‘’Reziller!‘’
Antalyaspor’u tebrik ediyorum. Daha orta sahada duvar örüp rakibi geçirmeyen, ligin en güçlü defans hattına sahip ve şampiyonluğa oynayan takımına 4 gol atarak haklı bir galibiyet aldılar.
Ancak!
Maç esnasında ve sonrasında sergiledikleri iğrenç, çirkin, hastalıklı ve benzeri tüm kötü sıfatlarla adlandırabileceğim tavır, galibiyeti gölgeledi. “Tecavüz müziği” diye belleklere kazınan müziği duyunca adeta kanım dondu.
Futbolda farklı ve beklenmedik galibiyetlerden sonra zekice espriler üretilmesi, rakiple dalga geçilmesi gayet hoştur, eğlencelidir. Ancak bizimkilerin espri düzeyi o kadar düşük ki, akıllarına sadece tecavüz müziği çalmak gelmiş. Antalyalısı, Beşiktaşlısı, Galatasaraylısı, Trabzonlusu da bunu eğlence sanmış.
“Fener’e tecavüz ettiler. Ahahahaha” diye eğlenin. Yarın tecavüz haberi gördüğünüzde de “Aşağılık yaratıklar. Bunu yapan insan olamaz” dersiniz.
Bu topraklarda her gün kadınlar tecavüze uğrarken siz neye gülüyorsunuz? Siz neyle eğleniyorsunuz? Siz tecavüzü “fantezi” mi sanıyorsunuz?
Tecavüzün mizahı olmaz!
Bu kadar ciddi bir meseleyi komik sanmayı bırakın artık. Çünkü komik değil. Çünkü tecavüzün ‘ama’sı, esprisi, mizahı, şakası olmaz.
Tecavüz senin sandığın gibi komik bir şey değil arkadaşım. Tecavüz korkunç bir şeydir. Tecavüz kadınların çoğu için ölüme denk gelen, hatta ölümden bile beter bir şeydir.
Tecavüz insanları yaşamaktan vazgeçiren, tecavüz kendini öldürmeyi isteyeceğin, tecavüz kendini öldüremesen bile her gün ölmüş olmayı dileyeceğin bir şey. Bedeninin, aklının, ruhunun kontrolünün senden daha güçlü biri tarafından seni bir insan olarak düşünmeden işgal edilmesidir tecavüz.
Tamam! Siz tecavüzcü değilsiniz. Allah sizden razı olsun, Allah ne muradınız varsa versin! Ama iş orada bitmiyor ki... Statta tecavüz müziği çalarak, farklı galibiyetlerden sonra “tecavüz ettik” diyerek tacizi, tecavüzü meşrulaştırıyorsunuz, normalleştiriyorsunuz. Meşrulaştırdığınız, normalleştirdiğiniz her suç sizi de biraz suçlu yapıyor, farkında mısınız?
Durun!
Lütfen durun artık!
Bazı kadınlar “tecavüz” kelimesini söylemeye dahi ürküyorken bunu eğlence, mizah olarak görmeyin çok rica ediyorum.
Yorumcular ne iş yapar?
Hayatımız futboldan ibaret. Maç öncesi, maç sonrası ekranlarda saatlerce yapılan konuşmalar, gazete, dergi sayfalarını dolduran onca yazı.
Maçtan önce teknik direktörün ne yapması gerektiği üzerine yapılan yorumlar, maçtan sonra ise neyin yapılamadığına ilişkin yorumlar. Uzman çok memlekette. Onlar her şeyi çok iyi biliyor. Böyle olunca da birinin ak dediğine, öbürü kara diyor. Maçın skoruna göre biri x’i niye oyundan aldı diye eleştiriyor teknik direktörü, diğeri “İyi ki aldın” diyor. Siz hangisine yakın düşünüyorsanız da o yorumcuyu, yazarı severek izliyor, okuyorsunuz.
Fikirdir... Tabii ki herkes istediğini düşünebilir. Ancak fikir olmayıp herkesin bildiğini bilemeyen anlı şanlı yorumcularımız da var bu memlekette. İçlerinde futbol oynamış olanları da mevcut şüphesiz.
Geçen hafta eski futbolcu bir yorumcu, “Yeni gelen istihbarata göre yeni transfer Marcelo ile Atiba PSV’de beraber oynamışlar” demişti, kimsenin bilmediği çok gizli bir bilgiyi paylaşırcasına. Bunun için istihbarata gerek yok ki. Arama motoruna Marcelo yazmanız yeterli.
