‘’Nalına göre!‘’
Suudiler Adapazarı-Mithatpaşa banliyö treni temposunda, Angola ya Boğaziçi Ekspresi süratinde çıkarsa. Aradan henüz 24 saat geçmiş ve ne olacağını görebilme şansını bulmuştum. Anladım ki, bu takım nalına göre mıh çakabilecek kapasitede. Oyunun başlarında Afrikalılar hemen her telden çaldı. Ve bizimkiler genelde yavaş kaldı. Bu ne demek? Rakibe çok pozisyon vermek demek. Öyle de oldu zaten. Ama hakkını teslim edelim, Ay-Yıldızlı çocuklar geçmiş oyunların temposunun üzerine çıktılar. Angola forvette çok çabuk ve teknik kapasite yüklü. Orta alanda oynayan Paolo, turistik seyahatte bavulunu Başkent Luanda’da unutmuş bir İtalyan ailesinin oğlu olabilir miydi acaba. Bu sarı çocuk çok kontrollü oynuyor ve attığı toplar savunmamıza adeta mayın etkisi yapıyor. Kırmızı-Siyahlılar golü bu tür hücumlar sonrası değil yan top defomuz sonucu buldu: 0-1. Bu arada Rüştü’nün maç boyu kurtardıkları ile büyük kaleci sıfatını tapulu arazisi gibi hak ettiğini söylemeliyim. Yenilen gole rağmen mücadele azmimiz yükseliyor. Tuncay’ın nefis kafa vuruşu da direkten dönüyor. Necati’nin savunma aksiyonlarına duyarsız kalmaması, Hasan Kabze’nin rakip kovalaması, Hüseyin’in sağlamcılığı Topuz’un gürbüz futbolu ümit veriyor. Can, Gökhan ve Murat mükemmel mücadele ediyor. İkinci yarı orta alanda doğru takviyeler yine Necati ustalığı ve 1-1 eşitlik. Taze kuvvet Uğur Boral’ın doğru yerde oynatılması, Nuri Şahin’in estetik katkısı Boğaziçi Ekspresi temposu kazandırmıştır. Fahri Tatan Paolo’ya karşı panzehir oluyor ve Nihat’ın golü geliyor: 2-1. Daha sonra yine çabuk çıkan Angola 2-2’yi yakalıyor. Ama Halil Altıntop sonucu damgalıyor: 3-2.Sittard bulunması zor bir yer. Aynı isimde iki yer daha var civarda. Ben önce ötekilere gidip sonra buraya gelebildim. Taraftar azlığının nedeni bu olsa gerek. Gelen gelmiş gelemeyenler de stada çok yakın sauna ve partyfarm tesislerinde telef(!) olup gitmiştir. Tot Ziens!
‘’Ha gayret!‘’
Futbolcu kalitemizle ilgili en ufak bir soru işareti dahi yok kafamızda, uygulamayla ilgili sıkıntı. En büyük sorun geçen bunca yıla karşın futbolumuzda belirli bir kalıbın oluşmamasın da. Doğru uygulama ve seçimler, yeteneksizlerle dolu yabancı ekipleri dahi hedefe ulaştırırken bizim çocuklarımız yanlış işler sonucu uluslararası alanda hak ettikleri yere gelemiyor. Mesela Can Arat. Zannediyorum ki bu genç Fenerbahçe formasından daha fazla A Milli Takım formasını giydi. Böyle bir garip rekorun sahibi kaç futbolcu vardır acaba yeryüzünde? Bu mükemmel sporcunun kulübünde oynayıp kazanılması gerekirken tersi oluyor ve Türkiye belki de bir ilke imza atıyor. Daum’a insanın sorası geliyor; Sen böyle bir yıldızı nasıl olur da görmezden gelirsin arkadaş? Suudiler futbolda hakikaketen sınırlı yetenekte ama daha takım gibi. Koskoca ilk yarı üç net gol pozisyonu bulduk. Fakat tamamını rakip defansın kişisel defoları sonucu. Yani organize atağımız yok. Paslar ya çok erken ya da iş işten geçince atılıyor. Doğru koşular yapılmıyor. Niçin? Çocuklar henüz birbirlerine uyum sağlayamadığı için. Elbette kollektif düşünce ve paylaşımla ilgili eksikleri olduğu için. Beceri üstünlüklerine eyvallah. Sahadaki uygulamalara mı? Eyvah!Futbolun henüz ‘elif’indekilere bile oyun felsefemizi kabul ettiremiyor, kişisel becerimizin ürettiği rastgelelik çerçevesinde balık tutacakmış gibi gol arıyoruz. Öyle de bulduk zaten. Necati Suudileri değirmene düşmüş bugday gibi dağıttı ve çok şık da bir gol attı: 1-0. Temposu sınırlı rakibe uyum sorunu nedeniyle baskı kuramıyor yine sıkıntılı ve soru işaretleriyle dolu bir 90 dakika daha yaşıyoruz. Ve nihayet galip de geliyoruz. Ha gayret!
