Arama

Popüler aramalar

‘’Güle güle Hagi!‘’

İki senedir tek bir yeni kelime etmeden Özhan Canaydın’dan miras projelerle camianın gözünü boyamaya çalışıyor. Galatasaray tarihinde görülmemiş biçimde yönetim kurulunda istifalar yaşanmış, gitmeyip kalanların bir bölümü Başkan’la konuşmuyor. Başkan en sonunda paratonerini bile feda edecek kadar koltuğa yapışmış ’’bırakmam da bırakmam’’ diyor. Son lig maçında 45 dakika ismen protesto yaşanıyor. Sezonun en kritik basketbol maçında protesto edileceği bilgisi havalarda uçuştuğu için salona gidemiyor. Başkan yardımcısı olağanüstü kongre için girişim yaptığını açık açık belirtiyor. Aslantepe’nin açılışından sonra yönetim açısından yaşanan utanç verici gelişmeler unutulmuş. Camiaya edilen hakaretler sineye çekilmeye devam ediliyor. Başka bir takım başkan ya da yöneticisi tarafından telaffuz dahi edilmeyen 2012 UEFA kriterleri diye hayali Demokles’in kılıcına sarılınmış, insanlar korkutuluyor. Üstü kapalı tehdit edliliyor. Takımın birinci kaptanı aylardır ortalarda yok. Kendisinden önceki kaptan sakat olmadığını mücadeleden kaçtığını iddia ediyor. Hocası adeta yalvarmasına rağmen kendileri futbol oynamak için çaba göstermiyor. İkinci kaptan biletkapan güruh tarafından acımasızca yuhalanıyor. Üçüncü kaptan her sezon en az üç ayı sakat geçiriyor. Geleceğin en büyük kaleci adayı düşük magazin sayfalarının baştacı ilişki peşinde. Takımın yabancıları birbirlerine girişiyor. Tribünler ise dibin dibini yaşıyor. Tek kutupları bilet ve karaborsa olanlar, kurdukları tahakkümle insanların maça gitme hevesini bitirmiş, kendi çıkarlarının peşinde. İktidar kokusu nereden gelirse oraya yanaşma çabası içinde. Sahipsiz takıma gelen giden hakem vuruyor, televizyon programlarında tüm değerlerle dalga geçiliyor. Galatasaray’da köşeyi tutmuş neo-cimbomlular gaf üstüne gaf yapıp, her gün yeni bir skandala imza atıyor. Bu durumun tek suçlusu yaşayan en büyük Galatasaralılar’dan Gheorghe Hagi’dir. O halde güle güle sana sevgili Hagi!
Sevgili dostum Ali Himmetoğlu’nun kızı Ayşe Himmetoğlu’nun kaybından dolayı üzüntülü ailesine başsağlığı diliyorum.

11 Mart 2011, Cuma 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Galatasaray'da bitmeyen erozyon‘’

Bazı maçlar tüm bir dönemin özeti gibidir. Oynanan futbol, tribünler, maç sonrası yaşananlar ya çöküşü ya da zirveyi anlatır. Galatasaray’ın geçmişteki güzel örneklerini saymayacağım. İBB maçı Galatasaray’daki bitmeyen erozyonun somut göstergesiydi. Futbol olarak artık Galatasaray için Aslantepe dışında maç kazanmak mucizeye dönüştüğünden saha içine fazla girmeyeceğim. Gheorghe Hagi bazı konularda bile bile lades demeyi sürdürerek bir an önce hesabını kesmek isteyenlerin elini güçlendirmeye devam ediyor. Perşembe günü yaptığı basın toplantısında çizdiği harika teorik çerçeveyi hayata aktarmada tıkanmış görüntüsü çiziyor. Yazmaktan vazgeçmeyeceğim, Hagi’yi içerden taciz ederseniz ipini çekersiniz. Kurulan kapana giren Hagi’nin nasıl kurtulacağını merak ediyorum.

