‘’Organize işler bunlar‘’
Geçen yıl Süper Final’den gelen cezası sebebiyle sezona seyircisiz başladı. UEFA’nın darbesi de gecikmedi, BATE maçı seyircisizdi. Boş tribünlere oynanan maçta bile UEFA cezayı yapıştırdı. Sebep? Paraşütle atılan yanıcı madde.
Avrupa’da haberi duyan, okuyan herkes gülme krizine giriyor. Paraşütle yanıcı madde mi atılır? Böylesi bir ilginçlik sizce bireysel bir hareket olabilir mi? Tabii ki hayır. Bana kimse, ‘Münferit bir olaydır’ dedirtemez bu olay için. Koca F.Bahçe kulübüne darbe vurmaktır bu, Türk futbolunun itibarını ayaklar altına almaktır. Sözün özü organize işlerdir. Son yıllarda Fenebahçe tribünleriyle yönetim arasında gerilim had safhada. Geçen ay bir grup taraftarın Aziz Yıldırım’ı istifaya çağırması çok manidar değil mi? Belli ki, bir grup Yıldırım’ı indirmek için devrede.
Yönetime zarar vermek için koca camiayı yakıyorlar. Sezon başından beri F.Bahçe 6 maçını seyircisiz oynadı. İtibar kaybı bir yana, sadece gişe zararı 30 milyon liraya ulaştı. Yani tam da Fenerlinin Fener ’e yaptığını düşmanları bile yapamaz durumu. Stat güvenliğinden tabii ki kulüp sorumlu. Ama burada bir mantık hatası var. Belli ki bariz bir kurgu söz konusu. Bu futbol teröristlerini stattan ve spordan uzaklaştırmak için kulübün çabası yetmez, bu işe devlet de el atmalı. Madem 6222 sayılı ‘Şiddeti önleme’ yasamız var, tam da uygulama vakti değil mi?
**************************
Aykut hoca ne İsa’ya ne Musa’ya yaranabilir
Aykut hoca ne yaparsa yapsın, büyük bir kesimin tepkisinden kurtulamıyor. Çünkü sahanın dışında kendini Kocaman kadar antrenör yetisine sahip gören ciddi bir kitle var. Taraftarların artık şunu anlaması gerekiyor; Fenerbahçe Türkiye’de üç cephede birden yol alan tek takım, şampiyonluğun en büyük favorilerinden birisi ve doğru futbol oynuyor. Artı, F.Bahçeli futbolcular rakiplerinden çok daha fazla maç oynamış durumda. Mesela Baroni 40, Kuyt 39 maça çıkmış, Sow 38, Topal 36’yı bulmuş. Fener’in sampiyonluk yolundaki rakibi G.Saray’da ise en çok maç oynayan futbolcu Amrabat (31), sonra 30 maçla Muslera ve Umut geliyor. Beşiktaş’ta Olcay 26 maçta oynayarak bu alanda zirveye çıkarken, Trabzon ’da Olcan 28 kez forma giyerek Bordo-Mavililer’in lideri olmuş. Aradaki fark bariz ortada. Fenerbahçe, sezonu neredeyse 60 maçla tamamlayacak. Bu tempoya can dayanmaz demeyin, dayanıyor. Fenerbahçe 2-1 kaybettiği Sivas maçından beri doğru futbol oynuyor, topun arkasında, tempolu ve coşkulu... Aykut hocanın işi hiç kolay değil. Bir yandan rotasyon yapacak, kimseyi küstürmeden tempoyu ayarlayacak, diğer taraftan yarışın içinde kalacak ve hiç kaybetmeyecek.
Belli ki hoca ne yaparsa yapsın kimseyi memnun edemeyecek. Rotasyonda futbolcusu küsecek, medya eleştirecek, taraftar tribünden ve sosyal medyadan bombalayacak. Kısacası Aykut hoca ne İsa’ya ne Musa’ya yaranacak!
****************************
Emre ve Webo Fener’i dönüştürdü
Koca bir takımın kimliğini kaç oyuncu değiştirebilir? Kasımpaşa maçında Şota’ya küfür etti mi etmedi mi bilemem ama Emre Belözoğlu Fenerbahçe’nin kimliğini değiştirdi.
