‘’Dikkatinize!‘’
Fenerbahçe Spor Kulübü Tüzüğü’nün temel hükümleri:
“Madde 1: Kulübün adı “Fenerbahçe Spor Kulübü”dür. Merkezi İstanbul Kadıköy’de olup, bu tüzükte ‘Kulüp’ olarak anılacaktır.
Madde 2: Fenerbahçe Spor Kulübü 1907 yılında Ziya Songülen, Ayetullah Bey ve Necip Okaner, Asaf Beşpınar ve Enver Yetiker tarafından kurulmuştur.
Madde 3: Kulübün amacı; Atatürk’ün gösterdiği hedef ve ilkeler doğrultusunda; çağdaş yaşama uygun olarak, üyelerin ve sporcuların beden ve ruh sağlığını geliştirecek olanaklar hazırlamak ve onların fizik ve moral eğitimleri ile ilgilenmek, onları Kulübün tesis ve faaliyetlerinden yararlandırmaktır.
Sporun hedefinin bireyler arasında dostluk, barış, sevgi ve kardeşliği geliştirmek olduğu bilinciyle; sporun ulusal düzeyde gelişmesine ve yaygınlaşmasına katkıda bulunmak, sporcu sağlığı ve eğitimi için altyapı tesislerini yaparak Kulübün sporcularını eğitmek ve onlara daha çağdaş koşullar ve olanaklar sağlamak için altyapı, tesis ve sosyal tesisler oluşturmak, onlardaki sportmenlik anlayışının devamını sağlamak, yurtiçinde ve yurtdışında profesyonel ve amatör spor branşlarında müsabakalara katılmaktır.
Kulüp ayrıca; ulusal eğitimimize katkıda bulunmak amacıyla, Kulübün kurduğu veya kuracağı vakıflar eliyle, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre yüksek öğretim ve orta öğretime dayalı eğitim ve öğretim kurumlarının kurulmasına öncülük eder, yardımcı olur.
Kulüp bu amacını gerçekleştirmek için; taşınmaz mal edinerek veya kiralayarak veya intifa hakkına sahip olarak; spor tesisleri, tesisler ve sosyal tesisler kurar ve işletir.
Sportif ve sosyal nitelikte, eğitici ve eğlendirici faaliyetlerde bulunur.
Kulüp; yurtiçi ve yurtdışında amatör ve profesyonel spor müsabakalarına katılır, çeşitli spor dallarında yarışmalar düzenler ve bu faaliyetlerini gerçekleştirmek için profesyonel ve amatör spor şubeleri kurar...” diye devam eder.
Kalın harflerle vurgulanmış bölüm, iddianamecilerin dikkatine sunulur!
‘’Süper Lig golü!‘’
Hiç ezilip, büzülmeyen... Arzulu, dinamik ve başı dik... Fatih Terim’in sahaya çıkardığı onbirle vurgulamak istediği gibi oynayan ve pozisyon bulmak için çabalayan... Seyreden ve özellikle gönül verenlerin kaybetse bile gurur duyabileceği... Onlarla birlikte ‘Hop’ oturup, ‘Hop’ kalkılacak... Keyif, heyecan, endişe, umut ve daha ne varsa adrenalin içeren, birlikte yaşanacak bir takımdı sahadaki.
İbrahim ne kadar ‘deli’ ise, Volkan da ondan aşağı kalacak gibi değildi. Emrelerin aşığı da, boğazkeseni de, yine son damlasına kadar terlerinin mücadele verdi. Tuncay ne kadar Mehmet ise, Marco da aynen öyleydi. Bir de; Semih ya da sonrasında daha uygun pozisyondaki Nihat ve çok çok daha iyisindeki Arda, gol çizgisini geçebilseydi...
Tabii ki, Arda ve Gökhan Gönül daha fazla üretmeliydi. Üstelik, birinin arkasında İbrahim, diğerinin önünde Tuncay, son derece verimliydi. Kanatlar yani; daha çok üretmeli, rakibi daha fazla meşgul etmeli, sonuna kadar tüketmeliydi...
