Arama

Popüler aramalar

‘’Seyrantepe ve asalaklar!‘’

Eski yönetici Aşkın’ın gündeme getirdiği tapu devriyle ilgili bazı gerçekleri ortaya koymakta fayda var. Seyrantepe Projesi’ni başından sonuna kadar yöneten bürokratlarla tüm detayları konuştum. Öncelikle Galatasaray Kulübü’nün Türk Telekom Arena’nın tapusunu alması söz konusu değil. Çünkü dönemin Gençlik Spor Genel Müdürlüğü (GSGM) ile Galatasaray Kulübü arasında yapılan sözleşme sadece üst kullanım hakkını kapsıyor. Yani stadın tapusu devletin ve bunun devri mümkün değil.

Tabii bu sadece Galatasaray için geçerli bir durum değil. Aynı şekilde Fenerbahçe ve Beşiktaş da kullandıkları statların sadece üst kullanım haklarına sahipler. Dönemin Gençlik Spor Genel Müdürlüğü, Galatasaray’a Ali Sami Yen’i terk edip Seyrantepe’ye gelmesi karşılığında Türk Telekom Arena’yı
49 yıllığına kiraladı. Sözleşme gereği Sarı-Kırmızılı kulüp amatör branşlarda kullanılmak üzere GSGM’ye yıllık 1 milyon TL kira bedeli ödeyecek ve 2 yıl içinde de stadın üstünü tamamen kapatacaktı.

Fakat 2 yıl geçmiş olmasına rağmen kulüp yükümlülüklerinden bazılarını yerine getiremedi. Sözleşme gereği stadın üzerini kapatmadı. Şayet şu anda mevcut Spor Genel Müdürlüğü soruşturma açar ve olayı hukuksal boyuta taşırsa Galatasaray’ın kullanım haklarını da elinden alabilir.

Devletin tapu devri yapması ise hukuken mümkün değil. Çünkü devlet böyle bir tesisi ancak ihaleye çıkarak satabilir. Bu durumda da Fenerbahçe ya da Beşiktaş ihaleye girerek tapuyu alabilir.

O yüzden Galatasaray camiasının sivri dilli isimleri, stadı geçici bir süre kullanmak isteyen başka kulüplere ‘asalak’ demekle ortamı germekten ve köprüleri yıkmaktan başka bir şey yapmıyorlar.

12 Temmuz 2013, Cuma 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Bizi yabancı mihraklar bölüyor!‘’

Dış mihraklar yine devrede bu kez futbolumuzu ele geçirmek istiyorlar, bizi içten içe bölüyorlar.

Türkiye Futbol Federasyonu’nun yabancı oyuncu konusunda son aldığı 6+0+4 kararıyla tansiyon yine yükseldi. Oysa ne de güzel bir atmosfer oluşmuştu Gezi Parkı’nda. Dört büyük takımın gençleri birlikte poz vererek sembol olmuşlardı ülke nazarında. Ne çabuk dağıldı bu hava.

Diyorum ya bizi hep yabancı mihraklar bölüyor! Yine böyle oldu bak görüyor musun? Bir yabancı kararı yine karıştırdı futbol dünyasını.

3 Temmuz sürecinden sonra Türk futbol kamuoyu ciddi şekilde ayrıştı. Yargılanan da yargılayan da, tanık olan da dışarıdan izleyen de yöneticilerin adaletine güven duymuyor çünkü.

Herkes ayrıştı, TFF başkanı bu ülkede maçlara gidemiyor, bazı kulüpler arasındaki tartışmalar kavga boyutunu bile aştı. Empatinin ne olduğunu hatırlayan yok. ‘Ya bendensin ya düşman’ mantalitesi sinmiş her yere. Kimse kendi kusurunu görmüyor. Benden olma ama aynı çatı altında medenice tartışarak yaşayalım. Olmaz değil mi? Bu sadece futbolumuzun sorunu değil. Toplumun her kesimi böyle maalesef.

Efendiler futbolumuzun hali içler acısı farkında mısınız? FİFA sıralamasında 54. sıraya geriledik bu sizi rahatsız etmiyor mu?