Neden? Madrid’te Simeone’ye veremediği elektiriği içine depolayıp, kendini yeniden ispata geldiği için. Genç Salih’in Buca’dan Samandıra ’ya ayak bastığı günkü heyecanı taşıyor ve aynı hevesle oynuyor olması da cabası. Webo da Fener ’in çehresini değiştirenlerden. Neden? Çünkü yıllarca hep kendinden daha iyilerin gölgesinde kaldı. Kamerun Milli Takımı’nda Eto’o’nun yancısı oldu, La Liga’da hep başaltında kaldı hiç başpehlivanlığa soyunamadı. Yani yırtamadı, hep bir yanı eksik kaldı. İBB sonrası yırtmak için Fenerbahçe’ye geldi. Fenerbahçe sezonun ilk yarısında büyük takımdı ama büyük oynamıyordu, deplasmanda kolay kazanamıyordu, maç çeviremiyordu. Ama artık Emre ve Webo’yla hükmeden, arayan, ısıran bir takım.
‘’Bu futbol çeyrek finale yetmez‘’
Ama dün gece ki futbol çeyrek final için yeterli olmaz. UEFA kuralları gereği Emresiz başlanan maçta, Cristian-Topal ikilisi BATE'nin aynı bölgedeki direnç kaynakları Baga ile Olegnovich'e bariz üstünlük kurdu. Ama oyun 20. dakikada Baga'nın atılmasıyla çözüldü.
Aykut hocanın Selçuk Şahin dururken 17 yaşındaki Salih ile maça başlaması gecenin en şık hareketlerinden biriydi. Sow-Webo-Kuyt üçlüsünün arkasındaki Salih'in enerjisi Türk futbolu adına umut vericiydi. Süper performans sergilemedi belki, ama doğru oynamayı öğrendiğini gösterdi.
Dün gecenin en hayret verici performansı ise Kuyt'a aitti. Hollandalı tecrübe abidesinin, Sivas maçında kaçırdığı penaltıyla başlayan düşüşü BATE karşısında zirve yaptı. Allah'tan maç seyircisizdi de tribünler ıslıklamadı. Üçlü forvet hattında Kuyt, kendine uygun rolü bir türlü bulamıyor. Sow-Webo uyumu Kuyt-Webo arasında olmadığı gibi, Hollandalı'nın sahadaki 10 arkadaşıyla da uyum içerisinde olduğunu söylemek çok zor.
BATE, çok statik bir direnç takımı. Amaçları oynamak değil oynatmamak. Her sezon kendilerine bir tane kurban bulup fiyakalı bir zafere imza atıyorlar. Bu sene de Şampiyonlar Ligi'nde Bayern Münih'e patlayarak herkesi şaşırttılar. Devre arasında defansın bel kemiği Marko Simiç'i Kayseri'ye kaptırdıklarından beri savunmada balans sorunu yaşıyorlar. Dün gece de daha 20. dakikada Baga çift sarıdan atılınca dirençlerini kaybettiler. Ama bu kimseyi yanıltmasın, şayet eksilmeseler de F.Bahçe'nin orta alan üstünlüğü karşısında çok şansları olmayacaktı.
Aykut hocanın takımı üstün görünse de akıcı futbol oynamıyor. Favori oldukları turu beklendiği gibi geçtiler. Ama Kadıköy'deki futbol bundan sonrası için yetmez. Şimdi çeyrek final yolundaki tek engel Plzen. Çek rakibi hafife almayın. Napoli'yi şaşkına çeviren Plzen sahasındaki son mağlubiyetini geçen sezon Barcelona'ya karşı almıştı. Fener'in çeyrek final için daha fazlasına ihtiyacı var.
‘’Düzenli ordunun, gerillaya karşı zaferi!‘’
90 dakikanın sonunda gördük ki, Eskişehir'in yüksek risk içeren ama aynı oranda da heyecan veren futbol anlayışı, düzene yenik düştü. Bir anlamda zaman zaman muharebe kazanan gerillanın, savaşın sonunda düzenli orduya kaybetmesine şahit olduk.
