‘’Açık açık!‘’
İspanyollar “liderlik vasıfları taşıyan, azimli, mücadeleci, ne var ki Alex’in gölgesinde kalan, aslında o olmasa bu yükü rahatlıkla taşıyabilecek kapasitede müthiş bir oyuncu” demiş Emre için, Beşiktaş maçı yayını ve sonrasında.
“Alex olmasa” kısmı belki biraz can sıkıcı futbolseverler için, ancak gerisi muhtemelen doğru. Öyledir, böyledir biraz da şöyledir, ancak Emre, azmi agresiflikle harman edip içine biraz da aşırılık katarak, kimi zaman terbiye, kimi zaman sportmenlik sınırlarını aşarak; tepki, övgü veya yergi alan, iyi bir futbol işçisidir...
Hep mercek altındadır; özellikle fıldır-fıldır hata arayanların retinasında veya göz bebeklerinin tam ortasında. Ancak, isterse futbolun en iyisini de oynar, mücadelenin son ter damlasına kadar olanını da yapar; maçı da alır, liderliği de.
Ancak, bizim gibi Brezilyanlar için Alex çok başka!
Peki ya Deivid. Hayran olmamak elde mi yeteneğine. Şaşırmamak mümkün mü, halden hale geçişine ve bu sezonun neredeyse tamamına yakınında yok oluşuna, eriyişine. Birkaç metrelik pası bile yanlış gönderişine...
Peki ne demeli, efendiler efendisi gibi görünenin, son zamanlarda önüne gelenle dalaşır hale gelişine!
Hani şey gibi; Uğur Boral’ı maç sonralarında dinlerken “ne kaliteli, olgun, düzgün bir genç adam” diye düşünüp, ardından her oyundan alınışında zıvanadan çıkan tavırlarının akla gelmesi gibi... Hani şey gibi; akil ve itidalli sözlerin sahibi Uğur’un, kendisine yapılan her faul veya en ufak bir hakem hatasında, yüz hatlarının bile karakter değiştirmesi gibi...
Yoksa doğru olan Emre’nin, Uğur’un apaçık yanlışları da; Deivid’in ‘saman altından su yürütme’yi anımsatan tavırları mı yanlış olan!
Kim, gizli kapaklı yapılanın, ulu orta yapılandan daha iyi ve doğru olduğunu iddia edebilir ki!
Şüphe yok! Deivid’le ilgili bir sorun olduğu kesin.. Ya da üç yıllık yeni sözleşmeye rağmen, Deivid’in bir sorunu olduğu.. Ve sorun varsa da mutlaka çözmek gerekir, özellikle ekip çalışmalarında.
Gizli, kapaklı değil ama; açık-açık, adam gibi...
‘’Artık bu da mı klasiko!‘’
Bu sezon sadece 414 dakika forma giyme şansı bulmuş Ali Bilgin sağ bek, özellikle hava topları nedeniyle endişe duyulan Gökhan Gönül stoperde. Hemen yanında da Yasin var Gökhan’ın. Onun da bu sezon oyunda kaldığı süre, toplam 691 dakika...
Fenerbahçe, karşılaşmadan önce, bir maç fazlası olan Bursaspor’un da arkasında, altıncı sırada. Hedefi, beklentisi yok yani; Türkiye’nin en önemli futbol organizasyonuyla ilgili. Sözün özü; Kara Kartal kesin favori...
Gelin görün ki, bırakın deplasmanı, sahasında bile önüne gelene yenilebilenler, maç seçtiklerini dün akşamın özellikle ilk yarısında yine ispat ettiler. Neredeyse tüm maç boyunca rakiplerine kesin üstünlük kurup, Güiza’nın mükemmel vuruşu ve bir nakış gibi işlenip Semih’le filelere giden goller sonrası, hak ettikleri biçimde öne geçtiler.
