‘’Drogba'ya saygı duruşu‘’
Burak’ın varlığından huzursuz olduğu Drogba, bu işte. Oynuyor, rakip kalede gol arıyor, orta sahada prese katılıyor, Sneijder’in kovalamadığı adamı kovalıyor, takımının kendisine nerede ihtiyacı varsa orada bitiyor. Burak’ın yerinde olsam Drogba’yı izlemenin ötesinde yaptığı her şeyi beynime kopyalarım. Bir forvet oyuncusu nasıl 90. dakikada bile diri kalır diye. Kabul etmek gerekir ki Burak’ın duygusal eşiği çok düşük. Belli ki transfer haberleri beynini bulandırmış, Fatih Terim’in geçen hafta ki, ‘Sorun yok varsa da Burak’a sorun’ çıkışı kimyasını alt üst etmiş. Burak, jet hızıyla psikolojisini düzeltip kendisini sistemin içine monte etmeli. Bu çarkın bir parçası olduğunu hissettirmeli.
Burak 2010-11 sezonunda Trabzon’da 20 gole ulaştığında santrfor Umut’un gölgesinde sağ açık oyuncusuydu. Ertesi sezon Umut’u Fransa’ya ihraç edip santrfora geçtiğinde bu kez tabelaya 33 gol yazdırıyordu. Burak’ın oyunuyla beraber egoları da büyüyordu. Galatasaray’a geldi ve yine gol kralı oldu. Hemde ocak ayından itibaren Drogba’yla oynayarak.
Şimdi Burak’ın bir şeye karar vermesi gerekiyor: Ya psikolojik eşiğini yükseltip Drogba’yı içselleştirecek ve gerekirse onun
arkasında takım için oynayacak. Ya da küskünlüğünü sürdürüp sistemin dışında kalacak. Anahtar kelime: Enerji Gaziantepspor mali kriz sebebiyle 18 oyuncuyu zor denkleştirmiş. Yılların forveti Serdar Bayraktar sağ bekte, 20’lik Taşkın 10 numara pozisyonda. Bülent Uygun’un takımı geçen yılki kadrosu ve oyun formasyonuyla bile Aslan’a soğuk terler döktürüyorsa Fatih Terim’in bu konuya kafa yorması gerekir. Dün gece sahaya çıkan Galatasaray’ın yaş ortalaması 28,9’du. Terim’in elindeki kadro ligin en yaşlısı. Enerjik bir takıma karşı çok zorlanırlar. Napoli ve Porto maçları bize bunu göstermişti. Vasat tempodaki Gaziantep bile Galatasaray’ı bu kadar bunaltıyorsa Terim, Şampiyonlar Ligi temposunu düşünmek bile istemiyordur.
‘’Mantalite değişmeli‘’
Hırvatistan’la oynanan Play-Off maçından sonra tribünlerde hatta bende oradaydım insanlar Abdullah Avcı diye tezahüratlar yapmıştı. Kamuoyu baskısıyla birlikte TFF Başkanı Mehmet Ali Aydınlar zamanında göreve Abdullah Avcı getirildi. Milliler, Slovakya ile mart ayında oynadı. Hemen akabinde mayıs, haziran döneminde çok güzel bir hazırlık turnuvası geçirdi. Bu güzel turneyi hatta Portekiz galibiyetiyle taçlandırmıştı deplasmanda... Hollanda’yı elimizden kaçırmıştık. Romanya maçını sahamızda kaybetmemiz, deplasmanda Macaristan’dan neredeyse fark yememiz ve bunları yaparken de ruhsuz oyun dediğimiz yıllardır dert yandığımız özelliklede 80’li yıllarda 90’lı yıllarda dilimize pelesenk olmuş, ruhsuz futbol tanımlanması tekrar gündeme gelmeye başlamıştı. Gana ile oynadığımız maçın ilk yarısını beğendim. Ama Abdullah Avcı geldiği günden beri hep aynı taktik yani 4-2-3-1’le sahaya çıkıyor. En önde genelde Burak’ı tercih ediyor. Arkasına Arda Turan, ya da Alper Potuk. Şu an zirveyi oynayan takımların bir çoğu bu sıralamayla çıkıyor. İkinci yarıda 14’e 6’ya geliyor şutlar dakika 75 olduğunda. 6, 1’den buralara geliyor... 25-30 dakika içerisinde milli takımımız şut çekemiyor, kaleye gidemiyor. Altyapı yetiştirilmeli yani mantalitemiz değişmeli...