Sarı-Kırmızılı tribünlerin hali ise içler acısıydı. Başkan’ın dümen suyundaki yaşamlarını mutlu biçimde sürdüren tribün liderlerinin sultası altında ilk olarak Galatasaray’a sıfır katkıda bulunmuş gamsız Misimoviç için çılgınca bağırdılar. Lincoln’e gereksiz tezahürat yapılmasına kızardım ama Misimoviç işinde kendilerini aştılar. Son yılların en büyük transfer fiyaskosu üzerinden Hagi’ye fatura çıkardılar. Tıpkı Petre olayında olduğu gibi Stancu’yu yuhlayarak Hagi’ye gözdağı verdiler. Rezilliğin doruğu ise rakip takımın gol atmasını dileyen ’’dört, dört’’ sesleriydi. İzmit’teki Petre utancı nedeniyle benim için ölen taraftar grubunu adını anmayacağım bile. Tüm yalanlama çabalarına rağmen futbol Florya’daki başıboşluğun boyutu ise her türlü tahminin ötesindedir. Başkan’ın en sevdiği şeyin futboldan ne kadar iyi anladığını vurgulamak olduğunu biliyorum. Bir de iki sene önce Feldkamp’ın ayrılmasına neden olan tek başına futbolculara diskur çekmeye bayılıyor. Bir takımın ne hale düştüğünün göstergesi Başkan’ın aklına estikçe asıl yetkilileri yok sayarak ego tatmini için topçulara konferans vermesidir. Galatasaray’ın çöküşünde Başkan’ın futboldan çok iyi anladığı yanılsaması yatmaktadır.

Not: Bu yazı, Gaziantepspor maçından önce yazılmıştır.

04 Mart 2011, Cuma 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Neo-Cim Bomlular'a teslim Galatasaray‘’

Polat başkan seçilmeden önce yine aynı salonda yaptığı ve o günden beri aynı şeyleri tekrarlamakla yetindiği sunumlarından birini yaptı. Yeni olarak yalnızca sezon sonu Adnan Sezgin’i yollayacağını ima etti. İki saate yaklaşan konuşmasında Galatasaray’ın bugününe, yakın ve orta vadedeki geleceğine ilişkin temel hiç bir açıklama yapmadı. Yaklaşık bir yıl önceki tespitlerini en az beşinci kez dinledim. Uzunca bir süredir yaşananlara rağmen artık başkan yeni fikirler üretemiyor, seçim kampanyası sırasında oluşturduğu çerçeveyi aşamıyor. UEFA kriterleri, ekonomik başarıdan sonra sportif adımların geleceği, borçları temizlemesi gibi ana fikirlere saplanıp kalması başkan açısından üzüntü vericidir. O gün gazetelerde çıkan ve Aslantepe’ye asılması planlanan Galatasaray armasında yapılan yanlışı bile aydınger kağıdının ters tutulması gibi komikliğe indirgemesi aslında durumun özetidir. Hatalı armanın hazırlanıp siteye basılmasındaki ayrıntı aslında Galatasaray’da söz sahibi Neo-Cim Bomlu gözlerin algılamasıyla ilgilidir. Aynı zihniyet bir maçtan sonra ASY’de ışıkları söndürüp, zaten çıldırmak üzere olan insanların Başkan’a topluca küfretmesine neden olmuştur. O kişilerin Galatasaray armasındaki G ve S harflerinin birbirlerine sarılmasındaki sıralamayla uzaktan yakından ilgileri yoktur çünkü onlar için sadece sarı ve kırmızı iki tane işaret vardır. Nasıl basıldıkları, doğru olup olmadıkları ciddiye alınmaz. Başkan da bu yanlışı, olayı gündeme getiren basını eleştirerek savunur, adamlarına toz kondurmaz. Başkan’a kalsa bunun yazılmaya değer bir tarafı bulunmamaktadır. Oysa hala Galatasaray bünyesinde bulunan ama geri plana itilen Ali Himmetoğlu, armadaki hatayı 500 metreden görüp düzeltir, basılmasına asla izin vermezdi. Ama Himmetoğlu Neo-Cim Bomlu olmadığı için fikri sorulmaz bile. Arma olayı sık sık tekrarlanan hataların kaynağını gösteriyor.

23 Şubat 2011, Çarşamba 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Hagi'ye taciz atışları‘’

Sercan Sevinç kardeşimin saptadığı acı bir tablo gerçeği ortaya koyuyor. Futbol şubesi sorumlusu, ikinci başkan ve başkan sıfatlarıyla Galatasaray’da görev yaptığı dönemlerde 8 ayda bir teknik direktör değişmiş.