Sahalardan yeni emekli olmuş başka bir yorumcu, Beşiktaş-Antep maçı öncesi Marcelo için “Pozisyon bilgisi nasıl, hızlı mı, değil mi bilmiyoruz” dedi. Yorumcumuzun hakkında hiçbir şey bilmediği adam Bundesliga’da oynuyordu. Ama o hiiiiiç seyretmemiş Marcelo’yu. Seyretmeyi bırakın, “Yorum yapacağım, kimdir bu adam, bi bakayım” diye düşünmemiş, hakkında araştırma dahi yapmamış.
Bu kadar parayı niye alıyor bu insanlar? Bizim bilmediklerimizi de bize anlatsınlar diye. Ama bunlar bizim bildiğimiz kadarını bile bilmiyor. İşlerine saygıları olmadığı için araştırma gereği de duymuyorlar.
Nasıl olsa yiyeni var...
Yiyenlere afiyet olsun!
‘’Böyle taraftar olmaz!‘’
Meşale tribünlerde kullanılmak için üretilmiş bir ürün değil, farkındayım. Ancak kabul edelim ki, yakıldığında muhteşem gözüküyor. Hele bir de gece maçıysa... Bizim memlekette “bir sorunu çözemiyorsan yasakla” mantığı geçerli olduğu için burada yasak olmasına rağmen, bazı ülkelerde kontrollü meşale yakmak serbest. Çünkü meşale, artık tribün kültürünün vazgeçilmez unsurlarından biri olarak görülüyor. Ben de gerekli önlemlerin alınması ve tribünlerde meşale yakılması taraftarıyım.
Ancak! Salonda değil
Geçen cumartesi Karşıyaka-Beşiktaş basketbol, pazar günü de Buca-Beşiktaş futbol maçı vardı İzmir’de. İzmir ve çevre illerdeki Beşiktaşlılar, basketbol ve futbolseverler için ne güzel bir hafta sonu. Üstüne üstlük Passolig derdi de yok. Karşıyaka kulübü de maç biletlerini 1 lira yapmış. Gitmemek ayıp artık.
Yüzlerce Beşiktaş taraftarı da gitmiş maça. Aralarına da takıma destek olmak yerine, kendi şovunu yapmak isteyenler karışmış. Bunlar kendilerine taraftar derler, ama taraftarlıkla alakaları yoktur. Ancak onlara sorsan, kimse onlardan çok sevemez takımını(Adım gibi eminim ki, bu yazıdan dolayı bana da ne hakaretler edecekler). İşte bu arkadaşlar salonda meşale yakmış, sis bombası atmış. Haliyle duman yüzünden maç durmuş, bütün Beşiktaş taraftarı da salondan kovulmuş. Takıma desteğe gidenler, takımı yalnız bırakmış.
Salonda meşale yakamazsınız!
Her oyunun ritüelleri farklıdır. Futbolunki futbola has, basketbolunki basketbola. “Her sporun seyircisi farklıdır, futbol seyircisinin basketbolda işi yoktur” saçmalaması yapmayacağım, merak etmeyin! Ama her oyunun yazılmamış kurallarının ayrımına varmak ve bunlara uymak gerekir. Futbol seyircisi, elbette basketbol maçına gidebilir. Eskiden de gidiyordu. Ama futbol tribün ritüellerini basketbol salonlarına sokamaz. Her basketten sonra “gol” diye bağıramaz, kapalı alanda meşale yakamaz, sis bombası atamaz. O atmosfere uygun, yaratıcı yeni yöntemler bulmak gerekir. Salonda meşale yakamazsınız!
Sporcunun da, salondaki izleyicilerin de sağlığıyla oynayamazsınız. Çocuğu var, yaşlısı var, astım hastası olanı var. Sadece kendinizi değil, diğer insanları da düşünmek zorundasınız.
Salonda meşale yakmanın takımı desteklemekle, oyunu güzelleştirmekle hiçbir alakası yoktur. Bu, sadece her şeye rağmen kendi şovunu yapma derdidir.
Bir film: Bhaag Milkha Bhaag (Koş Milkha Koş)
Başrollerini Sonam Kapoor ve Farhan Akhtar’ın paylaştığı film, Hindistan’ın gelmiş geçmiş en başarılı ve önemli sporcusu “Uçan Sikh” de denilen Milkha Singh’in çarpıcı yaşam öyküsü. 1947’de Hindistan ve Pakistan bağımsızlıklarını kazanıp birbirinden ayrılınca, yaşadığı köy Pakistan sınırlarında kalan Milkha Singh’in hayatı, hep acılardan kaçmak için koşması üzerine kurulu aslında. Ailesinin Pakistanlı askerler tarafından katledilmesi üzerine köyünden kaçan, mülteci kampında dayaktan kurtulmak için çeteye katılan ve görevlilerle köşe kapmaca oynayan Milkha Singh’in hayatı askere gitmesiyle değişmiş. 50-60’lı yılların efsane 400 metre koşucusu olan Milkha’nın ailesi, askeri ve spor yaşamı, atletizmdeki başarı öyküsü, aşkı ve Hindistan’ın bağımsızlık tarihinin anlatıldığı filmden etkilenmemek imkansız. Bence izlenecekler listesine mutlaka ekleyin.
