‘’Akılda kalanlar...‘’
Geçmiş şampiyonaların unutulmaz anları arasında en çok konuşulanı, bir diktatörün milli takımını sahadan çekmesiydi...
Fransa 60
Çeyrek finalde İspanya ile SSCB’nin karşılaşması gerekiyordu. Ancak İspanyollar, maça çıkmadı. 25 yıl önce SSCB’nin İspanya iç savaşında kendisine karşı asker göndermesine kızgın olan İspanyol diktatör General Franco, takımın SSCB’yle maç yapmasına izin vermedi. UEFA; SSCB’nin doğrudan yarı finale çıkmasına karar verdi, onlar da Fransa’daki final turnuvasına katılıp şampiyon oldu.
İspanya 64
Euro 64 elemelerinde Arnavutluk da 2. tura doğrudan çıktı. Çünkü rakibi Yunanistan Arnavutluk’a gitmeyi reddetti. Bunun nedeni ise iki ülke 1912’den beri resmi olarak Balkanlar’da savaşıyordu.
Euro 64’te en büyük sürpriz, koca Hollanda’nın minik Lüksemburg’a 3-2 yenilmesi oldu. Ne zaman Lüksemburg’la oynasalar, yedeklerle maça çıkan Hollanda şaşkına döndü. Lüksemburglular daha da şaşkındı. Çünkü kaybedeceklerinden o kadar emindiler ki, kendi sahalarındaki maçı para karşılığında Hollanda’da yapmayı kabul etmişlerdi...
Euro 64’te ev sahibi İspanya finale çıkmayı başardı. Finalde karşılarında General Franco’nun 1960 yılında takımının oynamasını yasakladığı SSCB vardı. Ancak bu defa General Franco maçı tribünde izlemeyi tercih etti. İspanya maçı 2-1 kazanarak, Euro 64 şampiyonu oldu.
Yugoslavya 76
Euro 76’da tüm maçlar uzatmaya gitti. Çekoslovakya-Batı Almanya final maçında uzatmalarda da 2-2’lik sonuç değişmeyince, yazı tura atmak yerine ilk defa başka bir yöntem denendi: Penaltı atışları... Çekoslavakya 1976 yılında penaltılarla turnuvayı kazanan ilk ülke oldu. Eğer Euro 76’yı tek bir anla resmedecek olsak bu, Panenka’nın finaldeki penaltısı olurdu.
Fransa 84
Euro 84 eleme maçları sırasında Malta turnuvadan atıldı, ancak daha sonra geri kabul edildi. Çünkü Malta’nın sahalarından hiçbiri uluslararası maçlar için uygun değildi. İniş çıkışlarla dolu bir sahada oynadıkları konusunda misafir takımlardan gelen itirazlar sonucu, Malta’ya maçlarını ülke dışında bir sahada oynaması koşuluyla izin verildi. Hatta Hollanda, yapacakları maçı tarafsız saha yerine Hollanda’da oynamaları için Malta’ya para verdi.
Batı Almanya 88
1974 ve 1978 Dünya Kupaları’nı finalde kaybeden Hollanda, 1988 Avrupa Şampiyonası’nda gruplarda yenildiği SSCB’yi mağlup ederek zafere ulaştı. Hollanda, Gullit’in kafa golüyle maçta üstünlüğü yakaladı. Van Basten hala jeneriklerde gösterilen harika volesiyle, dönemin tartışmasız en iyi kalecisi Rinat Dassaev’i mağlup etti. Maçtan sonra Van Basten “O kadar yorgundum ki, yürüyecek halim yoktu. Topa ‘acaba olur mu?’ diye vurdum, gol oldu” açıklamasını yaptı ve golüne başka bir anlam kazandırdı.
Hollanda, Batı Almanya’yı yarı finalde mağlup ettiğinde, bu 32 yıldır Almanya karşısında kazandıkları ilk galibiyetti. Amsterdam ve Rotterdam’daki taraftarlar meydanlarda “Bisikletlerimizi geri aldık” diye şarkılar söylediler, dans ettiler... Çünkü Almanlar, 2. Dünya Savaşı’nda Hollanda’yı işgal ettiğinde bütün bisikletlere el koymuştu.
İsveç 92
Euro 92 elemelerinde İzlanda-Arnavutluk maçı için Arnavutluk’tan umutla yola çıkan futbolculardan bir kısmı Londra Havaalanı’nda hırsızlık suçlamasıyla tutuklandı. Sonunda yolculuklarına devam etmelerine izin verildi ve Euro 92 elemeleri nihayet başladı. Şoktaki Arnavutlar İzlanda’ya 2-0 yenildi.
Yugoslavya, şampiyonanın başlamasına 11 gün kala ülkede çıkan savaş nedeniyle diskalifiye edildi. Yugoslavya’nın yerine finallerden 10 gün önce turnuvaya çağrılan Danimarka’nın oyuncularının bir kısmı tatildeydi, teknik direktörleri Richard Mollerr Neilsen de mutfağını dekore etmekle meşguldü. Hazırlık dönemi geçirmeden, plajdan gelen oyuncularla bir takım oluşturan Danimarka’ya kimse şans tanımıyordu. Yarı finalde bir önceki şampiyon Hollanda ile karşılaştılar. Penaltılara giden maçta kaleci Schmeichel, 1988’in gol kralı Van Basten’in penaltısını kurtarıp takımını finale taşıdı. Danimarka, finalde Almanya’yı 2-0 yenerek, “Plajdan Gelen şampiyon” olarak tarih yazdı ve unutulmazlar arasına girdi...
İngiltere 96
Euro 96 elemelerinde San Marino’nun part-time kalecisi Benedittoni seyahat acentesi işlettiğinden sadece futbol oynamakla kalmadı, aynı zamanda takım otobüsünü de kullandı.