Prosinecki, düzenli ordusunu kurarken sisteme odaklandığından oyuncuların ismi değişse de oyun formatı yine de işliyor. Mesela, Steinson'un sakatlığında orta sahadan Salih Dursun'u sağ beke çekti. Gelecek vaad eden genç yetenek hiç sırıtmadığı gibi karşısındaki yetenek zengini Erkan her pozisyonda yendi. Aynı devşirme işlemini sol bekte de gördük. Devre arasında gönderilen Malik Fathi'nin yerine de Abdullah montesi Prosinecki sisteminin başarısının bir göstergesi oldu. Yıllardır Kayseri kadrosunda yer alan ve bir orta saha oyuncusu olan Abdullah sol bekte, stoper Simic'in desteğiyle Kamara'ya geçit vermeyerek beklentileri karşılamaya devam etti.
Simic demişken küçük bir parantez açmakta fayda var. Marko Simic bu sezona, F.Bahçe'nin Avrupa Ligi'ndeki rakibi BATE Borisov'da başladı. BATE'nin bu sezon Şampiyonlar Ligi'ndeki 8 maçın tamamında 90 dakika forma giydi. Sırp stoper devre arasında da Kayserispor kadrosuna katıldı. Doğrusunu söylemek gerekirse Kayseri'nin nokta atışlarına güzel bir örnek oldu Simic.
Kayserispor, ikinci yarının açılış maçında Bursa'ya 2-1 mağlup olduktan sonra kadroya katılan Simic, defansın da sigortası durumunda. Zira tecrübeli stoper geldiğinden beri 4 maçta da 90 dakika oynadı ve bu sürede Kayseri 7 gol atarken sadece 1 gol yedi. (Akhisar-Kayseri: 1-2)Sağında oynayan Zurap'ın ve solunda oynayan Abdullah'ın sahadaki en büyük yardımcısı olan Simic, Prosinecki ile aynı dili konuşmanın avantajını da takımına pozitif yansıtıyor.
Eskişehir'deki 90 dakikada Prosinecki 4'lü savunmanın önünde Paraguay Milli Takımı'nın ön liberosu Riveros ile Ceyhun'u kullandı ve o bölgeden de maksimum verimi oldu. İkilinin önündeki Sefa-Cleyton-Mouche üçlüsü ise biri dışında başarıyla işledi. Takım içinde kendisine 'Messi' diye hitap edilmesini isteyip, bir ego gösterisi yapan Arjantinle Mouche dün sol açıkta beklenenin biraz gerisinde kalırken, Brizalyalı Cleyton Bobo'yu çok iyi besledi. Cleyton özellikle Servet'in sakatlanıp çıktığı dakikadan itibaren Akaminko'nun top kullanma zaaflarını değerlendirmek için Bobo ile 4-4-2 savunması yaptı, önde bastı, Eskişehir'i çıkarmadı.
Eskişehir'i bu ligde farklı kılan en önemli faktör, stoperlerini sürekli öne çıkarması. Bu kendi içinde büyük bir risk barındırsa da Diego ve Servet'in top kullanma becerileri Ersun hocanın en büyük cesaret kaynağı oluyor. Ama Servet çıktıktan sonra Akaminko'dan Servet verimi alınamadı. Bunun en önemli sebebi de Cleyton'un daha ilk topta Akaminko'ya basması oldu. Maçın kırılma noktası da bu oldu.
Ersun Yanal, 1-0'lık skor dezavantajını gidermek için risk üstüne risk aldı. 65'ten sonra topla tüfekle gitmeye başladı. 70'ten sonra 'çılgın proje'yi devreye sokarak stoper Diego'yu santrfora çekti, Hürriyet'i de önde oynayan takımın sigortası olarak stoperde son adam oynattı. Bu tercihi Türk futbolseverler, Bursaspor'un şampiyon olduğu sezonda Ömer Erdoğan'la tecrübe etmişti. Ama dediğim gibi bu büyük bir risk oyunuydu. Hele de Akaminko stoperken. Ya baskı gol getirecekti ya da Kayseri 2'yi bulacaktı. 2. seçenek gerçekleşti Kayseri 2'yi hatta 3'ü buldu.
Maçın yıldızı ise Sefa Yılmaz'dı. Duisburg'daki nefis sezonun ardından Kayseri'nin yolunu tutan gurbetçi sefa, bu yıl altın sezonunu yaşıyor. U21 Milli Takımımız'ın da vazgeçilmez oyuncusu olan genç sağ kanat, Eskişehir de 2 golünü bir asistle süsleyerek maça damgasını vurdu.