Geride bıraktığı bir çok maçı ikinci yarılarda kazanan Siyah-Beyazlılar, o ikinci 45 dakikalık bölümde bile rakibini etki altına alacak hamleleri yapamadı. Oysa, misafirin en tecrübelisi, önce Emre, sonra da Semih’i oyundan alarak, daha önceleri bir çok kez yaşandığı gibi, rakibi adına yine gerekeni yapmıştı. Deivid hâlâ sahada salınıyor, az önce kapıştığı Emre dışarı alınıyor ve 2-0’ı daha da ilerilere taşıyabilecek Semih-Güiza ikilisi bozulup, sorunsuz ve sorumsuz Kazım oyuna giriyordu.
Ne namus mücadelesiydi, ne haysiyet, ne de şahsiyet meselesi. Son yıllarda sıkça yaşandığı gibi, Fenerbahçe bir kez daha Beşiktaş’ı yendi.
‘’Ne oldu can!‘’
Derbi maçı öncesi ne diyor ‘büyük yürüyüş’ün bir numaralı savunucularından Hasan Ali, “Fenerbahçeli futbolcular, namus maçına çıkıyor artık. Evet, namus maçına”.
Futbol, sadece futbol değil miydi! “Futbol hayat-memat meselesidir” diyenlere karşı çıkanlardan değil miydik biz!
Futbolu, spor ya da bir oyun olarak görmüyor muyduk! Fenerbahçe Spor Kulübü’nün tüzüğünü, son yıllardaki gelişimini ikide bir övgüyle gündeme getirmiyor muyduk! Tesisleşmeye, misyona, vizyona, altı-üstü yapılanmaya ve duruşlara karşı yürüyüşlere verilen desteğe ne oldu can! Eğri-büğrü mü konuşuyor, paylaşıyor, dik gibi görünüp, yamuk ya da temelsiz mi duruyorduk!
Hasan Ali için, bir namus meselesiyse futbol, boşuna aynı yürüyüşe kalem çalmışız bu güne kadar! Boşuna konuşmuş, dinlemişiz aynı davanın savunucuları gibi!
“En küçük bir dikkatsizlik, en küçük ama kritik bir hata bile onları hayatları boyunca töhmet altında bırakacaktır” cinnetiyle de devam ediyor yazısına Hasan Ali. Okurken, sırtı terliyor insanın. “O mu yazdı gerçekten?” diye kuşkuya kapılıyor, ister istemez...
Yani, Fenerbahçe, Beşiktaş’a yenilecek ve o karşılaşmada hata yapan sporcular, (hadi sporcu deyimini de es geçelim) profesyoneller, töhmet altında kalacaklar sonsuza kadar! Nasıl bir anlayış ve yaklaşımdır bu! Nasıl bir yürüyüştür örnek alınası ya da nasıl bir cinnettir! Nefretse; neye, kime karşıdır ve neden bir volkan gibi patlamış, lav olup akmıştır kaleminden!
2005-2006 sezonunda, Fenerbahçe’nin şampiyonluğu kaybettiği, o unutulmaz ve gerçek Fenerbahçeliler için belki de en onurlu geceye-geleceğe neden olan; bir hafta önce Beşiktaş’ın Galatasaray’a yenilmesi midir, yoksa Sarı-Lacivertli futbol takımının Yeşil-Siyahlı rakibini yenememesi midir! Bu kaos mu cinnetin temelidir, yoksa “lig sizin, kupa bizim” küçüklüğü mü!
Pazar akşamı oynanacak derbi, Beşiktaş için şampiyonluk yolunda üç puan alınması gereken bir maç, Fenerbahçe içinse sadece prestij meselesidir. Namus veya hayatla uzaktan ya da yakından ilgili bir şey asla değildir.
Çok iyi tanıdığımızı sanmasak ve o tanıdığımızı sandığımız Hasan Ali olmasa, bu güne kadar birçoklarına yaptığımız gibi, yazdıklarını kale almazdık; ki almayız da zaten bundan sonra...
‘’Yorum değil gerçek‘’
Fenerbahçe ne? FFK mı? Hayır; FSK.
Fenerbahçe Futbol Kulübü değil, Fenerbahçe Spor Kulübü yani...