Türkiye, tarihinde ilk kez katıldığı bu organizasyondan golsüz ve puansız döndü. Ancak, Hırvatistan maçında, gole giden Vlaoviç’i düşürmeyen Alpay Özalan, memlekette çokça eleştirilse de UEFA tarafından Fair-Play ödülüne layık görüldü.
Belçika-Hollanda 2000
Galler Milli Takımı Teknik Direktörü Bobby Gould, idmanlar için lüks bir otelde kalmak yerine, oyuncularını Proscoed Açık Hapishanesi’ne götürdü. Böylece oyuncularına kendi ülkeleri için oynamanın ne kadar güzel bir şey olduğunu göstereceğini iddia etti. Ne yazık ki işe yaramadı, Galler turnuvayı pek iç açıcı olmayan sonuçlarla bitirdi. Gould, Galler İtalya’ya 4-0 yenildikten sonra istifa etti.
Portekiz 2004
Şampiyonanın açılış maçında da, kapanış maçında da Portekiz ile Yunanistan karşılaştı. Ev sahibi Portekiz 2 maçı da kaybetti. Kimsenin şans vermediği Yunanistan, oynadığı “sıkıcı” futbolla kupanın sahibi oldu.
Avusturya-İsviçre 2008
Şampiyonada oynadığı tüm maçlardan galip ayrılan İspanya 44 yıl sonra gelen kupayla sevinirken, 2004’ün şampiyonu Yunanistan sadece bir gol atarak puansız kupaya veda etti.
Şampiyonanın en önemli rengi hiç kuşku yok ki Türkiye oldu. Gruplarda Portekiz yenilgisinin ardından önce ev sahibi İsviçre’yi uzatma dakikalarında geçen Türkiye, ardından 48 yıllık şampiyonanın en iyi maçı olarak nitelendirilen Çek Cumhuriyeti maçında son 15 dakikada 2-0 geriden gelip 3-2 kazandı. Çeyrek finalde Hırvatistan ile karşılaşan Türkiye uzatmalara giden maçta 119. dakikada kalesinde gördüğü gole 122’de yanıt vererek inanılmazı başardı ve penaltı vuruşları sonucu yarı finale çıktı. Son dakika gollerinin takımı Türkiye, yarı finalde ise Almanya’ya son dakika golüyle yenilerek şampiyonaya veda etti.
Polonya-Ukrayna 2012
Euro 2008, 2010 Dünya Kupası, Euro 2012... İspanya, finalde İtalya’yı 4-0’lık farklı skorla yenerek, üst üste üçüncü büyük kupayı müzesine götürdü ve tarihe geçti. Vincente Del Bosque ise Dünya Kupası, Avrupa Şampiyonluğu ve Şampiyonlar Ligi’ni kazanan tek teknik direktör unvanını aldı.
Bakalım bir ay sürecek bu muhteşem şölenden bu defa neler kalacak geriye...
‘’Futbol asla sadece futbol değil!‘’
Milano’daki Şampiyonlar Ligi finalini statta izleyen şanslılardan biriyim. Avrupa Ligi finalinde Liverpool’u, Türkiye 1.Lig playoff’ta Adana Demirspor’u, Şampiyonlar Ligi finalinde Atletico’yu destekledim. Sanırım Tanrı “Sen sevinme hakkını Beşiktaş’la doldurdun” demek istiyor ki; yüzüm Beşiktaş’ın şampiyonluğundan sonra gülmedi. Maç sonrası bir arkadaşımla mesajlaştık. “Mutlu musun” diye sordu. Atletico’nun penaltılar sonrası elenmesinin verdiği hüzünle “Hayır, Atletico’yu destekliyordum” dedim. “Maçı statta izledin, nasıl mutlu olmazsın” deyince aklım başıma geldi. Evet ya, neredeyse geçen yıl Berlin’deki finalden beri bu anı yaşamak için yapmıştım plan programımı. Maç biletini bulmak için o kadar uğraşmış ve sonunda amacıma ulaşmıştım. Nasıl mutlu olmam ki...
Taraftar farkı
Maç öncesi Milano’nun değişik yerlerinde standlar açılmıştı, en önemlisi de Duomo Meydanı’ndaki eğlenceydi. Bizim bildiğimiz ne? Atletico ve Real, Madrid’in “düşman” kardeşleri. Biri kraliyet zamanından Franco zamanına her zaman hükümetler tarafından desteklenen, gücü temsil eden Real Madrid, diğer tarafta Madrid’in işçi sınıfının takımı Atletico Madrid... Bizim bilmediğimiz, görmediğimiz kadar sahici bir ayrışma. Bu “düşman” kardeşler, Duomo Meydanı’nda en büyük kupa için maç saatini birlikte beklediler. Bırakın tek olayı, itiş kakış dahi olmadı. “Bizde olsa?..” diye içimden geçirirken Madrid forması giymiş bir GS’li, ya da BJK’li, ya da TS’linin sesini duydum, Fenerbahçe’ye küfür ediyordu. İşte futboldan anladığımız bu! Oradaki ortamı görüp örnek alacağına, kuyunun ağzından Milano gökyüzüne bakmaya devam ediyorlar...
İtiraf etmeliyim, Atletico taraftarı maç öncesinde de, maçta da o kadar coşkuluydu ki; oynanan oyundan rol çaldıkları da oldu. Kendimi defalarca maçı bırakıp onları izlerken buldum. O yüzden sevinçleri ve hüzünleri de daha bir gerçekti. Real Madrid taraftarı ise, sanki sokaktan toplanıp stada zorla getirilmiş gibi ruhsuz. Evet, kabulümdür; Atletico taraftarı daha yerel, Real Madrid taraftarı ise dünyanın dört bir yanından... Ancak, bir insan o kadar uğraşıp Şampiyonlar Ligi finaline bilet bulup takımını desteklemeye geliyor ve desteklediği takım Avrupa’nın en büyük kupasını daha almadan nasıl stattan çıkabiliyor anlamış değilim.