*****
Günaydın!
Eto’o’nun bu kadar dünya yıldızı olduğunu bilmiyorduk. (Antalyaspor Kulübü Başkanı Gültekin Gencer)
***
Kafası karışık yönetim
Dursun Özbek: Burak Yılmaz için hiçbir teklif gelmedi.
Fatih İşbecer: Burak Yılmaz için kiralık teklifi geldi.
***
Saat markası önemli
Atınç Nukan burdan giderken Swatch marka saat takıyordu, şimdi Rolex takıyor. Aradaki fark bu. (Menacer Ahmet Bulut)
***
Bravo!
Teknik direktörlük kariyerimde iki maç üst üste aynı kıyafetle sahaya çıkmadım. (Mustafa Denizli)
***
Estağfurullah!
Sinan Engin: Espriyi anlamadın mı Rasim?
Rasim Ozan Kütahyalı: Ben bir öküzüm, özür dilerim.
‘’Lig TV Federasyonu‘’
Memleketin çoğu yeri 2 haftadır karla boğuşuyor. Karın geleceği de çok önceden belliydi. Tek bilmeyen yayıncı kuruluş ve futbolun federasyonu. Oturmuşlar hava koşullarını hiç dikkate almadan, 4 aylık planlamayı yapmışlar. Tek dikkat ettikleri yayın saatlerinin çakışmaması. Takımların nelerle karşılaşabilecekleri umurlarında değil.
17 Ocak 2016 Beşiktaş-Mersin İdmanyurdu maçı. Maçın oynanacağı gün pazar. Maçın başlama saati 20.00. Kar yağışının maç saatinde artarak devam edeceği bir haftadır belliyken, yayıncı kuruluşun çıkarları sebebiyle maç 2 saat önceye alınmadı. Maç ertelendi.
24 Ocak 2016 Trabzon-Beşiktaş maçı. Maçın oynanacağı gün yine pazar. Maçın başlama saati yine 20.00. Maç günü Trabzon’un yoğun kar yağışı altında olacağı bir haftadır belliyken, yine yayıncı kuruluşun çıkarları sebebiyle maç 1 gün önceye alınmadı. Maç ertelendi.
Artık haftalar öncesinden, saat saat ulaşmanız mümkün hava durumu bilgilerine ve daha havalar günlük güneşlikken belliydi kar geleceği. Ben bile 2 hafta planlarımı meteorolojiye göre yaptım. Ancak tek işi ülke futbolunu yönetmek olan kurum, bir takımın 2 haftadır maça çıkmasını sağlayamadı. Maçların oynanabilmesi için takımların işlerini kolaylaştırması gereken federasyon, maçlar oynanmasın diye elinden geleni yaptı adeta. Çünkü reyting kaygısı futbolumuzun en önemli konusu. Ve maalesef ki artık futbol halkın değil, yayıncı kuruluşun oyunu. Kendi kararlarını kendisi alamayan bir kurum TFF. Maçların ne zaman oynanacağını da onlar belirlemiyor zaten.
Beşiktaş Yönetimi ertelenen maçları oynamak istedikleri tarihleri TFF’ye iletmiş. Yanlış yapmışlar. Direkt Lig TV yöneticileriyle görüşmeleri gerekirdi.
FOTO JENERiK
Fenerbahçe taraftarı diyor ki: Buraya koltuk koyan mühendise selamlarımı iletiyorum.
Dün dündür, bugün bugündür!
Ertem Şener: Başkanım “Serdar Aziz’i satmıyoruz” dediniz ama 10 milyon Euro istediğinizi söylemiştiniz.
Ali Ay: Bugün satmıyorum. O gün demiş olabilirim
Alkış yok mu ya?
Ligin 2. yarısı ortalık yangın yeri olacak diyorlar. Yangın olursa söndürürüz merak etmesinler. (TFF Başkanı Yıldırım Demirören)
Her hafta pasta zararlı
Bu penaltıları kutlamak için eşimden bir pasta isteyeceğim ama hazır değil ev yapımı pasta isteyeceğim. (Fenerbahçe Teknik Direktörü Vitor Pereira)
Passolig kaldırılsa?..