Bu dönemlerde kazanılan şampiyonluklarda aslan payına sahip çıkan hatta 2000 UEFA kupasına uzanan kadronun kendisince oluşturulduğunu söyleyen Polat yalnızca güzellikleri sahiplenmemelidir. Mustafa Denizli, Karl-Heinz Feldkamp, Reiner Holmann, Reinhard Saftig, Graeme Souness, Erik Gerets, Cevat Güler, Michael Skibbe, Bülent Korkmaz, Frank Rijkaard ve Gheorghe Hagi Polat’ın dönemlerinde görev alan hocalardır. Ayrıca şimdilerde yeniden dillendirilmeye başlandığı gibi Polat her başarısızlığın ardından kadroyu sıfırlamayı sevmektedir.

Futbolcu sirkülasyonunu daha sonraya bırakarak Polat’ın teknik direktör öğütme mekanizması alışkanlığının sinyallerini alıyorum. Hagi’nin en büyük sorunu güven sorunudur. Kendisine güvenilmediğini, arkasından iş çevirildiğini düşündüğü andan itibaren Hagi kontrolünü kaybedip hatalara sürüklenir. Yeni dönemde ilk taciz atışı Antep’in aldığı Cenk Tosun’un Hagi tarafından istenmediğinin bazı kulaklara üflenmesiyle başladı.

Transferleri tek başına Hagi’nin yaptığı her gün tekrarlanarak baskı altına alındı. Komisyonculuk iğrençliği utangaçca piyasaya emin ellerce sürüldü. Tugay Kerimoğlu’nu ’’Hagi’nin yerinde gözüm yok’’ açıklaması ise durup dururken gündeme düştü. Bu küçük gibi görünen atışların ardından Polat’tan bir kaç ay önce Rijkaard için benzerini yaptığı’’ Hagi’nin arkasındayım, sözleşmesini uzatmak için kendisine öneride bulundum’’ açıklamasını bekliyorum. O gün Hagi’nin ikinci Galatasaray dönemi fiilen bitmiş olacaktır. Polat’ın başka müteahhit başkanlar gibi sık sık hoca değiştirmesi galiba mesleki formasyonunun sonucu. Taşaron değiştirme ile teknik direktör değiştirmeyi aynı kefeye koyuyor maalesef.

17 Şubat 2011, Perşembe 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Çıta artık Es-Es maçıdır‘’

O nedenle tribüne gelenlerin çektiğini az-çok bilirim. Aslantepe’de de çok sevdiğim insanların arasında olabilmek için kombinemi 417 no’lu bloktan aldım. Deplasman taraftarının yanındaki Doğu tribününün üst katı. Son maçta binlerce insan tek bir kapıdan içeri sokuldu. Kombine kart sahipleri kimden alındığı belli olmayan yetkiyle, polisçe rakip taraftara yakın diye yerlerine oturtulmadı. Eskişehir tribününden atılan maddelerle insanlar yaralandı. Galatasaray yönetimindekiler lütfen beni telefonla arayıp, aslında ne kadar başarılı olduklarını, saçlarını süpürge etmelerine rağmen anlaşılmadıklarını anlatmasınlar. Rakip taraftar yerleşim sorununu çözsünler. Yoksa ilerideki büyük maçlarda önüne geçilmez dertler açılacak. Kendi stadyumunda eziyet çekenler isyan edince iş işten geçmiş olacak.

Futbola dönecek olursak Gheorghe Hagi’nin kafamda planladığım takvime uyarak takımına istediği biçimi vermeye başladığını gördüm. Galatasaray’ın artık 90 dakikaya yayılan kondisyonu vardır. Rakibe baskı yaparak kaptığı topları hızla kenarlara indirip, ceza sahasına orta yapma planı işlemektedir. Duran toplar Arda olmadığı için daha etkili biçimde kullanılmaktadır. Takım artık gol attıktan sonra oyunu güzelce soğutmakta, skor tehlikeye girdiğinde panik yapmamaktadır. Bireysel olarak ise olağanüstü transfer Culio, seyretmesi zevk veren oyunculuğunu kanıtlamıştır. İlk kez bir Arjantinli’yi sarı-kırmızı formayla içime sindirdim. Narin görünümlü Stancu’nun aslında taş gibi oyunculuğuna eklediği golcülüğü gelecek için umut vericidir.

Galatasaray için artık çıta Eskişehir maçıdır. Böyle oynayabilen takımın daha azını sergilemesini kabullenemem. Hagi doğum günü nedeniyle kırılmış ama hiç gerek yok. O’nun doğduğu güne şükran duyan, yaptıklarını unutamayan benim gibi milyonlarca Galatasaraylı var. Hagi’nin protokol kutlamasına ihtiyacı yok ama yine de iyi ki doğdun Gica!