San Siro mu, Meazza mı?
Bildiğiniz gibi, Milano’nun iki takımı için tek stat var şehirde. Bu stat için Milan San Siro; Inter ise Guiseppe Meazza adını kullanıyor. Sadece bir yerde, metrodan inip stada gitmek için merdivenleri çıkarken Meazza Stadı tabelası var. Sanırım Milano şehri stadın adını San Siro olarak kabul etmiş ki, şehir haritalarında, metroda, otobüste San Siro olarak geçiyor.
Bizim MHK, başkanından hakemine tam kadro tribündeydi, maaile şekilde. Bir yardımcı hakemimiz Ramos’un golü için, daha telefondan tekrarını izlemeden “ofsayt” dedi, eşi “sana güvenmiyorum” diye karşılık verdi. Biz bastık kahkahayı... Başka bir hakeme hangi takımı tuttuğu soruldu, refleks haline gelmiş bir şekilde “ben takım tutmam” diye yanıt verdi. Sahada gördüğümüz o asık suratlı insanların sohbetine doyum olmuyormuş meğer. Önyargılarınızdan arınırsanız eğer...
Anlayış farkı
Maç üzerine çok laf etmeye gerek yok. Bu yazıyı okuyanlar zaten maçı da izlemiştir. Evet, yan hakemimizin dediği gibi, Real’in golü ofsayttı. Atletico’nun kazandığı penaltıda faulü yapan Pepe değil, aslında Torres’ti. Bunlar çok önemli hakem hataları. Ama kimse de maçtan sonra hakem konuşmadı. Kaybeden taraf madalya törenine çıkmamazlık etmedi. Rakip takımın hocasının yüzüne tüküren olmadı. Taraftarlar arası kavga da yaşanmadı. Aksine o “düşman” Madridliler’in maç sonu birbirini teselli ettiklerini gördüm, bir kere daha orada olduğum için mutlu oldum. Ve bir kere daha bizim futbol anlayışımızdan utandım. Sadece futbol değil, maalesef bizim memleketi tahammülsüzlük mahvediyor. Sporu, siyaseti, sosyal hayatı... Kimsenin kimseye tahammülü yok. Böyle olunca da ne kazanmayı biliyoruz, ne kaybetmeyi(Ve biliyorum ki, böyle yazdım diye, birileri de bana tahammül edemeyecek ve “beğenmiyorsan çek git” diyecek)...
‘’Futbol büyük, amatörler yük!‘’
Beşiktaş futbol takımı, 7 yıl sonra övgüyle bahsettiğimiz şampiyonluğa ulaştı, tüm Beşiktaşlılar’ı mutlu etti.
Geçen hafta demiştim, yine diyorum: Emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler. Futbol takımının başarısının coşkusunu yaşadığımız şu günlerde, kadın ve erkek voleybol branşları ile kadın basketbolun kapatılacağı dedikodularını sağır sultan bile duydu. Sevgili Beşiktaş Yönetimi, bu branşları kendisine yük görüyormuş, sadece erkek basketbol ve hentbol branşlarıyla yola devam etme düşüncesindeymiş. Bunun sadece bir dedikodu olmasını umut ediyorum.
Çünkü, Beşiktaş Yönetimi, kulübü yönetmek üzere kendi isteğiyle göreve gelmiştir, branşları kapatmak için değil. Ve çözüm aramak yerine branş kapatmaya çalışmak “biz bu işi yapamıyoruz” ya da “uğraşmak istemiyoruz” demektir.
Çünkü, Beşiktaş iddia ettiğimiz gibi büyük kulüpse rakiplerin Avrupa’da kupalar kaldırdığı bir dönemde yönetim, branşları kapatmak yerine arada açılan farkı kapatmalıdır.
Çünkü, Beşiktaş kulübü spor kulübüdür. Spor da sadece futbol, erkek basketbol ve hentbol demek değildir (Gerçi yıllardır kazanılan şampiyonluklar olmasa bu anlayışla hentbol şubesinin gözünün yaşına bakılmayacağı da aşikardır).
Çünkü, ben de dahil çoğumuzun kafası futbol üzerinden çalışıyor olsa da Beşiktaşlı olan herkes futbolla ilgilenmiyor ve ilgilenmek zorunda da değildir.
Doğru yatırım yeter
Çünkü kapatılmak istenen branşların altyapıları çok iyidir. Ayrıca kadın basketbolun iddaa + yayın toplam 3 milyon TL, voleybol şubesinin iddaa + yayın toplam 2 milyon TL geliri zaten var. Oynamayan bir futbolcunun yıllık ücretine de bu branşlarda başarı sağlanabilir. Tek gereken işi bilen gerçek şube sorumluları ile doğru yatırımlardır.
Çünkü bu branşlar kapatılırsa tekrar başlamak istediğinizde kaldığınız yerden devam edemezsiniz. Mahalli ligden başlamak gerekir. Bu da en az 3 yılın heba olması demektir.
Çünkü, amatör branşlar 113 yıllık Beşiktaş Jimnastik Kulübü için yük değil aksine yaşatması ve sahip çıkması gereken değerleridir.
Fikret Orman, Akatlar’daki salonu yıkıp yeni bir salon yapma niyetinde olduğunu açıklamıştı. Ancak o salon iddialı basketbol ve voleybol takımlarıyla anlamlı olur. İçinde oynayacak takımın yoksa dünyanın en güzel salonunu yapsanız ne fayda?..