Hani birlikte yaşamayı öğrenmiştik. En küçük bir yabancı tartışmasında ya da transfer krizinde herkes birbirinin kirli çamaşırlarını ortaya döküyor.
Biz ne kadar da ayrıymışız. Gezi Parkı’nda birleşen camiaların arasına yine yabancı mihraklar! girdi görüyor musunuz? Meselenin özü şudur ki; bizim birlikte yaşamaya gönlümüz yok...Yazık!

Tek suçlu medya öyle mi?

Türkiye’deki tribün terörünün sorumlusu kim diye bir soru sorsam nasıl bir sıralama yapar sınız?

Yönetici, futbolcu, teknik adam, medya, taraftar...
Bu tamamen duruma ve konuma göre değişiyor. Geçtiğimiz günlerde Bahçeşehir Üniversitesi’nin düzenlediği bir panele konuşmacı olarak katıldım. Panelin konusu sporda şiddeti önleme ve medyanın rolüydü.
Türkiye’de maalesef iki cephe oluşmaya başlıyor. Yönetici, teknik adam, futbolcu ve taraftara göre başaktör medya. Son yabancı krizi ve transfer döneminde yaşananları gördünüz. Koca koca kulüp başkanları TFF’yi tehdit eder, transfer konusunda iki kulüp birbirine girer. Suçlu ise yine medya!
Bu çok tehlikeli bir yaklaşım. Kışkırtıcı demeçler, sahada kavga eden futbolcular, basın toplantılarında kin ve nefret kusan hocalar varken medyayı başaktör yapmak hangi vicdana sığar.
“Abi bizim sözümüz sizin gibilere değil.” diye başlayan cümleler de çok samimi gelmiyor. Kendimize soyut bir düşman yaratıyoruz sonra onunla savaşıyoruz.
Türkiye’de tribün terörü bitirilecekse bunu sağlayacak olanlar önce sizlersiniz sevgili futbol ailesinin paydaşları.

24 Haziran 2013, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Alper 15 milyon Euro eder mi?‘’

Bu genç kardeşimizin futbol melekeleri ileride büyük bir yıldız olması için yeterli. Ama 4 yıl Fenerbahçe forması giymesi karşılığı 15 milyon Euro bedel biraz abartı. Alper 15 milyon ederse o zaman Borussia Dortmund’un orta sahasındaki İlkay Gündoğan kaç para eder hiç düşündünüz mü?

Son bir haftada ligimizin kalbur üstü sayılacak kulüplerinin antrenörleriyle sohbet etme şansım oldu. Hepsinin derdi ortak; “Yerliler el yakıyor.”
Önümüzdeki sezonlarda yabancı kısıtlaması olacağından her kulübün önceliği yerli futbolcu. Ama kime talip olsalar fiyatlar uçuyor.
Alper’in bu kadar para etmesinin altında yatan en önemli gerçek, yabancı sınırının önümüzdeki sezondan itibaren daraltılıyor olması.
Yabancı sınırlaması konusu bizim ülkemizde çok hassas bir dengede doğrusu. ‘Yabancı sayısı azaltılmalı’ desen, ‘faşist’ yakıştırması yapılır, ‘yabancı sınırı kalkmalı’ desen yerliler isyan eder. O halde biz bazı gerçekleri ortaya koyalım yorumu siz yapın.
Son Şampiyonlar Ligi finali Bayern ile Dortmund arasında oynandığı için oradan devam edelim. Alman futbolunda 2006’dan itibaren yabancı sınırı kalktı. O tarihten beri Almanlar’ın sesi daha gür çıkmaya başladı. Tıpkı İspanya gibi. Hem milli takımları hem kulüpleri zirvelerde geziyor.
Şampiyon Bayern Münih’ten başlayalım. Bavyera ekibinin kadrosunda tam 16 Alman oyuncu var, bunların 8’i milli takımın omurgasını oluşturuyor. Lahm, Badstuber, Müller, Schweinsteiger ve Kroos altyapıdan, kaleci Neuer Schalke’den, Boateng Hertha’dan, Gomez Stutgart’tan gelme.
Dortmund’un kadrosunda 18 Alman var,
3 Polonyalı, 2 Avustralyalı, 1 Macar, 1 Türk,
1 Brezilyalı, 1 tane de Sırp... Sürekli oynayan kadronun içinde Götze ve Schemelzer ve tabii bir de devre arasında katılan Nuri altyapıdan. İlkay Nürnberg’den, Hummels Bayern’den, Reus Mönchengladbach’tan, Subotic Mainz’dan, Weidenfeller Kaiserslautern’den, Lewandowski Lech Poznan’dan alındı. Doğru planlamayla dipten gelip Şampiyonlar Ligi finalini gördüler.
Belki sınırsız olmamalı ama çözüm sınırlamada değil doğru planlamada.
Bunu görün artık.