Maçlara ilgiyi artırmak lazım. Devre arasında ponpon kızlar girebilir sahaya. Stadyum çevresinde sosyal alanların, aktivitelerin artırılması lazım. Çocuklar için, aileler için. (Rıdvan Dilmen)
Enteresan
Ben gece 1’de yatıp, sabah 6’da kalkıyorum. Kafam çok dolu olduğu için uyurken bile düşünüyorum. (Beşiktaş Başkanı Fikret Orman)
‘’Yeter! Yıldırım Demirören yeter!‘’
Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Yıldırım Demirören, geçen Cuma % 100 Futbol’da çok önemli açıklamalar yaptı. Altyapı ve tesisleşmenin önemi, kulüplerin mali tablosunun düzeltilmesi üzerine güzel şeyler söyledi. Başkan öyle güzel güzel konuşunca, ben de 8 yıl yaptığı Beşiktaş Başkanlığı’ndaki başarılarını(!) bir hatırlatayım istedim.
Sadece futbolda 84 transfer yapıldı ve 100 milyon Euro’dan fazla bonservis bedeli ödendi. Bu futbolcular gönderilirken ödenen tazminatların toplamı ise bilinmiyor.
Yine sadece futbolda 8 teknik direktörle çalıştı. Medya baskısına dayanamayıp dünyaca Del Bosque’yi gönderdi ve sözleşme şartlarına uymadığı için kulübü 8 milyon Euro ödemek zorunda bıraktı.
Fulya’da paha biçilmez bir arazisi vardı kulübün. Anlaşmalar yapılıp, arsa müteahhite verildi. Ama nasıl oldu bilinmez; kulüp o işten yaklaşık 100 milyon Dolar zarar etti.
Başarılı(!) başkan zamanında yapılan mali genel kurullarda BJK Derneği 2 defa, BJK Futbol A.Ş. ise 1 defa ibra edilmedi.
Yine Demirören zamanında UEFA’ya sunulan mali raporlarda hatalar çıktı (hukukta buna, “evrakta sahtecilik” deniyor). Kulüp, bir yıl Avrupa kupalarından men ve 200 bin Euro para cezası aldı.
470 milyon lira zarar
Neyse ki, Yıldırım Demirören’in 8 yıllık yönetme(!) kabiliyeti o kadar dikkat çekti ki, ülke futbolunun başına geçmesi istendi. Sonunda 90 milyon lira borçla aldığı kulübü, 580 milyon lira borçla bıraktı. Yani, 470 milyon lira zararla...
Futbolun başkanı dedi ki: Kulüplerin mali konulara dikkat etmesi lazım. Mesela kulübü aldığınızda 1 lira borcu varsa, kulübü bırakırken de 1 lira borcuyla bırakmanız gerekiyor. Eğer o borç, 1.5 liraya çıktıysa aradaki 50 kuruşu ödemelisiniz.
Herkes güldü, ama sinirden...
Beşiktaş tarihinin en başarısız başkanı Yıldırım Demirören’in bu açıklamasından sonra, ben sandım ki; kendi yaptığı borçlar yüzünden kulübe verdiği para karşılığında aldığı senetleri yırtacak ve “Ben de geçmişte Beşiktaş’a çok borç bıraktım, o yüzden bu senetleri almam çok yanlıştı” falan diyecek.
Ama nerdeeee?
Diyecek şey çok da, yazamıyor işte insan. Sonra “hakaret etti bana” diye yine dava falan açar, neme lazım.
Ne diyeyim? Allah insana Yıldırım Demirören genişliği versin. Gerisi hallolur elbet...
Bizi gidi bedavacı, şiddetseverler bizi!
TFF Başkanı demiş ki; “Seyirci Passolig’den dolayı gelmiyor” deniyor. Kesinlikle katılmıyorum. Passolig öncesi 11 bin civarındaydı seyirci ortalaması. Şimdi 8 bin 600. Zaten aradaki 2 bin fark da bizlerin statlarda görmek istemediği, bedavacı dediğimiz, futbola şiddeti getiren taraftar kitlesi. Bunlar zaten gelmesin.
Demirören’e bu yanlış bilgileri kim veriyor acaba?
Sadece Süper Lig’de Passolig uygulamasının olmadığı 2013-14 sezonunda toplam seyirci sayısı 3 milyon 682 bin 103 kişiydi. Passolig uygulamasının devreye girdiği 2014-15 sezonunda bu sayı 2 milyon 389 bin 711 kişiye geriledi. Tribünlerde 1 milyon 292 bin 392 kişilik seyirci kaybı yaşandı. Yani Passolig’den sonra ortalama seyirci sayısı 12 bin 33 kişiden 7 bin 809’a düştü. Yani maç başına 4 bin 223 kişi azaldı.