Belki Semih ilkonbirde başlamamalı, sonradan girmeliydi. Ancak, en önemlisi, bu kadar başa baş bir oyun oynarken, böylesine, klasik bir Süper Lig golü yenmemeliydi! Xavi sağ taraftan serbest vuruşu atarken, tabii ki en tehlikeli yer altı pasın ters (arka) köşesiydi.. Ve ne yazık ki, o köşede topla rahatça buluşup golü attırdı Ramos...
‘’Hemen tatile gönderin‘’
Pazar akşamı Ali Sami Yen’de Galatasaray, Eskişehirspor’u konuk etti. Fenerbahçe’nin iki hafta sonra, Ali Sami Yen’de karşı karşıya geleceği ezeli rakibi, Fenerbahçe’nin bir hafta sonra kendi sahasında konuk edeceği Eskişehirspor’la oynuyordu yani...
Yöntem açık oylama, soru şu: Acaba, bu karşılaşmayı Aragones yerinde takip etti mi? “Evet” diyenler, elleri görelim...
Yine aynı yöntemle, ikinci soru da şu: Sizce Aragones’in bu karşılaşmayı yerinde takip etmesi gerekir miydi? “Evet” diyenler, elleri görelim...
Evet, elleri gördük ve yanıtları aldık! Ancak, “Yerinde takip etti mi?” sorusuna yanıt için kalkan eller, doğrusu biraz ayıp ettiler!
Umarız huzura kavuşur
İspanyol teknik dede Aragones, çalıştırdığı takımın en yakın zamandaki iki rakibi birbiriyle oynarken Kapadokya’daydı. Birgün önce, bir tatlı huzur almaya gitmişti Nevşehir’e. Demek kulübedeki o sakin, o tonton ve son derece huzurlu haline rağmen, göründüğü gibi değilmiş ruh hali. Umarız istediği huzura kavuşur, Kapadokya’nın büyüsü sayesinde. Peri Bacaları çare olsun, tüm dertlerine...
Şaka gibi geliyor
Sayın Nihat Özdemir, Fenerbahçe Spor Kulübü’nün sadece bir futbol takımından ibaret olmadığını belirttikten sonra, futbol takımlarının hem ligi hem de kupayı kazanacağını iddia etti. İlk söylediği yüzde yüz doğru ve spor kulübü olarak diğer tüm kulüplerden uzak ara ileride olan Fenerbahçe’nin başarılı bir sezon geçirip geçirmediği, kesinlikle tüm branşlara bakılarak değerlendirilmeli.
Ancak, ikinci söylediği iddia değil de, sanki şaka gibi. Futbolcu kadrosuna, tecrübesine ve rakiplerinin gücüne bakarak, biraz da matematiksel hesap yaparak böyle bir şey belki düşünülebilir. Ne var ki, Aragones’in varlığı, tüm bu olasılıkları olanaksızlığa dönüştürecek, şaka gibi bir gerçekliktir...
Onun tek ilacı var
Aslına bakacak olursanız, ne Kapadokya’nın büyüsü ne Yalova kaplıcaları ne Afyon kaymağı ne Manisa macunu ne de Sivas’ın şifalı balıkları; İspanyol teknik dedenin ilacı, memleketine doğru alınacak tek gidiş uçak biletidir...
‘’Beter olun!‘’
Çıkarın sahadan Emre’yi ve anında bırakın maçı, boşa zaman geçirmeyin... Bol silahlı veya bol gözyaşlı, şive dolu bir yerli tv dizisi izleyin. Olmadı bir mafya filmi takın, kurşunları DTS teknolojisi ile kulaklarınızın dibinden uçuracak dvd’nize...
Hala seyrediyorsanız büyük imkanların sahibi Fenerbahçe Spor Kulübü profeyonel futbol takımının oynadığı, sıradan bir Süper Lig karşılaşmasını; Allah sabır versin. Futboldan anlamadığınız belli ancak, madem istiyorsunuz devam edin...