‘’Neden iyiydi?‘’
Hımmm... Demek ki, daha sağlıklı gözükmenin nedeni rakibin tempodan uzak futbol düşüncesi. Yani ilk maçta olduğu gibi savunma zaafiyetlerini net olarak test olanağımız az. Aslında ilk on dakika savunmayı geride kurup orta alanı da destek için yakın tutmamıza rağmen Ganalılar’a kademesiz yakalanıp pozisyonlar verdik. Allah’tan Amoah futbolcu bacağı değil de oduncu nacağı gibi vurdu da top tribüne gitti. Daha dördüncü dakikada yenik duruma düşecektik yoksa. Hamit Altıntop Almanya, Nihat Kahveci de İspanya liginden esintiler gösterisi düzenledi sanki. Ve şık gol Kahveci’den geldi: 1-0. Tuncay Şanlı geniş alanların mücadeleci kimliği, enine boyuna, çapraza üşenmeden gidiyor, hem hücum hem de savunmada etkin oluyor. Servet ve İbrahim Toraman Gana yavaş yavaş gelince dengeli ve iyi. Caner de solda mükemmeldi. Nuri Şahin mi? O gerçekten yıldız statüsüne erişmek üzere. Kombine çalımları sonrası topu bir de doğru yere çıkarabilse! O zor işleri yapan bu kolayı da mutlaka yapar. İşte o zaman seyrine doyum olmaz. Hüseyin düz işlerin başarılı adamı. Fakat diğer süsleme işleri için de yanında mutlaka biri daha bulunmalı. Ay-Yıldızlı ekip temposunu hep aynı düzeyde tuttu. Yükseltse ne olacak? Elbette daha iyi olacak. Ama o işlere girişmiyor, araştırıcılığa prim vermiyorlar. Karşılıklı standart gidiş gelişler ve devre.Aaa, o da ne. Sol arkada yine Uğur Boral. Anlaşıldı Terim yeni bir Tamas versiyonu yaratma peşinde. Hayırlısı! Forvette de Hasan Kabze. Bu seçim doğru. Sarkık liberolu Gana savunmasını çarşaflatacak kimlik ve serilik Kabze’de. Fakat ortada değil, kenara tayin ediliyor, çizginin oralarda uğraşıyor. Yani etkin olacağı alanın uzağında. Afrikalılar ne zaman terse top attıysa savunmamızda dandiklik yakaladı ve golü de buldu: 1-1. Çarşaflanan yer orada devamlı demlenen ve olmayaacğı da bilinen gencin bölgesidir. İki tarafın karşılıklı arayışları ve Terim’in her denemesinde başına dert açan savunma karışıklıkları.