Galatasaray’ın eli kolu bağlı!

Galatasaray, Lille ’den aldığı Kamerunlu stoper Chedjou ’yla 11 sözleşmeli yabancıya ulaştı. Melo da kiralık, etti 12. Bu saatten sonra Galatasaray’ın yabancı alabilmesi için mutlaka birini göndermesi gerek. Zira kulüpler yeni sezonda en fazla 10 oyuncuyla sözleşme imzalayabilecek, bunların 6’sı müsabaka isim listesinde yer alabilecek.

2014/15 sezonunda ise TFF ’nin yabancı kuralı daha da sertleşiyor; kulüpler 8 yabancıyla sözleşme imzalayıp ancak 5 tanesini oynatabilecek. Hali hazırda Galatasaray ’ın iyi bir sol beke ihtiyacı var. Ne Riera ne de Hakan Balta bu pozisyonu domine edebilecek durumda. En zayıf halkalar Ujfalusi, Riera, Elmander ve Dany. Bunlardan birkaçı gitmeden yeni bir yabancı gelemez. O yüzden yeni çilek isterken dolaptakileri bitirmek gerek.

Yazık oldu Kafkas’a

Türk futbolunun kalbini yönetiyordu Tolunay Kafkas. TFF Futbol Gelişim Direktörü’ydü. Alt kategori milli takımlarımızın hepsi ona bağlıydı ve belki de yeni bir jenerasyon yetişmesine liderlik edecekti. Keşke etseydi. Ama edemedi, etmedi Tolunay Kafkas. Şenol Güneş’in istifasının ardından gelen ilk teklifle Trabzon’un yolunu tuttu. “Hayallerimin takımına geldim” demişti imzayı atarken. O günden sonra, ‘Türk futbolunun hayalleri ne olacak?’ sorusunun cevabı hep havada kaldı. Türkiye’de dört büyükler güçlüdür, caziptir. İstediği her hocayı, her futbolcuyu alır. Bu algıyı biraz daha güçlendirdi Tolunay Kafkas’ın Trabzon’a gidişi. Keşke Tolunay hoca direnseydi büyüklere, gitmeseydi de şimdi hem kendi hem de ülke futbolu kazansaydı. Yazık oldu.

03 Haziran 2013, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Romantik şehrin futbol kahramanları‘’

Fethiye; İnegöl ve Yeni Malatya’yı eleyerek Hatay’a nazaran daha zorlu bir yoldan geldi Konya’daki finale. Ama Hatay için de farklı anlamlar taşıyordu PTT 1. Lig’e yükselmek. Zira geçtiğimiz günlerde hepimizi yasa boğan Reyhanlı patlamasının acılarını bir nebze olsun hafifletecekti Hatay halkının. Bunun manevi desteğini arkasında hisseden Bordo-Beyazlı Hatayspor dakikalar henüz 3’ü gösterdiğinde Mehmet Fuat ile öne geçti. Bu golün üstüne psikolojik üstünlüğü tamamen eline geçiren Hatay 10 dakikalık bir periyotta rakibini boğmak için tabiri caizse kontrolü kaybetmek pahasına topla tüfekle saldırdı. Fethiye’nin soğukkanlı denge futboluna geçmesi çok zaman almadı. Takımın 10 numarası Onur, her duran topun başına geçti ve Hatay’ın rüzgarını dindirdi. Tabii sadece Onur değildi direnen. Sol bek Bülent ve açığında oynayan Ekrem oyunun ibresini Fethiye’ye çevirdi. Zaten Ekrem sol kanattaki yüksek temposunu 20. dakikada golle süsledi. Erken gole rağmen maçı çeviren Fethiye, Hatay’a oranla daha dikine oynayıp bol pozisyona girdi. Maçın son anına kadar oynadı, istedi, zorladı. Sonra da emeklerinin karşılığını bitime dakikalar kala Volkan’la aldı.