Bir tek organize atak, tek bir yardımlaşma, yek kaçan gol, yegane nefis hareket veya bereket nafile, hele bir de büyük usta Alex yoksa. Siz yine de devam edin. Belki bir şey olur diye, sadece renk sevginizle...
Sonra, amatörce bir yan top hatasıyla çoktan hak ettiğiniz beraberlik golünü, en sonunda da hakem marifetiyle yaratılan ve yine çoktan hak ettiğiniz yenilgi golünü yiyin ve üzülün. Küfürler, beddualar edin, büzüldükçe büzülün! Hatta daha beter olun üzüntüden, şu takıma inandığınız, güvendiğiniz için, Daum’dan bu yana...
Bu futbol takımına inanıyorsanız, bu futbol takımına güveniyorsanız, bu futbol takımının teknik ve idari anlamda yönetimini çağdaş ve akılcı buluyorsanız, gerçekten beter olun!
Bu takımı Kadıköy’de onbinlerin önünde sahaya sürün sadece.. Ya da Beşiktaş, Galatasaray olsun rakibi, belki konsantre olur beyefendiler diye!
‘’Gaflet, delalet ve hıyanet!‘’
“Ben Fenerbahçeliyim ancak, Aragones’in gönderilmesi için Bursaspor’un kazanmasını istiyorum” diyorsa bir zevat ya da zerzevat; fazla söze gerek yok: Sen taraftar değilsin o zaman. Sen destek olmayı, benimsemeyi, en önemlisi sahip çıkmayı bilmiyorsun avanak!
Takım, parti, fikir, din ya da her inanış, her tutuş, sözde sahiplenilen her şey için geçerli bu yamuluş. Mesela bir başbakan için, “Şu ekonomik kriz iyice büyüse de, seçimde kaybetse, kurtulsak bundan” cümlesiyle bir farkı yok; bu çarpık bir duruş. Milyonlarca liralık servete sahip, yedi sülalesi işadamı, en uzağından yakını bile 4x4 başbakan mı kaybedecek krizden dolayı; ülken mi, sen mi kaybedeceksin dangalak!
“Onlar yüzünden dinimden soğudum” demek gibi bir şey bu. Alemlere ışık, yol gösterici olsun diye gönderildiğine inandığın Kitab’ı kendi çıkarınca okuyup, evirip çevirdiği için birileri, kendi denizlerinde, kendi fenerleriyle dolaştıkları için mi yüz çeviriyorsun; içinde kuşku ve çelişki bulunmayandan salak!
Tam tersini düşün veya...
Yapılan her türlü hileyi ve hurdalaşmayı görmene rağmen, sırf senin takımın şampiyon oluyor diye, bu kirliliğe aldırmadan bayrak sallıyorsan hâlâ, bilmelisin ki gelecekte tam tersi senin de başına gelecek ve sen bundan gurur değil utanç duymalısın; tavır almalısın avanak!
Yalanlar ve dolanlarla, gözünün içine baka baka semirip gelişirken desteklediklerin ve onlarla yürüyenler, sen ve senin gibiler ise her geçen gün biraz daha eriyorken, bu durumu algılayamayacak kadar bağnazsan hâlâ; “daha beter ol” diyesi gelir insanın dangalak!
Gönderdiği Kitab’da dahi, “Ben isteseydim herkes iman ederdi” diyorken Yaratan, sen hala O’nun üzerinden çıkar, güç ve rant sağlayan, eğri-büğrü yalanlarla içinde kuşku ve çelişki bulunmayanı aslında karalayanların arkasından yürüyorsan eğer; yolun açık, mekanın cehennem olsun salak!
Üçüncü maddede; Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Milli marşı İstiklal Marşı’dır. Başkenti Ankara’dır.
