‘’Saflar ve saflar!‘’
Ne gariptir ki, takımları onlar için canını dişine takarak futbol oynarken, bazı saf ya da acemi Fenerbahçeliler’in kulağı radyoda ya da Trabzon’dan gelebilecek sürpriz sonuçtaydı! Ne işin var ki, seyredemediğin bir oyunla! Hazır tribünde yer bulma şansına erişen on binlerin içindeyken ve gönül verdiğin takım, gerçek bir rakibe karşı (üstelik uzun bir aradan sonra tam kadro) mücadele edip, bir de üstüne futbol oynarken, keyfini çıkarsana. Ne diyelim, onlar Türk futbolunun saflarından herhalde!
Sarı-Kanarya’nın sondan bir önceki transferi Stoch (sonuncusu İspanyol forvet), dün günündeydi yine! Erken açılışın ve daha sonraki golle sonuçlanabilecek bir çok atağın mimarıydı. Alex ve Semih çok çok inceydi, belki de bu nedenle maçı bitirebilecek yeterli farka erken ulaşılamadı. Tabii, rakibi de 11 kişiydi ve Sarı-Lacivert Çubuklu’ya karşı onuruyla mücadele eden diğerleri gibi, gerçek bir rakip olarak sahadaydı!
Başta Mehmet, Emre, Gökhan, Stoch, Semih ve muhteşem kafa golüne rağmen, asıl ikinci yarıdaki Alex Kanarya’nın en iyi oynayanlarıydı.
Unutmadan, dün akşam Fenerbahçeli bazı futbolcuları izleyen Barcelona çalışanına önerimiz 27 numaralı sol bek ve 16 numaralı orta saha oyuncularıdır. Gökhan’ın Barcelona’ya gitmesi de, gelecek sezon Şampiyonlar Ligi’nde Fenerbahçe’ye rakip olma olasılığı taşır!
Neyse, bu büyük maratonda, Fenerbahçeli saflar son düdüğe kadar, umutla rakipleriyle mücadele edecek anlaşılan. Diğer saflar da tabii!
‘’Niyet!‘’
Bucaspor kalecisi aut atışı için topu yerine götürürken, top toplayıcı çocuk sahaya bir top daha fırlatıyor. Gökhan bu topu tutup dışarı atıyor ve sol elini topu atan çocuğa doğru kaldırıp, sağ eli ile Londak’ı işaret ederek “zaten top var” şeklinde çocuğa tepki veriyor. Bazıları bu pozisyon için, “hakemi protesto ederek topu yere vuran Gökhan ikinci sarı karttan ihraç edilmeliydi” diyor. İşte, işine özen göstermemek, kalemini veya sözünü işine geldiği gibi eğip-bükmek ya da art niyet böyle bir şey olsa gerek!
Dakika 48. Emre’nin başka bir Bucasporlu oyuncu ile girdiği mücadelede yere düşmesi sonrası, bir metre önünde koşan Musa geriye doğru dönerek Emre’ye bir şeyler söylüyor ve ikili arasında ciddi tartışmalar başlıyor. Emre’yle nedense ağzını eliyle kapatarak konuşan Musa Aydın, saha içindeki bu tartışma ile ilgili olarak, karşılaşmadan sonra canlı yayında milyonların gözü önünde, Türk Milli Takımı’nın kaptanı Emre Belözoğlu için “çirkef”, “pislik” gibi ifadeler kullanıyor. Bu tavrından dolayı Musa’dan geçtik artık da, kafasına göre ve kimi zaman abartarak bazı tezahüratlarda seyircinin sesini kısmayı bilen, hatta İnönü’de bu konuda aşırı titiz davranan yayıncı kuruluş, bu hakaretleri canlı canlı yayınlıyor! Şiddet Yasası’ndan sürekli dem vuran yayıncı kuruluş, bununla da yetinmeyip, gece 1’e 20 kala verdiği program tekrarında da Musa’nın hakaretlerini yayınlamaktan hiç çekinmiyor, utanmıyor!