‘’Hücum bakanlığı!‘’
Her iki tarafın oldukça süratli başladığı mücadelede Nuri Şahin ve Tuncay şanlı ikilisi adeta ders niteliğinde bir atak geliştirdi. Dortmundlu’nun işaret ettiği yere attığı top ve Fenerbahçeli’nin önce içeri katedip, adeta basketbol seti nefasetinde dışarı, Necati’ye uzattığı asist. Ve Galatasaraylı’nın şık vuruşu: 1-0. Bu gol üst düzey bir gösteridir. Katkısı olanlar da tebrik edilmelidir. Belçikalılar orta alanımızı çabuk geçmekte, neden? Dur diyen mi yok, yoksa oraları toparlayacak bir futbol papazı mı! Bence ikisi de yok. Hasan Kabze piştov gibi uzaktan vurdu Belçikalı’yı: 2-0. Ve hemen ardından zaten varolan savunma şenliklerimizin ardı arkası kesilmedi, evsahibinin golü de geldi: 2-1. Arada Rüştü akılalmaz bir kurtarış yapsa da ikinci de geldi, avantaj bitti. Peki şu olan bitenden öğrenilmesi gereken ne? Savunma işi acemilerle uygulamaya girişildiğinde asla sağlıklı olmaz. Karşındaki acemi dahi fırsatı kollar ve canını yakar. Dün gece canlı canlı yaşanan budur. Uzun lafın kısası çeltik tarlasında kuru fasulye ekimi nasıl verimli olmazsa böyle savunma kurgusu da başarılı olmaz. Hele Uğur Boral sol kanadın arkasında hiç olmaz. Çocuk pozisyon almayı dahi bilmiyor ki. Bu yaştan sonra öğrenir diyen beri gelsin. Hücum zenginlikleriyle iki gol öne geçen ama sonra üç gol yiyen takımın savunma yapısında Terim macera aramamalı, daha realist olmalı.
‘’İlahi adalet!‘’
Sakaryaspor yöneticileri ve futbolcularının küme düşüp ağladıkları Malatya’da, bu sene Samsunsporlular ağlıyordu. Yine ne gariptir ki, Samsunspor ve Diyarbakırspor son maçlarını aynen geçen sezonki gibi beraberce oynamış, elele kaldıkları lige, bu sene elele veda etmiştir. Ne tesadüf değil mi! Yoksa ilahi adalet mi?2005 Temmuz’unda açık ara şampiyon ilan edilen Fenerbahçe, ligin ikinci yarısı el-ayak karışımı değil, yasal ayaktopu olarak oynanmaya başlayınca, tekledi. ‘Favori’ ligi ikinci bitirdi. Galatasaray olumsuzluklar içinden sıyrılıyor ve şampiyon oluyor. Oysa Sarı-Kırmızılılar’ın teknik ve idari yönetim bazında yaptığı büyük yanlışlar vardı. Aylarca Fatih Gökşen ve Suat Sucuka’dan başka, takımı yalnız bırakmayan ve inanan yönetici göremedim. Gören var mıydı? Futbolcuların ve bir, iki yöneticinin inancı, inadı ve ilahi adalet şampiyonluğu getirmiştir. Gerisi hikaye.***Sakaryaspor Süper Lig’e tekrar dönebileceği son 90 dakikaya çıkıyor. Aslında ilk ikiye girip küme çıkması hiç de zor değildi. Fakat ‘Bıçakcı Federasyonu’ dönemi Mahmut Özgener ve Oğuz Sarvan’ın etkinlikleri, Sakaryaspor’un önünde duygusal engeldi! Aşamadılar. Şimdi Sakaryaspor ve Altay finalde. Açık söylemeliyim, eğer Siyah-Beyazlı takım Orduspor, Yeşil-Siyahlılar da İstanbulspor karşısında oynadığı performansı örneklerse, Altay güle oynaya çıkar. Ama Biyediç umarım gerekeni yapar.Hakem Selçuk Dereli’yi en çok eleştirenlerden biriyim. Neden? Hakemlik yetisinin mükemmelliğini biliyor ve başarılı performans gösteremediği zaman sinirleniyorum. Hele hele geçen sezon Adapazarı’nda oynanan Beşiktaş karşılaşması. Sergen Halep’te düşmüş, Dereli Şam’da penaltı çalmıştı. Başka maçlarda da hakem felaketleri, son hafta Samsun ve Malatya’da kesilen ikinci lig bileti...Yeşil- Siyahlı takım onca olumsuzluk ve yanlızlığa karşın finali yakaladı. Bu kadrodaki deneyimli futbolcuların final maçlarında işini bilmesi ve serinkanlılığı, Süper Lig için yeterli olabilir. Altay mı? Acemilik sıkıntısı çekebilir. Aşırı heyecan ve aşırı mangır vaadi, onların en az Sakaryaspor kadar zorlu rakipleri olacak.Tatangalar, Sakaryaspor’un gerçek 12. gücü. Sporcuların sahada gösterdiği özen ve dikkati onlar da göstermeli. Öncelikle vilayetin gerçek temsilcileri olduklarını unutmamalı ve Başkent sahnesinde tüm ülkeye ders olacak nitelikte davranmalılar. Sonuç ne olursa olsun...‘İlahi adalet’i aklınızdan asla çıkarmayın, er veya geç hak yerini bulur. İki eski gazi(!) Sakaryaspor ve Altay’a başarılar diliyor, gönlümdeki aslanın da, Yeşil-Siyah olduğunu açık seçik söylüyorum. Allah derman versin.