‘’Ters milletiz vesselam‘’
Kritik resmi müsabakalar öncesi hazırlık için seçilmesi gereken takımların hedeftekilerle benzerlik göstermesi birinci önceliktir. Ama ne Özbekistan ne de Gana, Romanya futboluyla herhangi bir paralellik göstermiyor.
Olimpiyat Stadı’nda milli maç oynama gereksizliğini söylemiyorum bile. O artık tartışma konusu bile olamaz.
Abdullah Avcı’nın Gana karşısındaki başlangıç 11’i ve oyun formasyonu mart ayında Macaristan ile oynadığımız ve 1-1 biten maçın kopyasıydı. Defans bloğunun önünde Selçuk ve Nuri, sağda Umut ortada Alper solda Arda ve santrfor Burak Yılmaz. İlk 45 dakika saat gibi işleyen 4-2-3-1 boş tribünlerin birden dolmasını sağladı. Maçı televizyondan izleyenler Milli Takım farka gidiyor koşun diyerek sökün ettiler Olimpayata sanki. Ama nafile. İkinci yarıda başta Arda olmak üzere herkeste bir ‘boşvermişlik’ bir ‘bitse de gitsek’ halleri.
Mat eden üç hamle
Geçtiğimiz sene Gana Ümit Milli Takımı’ndan A Takımı’na terfi eden Teknik Direktör James Kwesi Appiah, üç hamleyle Abdullah Avcı’yı mat etti. Sağ beke Opare, sonra Gyan ve Asamoah’ın girişiyle maç siyahken beyaz oldu Gana adına. Maalesef Romanya ve Estonya maçı öncesi Milli Takımımız’dan yine ışık alamadık. Bu kaçıncı diyeceksiniz ama ne yapalım umut fakirin ekmeği. Avrupa futbolunda genelde milli takımlar ile kulüplerin performansları paralellik gösterir. Alman Milli Takımı 2008 Avrupa şampiyonu, 2010 Dünya 3.sü olurken Bayern ile Dortmund hep Şampiyonlar Ligi’nin zirvelerinde gezdi. İspanya 2008 ve 2012’de Avrupa, 2010’da Dünya şampiyonu olurken Barcelona ve Real Madrid aynı seviyedeydi. Fransız futbolu 2000 ile 2012 arasında yerlerde sürünürken kulüpleri de Avrupa’nın uzağında kör dövüşündeydi. Ama bizim futbol iklimimiz bir garip. Son 10 yılda Milli Takım 5.cilikten 58. sıraya geriledi, iki kulübümüz geçen sezon Avrupa’da baharı gördü. Euro 2008 öncesinde kulüplerimiz dökülürken, Milli Takımımız Avrupa 3.sü oldu.
Ters milletiz vesselam.
‘’Terim'in kazanç modeli!‘’
Süper Kupa finalinin başlangıç düdüğünden önce tüm kriterler masaya konduğunda ibreler Galatasaray'ı gösteriyordu. Hazırlık maçlarındaki pozitif futbolunu Emirates Kupası'yla taçlandıran Galatasaray dün gece vasat bir oyun karakteriyle Kayseri'deydi.
Geçen yıl ligde şampiyon olan kadroya yapılan tek büyük transfer Chedjou'nun 18'e bile alınmaması ve Kamerunlu stoperin yerine Gökhan Zan'ın oynaması başlı başına bir sürprizdi. Ama asıl şaşırtıcı gelişme yedek kulübesinde hiç defans oyuncusunun yer almayışıydı. Gökhan Zan'ın sakatlığı düşünüldüğünde o pozisyondaki tek hamle oyuncusu Ceyhun olabilirdi. Ya da Hakan Balta'nın sol stopere geçip Erman Kılıç'ın sol beke evrilmesi bir seçenek olarak düşünülebilirdi. Bu kadro tercihi, Fatih hocanın defans oyuncularına özellikle de kendini hep itilmiş hisseden Zan'a büyük bir güven göstergesiydi.
Fatih hocanın en büyük artısı insan yönetimi olsa gerek. Bir maçı kaybederken bile oyuncusunu kazanmayı başarabiliyor. Tıpkı Porto maçında Dany'yi, Arsenal karşısında Semih'i yedirmediği gibi. Dün gece de Zan'ı kazandı. Bu kazanımlar iki sezondur hocaya misliyle dönüyor zaten. Yani kazan-kazan sistemi.