Aşk-ı futbol: Fethiye

Fethiyespor çok nevi şahsına münhasır bir kulüp. Herşeyden önce logosu kalp şeklinde ve
dünyada bir eşi daha yok. Fethiyeliler sevginin takımı olduklarını söylüyorlar logolarından yola çıkarak. Geçen sezon ligin en centilmen taraftarı seçilmeleri de boşuna değildi. Taraftar gruplarının sloganı bile ‘Aşk-ı Fethiye’ gerisini siz düşünün. Tribün terörünü yeneceksek ülke olarak ‘Aşk-ı futbol’ sloganını kazıyalım kalbimize. Tıpkı romantik şehrin futbol kahramanları gibi.

01 Haziran 2013, Cumartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’İklim farkı‘’

Arsenal 1-0 kazandı ve Premier Lig’i 4. sırada bitirerek Şampiyonlar Ligi biletini kaptı. Maç sonunda tribünler coşmuş, Arsenal’i şampiyon olmuşcasına alkışlıyordu. Herkes çok mutluydu, Arsene Wenger’in son üç yıldaki fiyasko planlamalarını yüzüne vuran yoktu.

Peki Samet Aybaba, Arsenal’i çalıştıran meslektaşı kadar şanslı mı? Tabii ki hayır. Beşiktaş, Kayseri’ye yenilmesine rağmen ligi 3. sırada bitirdi. Avrupa Ligi biletini cebine koydu. Ama Samet hocanın hataları hep gündemde. Peki neden? Çünkü burası Türkiye. Burada iklim çabuk değişir. Kışları bazen çok yumuşak geçebilir, baharda üşütüp yatağa düşersiniz. Aralık ayında Samet Aybaba’nın ne kadar doğru tercih olduğunu bizzat kendi başkanı dile getirirken, bugün aynı başkan hoca arayışlarına başladı bile.

Yanlış planlamanın tek sorumlusu neden Aybaba oluyor öyleyse. Bunun cevabını yıllardır kimse veremiyor. Hoca hatalı, futbolcular ruhsuz, yönetim kurulu basiretsiz ama başkan başarılı. Böyle bir yönetim modeli dünyanın hangi ülkesinde olabilir. Ortada bir başarı varsa, yani Beşiktaş’ın üçüncülüğü başarı sayılıyorsa Samet hoca ve Fikret Orman başarılı. Fakat ortada bir fiyasko varsa o zaman neden bunun cezasını Aybaba tek başına ödesin?

Kanaatimce, ikisinin de bu tabloda payı var. Sezon başında ‘feda’ diyen bir takımın devre arasında Gökhan Süzen, Niang ve Dentinho üçlüsüne para yağdırmasını kimse izah edemez. Hilbert bu takımın en istikrarlı parçasıyken ısrarla takımdan gönderilecek olmasını da.

Belli ki, ortada başarısız bir tablo olduğunu kabul edenlerin sayısı az değil. Çünkü bizim futbol coğrafyamızda, ‘Üç büyükler hocasız çıksa ligi 3. bitirir’ klişesi var. Bana sorarsanız bardağın dolu tarafını da görün derim.Ama bizde iklim farklı değil mi?