09 Şubat 2011, Çarşamba 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Ufuk Ceylan'ı savunmak‘’

Bursapor maçında yediği ikinci golden sonra Ufuk Ceylan’ı savunabilmek için insanın ya çıldırmış olması ya da kendisine hala çok güvenmesi gerekir. Ben Ufuk’un kaleciliğine bugün galiba Ufuk’un kendisinden daha fazla inanıyorum. Galatasaray tarihinin en büyük kalecileri sıralamasında en önlerde yer alan Yasin Özdenak’ın yediği goller dönemin mizah dergilerine konu olmuştu.

Zoran Simoviç ise galiba Haydar’ın yedeği durumuna düşmüştü. Ancak ikisi de toparlanıp, bugün büyük saygıyla anılan kaleciler oldular. Ufuk hayatının en karanlık günlerinde kendisini toparlayacak örnekleri öğrenmezse, bir Beşiktaş maçında yediği garip golden sonra kafasını direğe vurarak kendisinden geçen Mehmet Duymazer gibi kaybolur gider.

Ufuk ya Yasin olacak ya da Mehmet Duymazer. Bir örnek daha vereyim, kısıtlı yeteneklerine rağmen 3. Lig’den gelip şampiyon olan Galatasaray’ın kalesini koruyan Mehmet Bölükbaşı’nı incelesin. Onun en önemli özelliği olan soğukkanlılığını-özgüvenini belki de Mehmet Bölükbaşı’ndan öğrensin, sanırım şu anda İstanbulspor’da oynuyor.

Ufuk iyi kaleciler yetiştirmesiyle bilinen Altay altyapısından çıkmanın avantajıyla Manisaspor’da altın çağını yaşayıp Galatasaray’a geldi. Ancak bilebildiğim kadarıyla fizik avantajına, kısa sürede sınıf atlamasına ve rekabet yokluğuna fazla güvenerek ciddiyetten uzaklaştı. Gece hayatının çekiciliğine kapılarak önemli yanlışa saplandı.

Buna bir de Tarık Nejat Dinç kardeşimin dikkat çekici saptaması, “Önündeki defans ile iletişimi sağlayamaması” eksikliğini ekleyince herkesi tedirgin eder hale düştü. Ayakla iyi top kullanma, el-ayakla hızlı oyun başlatma alanlarında hiçbir çabası olmadı. İçgüdüsel kaleciliğin yeteceğini düşündü. Ufuk dibe vuruştan çıkabilmek için şimdi yeniden bir mücadele vermek durumundadır. Altın tepsi içinde sunulan Galatasaray kaleciliğini bir kez daha haketmek mecburiyetindedir. Aksi halde iki sene sonra kimse Ufuk’u hatırlamaz bile.

02 Şubat 2011, Çarşamba 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’İlk görüşte aşk: Yekta‘’

İlkini Hasan Şaş’ta yaşamıştım. İkincisini Yekta Kurtuluş gerçekleştirdi. Tesadüf olabilir, ikisini de eski takımlarında bir Fenerbahçe maçında görüp futbollarına aşık olmuştum. Hasan Şaş başımızın tacı oldu, umarım Yekta da aynı düzeye gelir. Geçen sezon Kadıköy’de Fenerbahçe’yi 3-1 yenen Kasımpaşa’da oynayan 35 numaralı genci ağzım açık izlemiştim. Hemen ertesinde bilebildiğim kadarıyla basında ilk kez adını yazı başlığına çıkaran yorumumu yazdım. Daha sonra Adnan Polat’la yaptığımız bir görüşmede Çağlar Birinci ve Gökhan Ünal ile Yekta’nın alınmasını önerdim. Başkan Gökhan’ı neden almayacağını açıklayıp beni ikna etti. Yekta ve Çağlar konusunda söyledikleri aramızda sır olarak kalacaktır, ama günümüzde aynı görüşe gelmekten mutluyum. Yeni ASY’de kadroyu gördüğümde ilk golü Yekta atsın istedim. İkinci tercihim ise Servet’ti. Servet adına çok sevindim. Onu boşuna yıpratanlara verdiği cevap birinci sınıftır.