Aynı yayıncı kuruluş bir de nedense, Aziz Yıldırım’ın maçlardan önce, maçların devre arasında ve maçlardan sonra ne yaptığını çok merak ediyor! Hani şu, “futbolun güzelliklerinden başka hiçbir şey bizi ilgilendirmiyor” anlayışındaki yayıncı kuruluş! Yıldırım’ın cezası nedeniyle stada giremediği bir maçın devre arasında bile, “acaba bir telekonferans yapmış mıdır!” diye soruyor Şansal Büyüka! Ne gazetecilik ama! İster istemez, bu durumun arkasında da bir arayış, bir zorlama varmış gibi geliyor insana!
Hemen her sezon olduğu gibi, bu sezon da Fenerbahçe iddialı duruma geldiğinden beri, her maçında aşırı mücadele, yüksek sinir katsayısı ve heyecan eksik olmuyor. Sarı-Kanaryalar’ın maçlarında, fauller, itişmeler, tartışmalar, kavgalar, sarılar, bazen kırmızılar havada uçuşuyor. 7, 9, 10, 14 kart vs... Bununla ilgili istatistikler yazıp, bilgiye bile değer vermeyenlerden hakaret işitmeye gerek yok! Merak edenin hem bunu hem de bunun nedenini araştırması, takkesini önüne, elini vicdanına koyup düşünmesi gerekiyor!
‘’Kazı saçını!‘’
Bucaspor’un en önemli, hatta belki de tek gol silahının, rakip savunmanın arkasına adam kaçırmak olduğunu, futbolla ilgilenen ilköğretim öğrencileri bile biliyordur herhalde! Ne var ki, Fenerbahçe orta alanı ve savunması bunun bilincinde değildi nedense! Ya hiç kimse onlara bunu anlatmamış ya da anlatmış da onlar iyi anlamamış...
Alex’in saçını kazımadan podyuma çıkması, Sarı-Lacivertliler’in dün akşamki maçı nasıl algıladıklarının açık bir göstergesiydi adeta. Kimbilir, Gaziantepspor’u yenip, Cuma akşamı Trabzonspor da berabere kalınca, 3 puan öne geçtiklerini mi zannettiler acaba! Volkan, Lugano, Gökhan, Caner, müthiş golüne rağmen Emre, Mehmet, Alex ve rakip stoper gibi oynayan Semih bambaşka! Sol bekteki ve 16 numaralı Brezilyalılar da olumsuz istikrarlarını koruyunca, hiç şaşırmamak gerek ilk yarı ortaya çıkan sonuca. Gücü ve yapısı gereği, tam takım savunma yapan Bucaspor’u geriden gelip yenmek için kalan süre, artık sadece 45 dakika. Hatta artık kalan 37 dakikada 1-3’ten sonra...
Başta Gökhan, sonra Mehmet, Emre, Alex ve hatta Semih; Sarı-Kanaryalar akıllarını başına alıp, geri dönmeye başlayınca iş değişti bir anda. Aykut Kocaman da geriye döndü. Stoch ve İspanyol oyuncusuyla. Haftalardır alıştığımız üzere, yine sahanın her yerinde baskı, canını dişine takarak mücadele ve azim. Sonra bol pas, kanatlardan yüklenme ve doğal olarak goller. Atatürk Stadı’nı ve yürekleri yerinden hoplatan goller hem de...
Sahanın ve akşamın yıldızı ise Abdulkadir’di kesinlikle. Helal olsun hem ona, hem de onuruyla mücadele eden Bucaspor’a...
‘’Kötülüğün babası!‘’
Türk halkının yüksek spor ahlakı ve anlayışına sığmıyor Fenerbahçe ve Fenerbahçelilik! Tek bir golü hatta pozisyonu bile yok, hak ederek kazandığı! Tek bir başarısı yok tarihi boyunca; göğsü dik, alnı açık, övünebileceği! Tek bir başkanı, yöneticisi, futbolcusu, teknik adamı yok neredeyse, spora yakışan! Tek bir Fenerbahçeli yok, Fenerbahçeliliği yaşama, yaşatma, Fenerbahçelilikle gurur duyma hakkı bulunan!