20 Mayıs 2013, Pazartesi 20:00
YAZININ DEVAMI

‘’Ayıp çok ayıp!‘’

Teknik adamlar ve futbolcuların küçücük bir kıvılcımı tribünlerin fitilini ateşler. Bu hep böyle olmuştur. Volkan ya da Sabri burada isimlerin bir önemi yok. Futbolcuların sadece takımlarına karşı değil kamuoyuna karşı da bir sorumlulukları vardır. Bu seviyede futbol oyanayan aktörlerin öfke kontrolünü yapabiliyor olması gerekir, atacağı bir yumrukla kendi camiasını nakavt edeceğini düşünmesi gerekir.

Milli Takım’ın da bir numarası Volkan’ın daha maçın başında Drogba ile başlayan sürtüşmesi, -ki son derece gereksiz ve haksız, Ay-Yıldızlı formayı defalarca birlikte terlettiği belki bir çok defa masada yan yana oturup yemek yediği Sabri’yle yaşadığı kavga kabul edilebilir değil.

Takımının oyuncu değiştirme hakkı olmadığı için gördüğü kırmızı kart Şampiyonlar Ligi’ne bile malolabilirdi Volkan’ın. Bir anlık öfkesinin koca Fenerbahçe camiasına faturasını düşünebiliyor musunuz? En az 30 milyon euro.
Hadi mali kaybı geçtim olası bir mağlubiyet ortalığı savaş alanına döndürmeyecek miydi? Geçen sezon polis otolarının yakıldığı Süper Final ne çabuk unutuldu. Bu sadece Fenerbahçe’ye değil Türk futboluna vurulacak bir darbe olacaktı, çok net.

Şimdi Fenerbahçe yönetiminin ilk toplantıda bu konuyu masaya yatırması ve bu sorumsuzluğun faturasını kesmesi gerekir.

Bu neyin kutlaması?

Maçın bitiş düdüğüyle birlikte zihnimde Volkan ile ilgili bu düşünceler canlanırken, mağlup olan Galatasaraylı futbolcuların sahanın ortasında omuz omuza kutlama yapması beni bir o kadar hayrete düşürdü.
Evet Galatasaray şampiyonluğunu geçen hafta Sivas maçında ilan etti, kutlama da yapmadı. Eğlenceyi son haftaya bıraktı. Peki Kadıköy’de hem de Fenerbahçe’ye mağlup olmuşken, ‘Bu neyin kutlaması?’ diye sormazlar mı adama.

Netice-i kelam; dün gece resmen roller değişmişti. Eminim ki dün Türkiye’nin bir çok noktasında sırf Volkan’ın maç içindeki, Galatasaraylı futbolcuların maç sonundaki davranışları yüzünden kavgalar çıktı ama Saracoğlu sakin kaldı. Fitili ateşlenmeye en müsait hep taraftar olmuştur ama dün onlar ayıplanan değil ayıplayan taraftı. Umarım ayıplananlar sakin kafayla yaptıklarını izleyip yanlışlarından dolayı taraftardan özür dilerler.

13 Mayıs 2013, Pazartesi 20:00
YAZININ DEVAMI

‘’Bu futbolla finale...‘’

Aykut Kocaman’ın oynattığı denge futbolu Sarı-Lacivertli takımı Amsterdam’a doğru taşıyor. BATE Borisov önünde 10 kişi kaldıklarında da böyle oynadılar, Plzen gibi tepeden tırnağa savunma takımına karşı da ödün vermediler, Lazio gibi çetin cevize karşı da aynı düzene bağlı kaldılar.

Dün gece isteyen, zorlayan, arayan ve Amsterdam’daki finale gitmek isteyen taraf gibi oynadı Aykut Kocaman ve öğrencileri. Benfica Kadıköy’e gelene kadar ne kendi liginde (26 maç) ne de Avrupa Ligi’nde kaybetmişti. Başlama düdüğünden itibaren Fenerbahçe önde bastı. Meireles-Topal-Baroni üçlüsüyle topun arkasında olmayı tercih etti Sarı-Lacivertliler, Cristian’ın etkinliğiyle de son derece başarılı oldular.
Ama Fenerbahçe’yi farklı kılan asıl unsur neydi derseniz, kesinlikle Sow-Webo-Kuyt arasındaki uyum ve gözü kapalı rotasyon derim. Sezon başından beri Kuyt ile Sow arasında inşa edilemeyen köprü Webo’yla kuruldu. Nefis bir iletişime sahipler. Zaten 17. dakikada Webo’nun sağdan getirip Sow’la buluşturduğu bir top var ki, Fenerbahçe şablonunun fotoğrafı gibi. Webo sağa geçiyor, Sow merkez santrfor oluyor, Kuyt soldan bindiriyor. Bu değişim son üç aydır her rakibin başını döndürüyor.