‘’Daum'un masası ve kasası‘’
Danimarka maçı sonrası Adana’da yemek yiyiyoruz. Daum, ‘Türkiye, Brezilya’dan sonra en önemli ikinci futbol ülkesidir. Müthiş yetenekli ve geleceği olan gençlere sahip’ dedi. O gece Alman’ın masasıydı. Sonra kasası gündeme geldi. ‘Fenerbahçe’ye altı yabancının yetmeyeceğini, yerlilerin futbol geleceği olmadığını, Avrupa finalleri için tamamen yabancılardan oluşan takım kurulması gereğini’ dile getiriverdi. Hangi fikri doğru, hangi zikri yanlış, boşverelim. Bu adamın masasıyla, kasasının çelişkiler içinde olduğunu artık öğrenelim.FANATİK Gazetesi’nde gündeme gelen sohbeti de masadaydı. Ama söz konusu kasa(!) olunca Daum, yine bir başkaydı. Hele hele ‘istifa edecektim ama kararı yönetime bıraktım’ açıklaması bir başka oyunun ve Fenerbahçe’nin müthiş bir tazminat ödeyeceğinin üstü kapalı ilanıydı. Anlayana!Daum, Adnan Polat için ‘bu adam gelirse, Türkiye’de hiç bir saat doğru göstermez’ demiş. Bu zatın yaşamı boyunca doğru görmeyi becerebildiği saat var mı da, Polat’ın saatinden anlasın. Daum’un dürüstlük kavramı değerlendirmelerinde, zaafiyet yaşayıp bunaldığını düşünüyorum. İşine geldiğinde Türk futbolunda olup bitenlere dayanabiliyor hatta bayılıyor. İşine gelmeyince de dayanamıyor. Ne güzel!Kendisini futbola, yaşama, kariyere ulaştıran ülkeyi ve insanlarını karalamak onun için hiç zor değil. Yaşadığı malum olaylardan sonra onu yaşama döndürüp, Türkiye’nin en büyük kulüplerinden birini teslim ettik. Paraya, başarıya boğduk. O hep mutlu olmadığından söz etti. Masada konuştuklarını kasası söz konusu olduğunda inkar eden Daum, aynı oyunu son röportajda FANATİK’e de oynamaya çalıştı. Ama bilmiyordu ki sert kayaya çarptı. FANATİK’te yalan dolan, hikaye olmaz.Alman geveliyor ve şampiyonluğun kaçırılması nedenini Türkiye’nin yanlışlarına mal ediyor. Oysa bu işin en büyük suçlusu, takımına mapus hayatını reva gören yönetim ve Daum’dur. Baskı ve gerilim stratejisi nerede kazandı ki, Kadıköy’de, Samandıra’da kazansın. Bu konuda yazdıklarımı onaylayan belgedir Nobre’nin Hürriyet Gazetesi’nde ‘Stresten kaybettik’ açıklaması.Galatasaraylı yöneticiler ve sporcular doyasıya şampiyonluğu kutluyor. Analarının ak sütü gibi helal bir şampiyonluk kazandılar. Transfer çalışmaları da başladı hemen. Şu anki en yararlı transfer Adnan Sezgin’dir. Önü kesilmezse, çok önemli işlere imzasını atar. Bu arada şampiyonluğu kazanan futbolcuların hakettikleri verilmeli ve iç yapı zedelenmemeli. Milletin milyonlarca dolar alıp, hiçbir işe yaramadan arazi olduğu yerde öz çocuklarınızı, şampiyonları ezmeye kalkışmayın. Hesabını kul sormazsa, Allah sorar. Bu sezon ilahi gücün idrak edilmesi gereken bir ders olarak yaşandığı sezondur.UEFA Kupası’nı kazanan kahramanlara reva görülenlerin, Galatasaray’ı yıllarca nasıl tepetaklak ettiğini aklınıza getirin ve ona göre davranın. Hak yemeyin.