Hayır! Kalan beş karşılaşmaya çıkmayıp, Birinci Lig’e düşmek de yeterli değil! Çünkü, değişen bir şey olmaz. Orada da, hak ederek tek puan kazanamaz Sarı-Kanaryalar! Bu kez de, Birinci Lig’e şaibeyi taşır, kaos yaratırlar!
Tek çözüm: Fenerbahçe Spor Kulübü’nün, en azından, Profesyonel Futbol Şubesi’ni kapatması! Kurtulsun Türkiye Cumhuriyeti futboldaki her kötülüğün babasından! Böylece futbolla ilgili yazılar yazan, yorumlar yapan, boş konuşan, Fenerbahçe başkanlarının beslediği Fenerbahçeli medya unsurları da çekilir piyasadan! İlk başta tamer bağlan olmak üzere, satılmış kuklalar tertemiz Türk futbolundan kirli ellerini çekmiş olurlar! Nasıl olsa Aziz babaları kollar onları, başka bir şekilde nemalanırlar! Artık gerek kalmadığından, yaptıkları gecekondu da yıkılır ardından! Tabii, Dereağzı’nı da unutmadan! Tapusuz, yetim hakkı yiyerek üzerinde oturdukları ne kadar mekan, ne kadar alan varsa ellerinde olan, yerine temelden en güzelini yapar, hak yemeyen, hak eden, hakiki bir spor kulübüne verir onları bu ‘değer bilir’ vatan!
Futboldan çekiliş taraftar kaybına neden olacağından ve bir zamanlar Sarı-Lacivert için çarpan kalpler yavaş yavaş başka renkler için atmaya başlayacağından, amatör branşlar da kapatılabilir birer birer o zaman! Daha kolay, çaktırmadan.. Ve lekesiz, şikesiz, tertemiz Türk Sporu kalır geriye!
Bir de, 1907 Derneği’nin Fahir Atakoğlu’na yaptırdığı Fenerbahçe marşı var; pek popüler olmasa da, silinmesi gereken hafızalardan:
“Kökleri çınar, başı göğe kadar; her sabah özgürlüğe doğar Fenerbahçe. Sonsuza kadar, onurlu, uygar; bir tek tarihe sığar Fenerbahçe. Her yeni kuşak, bu emaneti bayrak gibi iftiharla taşır; soylu Fenerbahçe.
Sonsuza kadar; yaşa Fenerbahçe.”
‘’Siyah ve Beyaz!‘’
Olabilir; bir hakem henüz 20. saniyede oyuna tam ısınamamış olduğundan ya da inanmadığından, penaltı olduğu düşünülen bir pozisyona faul bile vermeyebilir! Bir hakem, 20. dakikadaki bir pozisyona “penaltı değil” deyip, kendini attığını düşündüğü futbolcuya sarı kart gösterip, onu cezalı duruma düşürebilir! Ancak, bir hakem sürekli eliyle, ayağıyla her önüne geleni durdurmaya çalışan bir savunma oyuncusunu mutlaka uyarmalı, gerekirse birinci ve ikinci sarı kartını kullanıp onu ihraç etmelidir. Bu, çok önemli bir hatadır, bir hakem için. Yine bir hakemin, bir savunmacının, duran toplarda gol aramak için gelen diğer bir savunmacı ile sürekli ve gözlerinin önünde yaptığı karakucak güreşine seyirci kalması da çok büyük bir hatadır. Bir hakem, bir tarafa bu kadar ters davranır, bu kadar sinirlendirir, göz göre göre çileden çıkarırsa, o tarafın agresifleşip sevimsiz tavırlar sergilemesi de fazla yadırganmamalıdır. Sonuçta, profesyonel futbolcular da insandır. Bu nedenle beyaz şort ve beyaz çoraplılar, dünkü maçın tekrarını izlediklerinde, sergiledikleri tavırlar nedeniyle kendilerinden asla utanmamalıdır...