Galatasaray dün gece vasatın üzerine çok fazla çıkamazken, solda Amrabat etkinliğiyle sistemin dinamosu oldu. Amrabat'a inat sağdaki Hamit'in sessizliği total futbol kalitesini aşağıya çeken en önemli unsurdu. Galatasaray'ın özellikle ilk yarıda Fenerbahçe'ye üstünlük kuramamasının sebeplerinden biri Drogba'nın tek santrfor olarak Bruno Alves'in kucağında kaybolmasıydı. Umut oyuna girene kadar Galatasaray'ın rakip sahada topa sahip olma yüzdesi de o yüzden hayli düşüktü.
Alves'in saçları beyazlar
Fenerbahçe'nin dün gece en iyi oyuncusu atılana kadar Bruno Alves'ti. Top hakimiyeti ve pozisyon bilgisiyle Drogba'ya adım attırmayan Alves peş peşe iki sarı kart görüp atılana kadar Fenerbahçe'yi ayakta tutan isimdi. Hemen sağındaki Bekir ile sağ bek Mehmet Topuz'un yaptığı hataları bertaraf etmesi bir yana solundaki Hasan Ali'yi de her pozisyonda destekledi. Gökhan Gönül gelene kadar Alves'in saçları sıkıntıdan beyazlamazsa haline şükretsin.
Ersun hoca maça 5 yabancıyla başlayana kadar Kadlec'i sol stopere koyup, Alves'i rahatlatabilirdi. Ersun hocanın takım 10 kişi kaldıktan sonra Kadlec'i oyuna sürüp sol stoperde kullanmasının etkileri de son derece pozitifti. En azından bunu test etmiş oldu. Bundan sonra özellikle de Avrupa'da stoper ikilisini Alves-Kadlec'ten oluşturmak daha kazançlı olacaktır.
Adı büyük, kalitesi düşük
Türkiye'nin açık ara en iyi kadrolarına sahip takımlarını izledik dün gece Kayseri'de. Oyun genelinde iki hoca da mecburen dengeli futboldan yana kullandı tercihini. Süper Kupa finalinde gördük ki, 6+0+4'lük yabancı kuralı takımların futbol karakteri oluşturmalarının önündeki en büyük engel.
Fatih Terim son Emirates Cup'ta her sistemi oynadı ama dün gece Fenerbahçe karşısında en önde Drogba arkasında Sneijder'li 4-2-3-1 kadar verimsizini görmedi muhtemelen.
Porto'yu devirirken oyun içinde evrilen ve takımı yüreklendiren 4-2-3-1, Arsenal önündeki başlangıç 4-4-2'si, ikinci yarıda zaferi getiren Drogba-Sneijderli 4-2-3-1. Geçen sezon Süper Kupa'yı kazandıran ve ligde şampiyonluğu getiren 4-4-2. Tüm bunların ışığında şimdi Galatasaray'ın oyun karakterini nasıl tanımlarsınız peki?
Yabancı sınırlaması belli ki sadece Galatasaray'ın değil Fenerbahçe'nin de bir ekol oluşturmasının önündeki en büyük engel. Bruno Alves liderliğinde defans hattındaki gedikler, orta sahada en ihtiyaç duyulan isimken lisansı bile çıkartılamayan Holmen ve tabii ki Emenike. PSV (hazırlık) ve ilk Salzburg maçında işe yaramayan 4-1-4-1, dün geceki Sow-Kuyt-Webo'lu 3'lü forvet dizilimi. Hangisi Fenerbahçe'nin oyun karakterini yansıtıyor?
Dün gece ayan beyan ortaya çıktı ki, bu iki dev takımın oturmuş bir futbol karakterine erişmesi hayli zaman alacak. Kadro derinliği, marka değeri, oyuncu fiyatlandırmaları baz alındığında Fenerbahçe ile Galatasaray 350 milyon Euroyu aşan bir hacime ulaşıyor.
Ligimizin genel değeri ise Avrupa'nın 6. futbol ekonomisine sahip olduğumuzu işaret ediyor. Mali göstergeler bu kadar yukarı yönlüyken futbol kalitesinin aşağıda olması ciddi anlamda tezat oluşturuyor. Oysa ki son iki hafta içinde oynanan Almanya (Bayern-Dortmund), İngiltere (Manchester United-Wigan), Fransa (PSG-Bordoeux) Süper Kupa finallerini canlı izledim. Ve fakat bizim futbol kalitemizin onlarla mukayesesi şimdilik mümkün görünmüyor.