Bu 4 bin küsur bedavacı(!), şiddet yanlısı(!) taraftara ben ve birçok arkadaşım da dahil. Vallahi, Passolig çıkana kadar yüzlerce maça gittim, bir kere olsun küfür dahi etmedim. Yalan söylemeyeyim, bir kere bedava maça gitmiştim. Maç biletleri tükenmişti, karaborsadan bilet alacak kadar param yoktu, tribünden bir arkadaş 2006 Mayıs’ındaki Beşiktaş-Galatasaray maçına bilet ayarlamıştı. O zaman başkan da Yıldırım Demirören’di. Bedava biletleri dağıtan kendisiydi yani, ben de bir kerecik faydalanmıştım bu 0(sıfır) bedelli bilet kampanyasından.
Güler misin, ağlar mısın?
Zamanında bedava bilet dağıtan beyefendi, şimdi Passolig yüzünden maçlara gitmeyen taraftarı bedavacılıkla, şiddet yanlısı olmakla suçluyor.
“Seyircinin kötü tezahürat yapması, şiddet olması zaten Passolig’le ve sistemle engelleniyor. Saha kapatmayı kaldırdık. Belli bir tribünü kapatıyoruz” diyor bay Başkan.
Hani E-bilet’te suçun şahsiliği esastı, cezalar bireysel olacaktı? Hâlâ saha kapatıyorlar, hâlâ o tribünde kim varsa ceza veriyorlar. X tribünündesiniz, maçta ağzınızı açmamışsınız, ancak bulunduğunuz tribünde kötü tezahürat yapıldığı için siz de gelecek maça gidemiyorsunuz.
1.5 sezondur olan sadece şu: Sporda şiddeti önleme adı altında bir bankanın vurgun yapmasına imkan verildi. Hâlâ da bunu savunmaya çalışıyorlar. Passolig taraftarları sadece bir bankaya müşteri yaptı ama tribünlerde de kimse kalmadı.
‘’Yeter artık Arda!‘’
Ne kadar ezik insanlarmışız meğer... Ne kadar değersiz hissediyormuşuz kendimizi. Memlekette başarı hikayesi az olunca, olanın da suyunu çıkarıyoruz. Arda Suarez’le şakalaştı, Arda Pique’yle yemek yedi, Arda Şakira’ya komşu oldu, Arda takımın en sevilen futbolcusu, Rakitic’in Arda korkusu, Messi gol sevincini Arda’yla kutladı, Messi Arda’nın kulağına bir şeyler fısıldadı. SON DAKİKA! Arda Turan, Granada maçının kadrosuna da alındı. Alınacak tabii! O alınmayacak da, ben mi alınacağım kadroya? Kulüp o kadar para verip transfer etmiş, bu saatten sonra Arda’nın kadroya alınması değil, alınmaması haber olur.
Arda, Messi’ye islam’ı öğretiyor
Hele bir haber gördüm ki, akıllara zarar: Arda, Messi’ye İslam’ı öğretiyor. Arjantin’de ne yapıyorlar acaba? Dünyanın en iyi futbolcusunu çıkarmışlar. Adam önceki gün 5. Kez Altın Top ödülünü aldı. Onlar da sabahtan akşama kadar Messi konuşuyor mu? Ya da maç sonrası programa bağlayıp, “Arda’nın kulağına ne dedin Messi” diye soruyorlar mı? Arda’nın Barcelona’ya transferi büyük olay, ilk iki maçta ciddi süre alıp asist yapması küçümsenecek işler değil. Arda kendiyle ne kadar gurur duysa az; ancak saçma sapan haberlerle şişirilmesi, milli mesele haline getirilmesi de komik hatta trajikomik. Yaşam koşullarının çok ağır olduğu Afrika’dan, Latin Amerika’dan her yıl bir sürü futbolcu çıkıyor, bizden bir Arda çıkmış neredeyse milli bayram ilan edecekler. Arda’nın Barcelona’da olmasıyla abartılı övüneceğimize, 70 milyonluk memlekette neden sadece Arda diye üzülmemiz gerekiyor oysa.