‘’Tespit meselesi!‘’
Elbette deneyimdir, mantıktır. “Pır pırrr” uçmanın sonu “Bammm” diye düşmek olur. Çok gördüm, çoook. Bu darbeyi ilk yaşayan sadece Fenerbahçeli dostlar değil ki... Sadece onlarınki biraz fazlaca yoğun oluyor. Neden? Kendilerini gereğinden fazla kaptırıyor, yaşamın gerçeklerini umursamıyor ve mutlaka takılıyorlar. Heyecanlarını zaptedemiyorlar. Düş kırıklıkları da o oranda büyüyor. Başka değerlere bakmayıp, sadece kendi esame listesine inanan ve daha temmuzda takımı lig şampiyonu ilan edip, Avrupa zirvesine de adını yazanlar, daha dikkatli ve gerçekçi olmalı.Neye güvendim de “Galatasaray şampiyon olur” dedim. Tabii ki Fenerbahçe’ye... Denizlispor maçı için hafta başından kampa sokup, taaa maç saatine kadar futbolcunun dünya ile ilgisini kesme operasyonu başladığında “Bu iş tamam, Galatasaray yırttı” diye düşündüm. Kadro kalitesi ve ederi Denizlispor takımından fazla Sarı-Lacivertliler için 7 gün yetecekti. Hafta boyu sadece rakibini düşünecek, gözünde büyütecek ve kendisiyle aynı hizaya getirecek. Başka? Hep aynı mekanda yapayalnız kalınması nedeniyle kaybetme korkusu üredikçe üreyecek ve futbolcu “Ya kaybedersem!” sorusunu kendine fazlaca sormaya başlayacak. Zihninde oluşan cevap, güven duygusunu zedeleyecek, sonunda da bitirecek. Yani? Fenerbahçeli sporcu futbol değerleri değil, düşünce çürümesi, inancını zedelemesi ve yalnızlığa mahkum edilip korkmaya başlaması sonucu kaybedecek.Demode anlayış, şampiyonluğun teslimi nedenidir. Düşüncede sürantrene olan sporcu, motivasyon değerlerini de bitirir, demotive olur. Bünye ne denli hazır olursa olsun, gerilim vücudun yeterli oksijeni almasını önler. Sadece ayaklara değil, beyin hücrelerine de oksijen gidemez. O zaman senin için en kolay sayılacak eylemleri dahi yapamaz hale gelir, yeteneklerine komut veremezsin. Fenerbahçeli sporcular bu nedenle tanınmaz haldeydi. Hiç kimse suçlamasın. Futbol robot statüsüne sokulmuş sporcularla değil, huzurlu ve iç güveni tam adamlarla oynanır.Aziz Yıldırım’ın bırakın Fenerbahçe’yi, Türkiye’ye hizmetlerini inkar etmek mümkün mü? Yapılan her eser bu güzel vatan ve tüm insanlarımız için... O zaman sıkıntı nerede? Kaybetmenin de insan yaşamında var olan, doğal bir olgu olduğunu reddetme felsefesi. Bu gerçeği yok saymak için, koşulları çok zorladı. Camiasına ve sporcusuna da gerilimi acımasızca yansıttı. Kaybetmenin dünyanın sonu olduğuna koşullanmış insanların zirveyi yakalaması ancak rastlantılarla mümkündür. Başaramadıkları zaman da, yıkılmaları, yarıştan vazgeçmeleri ve küsme nedenleri de bu felsefenin ürünüdür. Akılcılığın yerini aşırı hırs, telaş ve korkulara bırakamazsınız. Sadece spor değil, yaşamın her biriminde. Fenerbahçe yönetimi bu yanlışı fazlaca yaptı ve ne Aziz Yıldırım ne de kupalar kaldı.