‘’Aslan'ın Selçuk'a ihtiyacı var!‘’
2010-11 sezonu tamamlandığında Galatasaray puan cetvelinde 8. sıradaydı. Tarihinin en kötü dönemlerinden birini yaşayan Sarı-Kırmızılı takım o sezona Rijkaard ile başlamış sonrasında da Hagi ile dibe vurmuştu. Öyle ki, sezon bitiminde 46 puanın yanında -5 averaj yazıyordu. Bu bile başlı başına bir utanç vesilesiydi, müsebbibleri için. O takımın kalesinde Zapata/Ufuk, stoperinde Servet/Gökhan Zan/Lucas Neill, orta sahasında ise Ayhan/Mustafa Sarp/Barış/Lorik Cana vardı.
NBA’de yaygın bir tabir vardır ‘Bir takım oyun kurucusu kadar konuşur’ diye. Futbolda da bir takım orta sahası kadar takımdır. Sadece Galatasaray’ı analiz ederek bile bu tezin sağlamasını yapabilirsiniz. Orta saha rotasyonu kötü ve yetersiz olduğu için Sarı-Kırmızılı takım sezonu çöpe atmıştı. 3. Terim dönemindeki en köklü değişimlerden biriydi Selçuk-Melo ikilisinin göbeğe yerleşmesi. Selçuk 33 maçta 11 gol, Melo ise 30 maçta 10 gol atarken, aradan geçen 12 ayın sonunda Galatasaray 8.likten şampiyonluğa uzanmıştı.
Artık Galatasaray da orta sahası kadar konuşuyordu. Sonra bir kez daha...
Yeni sezon arifesinde Galatasaray en hazır takım görüntüsü veriyor, buna şüphe yok. İngiltere ve Slovenya kamplarındaki neşeli fotoğraflar, hazırlık maçlarında alınan parlak sonuçlar ve herşeyden önemlisi de Fatih Terim’in insan yönetimindeki başarısı. Galatasaray Emirates Cup’ta önce kendinden çok daha hazır ve genç olan Porto’yu devirirken Selçuk’un oyuna etkisi ‘yok’ düzeydeydi. Tıpkı geçen sezon Şampiyonlar Ligi ilk turunda olduğu gibiydi; isteksiz ve bezgin. Kasabada yıldız olan bir çocuğun şehirdeki akrabalarına gittiğinde yaşadığı ikilemi ve özgüven problemini yaşıyor sanki Selçuk. Fatih hocanın takımlarına bakarsanız orta sahaların baş aktör olduğunu görürsünüz. Galatasaray Terim’in ilk döneminde tarih yazarken orta sahasında Okan-Suat-Tugay, son iki yılında da ilaveten Emre vardı. Euro 2008’de Emre-Mehmet Topal-Aurelio başroldeydi. Galatasay’ın sahada yüksek sesle konuşabilmesi için Selçuk’a çok ihtiyacı var. Belli ki onsuz Galatasaray daha dingin, daha durağan. Tek sorun özgüvense bunu Fatih hoca halleder. Yeter ki Selçuk istesin.
Galatasaray eğlenceli takım
Galatasaray’ın 2000 yılındaki UEFA Kupası hikayelerini Hakan Şükür’den, Arif Erdem’den ve Okan Buruk’tan ayrı ayrı dinledim. Hepsi de, ‘Birlikteyken çok eğleniyorduk.’ cümlesini üstüne basa basa vurguladı. Birlikteyken eğlenmek önemlidir, çünkü içinde bulunduğunuz zaman dilimini daha kaliteli hale getirirsiniz, hayattan daha çok keyif alırsınız. Hepsinden önemlisi takım olursunuz. Fatih Terim, Euro 2008’de yarı final oynarken de çok eğlenceli bir takıma sahipti. Arda’nın yemeklerde yaptığı taklitler farkında olmadan onları birbirlerine bağlıyordu. Çünkü birlikte çok eğleniyorlardı. Tıpkı şimdiki Galatasaray gibi. Fatih hoca dışarıdan sert görünebilir, oyuncuları karizmasından çekinebilir ama insan yönetimini çok iyi bilir. Drogba’nın, Sneijder’ın, Kazım’ın, Burak’ın İngiltere ve Slovenya kamplarındaki renkli hallerini görmüşsünüzdür. Fatih hocanın takımı yine çok eğlenceli, bir o kadar da renkli. Birlikte eğlenceli vakit geçiren insanlar mutludur. Mutlu insan da daha üretkendir. Bu gücü yabana atmamak gerek. Galatasaray’ın en büyük artılarından biri bu.