Tolga’nın özgüven problemi
Beşiktaş Teknik Direktörü Şenol Güneş, geçen hafta spor programlarının en tercih edilen konuğuydu. Her soruya açık yüreklilikle verdiği yanıtlar basınımıza bol bol haber oldu. Bilindiği üzere kaleci konusu Beşiktaş için yine bir sorun. Boyko’da istediğini bulamayan, Tolga’ya da pek güvenmeyen taraftar yeni kaleci arayışlarına başladı bile.
Şenol Güneş de katıldığı bir programda “Tolga Zengin’in özgüven konusunda problemleri var, bu yüzden potansiyelinin altında oynuyor” diye konuştu. Buna ben de katılıyorum. Ancak özgüven problemi nezle gibi kendi kendine geçen bir durum değil, bu problemini çözecek olan da Tolga’nın kendisi.
Maalesef bizim futbolcular profesyonel olmayı milyon liralar kazanmak, lüks arabalara binmek, gösterişli bir hayat yaşamak olarak algılıyor. Oysa profesyonel olmak başka bir şey.
Birçok Beşiktaşlı’nın aksine Tolga’nın kötü kaleci olduğunu düşünmüyorum. Ancak onun tecrübesinde / kalitesinde / potansiyelinde bir kalecinin kritik maçlarda hatalı gol yedikten sonra dağılması, bir hatalı gol daha yemesi ve taraftar tepkisini bu kadar dert etmesi özgüven problemi olduğunun yani profesyonel olmadığının da göstergesi. Oysa ki, oyuncuların ilk görevi bunlardan etkilenmemek. Bu sebeple de duygularını içlerinde yaşamak ve böyle bir problemleri varsa bunu işin uzmanlarıyla (psikolog, yaşam koçu...) çözmek zorundalar. Çünkü ancak o zaman gerçek profesyonel olabilirler. Tolga’nın yapması gereken de kazandığı paranın cüz-i bir kısmıyla psikoloğa gidip özgüven sorununu halletmek.
‘’Şampiyonluk çok yakıştı!‘’
Bu yazı yoğun taraftarlık içerir...
Bir sezon daha bitti. Bu defa Kartal’ın nefesi yetti, Beşiktaşım şampiyon oldu. Namağlup şampiyonluktan sonra, namabed şampiyonluğun da sahibiyiz. Kim şampiyon olursa olsun, basın için bir başarı hikayesi olacaktı elbet. Ancak namabed şampiyon olarak bu sezonun en güzel hikayesini biz yazdık.
Şampiyonlukta katkısı olanlar çok...
Süreyya Ağabey’den Şenol Hoca’ya herkesin emeklerine sağlık. Mario Gomez muhteşemdir, Quaresma ayağının dışı, canımızın içidir, Cenk hayat kurtarıcıdır; ancak benim için yılın futbolcusu Atiba Hutchinson’dır. Olağanüstü oynadı. Hiç kart görmedi. Hiç sakatlanmadı.
Şenol Güneş ile geçen sene Şampiyonlar Ligi finalinde Berlin’de karşılaşmıştım. “Geliyor musunuz” diye sorduğumda gülümsemişti. Ama bildiğimiz gülümsemelerinden değil. Anlamıştım o zaman geleceğini. İyi ki geldi, o güzel ahlakını, o güzel oyununu takıma yansıttı. Şenol Güneş Beşiktaş’ı, Beşiktaş Şenol Güneş’i şampiyon yaptı. Umarım, çok uzun yıllar daha kalır bizimle.
Yanlış transferler yapa yapa doğruyu öğrenen yönetime, tüm eleştirilerime rağmen, hakkını teslim etmem lazım (İnsan ilişkilerini de öğrenseler muazzam olacak).
Takımı ve yönetimi herkes övecek, herkes yazacak... Milyon kere teşekkürler! Ancak ben görmezden gelinenleri yazma derdindeyim:
Büyük Beşiktaş taraftarı: Feda diyerek yollara düşen, 3 yıldır stat stat dolaşarak cefa çeken ve sevgileri her fırsatta paraya çevrilmeye çalışılsa da sonunda muradına eren Beşiktaş taraftarı.
Şampiyonlukta takımdan sonra en büyük pay onların.
Başakşehir: Beşiktaş’a statlarını açarak, takımı her maç şehir şehir dolaşmaktan kurtardılar.
Abdullah Avcı ve öğrencileri: 2008-2009 sezonundaki şampiyonlukta da Sivasspor’u yenerek Beşiktaş’ı lider yapmışlardı. Bu sezon da Fenerbahçe’yi mağlup ederek şampiyonluğumuzu erkene aldılar ve birçok kalp hastası Beşiktaşlı’nın hayatını kurtardılar.
Aykut Kocaman ve futbolcuları: Mütevazı kadrosuna rağmen Konya’da büyük işler yapan Aykut Kocaman ile futbolcular, en riskli haftada Fenerbahçe’yi yenerek puan farkının 2’den 5’e
çıkmasını sağladı.
Manisa’daki kale direği: Soner’in vuruşunda ceza sahası dışında olan Tolga’nın yerine golü önleyen kale direği... Maç 4-2 olsa belki dönüşü olmayacaktı ve kırılma yaşanacaktı. Şampiyonluktaki katkısı sebebiyle acil olarak kutlamalara bekleniyor...
Fenerbahçe: Nefesini sürekli Beşiktaş’ın ensesinde hissettiren ve takımın rehavete kapılmasına asla izin vermeyen ezeli rakibimiz. Ve eminim ki, sağduyulu Fenerbahçeliler de hakkımızı
teslim ediyordur.
“Hücum maç kazandırır, savunma şampiyon yapar” tezini çürüterek şampiyon olduk biz. O zaman!
Şimdi kupa töreni...
Vali istifa!