Maalesef bu örgü Webo’nun ofsayt sonrası gördüğü gereksiz kartla Portekiz deplasmanında çözülmek zorunda kalacak. Ah keşke demenin anlamı var mı bilinmez ama Cristian Baroni 45. dakikada Gökhan’ın düşürülmesiyle kazanılan penaltıyı gole çevirebilse takım arkadaşlarının Portekiz’e çok daha rahat gitmesini sağlayacaktı. O zaman Webo’nun gereksiz kartı da Aykut hocayı kara kara düşündürmeyecekti.
Fenerbahçe bu sezon Avrupa Ligi’nde kendi tarihini yeniden yazıyor. Yenilmez Benfica’yı yendiler, finale bir adım daha yaklaştılar. Aykut hoca, şartlar ne olursa olsun denge futbolundan taviz vermiyor. Zaten bu sayede takımı Avrupa’da çıktığı hiç bir deplasmanı kaybetmedi.

26 Nisan 2013, Cuma 20:00
YAZININ DEVAMI

‘’Sakinliğin zaferi‘’

Kadıköy’deki 2-0’lık avantaj elbette ki tüm futbolcuların üzerinde bir rehavet bulutu örecekti. Maça oyunu tutmak için Selçuk-Meireles-Baroni ile başlandığı için ilk yarı üretkenlik sıfır civarıydı. Buna mukabil oyunu tutmak da çok mümkün olmadı.

Aykut hoca topun takımında kalmasını istiyor, şartlar ne olursa olsun. Bunu her hoca ister ama her takım yapamaz. Pas trafiğinin içinde herkesin yer alması halinde Fenerbahçe keyifli bir takım haline geliyor. Roma’da da 20 ile 30. dakikalar arası böyle bir takım vardı sahada.
İnsanlar ve kulüpler gibi oyunun da kader çizgisi vardır ve çok incedir. Maçın 20. dakikasında Fenerbahçe pas yapmaya başladı. Gökhan Gönül, orta sahada 5 metre önündeki Meireles’e o kadar kötü verdi ki topu, Raul rakibine tabanı gösterdi. Hareketi devam ettirse direk kırmızı. Peki bu kadar üst seviyede pas kalitesi nerede? Bir kaç dakika sonra da gecenin hayal kırıklığı Baroni aynı hatayı yapıyor. Pas temelli takımlarda zinciri bozan oyuncu sayısı üçlere, dörtlere ulaşınca amaç hasıl olmaz, olamaz. Sadece bizimkilere has bir özellik değil bu, Baroni de Webo da aynısını yapıyor. Çünkü yetişme tarzı aynı, Brezilyalısı da Kamerunlusu da doğaçlama oynuyor bu oyunu. Pas takımıysan doğaçlama oynamayacaksın.
Lazio’nun hocası Petkoviç dün Luliç ile golü bulduktan sonra çılgın bir hamleyle üçüncü santrforu Floccari’yi de sahaya sürdü. Aykut hocaysa Baroni ile Salih’i değiştirdi. O Salih girdiği dakika içerisinde Caner’in golünün hazırlanışında en önemli pas halkası oldu.
İşte iki karakter farkı, işte sakinliğin zaferi.

Tebrikler Aykut Kocaman ve sakin kalmayı başaran öğrencileri. Avrupa Ligi’nde Fenerbahçe bu sezon gerçekten de tarihi başarılara imza atıyor. Yarı finale kadar deplasmanda hiç kaybetmedi.

Şimdi sırada yarı final var. Bugün şanslı bir kurayla ver elini Amsterdam.

12 Nisan 2013, Cuma 20:00
YAZININ DEVAMI