Dördüncü maddede; Anayasanın 1. maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile 2. maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3. maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez, diyorken Anayasa ve yüz binlerce şehidin bunun yazılması için akıttığı kan sıcakken hâlâ; sen buna saygı duymuyor, titremiyor ve bilerek veya bilmeyerek bunu bozmaya çalışanlara yardaklık ediyorsan hâlâ, gaflet, delalet ve hiyanet gelir akla, be gavat!
‘’Yürü be Fener!‘’
Agbetu, Nusumbu ve Alex olmasa sahada, çek git ilk yarının ardından, verdiği paraya isyan eden bir futbolsever olarak...
Topu tutar, hakimiyetine alır ve genellikle Agbetu olmak üzere, en uygun durumdaki arkadaşına aktarır pası Nsumbu. Zaten futbol bu...
Abgetu buluştuğu toplarda önce sağa sola silkelenerek, rakibini silkelemeyi deneyerek, sonra en uygun arkadaşını, daha çok Murat’ı görerek oynar oyunu, zaten futbol bu...
Alex, en yakınındakiyle ver-kaçı dener, en umulmaz feykleri atar, ki kendi takım arkadaşları tarafından anlaşılamamak en önemli sorunudur bu durumlarda. Verir, alamaz, alır paylaşamaz, sırıtır, markaj altındadır ve tek başına daha fazlasını da yapamaz. Zaten futbol bu...
Futbol bir ekip oyunu. Normal şartlarda 11 oyuncudan kurulu. Yani aslında, Kazım, Uğur, Selçuk, Semih, Edu, sonra Josico, sonra Güiza da dün akşam ev sahibi ekibin oyuncusuydu!
Islık da, endüstriyel futbol oyununun en önemli unsurlarından biridir. Bazen sabır falan değil, bir an önce ıslıklamak gerekir. Kazım için o kadar beklenmeyebilir yani veya oyuna dahil edilmeleri bile hayret verici olan İspanyol Dede’nin vatandaşlarıı Josico ve Güiza için...
Dün akşamki Kocaelispor gibi koşarak, mücadele ederek oynanır futbol. Forma üniformadır, hemen hemen aynıdır zaten kelimeler. Biri futbolu ve karakteriyle düşmeyeceğini belli eder, biri de bir iki maçlık silkinişi olsa bile, futbolu ve karakteriyle kendisinden bir şey olmayacağını...
Yazık oldu, Körfez’in hak ettiği 3 puana, en azından onların işine yarardı. Diğerlerinin hiç ihtiyacı yok, ne puana ne duruşa ne de yürüyüşe...
‘’Türkiye layık!‘’
Galatasaray’da başladı, Newcastle’da devam etti, Milli Takım’da iyice öne çıktı, sonunda Fenerbahçe’de de parladı Emre Belözoğlu. Küfür, tükürük, tekme, ırkçılık suçlaması, basın tribününe kol çıkarması ve ‘gırtlak kesme hareketi’ son numarası...
“Bu onun için son derece normal” denip, üzerine “huylu huyundan vazgeçmez” deyişi eklenip, “yapacak bir şey yok” son cümlesiyle daha önce pek çok kez yapıldığı gibi, kalınan yerden hayata devam edilebilir...
Ne var ki, en azından şu an temsil ettiği kulüp açısından olay bu kadar basit değil! Birilerinin, yani Fenerbahçe’yi yönetenlerin Emre’ye bu kulübün Galatasaray olmadığını, artık İngiltere’de yaşamadığını, Fatih Terim komutasında çalışmadığını hatırlatması gerekir. Aksi halde, bundan en büyük zararı yine Fenerbahçe Spor Kulübü görecektir...
Çünkü, başka zamanlarda ve başka yerlerde, öylesine geçiştirilen, hatta görmezden gelinenler, Fenerbahçe söz konusu olduğunda manşetlerden inmeyecektir. Bakınız; son günlerdeki gazeteler, televizyonlardaki haberler...