Futbol, basketbol, voleybol, kürek, boks, yüzme, yelken, masa tenisi ve atletizm branşlarında faaliyet gösteren bir spor kulübü.. Ve Türk sporunun tartışmasız lideri...
Kürek, boks, yüzme, yelken, masa tenisi ve atletizm ile ilgili şampiyonluk, kupa, birincilik veya madalya sayılarını yazacak kadar yerimiz yok ne yazık ki! Durumu şöyle özetleyebiliriz ancak, Fenerbahçe Spor Kulübü bu amatör branşlarda yine bir inci. Tebrik ve teşekkürler Türk sporu adına...
Bu altısı ve de ülkemizin en popüler sporu futbol dışında topla oynanan oyunlara, daha doğrusu topla yapılan spor dallarına ait iki branşı daha var Sarı-Laciverliler’in. Basketbol ve voleybol. Bunların da, bayanları var erkekleri var, doğal olarak...
Bayan basketbol, erkek basketbol, bayan voleybol ve erkek voleybol takımlarının başarılarından haberi de var tabii ki herkesin, değil mi!
Futbol hariç, yukarıda adı geçen sekiz branşta da, Fenerbahçe Spor Kulübü’nün şampiyonluk, final ya da ikincilik gibi önemli başarılarla sezonları tamamladığını ve son yıllarda bunu gelenek haline getirdiğini, sporla az çok ilgilenenler bilir, bilmeyenler de artık öğrenmeli...
Ne kaldı geriye; futbol. Futbol geriye kalır mı hiç ülkemizde; asla kalmaz. En önde gelir, her daim. Özellikle yönetimsel bazda, bir spor kulübü için, başarının temel göstergesidir.
Aslında, yerinde sayan bazıları için hâlâ öyledir! Ancak, bu devirde böyle olmaması gerekir! Hızla ilerleyenler, yenilenenler, gelişenler, hedef ve vizyon büyütenler artık takdir edilmeli ve saygı görmelidir.
Üstelik, en başarısız olduğu branşta, profesyonel futbolda bile, iki resmi organizasyondan birinde Fenerbahçe finaldedir.
Buraya kadar yazılan herhangi bir kelime veya cümle, kesinlikle yorum değil, gerçektir.
Gerçekler acıdır veya gerçekler incitir!
Bir önceki cümle yorum oldu sanki...
‘’Ekip oyunu!‘’
Deivid, Zico’yu özlediğini belirtmiş Brezilya basınına. Doğrusu, Fenerbahçeliler de Deivid’i özlüyorlar uzunca bir süredir. Hani, ileri-geri amansızca çalışıp, futbolseverleri kendine hayran bırakan. Sürekli, hatalı değil, olumlu paslar üreterek takımına katkı veren, sürpriz golleriyle gitti denilen puanların geri dönmesini sağlayan Deivid’i özlüyor...
Zico döneminin ilk ayağında, unutulmaz 100. yılda oynanılan ya da oynanamayan futbolu ne çabuk unuttu balık hafızalılar! Hani yürüye yürüye, esnete esnete gelen, öncelikle rakiplerin kifayetsizlikleri sayesinde kazanılan şampiyonluğu nasıl hatırlamazlar!
Şimdi Zico’yu arayanlar, o sezonun 29. haftasında, Beşiktaş’ın 55, Galatasaray’ın ise 51 puan toplayabildiğini ve tıpkı bu sezon Sivasspor’un yaptığı gibi, Süper Lig’e bu şekilde liderlik edilebildiğini unutmamış olmalılar!
Peki, geçen sezonun 30. haftasında Ankara’da oynanan neredeyse şampiyonluk karşılaşmasında, Kezman’ın kaçırdığı penaltıyı kimler hatırlar! Hani, Kezman birkaç dakika önce oyuna girmiş ve topu kapmışta ya Alex’ten; patron Zico az ileride kulübedeyken! Sonra, gökyüzüne göndermişti hem topu hem şampiyonluğu...