İlk devrede, siyah şort ve siyah çoraplılardan her türlü darbeyi yemelerine rağmen, sürekli düdük sesi ve yerde yatmalardan dolayı (tıpkı 2006’da Denizli’de olduğu gibi) futbol oynamaya yeterince zaman bulamamalarına rağmen, beyaz şort ve beyaz çoraplıların verdiği mücadele, taraflı-tarafsız herkes tarafından kutsanmalıdır. Sonuçta rakiplerin de, Real Madrid ya da Barcelona’da oynayacak hırsta futbolcular olduğu da unutulmamalıdır!
Sonuçta, ‘Azmin elinden hiçbir şey kurtulmaz’ akşamında kazanan beyaz şort ve beyaz çoraplılar, kaybeden siyah şort ve siyah çoraplılardır...
‘’Ayıp!‘’
Saydın mı be hocam! Nereden çıkarıyorsun ve nasıl bu kadar abartıyorsun! Böyle zorlama oranlar vermeye hiç kimsenin hakkı yok hocam. Sen de biliyorsun aslında ki, Türkiye’nin sadece yüzde 40’ı Fenerbahçeli...
Yalçın Dümer de, Trabzonspor maçı ile ilgili yazısının başlarında, “Maçtan önce yine pis kokular, neymiş Fenerbahçe’nin yolunu açmamak için Galatasaray maça asılmazmış. Kişi kendisi gibi bilirmiş kendini deyip bu konuya da burada nokta koyalım.” cümlelerini kurmuş. İşte “doğru tespit” diye ben buna derim. “Kişi kendisi gibi bilirmiş kendini” değil mi! Bu yanlış kurulmuş ancak ‘cuk’ oturmuş cümlenin üzerine artık ne denir! İşte budur Yalçın kardeşim, doğruları açıkça ortaya dökmenin zamanıdır artık...
Eskişehirspor Fenerbahçe’ye, Galatasaray, Trabzonspor’a, Belediye Sivasspor’a ve bir diğeri bir başkasına hep ‘yatar’, ‘yatırılır’, ‘yatmıştır’ ligin sonlarına yaklaşıldıysa eğer. Zihniyet budur güzelim ülkemizde. “Kişi kendisi gibi bilirmiş kendini” ya, işte tam da o mesele!
Önümüzdeki maçta da, Bursaspor Trabzonspor’a yatacakmış! Nasıl oluyor, nasıl tezgahlanıyor acaba! Sürekli ve kolayca! Altidore, Miller, Ergiç, Batalla falan nasıl ikna ediliyor mesela! Bülent Uygun, Bülent Ünder, Abdullah Avcı ya da Ertuğrul Sağlam futbolcularını ‘yatmaya’ nasıl hazırlıyor, ne tür ‘yatma’ taktikleri veriliyor acaba!
Fenerbahçe sayesinde hem de iki kez, şampiyonun son maçın, son düdüğüne kadar belli olmayacağı hâlâ öğrenilmedi mi! Eski- püskü, köhne zihniyetler, art niyetliler, nifak ve kaos meraklısı futbol teröristleri bırakmalı artık, “Kişi kendisi gibi bilirmiş kendini” geriliğini... Şenol Güneş de, “Paniğe kapılıp provokasyonlara gelmemeliyiz” gibi garip, kafa karıştırıcı, nereden kaynaklandığı, neden söylendiği bilinmeyen cümleler sarf etmemeli. Ediyorsa da, ‘provokasyon’ demekle neyi kast ettiğini açıklamalı. Bildiği bir şey yoksa da, durup dururken ortalığı karıştırmamalı...
‘’Garip!‘’
İleri gitmektense yerinde saymayı ve skoru korumayı tercih eden, kulübeden de bunun aksi yönünde dürtülmeyen garip bir havadaydı.
Bu durgunluğa rağmen, oyuncu değişikliklerinin 84. dakikada gerçekleşmesi, garipliğin en uç göstergesiydi. Oysa, en azından Niang, bas bas bağırıyordu dakikalardır “pilim bitti” diye.
Gökhan’la Mehmet en iyi günlerinden birinde değillerdi. Emre’nin sakatlıktan çıktığı her halinden belliydi. 16 sırt numaralı Brezilyalı orta saha oyuncusu yine gölge takibindeydi...