Daha bir hafta önce Fenerbahçe Spor Kulübü’nün resmi internet sitesinde yayınlanan ‘bıçaklı taraftar’ haberi ve uyarısına verilmeyen değer ve destek, tersi bir olayda top-yekün, el-ele, omuz-omuza gündemden düşürülmeyecektir. Bakınız; Fenerbahçe’nin geçen hafta kamuoyuna yaptığı çağrı ve hem devletten hem medyadan beklediği destek sonrası gazeteler, televizyonlardaki haberler...
Emre’den gelebilecek herhangi bir özür kimseye pek inandırıcı gelmeyeceğinden, yöneticilerden biri basın toplantısı düzenleyip, onun adına Türk sporundan özür bile dileyebilir.
Şimdi “bu bir işe yarar mı?” diyeceksiniz; yaramaz tabii! Daha beterleri, artık kanıksanmış tüm rezillikler, açık ya da gizli Türk sporuyla birlikte ‘duruş’ kisvesi altında, yürümeye devam eder. Utanmadan, sıkılmadan, hedef şaşırttırılarak, siyasetçileri bile hayrete düşürebilecek salvolarla; kösele maskelerin arkasında...
Ya da Sivasspor Kulübü’nü yönetenlerin yazılı bir açıklama ile Bülent Uygun’a sahip çıkıp, gelecek için ümit veren genç hakem Deniz Çoban’ı karalamaları gibi bir duruş sergilenebilir! “Emre’nin ve bizim önümüzü kesmek istiyorlar. Cangele’nin hiç mi suçu yok”...
İşte bu, tam da Türk sporunun hak ettiği, layık olduğu harekettir!
‘’Hayırlı olsun‘’
Kadir Has Stadı’nı Türk sporunun hizmetine sunanlara teşekkürle başlamak gerek söze. Büyük keyif, böyle güzel, modern statlarda sporun her türlüsünü izlemek. Tabii, izlemek için de önce maça gitmek, bilet fiyatlarını da buna göre düzenlemek gerek...
Çok kişi “bu stattaki ilk golü keşke Roberto Carlos atsaydı” diyebilir. Ancak, bu golün Semih’ten gelmesi bizce daha önemli ve goldeki Carlos payı da zaten yeterlidir. Alex’in füzesi de, onun unutulmayacak gollerinden biri olarak yine tarihe geçecektir. Bu noktada, “keşke sol ayakla attığı o müthiş vole de gol olsaydı” denilebilir...
Kayserililer ve hakem için, bu karşılaşmanın ne denli önemli olduğunu, bir kere de anlayamayanlar, maçın kasetini tekrar izleme imkanı bulurlarsa gözlemleyebilir. Son dönemlerdeki durgunluklarına rağmen Sarı-Kırmızılılar’ın dün akşam bire üç baskı koymaları, Mehmet Topuz’un insanüstü isteği, randımanı, ülkemizin en iyi hakemlerinden Bünyamin Gezer’in belki de ilk kez bu kadar bir tarafı kayırıcı kararları, ancak böyle izah edilebilir.
Tabii tüm bunlar, uzatmalar dahil son 44 dakikayı sanki bir değil de dört kişi eksik kalmış gibi oynayan Fenerbahçe için bir maazeret olarak görülmemelidir. Başta Gökhan Gönül, sonra Lugano, Deniz ve büyük usta Alex bu çok değerli ve anlamlı galibiyetin mimarları olarak gösterilmelidir.
Büyük oyunlarını, komik ve yakışıksız kırmızı kartlarla gölgeleyen Volkan Demirel de buna dahil edilebilir. Hazır kırmızı karttan söz etmişken, Eren’in o pozisyonda Volkan’a attığı tekmenin cezasız kalışı ve Mehmet Topuz’un Semih’e vurduğu dirsekten sonra atılmayışı, Gezer’in önemli hataları olarak değerlendirilmelidir.









