Hayaller ve gerçekler
Arda, Barcelona formasıyla ilk maçına çıktığı gün, Muhammed Demirci 2. Lig Beyaz Grup’taki İstanbulspor’la anlaştı. Daha 11 yaşındayken aldığı her topta kafasını kaldırıp boştaki adamı bulan, gelişine vurmayıp uygun adama pası veren, gerçekten üstün bir futbol yeteneği ve algısı olan bir ‘çocuk’tu Muhammed. 12 yaşında Barcelona altyapısında antrenmanlara çıktı. Marca gazetesi “İşte Barca’nın yeni Messi’si” diyerek Muhammed’i haber yaptı. Hatta Brezilya’da bir site, “Geleceğin Ronaldinho’su mu, Maradona’sı mı” diye anket düzenledi. “Barcelona ona futbol eğitiminin yanı sıra genel eğitimini de kapsayacak bir burs önerdi. Onun fiziksel gelişimini sağlayacak, yeteneklerini kullanmasını öğretecek; daha da önemlisi, dünyaya ve futbola geniş açıdan bakmasını sağlayacak kültürü, kariyerini yönetecek bilinci verecek bir eğitim bursu.” Ancak bizim şark kurnazı yönetici ve menacerler ile cahil ailesi daha futbolcu olmadan şöhret olmuş futbolcu adayı için öyle şartlar öne sürdü, öyle paralar istedi ki, Barcelona vazgeçti. O zamanlar çalıştığım Milliyet’in haberine göre; o zamanki başkan Yıldırım Demirören, Muhammed için, “Eğer yıldız olacaksa burada olsun, Beşiktaş formasını giyerek büyüsün. 5 yıl sonra Muhammed Barcelona’dan 20 milyon Euro gibi rakamlara transfer olursa işte o zaman Beşiktaşlılar’a nasıl hesap vereceğiz. Ben bir gün bu görevi bırakacağım. Ama arkamdan Muhammed gibi bir oyuncuyu satmadı ve Beşiktaş’a çok büyük bir yıldız kazandırdı diye anılmak istiyorum” demiş. Sanki Beşiktaş’ın bir çocuğu yetiştirecek planlı-programlı, özel eğitime tabi tutacak bir altyapısı varmış gibi. Yetenek önemli, ancak tek başına hiçbir şey. Messi’nin belgeselini izleyenler bilir. Messi’nin minik ve yıldız takımdaki halinin, Muhammed’in o zamanki halinden hiçbir farkı yok. Messi Barcelona’da dünyanın en büyük futbolcusu oldu, Muhammed ise Beşiktaş’ta gittiği hiçbir takımda tutunamayan 2. Lig futbolcusu.
Kim suçlu peki? Herkes
Oğlunun yanından ayrılmak istemeyen, ellerine geçen fırsatın farkına varamayarak onun geleceğini harcayan ailesi. Küçücük çocuğu geleceğin Messi’si, Ronaldinho’su, Maradona’sı ilan edip, reyting uğruna programlarına çıkarıp, manşetlere taşıyan medya. Muhammed’i yetiştirecek hiçbir özel eğitim sistemi olmadığı halde, onu pazarlık masasına yatırıp, daha fazla para koparmaya çalışan Beşiktaş yönetimi. Daha 12 yaşındaki çocuğa basın toplantıları düzenletip, 12 yaşındaki çocuk üzerinden kendi reklamlarını yapanlar. Doğru düzgün maça çıkmamış futbolcuya yüksek meblağlı kontratlar sunup, hiçbir şeyi olmayan çocuğu bol paraya boğanlar. Muhammed’in boyunun uzamasını sağlayan, ama mental olarak onu hazırlayamayan Seyit Ateş. “Muhammed, Guti’nin biraz daha çabuk olanı. Guti’den daha fazla ikili mücadeleyi seviyor. Onun kadar zeki, onun kadar akıllı bir futbolcu oldu” diye açıklamalar yaparak, henüz hiçbir şey olmayan bir futbolcunun gelişimini olumsuz etkiledi; şımarmasına, kendisini dev aynasında görmesine neden oldu.
Geçmiş olsun!
“Başkalarının hatalarından ders alın. İnsan bütün hataları kendisi yapacak kadar uzun yaşamıyor” demiş Eleanor Roosevelt. “Aptallığın en büyük kanıtı, aynı şeyi defalarca yapıp farklı bir sonuç almayı ummaktır” demiş Einstein. Muhammed, etrafında yıldız diye lanse edilip, kaybolan o kadar meslektaşı varken bunlardan hiç ders çıkarmamış maalesef. Keşke hiç bilmeseydik, keşke hiç fark etmeseydik onu, keşke hiçbir şeyken, çok şeymiş gibi hissettirmeseydik ona. Keşke sıradan olduğunu düşünüp, sadece topunu oynasaydı... El ele verdik ve bir yıldız daha kaydı. Geçmiş olsun!
‘’Söz çok, icraat yok!‘’
Beşiktaş Başkanı Fikret Orman’ı Beşiktaş söz konusu olduğunda en sert eleştirenlerden biriyim. Ancak özel hayatına dair tek söz söylemem. Çünkü beni ilgilendirmez. Kimsenin özel hayatı, kimseyi ilgilendirmez. Bir insana özel hayatı üzerinden yüklenmek de çok ayıptır.