Riera saygıyı hak ediyor
TFF’nin yabancı kısıtlaması en çok Galatasaray’ı vurdu, buna şüphe yok. Fatih Terim defans hattında yerli opsiyonları sonuna kadar zorluyor. Belli ki Fatih hoca sezonu stoperde Chedjou’nun yanında Semih ve Gökhan Zan ile götürecek. Sağ bek Eboue-Sabri solbek ise Riera-Hakan Balta. Riera’nın performansı Hakan’ın çok önüne geçer mi derseniz, çok düşünmek gerek derim. Fakat hangisi diye sorarsanız kesinlikle Riera cevabını veririm. Riera, Mallorca’da futbol topunun peşinden koşarken bir gün sol bek olacağını hiç aklına getirmişmidir bilinmez ama doğduğu şehrin takımıyla Copa Del Rey’de fırtına gibi eserken sol açık oyuncusuydu. Yani klasik 11 numara. Peşinden Bordoeux’a transferi gerçekleşti, iki yıl Fransa Ligi’nde sol açıktaydı, sonrasında Espanyol ile 2006-07’de UEFA finali oynarken takımın 11 numarasıydı. Liverpool, Olimpiakos ve tabii ki İspanya Milli Takımı’nda da. Hayatında sol beki sadece arkasındaki oyuncunun kademesine girdiğinde gören Riera’nın Galatasaray’da birden sol bek olması, yerini yadırgamaması takdire şayan bir durum. En azından gelişime ve öğrenmeye açık bir kişilik olduğunu gösteriyor. 30 yaşından sonra yeni bir pozisyonu oldu. Yerinin hakkını standart ölçülerde vermeye çalıştı, elinden geleni yaptı. Bu çabası kesinlikle saygıyı hakediyor. Taraftar bir de bu gözle baksın derim.
‘’Bruno Alves ve diğerleri‘’
Fenerbahçe tarihinin en iyi kalecilerinden biri şüphesiz Volkan Demirel. Bir kalecinin ötesinde anlamlar ifade ediyor Sarı-Lacivertli camia için. 3 Temmuz sürecinde takımın gerçek liderlerinden biriydi, camianın ayakta kalmasında önemli rol oynadı. Volkan’la Haber Müdürümüz Zafer Büyükavcı geçtiğimiz günlerde nefis bir röportaj yaptı, bugün Fanatik’te keyifle okudunuz ya da birazdan okuyacaksınız. Volkan’ın saha içi analizlerini önemsemek gerekir diye düşünüyorum. Mesela takım arkadaşlarından bahsederken yeni transfer Bruno Alves’e ayrı bir yer açıyor. ‘Hayatımda oynadığım en iyi stoper’ diyor Portekizli için. Volkan’ın söylemleri Bruno’nun eylemlerinin yansıması aslında. Takıma en geç katılan olmasına rağmen, hem hazırlık maçları hem de Salzburg maçında gördük ki, en hazır olan o. Futbolun yaşsız aktörlerinden biri Bruno Alves. Tıpkı Drogba gibi. Saha içinde yer tutuşu, pozisyon bilgisi ve tabii ki sezgisi. Bir defans oyuncusuna nazaran topla oynama meziyetleri çok yukarılarda. Volkan haksız sayılmaz. Hele Lugano’yla yıllar geçirdiği düşünüldüğünde Bruno Alves’in yeteneklerine dikkat çekmemesi anormal olurdu.
Lugano’yu sevenler hemen kızmasın, Uruguaylı da büyük oyunculardan biriydi ama hangi takım arkadaşına sorsanız hayatlarında gördükleri en yeteneksiz futbolcu olduğunu söylerler. Lugano sonrası Alves, stabilize yoldan asfalta çıkan araba rahatlığı gibi gelmiştir Volkan’a.
Ersun hocanın takımları genelde yüksek risk içeren oyun sistemlerine sahiptir. Bu risk beraberinde keyifli futbolu da getirir. Ama her zaman şans yaver gitmeyebilir. Trabzonspor ve Manisaspor örneğinde olduğu gibi. O yüzden hocanın sisteminde en kritik oyuncular genelde stoperlerdir. Ersun hocanın bu sezonki en büyük avantajı Bruno Alves olacak. Tıpkı Volkan’ın olduğu gibi.