Sefa'nın bu performansı tabii ki onu maçın yıldızı mertebesine çıkarsa da Bobo'nun etkinliğini görmezden gelmek olmaz. Beşiktaş sonrası Brezilya da tutunamayıp Süper Lig'e dönen Bobo, attıklarının ötesinde takımını önde tutarak aranan adam oluyor. Şu anki formuyla Bobo, Süper Lig standartlarının üzerinde bir santrfor. Hemen hemen her pozisyonun içinde başrol oyuncusuydu eski Beşiktaşlı.
Süper Lig'de puan farkları bu kadar daralmışken Kayseri'nin Eskişehir galibiyeti 10 kat daha fazla öneme haiz. Kayseri halkının da bunun farkına varıp yarın havalanında Bobo ve arkadaşlarını karşılayıp omuzlara alması gerek.Alsınlar ki bu takım kendini rahatlıkla ilk beşin içine atsın. Kayseri'de kadro potansiyeli var ama maalesef şehrin havası bunu desteklemiyor. Prosineçki ve öğrencileri sahada oynuyor, onları tribünde de desteklemek gerek. Kayseri bunun farkına varmalı.
‘’Aykut hoca istifa etsin!‘’
Aykut hoca da İbrahim Tatlıses’in albümünü dinleyip beğenmediğinde, ‘Tatlıses müziği bıraksın’ diye tweet atsın mesela. Hakkı var mı buna? Ee, onun yoksa senin niye var. Ya da komedyen arkadaşların gişe yapmak için çektiği sanatsal değeri olmayan çerez tadındaki filmlerle ilgili tweet atsın Aykut hoca. Kabul mü? Olmaz değil mi! Ama senin ‘Aykut istifa’ demeye hakkın var. O’nun da olsun. Kamuoyu önünde sen de rencide ol mesela. Taksici arkadaş diyor ki; Aykut hoca nasıl Krasiç’i oynatmaz, Stoch’u niye kadro dışı bırakır? Acaba Aykut hoca 24 saatin minimum 10 saatini o topçuyla birlikte geçirdiği için olabilir mi? İdman performansını beğenmediği için mesela. Yoksa Krasiç’le ne derdi olabilir ki? Ya da Stoch’un hiç mi kabahati yok? Niye bu açıdan bakmaz kimse. Ya da sen git kasiyer arkadaş. Hareket gelsin markete, ciro katlanır belki. Aykut hoca neden gitsin diye sorduğunda kimsenin net bir cevabı yok. Ama gitsin, hareket gelsin. bereket gelsin. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan ender milletlerden biriyiz, buna şüphe yok. Şimdi son tartışma F.Bahçe’nin 4-4-2’yi oynaması. 4-3-3 de olur. 4-2-3-1’e bulaşmasın da gerisi mühim değil.
Büyük takım tek forvet mi oynar kardeşim? Oynamaz değil mi? İyi de bu işin ilmini yemiş yutmuş Aykut hoca, pro-lisansi var adamın. O bilmiyor mu hangi sistemin takımına uygun olduğunu. Üstelik Fener, Emre-Webo-Ziegler geldiğinden beri farklı oynuyor, doğru da oynuyor. Ama yine de istifa etsin Aykut hoca. En eleştirilebilir iş futbol antrenörlüğü değil mi? Abdullah Avcı Milli Takımı bıraksın, Terim istifa etsin, Aybaba karşıya bile geçmesin. Eleştirileri yaparken insafı elden bırakmayın. Biraz rahat olun, futbola ölüm kalım meselesiymiş gibi değil renkli bakmayı deneyin. Hele de Aykut Kocaman’a biraz pozitif bakmaya çalışın. Hoca istifadan donmeyecekti, döndü hata yaptı. Ama o donemler artık geride kaldı. 3 Temmuz sürecinde bırakın takımı, kulübün lideri olmuş adama bu davranışlar reva değil. Hem de hiç. Kocaman’ın takımı Avrupa Ligi’nde devam ediyor mu? Ediyor. Ligde şampiyonluk şansı var mı? Var. Kupada gidiyor mu? Gidiyor. O halde hocaya daha sağlam gerekçelerle gelin. Yoksa ayıp ediyorsunuz!