Aragones’e teknik adam denmemesi gerektiğini; hava, su, elektrik, yol faturalarını, çöp ve diğer tüm vergilerini ödeyen bir İstanbullu olarak, ligden bir an önce düşmesini arzuladığımız İstanbul Belediye maçından sonra söylemiştik zaten. Ancak, Zico da pek öyle özlenecek bir teknik adam değil! Hele ki, hâlâ görevde bulunan takım patronu aleyhine gönderme yapmak, Fenerbahçe Spor Kulübü profesyonel futbol takımı kadrosunda yer alan bir futbolcunun yapabileceği bir şey hiç değil!
Kimbilir; Uğur, Kazım, Volkan Demirel gibilerinin ukalalıkları, disiplinsizlikleri ve Deivid gibilerin dışarıdan loca faaliyeti olarak görülebilecek fütursuzlukları, densizlikleri, belki de Fenerbahçe’nin başarısızlığı ile direkt ilgilidir!
Tabii bir de rantbahçeliler ve Selçuk, Deniz gibi gerçek emekçilerin değerini bilemeyecek kadar bilinçsiz, ‘hep destek tam destek’ yürüyüşünden habersiz, sözde Fenerbahçeliler göz ardı edilmemelidir.
Sonuçta, bu bir ekip oyunu değil mi?
‘’Büyük felaket!‘’
Dün, maç oynanmadan bir kaç saat önce, Fenerbahçe Spor Kulübü’nün Yüksek Divan Kurulu olağan toplantısında konuşan kurul üyesi Eli Niyego, futbol takımı oyuncularının tamamının gönderilmesini istedi.
Ne ka köfte, o ka ekmek! Ne ka kafa, o ka fikir! Ayıplamak yakışmaz, ancak gülmek serbesttir...
Bu toplantıda, Başkan Aziz Yıldırım yeniden aday olacağını açıklamaktan imtina etti. Onun olumlu veya olumsuz açıklamasını bekleyenlerden biri, olası başkan adaylarından Şadan Kalkavan idi...
Bu spor kulübünün amatör tüm branşları ve hatta Fortis Türkiye Kupası’nda profesyonel futbol takımı, yani dün akşamki ‘büyük felaket’ bile final oynarken her dalda, tribünlerdeki bir kısım rantbahçeliler yine ‘yönetim istifa’ diye ısrar etti.
Böylesine soğuk bir maçta, henüz hazır olmadığı her halinden belli olan, büyük usta Alex de Souza, neden kulübeden getirilip oyuna sokulur ki!
Sarı-Lacivertli takımın tartışmasız emekçisi, kaptanı Selçuk Şahin, neden protesto edilir kendi taraftarınca! Ki o taraftar, kombine kartına rağmen tribüne gelmeyip, rantbahçeliler’in seslerinin daha çok duyulmasına sebep oluyorken ahmakça! “Sapına kadar taraftarım” veya “damarımı kessen Sarı-Lacivert akar kanım” geyiğine kim inanır, sadece ‘iyi gün dostu’ gibi davranılınca!
Penaltı değil ama hadi neyse, oradaki sarı kart biraz ağır sanki kanımızca. Kartın ardından, “Yaşasın, Önder de cezalı, Can Arat oynayacak” garipliğine gark oldu saygıdeğer Beşiktaşlılar; aman bir terslik olmasın haftaya, futbol da tam böyle bir oyun ya!
‘’Sakın ha!‘’
Türkcell Süper Lig lideri Sivasspor taraftarı, bağırıyor: İ. federasyon, o. ç. hakemler...
Peki, nasıl bu haftaya kadar lider olarak gelebildiler, bu federasyon ve bu hakemlerle! Aleyhine en az hakem hatası oluşan takım değil mi Yiğidolar! Yine, lahana turşusu, perhiz durumu ve acınak halleri insanımızın, futbolumuzun. Baştan kokar ya balık! Başkanı var bu işin, teknik adamı var, futbolcusu var; taraftara gelene kadar...