Sistemin temel dinamiklerini stoperin üzerine oturtmak hep tutan ve doğru kabul edilen bir tercih değildir. Ama Fenerbahçe standartlarında en doğru hamleymiş gibi duruyor. Gökhan Gönül sakatlıktan dönene kadar defans hattında tüm yük Alves’in sırtında olacak. Çünkü yanındaki stoper partnerleri Yobo-Bekir-Egemen, sol kanattaki Kadlec-Hasan Ali inisiyatif kullanacak yeterlilikte karakterler değiller. Portekizlinin defans merkezindeki etkinliği Fenerbahçe kimliğinin de tarifi olacak.
Tempo Gönül’e bağlı
Bir takıma sahada ritim kazandıran en önemli aktörler kanat bekleridir. Fenerbahçe’nin 2007’den bu yana futbol karakterini şekillendiren oyuncuların başında Gökhan Gönül gelir. Gökhan, deparlı bir kanat oyuncusudur ve rakip defansın arkasına yaptığı koşularla Fenerbahçe’yi öne taşıyan aktördür. Gökhan’ın bu etkinliği Sarı-Lacivertli takımı gerçek bir ofans takımı haline getiriyordu. Ama Ersun hoca henüz onunla oynama şansını bulamadı. Dolayısıyla Salzburg maçında da PSV hazırlık maçında da sahada ezilen, rakibi hep geride karşılamak zorunda kalan ve topu bir türlü öne taşıyamayan bir takımın antrenörü olarak kulübede durdu.
Kadlec, Fenerbahçe’ye sol bek pozisyonunu doldurması için transfer edilse de Çek Milli Takımı’na ve Bayer Leverkusen’e sol stoper olarak fayda sağladığı maçlar hiç de azımsanmayacak sayıda. Kadlec güçlü fiziği ve geriden oyun kurma yeteneğiyle stoper özelliklere sahip bir oyuncu. Ama bir takıma tempo kazandıracak yeterlilikte bir kanat beki değil. Bu yüzden ondan bir Gönül performansı beklemek Ersun hocanın en büyük hatası olur.
Gördüğünüz gibi Fenerbahçe’nin daha defansından çıkamadan sayfa doldu. Özetle Volkan Demirel’in, ‘Hayatımda oynadığım en iyi stoper’ dediği Bruno Alves, Ersun Yanal sisteminin temel direği. Yüreği, lider karakteri ve pozisyon bilgisiyle Fenerbahçe’nin en fark yaratan oyuncusu. Özetle Ersun hocanın kariyer mühendisi Alves olacak. Bu ülke ne hocalar gördü, daha 5. haftada gönderilen. O yüzden de Ersun hoca yoğurdu üfleyerek yiyor. Kocaman’ın ‘garantici’ mantalitesinin üzerine bir sistem inşa ediyor. Hem de kendini inkar etme pahasına.
Sow-Webo-Kuyt oynarsa tur kolay
Salzburg’daki ilk maçın başlangıç kadrosunu gördüğümde sistemin 4-2-3-1 olacağını düşünmüştüm. Yani stoperlerin önünde Topal ve Meireles, Emre-Alper-Kuyt en önde de Webo. Bu oyuncu grubuyla ne oynanmazın cevabını ise Ersun hoca verdi, 4-1-4-1 oynatarak. Solda Kuyt’ın sağda Meireles’in oynadığı Fenerbahçe bugüne kadar izlediğim en kötü Fenerbahçe’ydi. 58’de Sow, 69’da Baroni girince Aykut Kocaman’ın takımı vardı sahada. Futbolda doğru bir tane değildir, sahada iyi performans gösterdiğiniz sürece en iyi sistem kendinizce odur. Bu takımın forvet hattı Cardozo ya da Emenike gelmediği sürece solda Sow, önde Webo, sağda Kuyt’tır. Bunu Ersun hoca bizzat Salzburg maçında test etti. Ama böyle testler büyük risk içerir, olası bir kaza kariyerinizde onarılmaz gedikler açar. Şimdilik Amerikayı yeniden keşfetmeye gerek yok. Sow-Webo-Kuyt’ın üçlü santrfor oynadığı Fenerbahçe Salzburg’u eler.