Serkan Akcan
‘’Bakkal süpermarkete yenik mi düşecek?‘’
Film maddi sıkıntılarla boğuşan bir beyzbol takımının başına geçen Genel Menacer Billy Beane’nin sıfırdan bir takım yaratıp ülke gündemine oturmasını konu alıyor. Aslına bakılırsa Aybaba’nın başlangıç senaryosu ‘Kazanma Sanatı’ndan kesitler içeriyordu. Takımın yıldızları bir bir gönderildi, takımda kalmak isteyenler feda yaptı. Sezonun ilk bölümünde Aybaba ve öğrencilerinin gözalıcı futbolu, fiyakalı sonuçlarla birleşince, ‘Moneyball’ senaryosunun gerçekleşme ihtimali de en azından futbolseverlerin zihninde belirmeye başlamıştı.
Sanki Beşiktaş, mahallenin süpermarkete direnen küçük bakkalı gibiydi. Herkes bakkalın, süpermarkete karşı duruşunu ayakta alkışlıyor ve direnişine içten içe destek veriyordu. Ta ki, bakkal da süpermarkete dönüşünceye kadar.
G.Saray ve F.Bahçe raflarını pahalı ithal ürünlerle doldurunca Beşiktaş da, ‘İzleyici istiyor’ diyerek bu direniş senaryosunda küçük tadilatlar yapma yoluna girdi. Oysa ki izleyici büyük bir saygı besleyerek izliyordu bu direniş filmini. Keşke senaryo hiç değişmese diyen Beşiktaşlılar’la dolu etraf. Haksız da sayılmazlar. Böylesine bir feda sezonunda bu kadar saygı ve sempati kazanılmışken, F.Bahçe’nin eskisi yaşlı! Niang’a, Lucescu’nun pişmesini istediği Dentinho’ya, İBB’de ilk onbire giremeyen Gökhan Süzen’e milyonlar saçıp, dükkana yeni raf yaptırarak Süpermarkete öykünmenin Beşiktaş’a ne faydası olabilir ki? Sezonun bitmesine 14 hafta kaldı, Niang ne zaman form tutacakta, kaç maç oynayacak. İlk iki maçta hiç ışık vermeyen ve idmanda sakatlanan Dentinho ne zaman dönecek? Yazık oldu o kadar yatırıma.rekabet ortamında ‘Süpermarketle yarışacağım!’ diye açılmanın faturası elbette bakkalın önüne konacak. Hele de Aybaba’nın antrenörlük zaafları ilk üç haftada bu kadar göze batıyorken...
Gökhan’ın boyut değişimi
Büyüklere gelmek boyut değiştirmek midir? Cevabı çok net: Evet... Devre arasında İBB’den aynı şehrin diğer takımına transfer olan Gökhan Süzen’in medyanın ilgisi karşısındaki şaşkınlığı, zamanında Beşiktaş’ı çalıştıran Ertuğrul Sağlam’ın, “Üç büyüklerden birinde oynayan başka boyuta geçiyor.” sözlerini hatırlattı bana.Kendi mahallesinin bıçkın delikanlısıyken, sosyete semtine taşınan gencin yaşadığı şaşkınlığa eşdeğer şu anda Gökhan’ın yaşadıkları.
Ayağının tozuyla Fernandes’e yumruğu yapıştırması yeni muhitteki arkadaşlara bir gözdağıydı belki de. Bir tutunma hikayesinin başlangıcı onunki. Gökhan, G.Saray alt yapısının ürünü. Üç farklı pozisyonu oynayabiliyor. Henüz Abdullah Avcı’nın Milli Takım havuzuna giremedi ama galiba artık Ay-Yıldızlı formaya daha yakın. Ne diyelim... Allah yolunu açık etsin. Eski mahalle yaşantısını unutmaması kafi...
‘’Futbol ekolümüz kimin umurunda?‘’
Çarpık futbol coğrafyamızda maalesef istikrara yer yok, bunu bir kez daha anladık. Türkiye’de hocalar camialar tarafından müthiş bir baskıya maruz kalınca suçu sahiplenip istifayı seçiyorlar. İyi de yanlış politikalarla kulüpleri kıpırdayamaz hale getiren yönetimlerin hiç mi suçu yok? Hocalar gidince tüm dertler bitiyor mu? Neyse bunlar derin mevzu, biz asıl konumuza dönelim.