“Malatya Valiliği, Adana Demirspor’un play-off oynayacağı Elazığspor maçı öncesi kamp programını güvenlik gerekçesiyle iptal etti ve şehri terk etmesini istedi...”
Haber düştüğünde şaka sandım önce...
Haber metni kibarca yazılmış. Aslı şu: Malatya Valisi, Adana Demirspor’u şehirden kovmuş.
Ne demek güvenlik gerekçesi?
Görevlerinden ilki güvenliği sağlamak olan “sorumlu” bunu yerine getiremiyorsa, bir kaç yüz taraftarın olay çıkarmasını önlemekten acizse o koltukta niye oturur ki?
İşlerine gelmiyor elbet, rahat rahat koltuklarında oturacaklarına bu işlerle uğraşmak. Bir olay çıkarsa soruşturma geçirme riski de var. Eee, ne yapmak lazım? Yasaklayın gitsin! Hesap soran da yok nasılsa...
Taraftara deplasman yasağı uygula, takıma kamp yasağı uygula... Sonra da utanmadan, olimpiyatlara, şampiyonalara talip ol. Taraftarların, takımların güvenliğini sağlayamayanlara şampiyona verirler mi Allah aşkına?
‘’Futbol: Pekiyi, Basketbol: Geçmez‘’
Pazar günü Beşiktaş-Büyükçekmece basketbol maçındaydım. Bir elin parmaklarından biraz fazla olduğumuz maçta, taaa İzmir’e kapalı salonda meşale yakmaya giden cefakar(!) taraftar yoktu maalesef. Geçen sezon olduğu gibi bu sezon da Play-Off’a kalamadık. Şube sorumlusu Hakan Özköse başta olmak üzere, tüm emeği geçenlere teşekkürlerimi iletiyorum, şampiyon takımı bu hallere düşürdükleri için...
Bir rakibi EuroCup Şampiyonu, diğeri Final Four’da... Beşiktaş ise ligi 9. sırada bitirebiliyor artık. İşin kötü tarafı, ne bunun hesabını soran var, ne de sorumluluğunu üstlenen... Tüm Beşiktaşlılar futbolda şampiyonluğa o kadar odaklandı ki, bırakın Play-Off’a kalamamayı küme düşülecek olsa bir avuç basketbolsever dışında kimsenin umrunda olmayacak.
BJK’nin parası deniz değil!
Mesela sezon başı bir oyuncu aldık, ama oyuncu ortada yok. Oyuncu Menaceri Engin Bayav’ın oğlu Emre Bayav parkeye ayak basmadan para alıyor. Yanlış anlaşılma olmasın! Az oynamak falan değil kastım, Emre 1 sn. bile süre almadı takımda. Sakat değil, kadro dışı açıklaması da olmadı üstelik. Antrenmanlara çıkmayan basketbolcunun nerede olduğu bilinmiyor, ama düzenli olarak maaşını alıyor: Sezon başı 1+1 yıllık sözleşme imzalanan Emre Bayav’a ilk yıl için 250 bin TL ödendi/ödeniyor. Tabii bu rakamın içine sözleşmenin KDV’si, oyuncu için ödenen sigorta ve menacerine ödenen tutarlar dahil değil. Beşiktaş seneye Emre Bayav ile yola devam etmezse de 50 bin TL çıkış bedeli ödemek zorunda.
Bu skandal transferi yapan menacer Cengiz Üçyürek hâlâ görevde ve takımı antrenör dahil çalıştığı menacerlik şirketinden isimlerle doldurmak istiyor. Çünkü ondan hesap soran yok. Çünkü basketbolda olan biten ne taraftarın, ne de yönetimin umrunda. Şube sorumlusu deseniz, başarısızlığın mimarı olmasına rağmen başarılı ilan ediliyor ve divan toplantısında alkışlattırılıyor. Menacerlik şirketleri de Beşiktaş’ın malı deniz, yemeyen keriz diye düşünüyor.
Orman’dan rica ediyorum
Beşiktaş ismi her geçen gün basketbolda değersizleşiyor, yönetimdeki isimler işini yapmıyor, takımlar menacerlerin elinde oyuncak olmuş, geleceğe dair hiçbir plan-program yok ve bunların sonucu olarak artık Play-Off’a bile kalamıyoruz. Oysa doğru yönetilse bir futbolcu parasına şampiyonluğa oynayan takım kurulur.
Pazar günü yeniden başkan seçilecek Fikret Orman’dan çok rica ediyorum; lütfen ama lütfen hem erkeklerde hem kadınlarda tarihinin en kötü dönemlerinden birini yaşayan Basketbol Şubesi’ni iş bilmez yöneticiler ile menacerlerin eline bırakmasın ve BASKET AŞ’yi kağıt üstünde kalmaktan çıkarıp hayata geçirsin artık! Çünkü büyük kulüp, sadece futbolla varolan kulüp değildir.
KARABORSAYI DURDURUN!
Beşiktaş ile Fenerbahçe arasında 6 puan fark olunca ve Beşiktaş’ın Osmanlıspor maçında şampiyonluğunu ilan etme şansı ortaya çıkınca karaborsa satışları da patladı. Bir maçla sezonluk kombine parasını çıkarmaya kalkıp 160 TL’ye aldığı bilete bin 200 TL isteyen var. Pazarlığı da şöyle yapıyor: Şimdi şöyle düşün, kaç yıldır şampiyonluk göremiyor Beşiktaş. Şampiyonluk maçı, üstüne Vodafone Arena ’da. Maç gününü beklersen 2 bin TL’den aşağı bilet bulamazsın!
İnsanların takım sevgisini ranta çevirmeye kimsenin hakkı yok. Bu kan emicilerin tüm kimlik bilgileri açık. Passolig’den hiç umudum yok, Beşiktaş Kulübü’nün gerçek taraftarına sahip çıkması ve bu kombineleri, biletleri iptal ederek bu duruma son vermesi gerekiyor. Karaborsanın önüne geçmenin başka yolu yok.