Stoch’a ne oldu sahiden
Hazırlık döneminde Ersun Yanal’ın en güvendiği isimlerden biri şüphesiz Stoch’tu. Salzburg karşısında da oyun planını tahmin etmek çok güç değildi. Stoch’un olduğu bir sol kanat Kuyt’ın sağ kanadıyla son derece efektif bir oyun kurgusunu çağrıştırıyordu. Ama kadro açıklandığında Stoch tribündeydi, maç boyunca da elinde akıllı telefonuyla sürekli sosyal medya gezisi yapıyordu. Maçtan sonra da kimse sormadı, Ersun hoca da Stoch’un kadro dışı kalması çok olağan bir durummuş gibi davrandı. Hala da merak ediyorum.
‘’Facianın eşiğinden dönüldü‘’
Ersun Yanal’ın başlangıç kadrosunu gördüğümde doğrusunu söylemek gerekirse çok şaşırdım. Ersun hoca sürprizlere açık adamdır Salzburg’da da bir yeniliğe imza atacak diye düşündüm gayet iyi niyetle. Beklentim 4’lü savunmanın önünde Topal, orta baklavada soldan sağa Emre-Alper-Meireles, forvette de Kuyt-Webo ikilisinin olacağı yönündeydi. Bu oyuncu grubuyla başka bir dizilişin faciaya davetiye çıkaracağını ben dahil çoğu futbolsever düşünmüştür, aksini kimse iddia edemez.
Ve fakat 4’lü savunmanın önünde Topal, orta dörtlüde soldan sağa Kuyt-Emre-Alper-Meireles ve tek santrfor Webo vardı. İnanılır gibi değildi, son yıllarda seyrettiğim en temposuz, en ritimsiz, en verimsiz ve en çok pozisyon veren Fenerbahçe vardı sahada.
Bu 4-1-4-1 dizilişi az kalsın büyük bir faciaya yol açıyordu. İlk 45 dakika bittiğinde Salzburg’un 9 şutuna karşılık Fenerbahçe rakip kaleye top bile gönderememişti.
Hocanın orta saha takıntısına anlam vermekte zorlandım. 58’de Sow ile Alper değişene kadar sahada 4 orta saha oyuncusu vardı ve kaleyi bulan ilk ve tek şut Kuyt’ın ayağından çıktığında dakikalar 54’ü gösteriyordu.
Sağ bek Mehmet Topuz, sol bek Kadlec aynı tarzda oyuncular. İkisi de deparsız, rakip defansın arkasına sarkıp arkadaşlarına en uygun pozisyonları arayan oyuncular değil. Oysa ki büyük takımların olmazsa olmazı deparlı kanat bekleridir ve takım ritmini büyük oranda onlar belirler.
Yeni transfer Kadlec’in Hasan Ali’den ya da Ziegler’den bir fazlasının olduğunu söylemek şu haliyle zor. PSV maçının son bölümünde olduğu gibi Yobo’nun dışarı alınıp Kadlec’in sol stopere geçtiği bir defans dizilimi Fenerbahçe’nin dengesini bulmasına zemin hazırlar.
Sağ stoper Yobo ile sol stoper Alves’in uyumsuzluğu ‘Chedjou-Dany benzemezliğini’ sollar. 10. dakikada Salzburg forvetinin kovaladığı topa Yobo 5, Volkan 10 metre uzaklıktayken, kalecinin Nijeryalı stoperden önce yetişip müdahale etmesi bence üzerinde düşünülmesi gereken bir sorun.
‘’Yabancı sorunsalı!‘’
Bu durumdan en fazla muzdarip olması beklenen kulüp şüphesiz ki Galatasaray. Fatih Terim'in elinde son iki yılı şampiyon bitirmiş bol alternatifli bir kadro mevcut. Şampiyonlar Ligi'nde yarı finalin kapısından dönen takıma Chedjou ve Erman katıldı. Bana sorarsanız bu takıma iyi bir sol bek Devler Ligi için elzem. Türkiye sınırları içerisinde böyle bir sol bek bulmak pek mümkün değil. Mümkün olsa Milli Takım'ın sol bekinde son 5 yılda Hakan Balta ve Hasan Ali'yi görmezdik. Galatasaray haliyle yabancıya yönelecek ama elindeki sözleşmeli yabancı sayısı Melo'yla birlikte 11 oldu bile. Elmander ve Riera'yı göndermediği sürece parmağını kımıldatamaz.
Öz yerli oyuncu mu kaldı?