Belki de, dört günde 7 gol yedikleri Fenerbahçe’yi yarım yamalak yakalamışken silip-süpürme hevesinin getirdiği bir durum bu. Yarım yamalak halini bile silip-süpürememenin yarattığı bir sinir ya da! Bir de çok daha önemli Trabzonspor maçından önce, oldukça moral bozucu bir durum olsa gerek Sivassporlular için. Öyle ya, en önemli oyuncularından yoksun Fenerbahçe’yi bile yenemezken bir yarı final maçında, Trabzonspor gibi tam kadro bir takımı yenmek nasıl mümkün olabilir, gerçek bir final maçında!
Gol kaçırma yarışının ardından, Türkiye Kupası’nda 12. kez finalde Sarı-Lacivertliler. En önemli özelliği, ‘Fenerbahçe’nin 25 yıldır kazanamıyor olması’ olan organizasyon için aslında büyük bir tehlike bu.
Rakibi kim olursa olsun, daha önce bir kaç kez olduğu gibi yine kazandırmamak gerek! Yoksa, organizasyon, heyecan ya da tansiyon bakımından zaten kifayetsiz olan bu kupa, iyice gözden düşecek.
Bir de, dün akşamki Fenerbahçe onbirini sahaya süreni kutlamak gerek. Doğru tercihlerdi çünkü; pek Aragones işi gibi değildi!
‘’Çok geç olmadan!‘’
Bir hedeften, istenmese de uzak kalınabilir. Bir ya da birkaç sezon, bir şampiyonluk, ikincilik veya daha aşağı sıralardaki ciddi beklentiler göz ardı edilebilir, maksat sadece sporsa.
Bilimsel konularda, eğitim, öğretim söz konusu olduğunda, sağlık en öne konulduğunda, ekonomi denilen gerçeklik, yasama, yürütme, insan hakları, özgürlük, bireyleri kitle, kitleleri toplum, toplumları millet, milletleri devlet, devletleri bağımsız ve saygı görülmesi gereken olgular olarak ele aldığınızda, böyle davranamazsınız ama...
Yemek ve ihtiyaç molaları dışında, günde 8 saat çalışmanız gerekiyorsa; 8 saat çalışmanız gerekir. Kaytardığınız süreler; kurallar sizi takip edemediğinden, siz ve yöneticiniz konumundaki bireylerle ilgili bir şeydir.
Kişisel, kurumsal, ideolojik, yasal ve anayasal kurallar da böyledir. Hatta din bile; uygulayan ve denetleyene kalmış, yazılan ya da yazandan bağımsız yürüyen işlerdir.
Yazılan tabii ki, önceliklidir. Ancak ya uygulanmazsa, bire bir hayata geçirilmezse. Yazılanın uygulanmasından sorumlu olan, eğilip bükülmemesi gereken olmasına rağmen, aslında iki büklüm yürüyense!
Bir düşünsenize, Müslümanlar’ın Kıble’ye dönmeden, rasgele namaza durduğunu. Bir düşünsenize, Kitab’a rağmen, komşu açken uyunduğunu. Bir düşünsenize, sosyalist veya aslında komünistlerin en rahat hayatlara kurulduğunu. Düşünsenize yoksulların, işçi sınıfının, patronların emrine amade olduğunu. Düşünsenize, bir hukuk devletinde, yasamanın yürütmeyi ‘Allah’ katına koyduğunu.
Aragones’in ‘dünya’nın en iyi teknik direktörü olduğunu kabul edin mesela ve Türkiye’nin en büyük düşmanının Azerbaycan olduğunu. Türkiye’nin en büyük dostunun Ermenistan olduğunu düşünün mesela ve Güiza’nın çok büyük bir golcü olduğunu.
Sonra, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın değiştirilemez ilk üç maddesini öğrenin hâlâ bilmiyorsanız ve onu değiştirmek için harcanan çabaları da düşünün ayrıca... Ve bu konuda ne yaptığınızı düşünün bu güne kadar...









