Lugano’nun ters kafa vuruşu direğe değil, filelere gitse, dün akşamki şampiyonluk müjdecisi galibiyet yerine, İstanbul’a lig ikinciliği garantilenmiş olarak dönülebilirdi.
Oysa, karşılaşmanın ilk yarısında da kontrol vardı, ancak her fırsatta hücum daha arzulu denenmekteydi. Niang’ın top kayıpları olmasa, Alex’in iki müthiş kafası fileleri bulsa, galibiyet hiç sıkıntıya girmeden çabuk elde edilebilirdi.
Bu garipliklerin bir numaralı nedeni stres olsa gerek. Onca tecrübeli futbolcuya rağmen bu kadar stres yüklenilmesi de, bir başka gariplik olsa gerek...
Eskişehir’deki muhteşem tribün gösterileriyle yine bir futbol karnavalı şeklinde geçen karşılaşmanın en iyisi galiba Yobo’ydu. Sonra Caner, Lugano ve tabii ki Alex onun hemen ardından geliyordu. Eskişehirspor’da ise, üç mutlak golü önleyen İvesa ve ikinci yarıda oyuna giren Pele en faydalı isimler olarak göze batıyordu...
‘’Diyor ki...‘’
Bizim gibi performans işi yapanlarda belki bir nebzesi performans artırır ama kolay kontrol edilebilir bir duygu değildir”. Helal olsun. İşte, gol kralı ‘Aykut’u, daha futbol oynadığı dönemlerde ‘Kocaman’ yapan sporcu kişiliği.
Ayrıca, ‘intikam’ da neyin nesi! Bursaspor geçen sezon Fenerbahçe’yi Kadıköy’de yenerken, bir başkası için değil kendisi için yenmedi mi? Tıpkı, Fenerbahçe’nin 1996’da Trabzonspor’u sahasında yendiği gibi...
Bir stoper olarak ellerini sürekli ve çok iyi kullanan Serdar Aziz, yine aynı maçtan sonra diyor ki, “rakibi yenemedik, ama hakemi yendik”. Bu da sporcu işte, başka ne denilebilir ki...
Markus Merk de bir şeyler diyor, “önce Semih arkadan Serdar’ın formasını tuttuğu için, penaltı değil”. Peki Markus hoca, Kuddusi’nin durduğu yerden Semih’in elini görmesi mümkün mü! Değilse (ki değil), Serdar’ın sağ kolunun Semih’in boğazına, sol elinin de sol omzuna sarılışını görmemesi mümkün mü (o da değil)! O zaman, bu nasıl bir yorum böyle! Fenerbahçe söz konusu olunca, yayıncı kuruluşun değişmez geleneği midir bu, ne! Daha önceki birçok tartışmalı pozisyonda hakemin durduğu yere bakardınız; bu kez neden es geçtiniz! Onu da bir zahmet haftaya söyle...
Galatasaray Spor Kulübü’nün en başarılı başkanlarından Adnan Polat diyor ki, “Fenerbahçe’nin geçen sene son maçta kaybettiği şampiyonluk olayını yaşamaktansa, baştan boyun eğmek daha iyi”. Buna yorum yapmamak gerekir tabii. Zaten, daha önce “lig sizin, kupa bizim” diyenlerden bir koca başkanı eleştirmek haddimiz değil ki! Ayrıca isteyen baştan salar, gerilerden seyreder, isteyen de her sene final oynar, kaybeder! Bakış açısına göre değişebilir illa ki! Adnan Polat başkanlığında, Süper Lig’de Galatasaray, Fenerbahçe’den 36 puan az toplamış. Bu da öylesine, istatistiksel bir veri...
Hadi bir de genel bilgi verelim bununla ilgili: Fenerbahçe 17 kez şampiyon, 17 kez ikinci, Galatasaray 17 kez şampiyon, 9 kez ikinci, Beşiktaş 11 kez şampiyon, 14 kez ikinci, Trabzonspor 6 kez şampiyon, 7 kez ikinci, Bursaspor 1 kez şampiyon, hiç kez ikinci olarak bitirmiş ligi...