Yıldırım Demirören: Hocam Tabata’yı aldım, hayırlı olsun.
Mustafa Denizli: Başkanım ben Tabata’yı istemedim ki.
Eskiden Beşiktaş’ın transferleri yukarıdaki gibi yapılırken, şimdi ince eleyip sık dokuyarak gerçekleştirilen futbolcu transferlerinde Orman’ın payının büyük olduğunu düşünüyorum. Bu konuda hakkını yemem.
Hakkını yemem ama yanlış bulduklarımı da yazmadan edemem. Bilirim, taraftarın çoğu başarıya bakar ancak futbol takımı çok iyi gidiyor diye gördüğüm yanlışları halının altına süpüremem.
Çok duyduk
Geçen gün katıldığı bir programda “Eskiden ‘Beşiktaş’ın malı deniz, yemeyen keriz’di. Ben Beşiktaş’ın malını kimseye ye-dir-mem! Yedirmeyeceğim” diye büyük büyük cümleler kurmuş yine Bay Başkan.
Ancak!
İnternetteki arama motoruna “Fikret Orman, hesap” ya da “Fikret Orman, yedirmem” yazdığınızda farklı farklı tarihlerde verilmiş o kadar çok demeç çıkıyor ki karşınıza:
- Şu anda kulüpte iki farklı denetleme yapılıyor. Birincisi Beşiktaş’ı nasıl devraldığımızı gösterecek. İkincisi ise son 8 yıldır olanların denetlemesi olacak. Ernst&Young ile çalışıyoruz. Her kuruş harcamanın nasıl yapıldığını göreceğiz. Hesap sormayacaksak niye bu kadar denetleme yaptırıyoruz ki. Beşiktaş’ın her şeyle yüzleşmesi gerekiyor. (25 Mayıs 2012)
- Ben kimseye Beşiktaş’ın bir kuruşunu dahi yedirmem. Ben ancak Beşiktaş’ın menfaatleri ile hareket ederim. Bu kim olursa olsun geçerli. Bizim görevimiz budur.
(27 Şubat 2013)
- Merak etmeyin. Bu yönetim kurulu Türkiye’ye gelmiş en yürekli yönetim kuruludur. Kimseden korkmadan, arkadaşlarımızla buradayız. Kime ne hesap sorulacaksa da soracağız. (19 Mart 2013)
- Ben artık yetimin hakkını yedirmem, Beşiktaşlı’nın hakkını yedirmem. (18 Haziran 2013)
Hayal kırıklığı
Başkan çok güzel konuşuyor da, söylediğini yapmıyor.
İlk demeçte bahsi geçen denetleme raporları Fikret Orman’a sunulalı yıllar oldu. Ne rapor açıklandı, ne de raporun gerekleri yerine getirildi.
Rapordan vazgeçtim, Yıldırım Demirören’in 2011-2012 yılını kapsayan Mali Genel Kurul’da BJK Derneği oybirliği, BJK Futbol A.Ş, oy çokluğuyla ibra edilmedi. Genel Kurul dava açıp hesap sorması için Orman’a yetki de verdi, ancak dava açılmadı.
Son olarak kazanılan Fulya Davası’nı temyize götürmek için uğraşan Başkan, dönemin yönetenleri lehine, Beşiktaş aleyhine hareket etmeye çalışıyor.
Fikret Orman göreve gelirken birçok Beşiktaşlı için umuttu. Ancak o, Seba’nın değil, Demirören tarzının devamcısı olmayı tercih etti. Ve maalesef büyük hayal kırıklığı oldu. En azından benim için.
‘’Gülelim mi ağlanacak halimize?‘’
Ortadoğu ve Balkanların hatta dünyanın en hızlı teknik direktör kovucusu İlhan Cavcav, yine yapacağını yaptı. Dünyaya da haber oldu. Ne mutlu ona!
Cavcav 37 yıldır Gençlerbirliği’nin başkanı.
Çok değil birkaç sene öncesine kadar “Gençlerbirliği’ni ekonomisi en sağlam kulüp yaptı” diye övülen adam, artık sadece teknik direktör kovmasıyla anılan/dalga geçilen birine dönüştü. Ne acı! Hayatta da böyle. Tam zamanında köşeye çekilmeyi bilmek gerekiyor.
Oysa başkan nedir? Kulübün sahibi dahi olsa sorumlu olduğu taraftarı yok mudur? Bu kadar hoca hatalıysa, 1 maçta hatta 1 saatte kovulmayı hak ediyorlarsa onları seçen başkanın hiç mi suçu yoktur? Bu kadar hocanın gönderilmesi, başkanın seçme muhakemesinin artık bittiğinin en açık göstergesi değil midir?
