta gördüğümüz gibi! Cehennem olarak anılan yerlerin çok önemli bölümü, sponsorlara sunulduğu için, cehennem yerinde esiyor yeller. “Burası sinema, tiyatro değil” çılgınlığı, yerle bir. Sadece, bizimkiler orta sahayı hızla geçtiğinde yükseliyor sesler veya yek bir gol sonrası. Sessizlik; geri kalan zamanlara hükmeden...
Arda-Tuncay üzerine çokça çalışılmış belli ki. Rakip yarı sahada Arda-Tuncay demek, pozisyon demek. Eh Semih de girerse devreye, normaldir gol beklemek...
Sonrasında ise, topa ve oyuna sahip olmak gerek. Önce galibiyeti korumak, sonra bir tane daha atmak için.. Ve gol atabilmek için de öncelikle topa iyi vurmak gerek. Zaten çok az bulabileceğin fırsatı, boşuna harcamamak adına...
Özellikle Nihat gibi tecrübeli bir forvet, ilk ve ikinci yarılarda iki kez yakalıyorsa bu şansı, iyi değerlendirmeli. Bu da gerçekleşmiyorsa, İspanya gibi güçlü bir rakip karşısında, umut veya hayale kapılmamalı...
Yenik duruma düşüldüğünde sıkkın ve üzgünken hatta, akla ilk gelen yine, tribündeki ‘sinema-tiyatro’ seyircisi. Taraftarı olmayan bir milli takım, bir milli duygu, bir ulusal hareket nasıl ilerleyebilir ki!









