‘’Önünüze bakmayın!‘’
Hatalarınızı tespit edip, önlem almazsanız, Türk futbolu kısır döngüsünden kurtulamaz.Sezon bitti. Galatasaray şampiyon, Fenerbahçe ikinci ve Beşiktaş üçüncü. Lig boyunca mücadele eden, ter döken, emek veren herkese teşekkür etmek gerek. Kitleleri aylarca peşinden sürüklemek, heyecan fırtınaları yaşatmak, sevinçlere, hüzünlere boğmak az buz iş mi?Bu ülkede futbolcu ve teknik adamların profesyonel yöneticilerin yakaladığı trendi seçimle gelen amatör yönetimlerin yakalayabildiğini zannetmiyorum. Özellikle kulüp başkanlarının benmerkezci düşünce ve uygulamalardan vazgeçmeleri olmazsa olmaz şart. Özel işlerinizdeki başarınız kulüp yönetiminde de aynı paralelde gidecektir anlamına gelmez. Hele hele sporcu kadrosu oluşumuna karışmak, en büyük yanlışlardan biri. Futbolcu, fabrika işçisi kriterlerinde yönlendirilip, yönetilemez çünkü...Müthiş heyecanlı bir haftasonuydu. Sevinç ve keder duyguları iki büyük camia arasında gitti geldi. Ve şampiyonluk onurundan Galatasaraylı olan nasiplendi. Kötü huylarımızın en zararlılarından biri ille de bir kahraman ya da kurban yaratma fikri. Şu günlerde dehşetle izliyorum. Kaybeden taraftan kurban, kazanandan da kahraman yaratma peşinde bir anlayış egemen. Bu konuda en iştahlı kesim de maalesef medya.Gelin biraz akıl yürütelim. Appiah, Denizli’de direk dibi yerine kale içine vursa ne olacak? Fenerbahçe şampiyon, Daum dahi, futbolcular kahraman, yönetim muhteşem... Olmadı! Hemen plağın tersi!.. Yani aynı kriterler bu kez Galatasaraylılar için geçerli. Daum iş bilmez, futbolcular rezil, yönetim felaket! Yani kim kaybederse kaybetsin, aynı işkence aynı senaryo. Oysa uzun maratonu göğüs göğüse yaşayan ve sonucun netleşmesi son ana kadar süren bir yarışın iki kahramanı arasında böylesine uç değerler olmamalı. Yani? Biri rezil, öteki vezir statüsünde algılanmamalı. İki taraf hatalar da yaptı, mükemmellikler de... Sonuçta şansı olan kazandı.Şimdi üzüntülerin de sevinçlerin de rafa kaldırılması, çağdaş yaklaşımların gündeme gelmesi zamanıdır. Sadece önünüze bakarsanız, eski sezonun düş kırıklıkları ve zaferlerinin kırıntılarını; ileriye bakarsanız pırıl pırıl ışıldayan ve yeni sahibini bekleyen 2006-2007 Süper Lig Kupası’nı, hemen kapı önünde de başlamak üzere olan Avrupa podyumlarındaki yarışları görebileceksiniz. Hayat devam ediyor. Her gün yeni bir yaşamın başlangıcıdır. Geçmişten ders alalım ve o derslerden yararlanmayı bilelim. Her kazanım veya kaybetmenin az ötesinde yenilerinin olduğunu kabullenelim.Daum’u sadece saha sonuçları nedeniyle batırma arzusu nasıl yanlışsa, Gerets’i göğe erdirme çabası da o denli yanlıştır. Kazanım ve kayıplarda tekil değil, çoğul etkinliklere bakılıp, doğru değerlendirmeler yapıldığında çözüm daha kolay üretilecektir. Yönetici konumunda olanlar, doğru teşhis ve ameliyatları yapmadığı müddetçe sıkıntılar bitmez. Avrupa’da mı? Başarı hiç gelmez.Türkiye daha şık bir futbol sezonu ve henüz ilk basamakta düşülmeyen Avrupa platformunda yarış izlemeye layık bir ülke olmalı. Çağdışı sevinçler ve hüzünler, önümüze bakmalar dönemini aşmalı, doğru futbol kültürünü yakalamalıyız.