Galatasaraylılar’dan özür dilerim!
Moskova’da Lokomotif Moskova-Beşiktaş maçına girmek için kuyrukta beklerken, nasıl bir ruh haliyle ediliyorsa, Ali Sami Yen’e edilen küfürlere şahit oldum. “Zavallılık bu” dedim arkadaşlarıma. Avrupa maçına geliyorsun, Ali Sami Yen’e küfür ediyorsun. Yaşasa önünde saygıyla eğileceğin bir adama... Sonra Fenerbahçe-Lokomotif Moskova maçında Süleyman Seba’ya edilen küfürleri duydum ekran başında. Fenerbahçe-Beşiktaş maçında da oldu aynı tezahürat.
Geçen Pazar günü de Beşiktaş’ta, sosyal medyada Ali Sami Yen’e edilen küfürlere şahit oldum. Süleyman Seba’ya edilen küfürlere çok kızan/üzülen taraftarın Ali Sami Yen’e küfür edilmesine tepki vermemesi vahim. Sana yapılmasını istemediğin bir davranışı başkasına nasıl yaparsın? Rakibine ve onun efsanelerine saygı duymadan nasıl kendine ve efsanelerine saygı beklersin?
Küfürün sosyolojik incelemesine hiç kalkışmayacağım. Sadece şunu söyleyeceğim: Süleyman Seba’ya küfür edenler ile Ali Sami Yen’e küfür edenler arasında hiçbir fark yoktur. Hangi takımlı olduklarının hiç önemi yok, hepsi mide bulandırıcıdır!
‘’Beceriksizler!‘’
Galatasaray Erkek Basketbol Takımı, geçen hafta hepimize büyük bir heyecan yaşattı ve EuroCup’ın sahibi oldu. Ben de bu başarıda taraftarın etkisi ve Ergin Ataman’ın açıklamaları üzerine birkaç kelam edecektim. Ancak yönetemeyenler, yine rol çaldı ve gündem olmayı başardı. Galatasaray’ın EuroCup serüvenini incelediğimizde deplasmanda 4 galibiyeti, 8 mağlubiyeti var. Evindeki maçlarda ise ezici bir üstünlüğü olan takım sadece 1 mağlubiyet, 11 galibiyet almış. Bu başarıda en büyük pay, tribünleri dolduran ve salonu rakiplere dar eden Galatasaray taraftarının.
Ancak birçok kulübümüzde fazlasıyla olan beceriksizler, para gerektiğinde ilk akıllarına taraftar gelen yönetemeyenler, yine bir çuval inciri berbat etmiş ve taraftarı yolunacak kaz görmede çığır açıp Galatasaray basketbol kombinelerine akıl almaz zam yapmış. Galatasaray Basketboldan Sorumlu Yöneticisi Can Topsakal’ın ne taraftardan, ne basketboldan, ne Türkiye, ne de dünya gerçeklerinden haberi var anlaşılan. Ya da herkesi saray erkanından falan zannediyor. Topsakal demiş ki; “Artık Euroleague takımı olduk. Bütçemizi genişletmemiz gerekiyor ve bu yüzden taraftara ihtiyacımız var.” Oysa ki; güzel/kaliteli kadrolar, pahalı bilet/ürün satarak kurulmaz; doğru planlama, anlaşma, pazarlama ve sponsorluklarla kurulur. Geçen sezon kadın basketboluna sponsorluk için prensip anlaşmasına vardıkları Mektebim Okulları’na 2 ay yanıt vermeyip, takımı sponsorsuz bıraktılar. Bu hafta da basketbola ve voleybola malzeme sponsoru olan Hummel’e 4 sporcu ve başkanın bulunduğu tören sözü verip hiçbirini yerine getirmediler.
Taraftarın cebinden elinizi çekin!
Öncelikli görevleri takıma sponsor bulmak olan yönetemeyenler, olan/olacak sponsorları da böyle kaçırıp bütün yükü taraftarın sırtına yüklemeye çalışıyor. Belirlenen kombine fiyatları, adeta bir soygun ve taraftara “maça gelme” demekten başka bir şey değil. Olacaklar belli: O fiyatlara o kombineler satılamayacak. 3-5 zengine zorla satacaklar, onlar da sadece birkaç maç gelecek. Salon boş kalacak. Alım gücü düşük ama ruhu büyüklerin yarattığı en önemli kale de çökmüş olacak. Oysa yüzde 20-25 civarı bir zamla kulüp tarihinin en büyük kombine bilet satışını gerçekleştirebilirlerdi. Passolig belasına futboldan uzaklaşan binlerce insanı salona çekebilirlerdi. Böylece basketbol şubesi, dolu salon sayesinde sponsorlar için de çok daha cazip duruma gelirdi. Ancak bu bakış açısı yönetemeyenlerde yok maalesef... Takımlar taraftarıyla var olur, müşterileriyle değil. Yönetemeyenlerin atladığı en önemli gerçek de işte bu. Ve gördüğüm en başarısız Galatasaray yönetimi “bir kulüp nasıl yönetilmez”in dersini veriyor adeta! Galatasaray taraftarı umarım çabuk kurtulur!
Not: Ben yazıyı gönderdikten sonra Galatasaray yönetimi kombine fiyatlarında indirime gitmiş. Sosyal medyanın gücü mü, yoksa ölümü gösterip sıtmaya razı etmek mi bilinmez... 3 Haziran’a kadar kombine alacaklara yüzde 50 daha indirim var. Öğrencilere ayrıca bir indirim daha yapılmış. Yeterli mi? Bence yine de pahalı... Sanırım bu iyileştirme karşısında taraftar da “yetmez ama evet” diyecek.