Türkiye’de futbolun temel direği ve geleceği Futbol Gelişim Merkezi’dir. Bunun başında da tüm futbol kamuoyunun beceri ve yeterliliğine inandığı bir direktör olur. Tolunay Kafkas da gelecek vaad eden, yetenekli bir antrenör olarak hem Futbol Gelişim Merkezi’nin patronu hem de Ümit Milli Takım’ın teknik direktörü idi. Yani Türk futbolunun tüm alt yapı faaliyetlerinin başındaki adamdı. 2016 Avrupa Şampiyonası’nda A Milli Futbol Takımımız’ın kadrosunu yetiştirmekle görevliydi, Türk futbolunun damarına kan pompalayan kalbi yönetiyordu.
Trabzon’dan gelen teklifle aynı gün koltuğu bırakıp gitti, ardına bile bakmadan. Tıpkı Ersun Yanal gibi, Ünal Karaman gibi. Peki şimdi ne olacak onca proje? Abdullah Avcı’nın omuzlarına bir yük daha mı konacak?
Demek ki her antrenörün gönlünde yatan aslan, büyük bir kulübü çalıştırmakmış. Türk futbolunun geleceği ve alt yapı şeması kimsenin umurunda değilmiş. Oysa ki bu kez çok umutlanmıştık, alt yapılarımız sağlam ellerde diye rahat nefes almıştık.
Bildiğim kadarıyla Türkiye Futbol Federasyonu bu koltukta oturan antrenörlere her imkanı sunuyor. Ama nedense büyük kulüplerin reytingi bizim hocaların aklını çelmeye yetiyor.
Antrenörleri; yarışmacı ve eğitici diye ikiye ayırmak gerek. Demek ki bundan sonra Futbol Gelişim Direktörlüğü koltuğuna oturacak hocanın hırslarını bastırmış, yarışmacı kimliğini törpülemiş olması gerekiyor. Mesela Şenol Güneş. Bu iş için biçilmiş kaftan. Futbol için fikir üreten gerçek bir entelektüeldir Şenol hoca. Birikimlerini tüm genç fidanlara aktarsın, camiaların kör dövüşlerine kurban edilmeden.
2004 yılından beri Ümit Milli Takım’ın başına tam 7 farklı antrenörün geçtiğini biliyor musunuz? Şimdi 8. gelecek. Raşit Çetiner’in yıllarca üçlü savunma oynattığı Ümit Milli Takım, Reha Kapsal’la 4’lü savunmaya geçtiğinde ciddi bir kimlik değişimi yaşamıştı futbolumuz. Peki ya sonra? Neden bir adım öteye gidemedik?
Bu da yetmezmiş gibi son 7-8 yılda Futbol Gelişim Merkezi’nin bırakın direktörünü, ismi bile defalarca değiştikten sonra, ‘Neden bir futbol ekolümüz yok?’ diye sorma hakkımız olur mu?
Sonra oturup koltuklarımızdan, ‘Neden jenerasyon değişimini yapamıyoruz?’ diye komik sorular sormayalım. İşte bu yüzden yapamıyoruz.
‘’İstikrar efendiler istikrar!‘’
Bu hafta iki koca çınar daha devrildi dengesiz futbol coğrafyamızda. Trabzon'un lideri Şenol Güneş ile Bursa'nın tarihine geçen Ertuğrul Sağlam da gitti bağıra çağıra.
Peki şu anda Spor Toto Süper Lig'de hocası 3 yılın üstünde görev yapan kaç tane kulüp kaldı biliyor musunuz? 1. Sadece bir...
Daha düne kadar ligin en istikrarlı takımları Antalya ve Bursa idi. İkisinin hocası da koltuklarında 5. yılı devirmek üzerelerdi. Biri bu süreçte şampiyon oldu, diğeri de saygı duyulan bir takım yarattı. Ama Ertuğrul hoca gitti şimdi Özdilek yalnız kaldı. Aman hocam bari sen diren bu çarpık futbol düzenine. Kimse senden şampiyonluk beklemiyor, takımın da üst üste mağlubiyetler alıyor ama bırakma. Diren sonuna kadar, istikrar sembolü ol, bayrak ol ki düzene karşı duruşunu göster. Keşke Ertuğrul hoca da, Şenol hoca da gösterebilseydi.
Tamam 44 yıl Auxerre'i çalıştıran Guy Roux ya da 26. yılını bitiren Alex Ferguson kadar koltukta yıllansınlar demiyoruz ama hiç değilse takımının başında 5. yılını kutlayan bir tane antrenörümüz olsun istiyoruz.