Yekta’nın adını kamuoyu dikkatine sunduğum için ek sorumluluk duydum. Gün be gün gelişen futbolundan, milli takıma seçilmesinden kendime pay çıkardım. Geçen sezon ASY’de Galatasaray filelerine attığı golün ardından hayatımda bir ilki gerçekleştirerek kendisini aklışladım. Zira Galatasaray ile Yekta’nın yollarının kesişmesine kimsenin engel olamayacağına dair inancım artmıştı. Arada bir başka takımlarla adı anılınca burukluk hissettim. Sonunda Yekta ve benim hayalim gerçekleşti, Galatasaray’a geldi. Sarı-kırmızılı formayla oynadığı ilk maçta futboluyla, oyun zekasıyla ne kadar katkı vereceğini kanıtladı. Galatasaray’ın eksikliğini çektiği oyunu çekip çeviren, zeki yerli orta saha oyuncusu açığı Yekta ile kapatılmıştır. Dikine oynayan orta saha oyuncusu özlemi bitmiştir. Hem sağ kanat ve hem de 10 numara pozisyonu için ideal adamdır. Yalnız tek eksiği olarak kondisyon düşüklüğünü vurgulamalıyım. İkinci yarının bir bölümünde Gheorghe Hagi kendisini sola yollayarak dinlendirmek zorunda kaldı. Bunu aşacak Yekta’yı izlerken alacağım hazzı kestiremiyorum.

26 Ocak 2011, Çarşamba 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Hafiyesi Mahmutlar önce Divan'ı incelesin!‘’

Yeni Ali Sami Yen Stadyumu’na, bundan sonra Aslantepe de diyebilirim, giderken kendimi bir Avrupa deplasmanında sandım. Etkileyici mimarisi karşısında hayranlık duydum. İçeri girdiğimde hayranlığın yerini şaşkınlık aldı. Çok güzel bir stadyum diye geçirdim içimden ama orayı benimsemem için beton-çelik yetmez. İçini dolduracak olaylar yaşamalıyım. Metin Oktay’ın, Tarık Hosiç’in, Cevad Prekazi’nin, Tanju Çolak’ın gollerini görmeliyim. Zoran Simoviç’in, Claudio Taffarel’in kurtarışlarını izlemeliyim. 14 sene sonra gelen şampiyonluk sonrası Jupp Derwall’in orta sahadaki sarmaş dolaş dansını anımsamalıyım. 3-2’lik Real Madrid maçını, Leeds United zaferini tekrarlamalıyım. Gheorghe Hagi’nin Bilbao’ya attığı son saniye golünde, Ümit Davala’nın penaltısında delirmeliyim. Fatih Terim’in yumruğunu sıkmalıyım. Geçmeyen 16 dakikada Ferit Ali Mondragon’un, Hasan Şaş’ın, Necati Ateş’in gözyaşlarını içime akıtmalıyım. Alpaslan Dikmen’i elinde megafonla seslenirken duymalıyım.

Açılış için Özhan Canaydın’dan özür dilemek boynumun borcudur. ASY’ye veda’da “Seninle her şeye varım”ı çalarak ruhunu şad etmekten korkanlar, yok sayanlar, Aslantepe’de O’nun için bir dakikalık saygı duruşu yapma nezaketini bile akıllarına getirmediler. Yaşadığı dönemde değeri anlaşılamayan Özhan Canaydın’a sahip çıkan taraftarı tehdit etmeye varan açıklamalardan kulüp üyesi olarak utanıyorum. Aslantepe için kanser olan Özhan Canaydın’a edilen hakareti kabullenemeyenler Galatasaray’ın aydınlık geleceğidir. Hafiyesi Mahmutlar görüntülerden tek tek cadı avına çıkılacağını açıkladı. Kendilerine önerim Galatasaray Divan Kurulu üyelerinin oturduğu bölümü öncelikle ve dikkatle taramalarıdır. Başkan’ın yaşından fazla Galatasaray üyeliği bulunan hanımefendilerin-beyefendilerin isyanını izleyip, kimlikleri öyle belirlesinler. Başkan onları sokmasın Aslantepe’ye gücü yetiyorsa. Sıra sonra kulüp üyeleri ile dişinden tırnağından artırdıklarıyla 1.5 senelik kombine alan Galatasaraylılar’a gelsin.

19 Ocak 2011, Çarşamba 11:00
YAZININ DEVAMI