İler tutar yanı yok
Başımıza bela ettikleri Passolig ile neler değişecekti bir hatırlayalım: Şiddet sona erecekti. Karaborsa bitecekti. Kulübe değil, şahsa ceza verilecekti. Hayat bayram olacaktı, güzel günler gelecekti. Bla bla bla... Maalesef hiçbiri olmadı. Önceki hafta Trabzon’da başkasının Passolig’iyle maça giren bir çocuk(!) bir hakemi darp etti. Sırtı sıvazlanarak serbest bırakılan şahıs kahraman oldu, Trabzonspor 4 maç ceza aldı.
Geçen hafta oynanan Beşiktaş-Kayseri maçına bilet almak isteyen birçok taraftar Passolig’in taş devrinden kalma sürekli kilitlenen sitesinden bilet alamadı. Çünkü biletler satışa sunulduğu anda yok oldu. Ve o biletler karaborsada satışa sunuldu. Hem de ne uçuk fiyatlara...
Sonuç: Bilet bulamadığı için maça gidemeyen taraftarlar, karaborsa sebebiyle Beşiktaş Stadı’nda boş 7-8 bin koltuk. Passolig bitirmek bir yana karaborsacıların hayatını kolaylaştırdı; stat kapılarında, soğukta bilet satışına son verdi. Karaborsa, Passolig sayesinde internetle ayağımıza kadar geldi.
Premier Lig şampiyonu Leicester City’nin birkaç taraftarı, önceki hafta kombinelerini karaborsada sattıkları için tribünden men cezası aldı. Türkiye’de çeşitli sitelerden adı, bloğu, koltuğu açık bir şekilde devam eden bu karaborsa bilet satışına kim dur diyecek? Hukuk mu, TFF mi, kulüpler mi?
Umudu olan var mı?
‘’Futbolu rahat bırakın!‘’
Sezonun ilk yarısında Diyarbakır’da oynanan maç 2-2 beraberlikle sonuçlanmış. Ancak Amedspor yetkilieri “nasıl puanlarımızı alırsınız” diye kimseye saldırmamış. Aksine yemeğe götürüp, çiçeklerle uğurlamışlar Ankaragücü ekibini... Ya Ankaragücü protokolündekiler? Amedspor maç kazanınca gururlarına dokunmuş. Tepkiler üzerine gözaltına alınan 6 saldırgan, savcının talimatıyla serbest bırakılmış. Farklı bir şey bekleyen var mıydı?
Şimdi ne olur? TFF, sahada aldıkları galibiyetle büyük Ankaragücü taraftarını tahrik eden(!) Amedspor’a 10 maç(!) seyircisiz oynama, yöneticilerine de 123456(!) gün hak mahrumiyeti cezası verebilir. Ankaragücü’ne ise hiçbir şey olmaz.
Futbolumuz o kadar çamura battı ki, aynı gün protokolde yönetici, sahada hakem dövülüyor.
Futboldan başka her şey
Tribün şiddetini bitirme bahanesiyle tribünleri kontrol etmek ve Aktif Bank’a rant sağlamak için çıkarılan Passolig’in bir işe yaramadığı, yaramayacağı da artık apaçık ortada.
Başkasının kartıyla maça giren bir çocuk tribünden atlıyor, güvenlik görevlilerini atlatıyor ve bir hakemi darp ediyor. Serbest bırakıldıktan sonra hakemden özür dilemeyen, ama “kusura bakmasın” diyen saldırganın akıllara zarar açıklamalarını okuduğunuzda o kadar net görüyorsunuz ki ruh halini. Ya o çocuğu kahraman ilan edenler, “o yapmasa ben yapardım” diyen akrabaları?.. Trabzon’da giderek artan şiddet, sosyolojik bir durumdur. Sorun siyasidir, tarihseldir, ekonomiktir, hatta psikolojiktir. Yıllarca “Trabzon böyle, Karadeniz gibi hırçın” deyip ‘delikanlılık’ kisvesi adı altında lümpenlik güzellemesi yapıldı, sonuç buralara vardı. Düzelir mi? Çoook uzun zaman alır.
Süper Lig’deki 18 kulübün ne kadar para kazanacağından başka bir şeyle pek ilgilenmeyen Kulüpler Birliği olay üzerine bir açıklama yapmış, evlere şenlik. Maçlara 2 dakika geç çıkmaya karar vermişler. Ne kadar dahiyane bir fikir... İki kere daha geç çıktılar mı, tribün şiddeti diye bir şey kalmaz!!!
Dostlar kınamada görsün diye bir açıklama yapmışlar, Ankara’daki linçten tek satır bahsetmemişler. Tamam, onlar sadece Süper Lig takımlarının birliği, ama memlekette bir takımın yöneticileri sokakta değil, protokol tribününde linç edilmiş. Bir cümle bir şey deyin. Yok! Görmedik, duymadık...
Trabzon’da yaşananlarla, Ankara’da yaşananlar arasında fark yok. Biri kınanırken diğeri görmezden geliniyor. Oysa tribün şiddeti meselesini konuşmaya Ankara’daki linçten başlamadığımız sürece hiçbir şeyi değiştiremeyiz. İfade verdikten sonra, “siz vatan haini değilsiniz” diyerek ve sırtları sıvazlanarak serbest bırakılanlar da yarın öbür gün daha beter olayların aktörü olur. Durum bu kadar nettir.
Maalesef...
Yok artık TFF!
Diyarbakır Büyükşehir Belediyespor, bir yıl önce adını Amed Sportif Faaliyetler Kulübü (Amedspor) olarak değiştirdi ve bu Türkiye Futbol Federasyonu tarafından onaylandı (Bunu niye yazıyorum, sanki izinsiz bir şekilde isim değiştirmişler gibi davranılıyor da, onun için).