Olsun ki, futbolcusu, ilk tökezlemede hocasının gitmeyeceğini bilsin.
Olsun ki, antrenörler scout ekibini kursun, isabetli transferler yapılsın.
Olsun ki, antrenör hancı kategorisine yükselsin, başkaldıran yeniçerileri bastırabilsin.
Olsun ki, Anadolu'dan bir şampiyon daha çıksın.
Olsun ki, dört büyüklerimizin yarısı Ağustos'ta Avrupa'ya veda etmesin.
Olsun ki, borçlar dağ gibi büyümesin...
Hocaların boynu kıldan ince değil mi? En kolay onlar kopar. Hem de ağrısız sızısız. Özellikle de Anadolu'nun çorak topraklarında.
İstikrar efendiler istikrar.
Yoksa biz hasretle Ferguson'ları, sizler de Mali Genel Kurul'larda ibra edilmek için kalkan elleri beklersiniz..
‘’Terim olmak mı zor, Kocaman olmak mı?‘’
Acaba aynı şey F.Bahçe’de yaşansa, Aykut hoca basın toplantısını bitirdikten sonra görevine devam edebilir miydi diye içimden geçirmedim değil. Her camia kendi içinde çok farklı dinamiklere, tarzlara ve geleneklere sahip. G.Saray’ın yaşadıklarını F.Bahçe’ye, onların yaşadıklarını da Cim Bom’a uyarlayamazsınız. Çünkü dokuları ve kültürleri çok farklıdır. Terim de Kocaman da son bir ayda büyük badireler atlattı. Birisi istifa etti, diğeri eşiğinden döndü.
Her ikisini de zorlu bir süreç bekliyor. Aman efendim Sneijder alındı daha ne olsun deyip Terim’in, bir eli yağda bir eli balda deyip Kocaman’ın yüklerini hafife almayin. Zira ikisi de istim üstünde. O yüzden Terim olmak mı zor, Kocaman olmak mı? diye sormak geliyor içimden. Buyrun cevabını birlikte arayalım.
Terim olmak zordur... Çünkü:
-Takımı devreyi lider kapatmış, Şampiyonlar Ligi’nde 2. tura yükselmişken başkandan gördüğü ‘eleman salvosu’yla ayağına kurşun sıkıldığı için
-Ara transfer döneminde ısrarla stoper ve bek istediği halde tüm para Sneijder’a akıtıldığı için
-Kurulan dev kadroya sıfır tolerans gösterileceği için
-Sneijder’in gelişiyle oyun sistemine format atmak zorunda kalacağı için
Kocaman olmak zordur...Çünkü:
- Karabük maçından sonra istifa edip baskıyla görevine döndüğünden her kayıpta hedef adam haline geleceği için
- Alex sonrasında yeni bir sisteme geçmek yerine aynı formatta ısrar edip Baroni’den bir 10 numara yaratma hevesiyle taraftar nezdinde kredisini tükettiği için
- Takımın 10 numara ihtiyaci gün gibi ortadayken yönetimi transfer konusunda sıkıştıramadığı için
Gözler ne imkansızlıklarla zirve mücadelesi veren Samet Aybaba’nın ne de bir başkasının üstünde olacak. İkinci yarının boy hedefi ya Terim olacak ya da Kocaman...
Bir başkan hayal edin...
Az gelişmiş futbol ülkelerinde ‘başkan egemen’ bir kulüp yapısı vardır ve yöneticilerin yaşam mottosu, ‘Parayı veren düdüğü çalar’dan öteye geçmez. Doğrusu; futbolu, içinden gelen profesyonellerin idare etmesi elbette. Lakin kulüpleri ağırlıklı olarak zengin fanatikler yönettiğinden profesyonellerin rahatsız olacağı bir ortam vardır böylesi futbol iklimlerinde. Şükür ki bizde böyle başkanların sayısı gün geçtikçe azalıyor! Kim bilir belki de günün birinde futbolun kalbinden gelen bir bünyede Aziz Yıldırım’daki heyecanı, Ünal Aysal’daki soğukkanlılığı, Fikret Orman’daki nezaketi ve Sadri Şener’deki kıvrak zekayı toplayabiliriz. Ama hayal işte...