TFF'nin yabancı sınırlaması dünya futbolundaki bir sorunu da yeniden gündeme getirdi. Futbolcu kime göre ve neye göre yabancı. Artık tamamı öz yerli oyunculardan kurulu kaç ülke milli takımı var ki? İspanyollar Arjantinlileri, Portekizliler Brezilyalıları kendi oyuncuları gibi görüyorken, Alman Milli Takımı'nın tüm yaş kategorilerinde Türk ve Polonyalı hemegonyası varken, İtalya'nın yıldızı Balotelli'yken, U20'nin şampiyonu Fransa'nın kadrosunda üç beş tane Fransız bulunurken kimi yabancı göreceğiz biz.
Geçtiğimiz günlerde Barcelona'dan Pep'in takımı Bayern Münih'e 20 milyon Euro'ya transfer olan Thiago Alcantara daha iki hafta önce finalde attığı üç golle İspanya Ümit Milli Takımı'nı Avrupa şampiyonu yaptı. Kim bu Thiago biliyor musunuz?1994 Dünya Kupası'nda Brezilya Milli Takımı'nda attığı gollerden sonra bebek sevinci yapan Bebeto'yu hatırlar mısınız? İşte onun yanında hep sevince ortak olan bir Mazinho vardı. İşte o Mazinho'nun oğlu. İtalya doğumlu İspanya pasaportlu bir Brezilyalı.
O yüzden yabancı sınırlaması artık bu yüzyılın tartışması olmaktan çıkalı çok oluyor.
Keşke kulüpler geçen yaz bu konuları gündeme getirse, tartışılsa ve orta yol bulunsaydı. Şimdi TFF'nin yabancı kararını değiştermesi bu sezon için mümkün görünmüyor. O yüzden 6+0+4 kalıbına herkesin kendini uyduracak.
Galatasaray'ın üç yeni transferi
Galatasaray yeni sezon hazırlıklarının ilk bölümünü İngiltere'de yaptı. Şampiyon kadroya sadece iki takviye olduğu için yeni transferlerin derinlemesine analizini yapıp tefrikalar yazmak çok mümkün değil. Ama eski kadronun içinden yeni transferleri anlatmak daha sağlıklı olacak. Transferiyle Başkan Aysal ile Fatih Terim'in arasını açan Sneijder'ın gerçek yüzünü gösterdiği bir kamp dönemi oldu şüphesiz. İngiltere uçağına binerken fazla kilolarıyla dikkat çeken Hollandalı, idmanlarda ve iki hazırlık maçındaki formuyla parmak ısırttı. Resmen 'Uçan Hollandalı' ollmuş. Mourinho'yla İnter'deki günlerine dönmüş gibi. Galasataray'ın en büyük transferi oldu. Kampta Gökhan Zan ve Ceyhun Gülselam da kabuğunu kıranlardan. Zan, Terim sonrası gözden düşmüştü. Takımdan gönderilmesi de an meselesiydi. Fizik kalitesiyle futbol meziyetlerini birleştirmeyi nihayet başardı. Tıpkı geçen sezon Kayseri'ye kiralık giden Ceyhun gibi. Terim, yerli Sergio Bousquets'i stoperde denedi verim aldı, ön liberoya koydu yüzünü güldürdü. Tam Terim'in istediği kıvama geldi. Bu üç yeni! transfer Galatasaray'a hayırlı olsun.
Tolga Zengin, ‘Hasan Şaş sendromu’ yaşamasın
2002 Dünya Kupası'nın yıldızıydı Hasan Şaş. Brezilya'ya attığı golün ardından tüm dünyanın dikkatini çekmeyi başarmıştı. Liverpool Galatasaray'ın kapısında yattı Şaş'ı almak için ama ne Galatasaray onu gönderdi ne de o gitmek için istekli davrandı. Sonrasında bir türlü mutlu olamadı. Aynı sorunu Servet Çetin yaşadı bir kaç yıl sonra. Marsilya, dönemin yıldız stoperini almak için çok çaba sarfetti ama Adnan Polat'tan vizeyi bir türlü alamadı. Sonuç ortada. Trabzonspor Başkanı Sadri Şener 10 milyon dolara İbrahim Yattara'yı satmayarak büyük zarar etmişti. Şimdi aynı senaryonun yeni bir kahramanı var. Trabzonsporlu Tolga Zengin. Belli ki gönlü İstanbul'dan yana ama Beşiktaşla Trabzon bir türlü anlaşamıyor, olan Tolga'ya oluyor. Gitmek isteyeni göndermek gerek. Örnekler ortadayken diretmenin anlamı yok.