Amedspor, gittiği hemen her deplasmanda ırkçı saldırılara maruz kaldı, Sivas’ta kalacak otel dahi bulamadı. Taraftarlarına ‘güvenlik’ bahanesiyle defalarca deplasman yasağı uygulandı. Ve ligin bitimine iki hafta kala, bir üst lige çıkması için play-off grubuna üç puan kalmışken TFF tarafından üç puanları silindi.
Keçiörengücü ile oynanan maçta TFF Müsabaka Temsilcisi’nin gerekçeli kararıyla 3 puanlarının silinmesine sebep gösterilen dakikaları izledim. Taraftarın yaptığı sadece davul ve ıslık çalmak, es’lerde de “Amed” diye tempo tutmak. İdeolojik propagandadan kast edilen “Amed” mi acaba?
UEFA ırkçılık konusunda bu kadar hassasken, ona bağlı TFF, Amedspor’un maruz kaldığı ırkçı saldırılarda rakip takımlara karşı hiçbir yaptırım uygulamıyor. Komik gerekçelerle Amedspor’a verdiği tribün ve para cezaları yetmiyor olacak ki, bir de puan siliyor. Hepimiz verilen kararların sportif değil, siyasi olduğunu biliyoruz değil mi? Daha geçen hafta Aziz Yıldırım “2010’da Diyarbakır’ın o günkü şartlarda küme düşmemesi, ligi tamamlaması gerekiyordu. Biz de bir şey demedik” demedi mi? Yıllar önce Diyarbakırspor’u Süper Lig’de tutmak için yapmadıklarını bırakmayanlar, şimdi de Amedspor 1. Lig’e çıkmasın diye ellerinden geleni yapıp, buna saçma sapan kılıflar uyduruyorlar sadece.
‘’En büyük Başkan! Antrenörler sahtekar! Mı?‘’
Aziz Yıldırım, periyodik gündem oluşturan/değiştiren toplantılarından birini daha gerçekleştirdi. Genelde “Konuşursam yer yerinden oynar” diye başlayıp amatör şubelerdeki başarıyla devam eden ve taraftara, Ersun Yanal’a, Aykut Kocaman’a etmediği lafı bırakmayarak devam eden toplantılarından farklıydı bu defaki. Bu sefer eleştiri skalası o kadar genişti ki, bu eleştirilerden sanırım sadece yan komşum nasibini almadı.
Dünyada bir ilk yaşandı ve bir başkan, “Bu tribünler böyle yaparlarsa 10 sene daha gitmem. Benimle uğraşmasınlar, aday olurum, aday olursam da seçilirim” diyerek taraftarını tehdit etti. Bu ürkütücü açıklamadan sonra, sanırım esasen yok saydığı Fenerbahçe genel kurulunun dönüp aynaya bakması lazım. Biz zaten yıllardır icraatlarından biliyorduk kulübü çiftliği gibi gördüğünü de, bunu kendi ağzından duymak da önemli tabii.
Yıldırım 18 yıldır başkan, 15 teknik direktörle çalışmış. Ama gelin görün ki, ona göre hepsi kötü, hepsi başarısız. 18 yıldır hep kötü(!) teknik direktör seçen bir başkanın hâlâ o koltukta oturması, “aday olursam, seçilirim” demesi ve seçilebilecek olması da bizim memlekete özgü bir durum sadece.
Absürd komedi
“Biz her şeyi yerine getirdik, oyuncuların parasını verdik, onlar da sahada mücadele etti. Ersun Yanal da takımın başındaydı” açıklamasının ise iler tutar yanı yok. Buradan ne anlayacağız? İki senedir yönetim üzerine düşen görevi yapmıyor mu? Oyuncuların parası ödenmiyor mu? “Biz paralarını ödedik, oyuncular da mücadele etti” kadar saçma bir cümle olabilir mi? Dünyanın her yerinde yönetimler ödemiyor mu futbolcuların parasını? Barcelona’da, Bayern Münih’te hocalar mı ödüyor parayı? Ya da Barcelona’da son haftalardaki düşüşün sebebi Luis Enrique’nin ödemeleri aksatması mı? Leicester City’de Claudio Ranieri önümüzdeki ayın ödemesini bile şimdiden yapmış demek ki, takım şampiyonluğa gittiğine göre...
Başkanların başarısı kulübü doğru finanse etmek ve takımlar için en doğru hocayı seçmekten geçer. Peki Aziz Yıldırım’a bu neden yetmiyor/yetemiyor? Neden hep baş kemancı olmak istiyor?
Maalesef hem oyuncu hem başkan hem teknik direktör olamazsınız. Birileri futbolun takım sporu olduğunu Yıldırım’a anlatsın. Yoksa güreş, judo federasyonları var memlekette. İstese üç güne başkan olur oralara...
Hatırlatma:
Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım, 22 Ekim 2000 tarihli Türkiye gazetesinde çıkan, “Yıldırım’dan üçlü formül” başlıklı haber için, bir gün sonra Fenerbahçe kulübünün antetli kağıdı ve imzasıyla yolladığı açıklamada, “Sn. Daum’la ilgilenmemiz daha önceydi. Kokain içmekle suçlanan bir kişinin, büyük camiamızın başına getirileceğini yazmanız, sizin bir ayıbınız” demişti. Yıldırım, 24 Ekim 2000’de Fanatik gazetesinde yer alan demecinde de “Kokainci hoca almayız” açıklamasını yaparak, Daum’la ilgileri olmadığını ifade etmişti. Sonra ne oldu? Christoph Daum iki defa teknik direktörlük yaptı Fenerbahçe’de, iki de şampiyonluk kazandırdı. Demem o ki, Başkan’ın her dediğini ciddiye almamak lazım. Şekeri var ne de olsa...