Yöneticileri geçtim, Gençlerbirliği’nin o çok sevdiğimiz taraftarı neden ses çıkarmıyor bu gidişe? Başkanları, şımarık zengin çocuklarının oyuncaklarından sıkılıp yenisine saldırması gibi, kulübü kendisine oyuncak yaptı. Onlar ne yapıyor?
Ya teknik direktörler?
Birbirleriyle dayanışmak yerine rekabet eden, kulüp çalıştırmak için arkadaşının kuyusunu kazan, “hamili kart yakınımdır” şeklinde kulislerin içinde kendine kulüp arayan antrenörlerin hiç mi suçu yok bu düzende? Daha Vural’ın gönderildiğini duydukları anda haber göndermişlerdir, Gençlerbirliği’nin 6. teknik direktörü olmak için.
Deli bir kralın kovduğu arkadaşlarının yerine, saraya kapak atmak isteyen Ortaçağ ressamları gibiler.
Koşun belki Cavcav’ın portresini tamamlamak size nasip olur.
Akılda deli sorular
Bildiğiniz üzere Yılmaz Vural sezon başından beri takım çalıştırmak istiyor, ama tercih edilmiyordu. Bu yüzden de çok dertliydi. Çünkü kendisi uzun erimli plan yapan takımların değil, sezon sonuna doğru kümede kalmak isteyenlerin tercihi oluyor. Ama illa ki bir alıcısı çıkıyor.
Vural Gençlerbirliği’nin başına geçmeden önce, yurtdışından bir bahis şirketi “Yılmaz Vural bu sezon takım çalıştırır mı” diye bahis açmış. Evet: 3.60, Hayır: 1.20.
5 gün de olsa Gençlerbirliği’nin teknik direktörlüğünü yapan Vural transfer istemiş, başkan bu isteği reddetmiş. İpler kopmuş. Acaba sözleşme öncesi, bu en önemli konuyu konuşmamışlar mı? Yoksa, Yılmaz Vural takımın başına geçmek için hiçbir şart öne sürmemiş mi? Ya da İlhan Cavcav, Vural kabul etsin diye her şarta evet demiş de sonradan mı vazgeçmiş? Bilinmez...
Ama bilinen bir gerçek var, “Yılmaz Vural takım çalıştırır” diyenler iyi para kazanmış.
Geçmiş olsun çArşı, mutlu yıllar herkese
çArşı hakkında açılan dava komedi gibiydi, ama “ne olacağı belli olmaz” diye güldürmüyordu. Olması gereken oldu ve “Darbe yapmaya gücümüz olsa Beşiktaş’ı şampiyon yapardık” diyen güzel insanlar beraat etti sonunda. Gözümüz aydın!
Herkesin eşit ve özgür olduğu bir dünya dileğiyle, mutlu yıllar. Bu sene, o sene!
‘’Büyük fırsat‘’
Yıllar önce birkaç Beşiktaşlı tarafından açılan ve Fulya davası diye bilinen dava kazanıldı. Bu karar emsaldir, bundan sonraki yönetimlerin Beşiktaş’ın parasını çarçur etmemesinin imzasıdır. Bu karar önemlidir, kulübü borç batağına soktuğu halde hâlâ alacağı(!) olan Yıldırım Demirören’den lafta değil gerçekten hesap sorma şansı doğmuştur.
Hukuki meseleler, hatta alacak-verecek konuları herkesin ilgisini çeken konular değil. Bu sebeple de konuyu biraz anlatmak gerek sanırım, çünkü suyu bulandırmak isteyenler çok. Baksanıza Beşiktaş’ın başkanı bile, tek kazanan Beşiktaş olduğu halde, Beşiktaş’ın bir şey kazanmadığını düşünüyor...
Davanın kazanılmasıyla 2007 yılındaki Beşiktaş yönetimi ve denetim kurulunun ibra edilmesine/aklanmasına dair karar iptal oldu. Yani 2007 yılının yönetim ve denetim kurulu ibra edilmemiş durumdadır. Bu da, eğer o dönemde yaptıkları işlerde derneği zarara uğratmışlarsa, bu zararı karşılamalarının sağlanması demektir. Çünkü; Beşiktaş’ın bugün borç batağında olmasında o dönemki başkan ve yönetimin payı çok büyüktür. Yaptıkları yanlış anlaşmalarla kulübün geleceğe dönük bütün umutlarını bağladığı Fulya’yı heba etmişlerdir.
“Dava Beşiktaş aleyhine açıldığı için temyize gitmek gerek” gibi bir algı yaratılmak isteniyor kamuoyunda. İbranın iptali davasının Beşiktaş aleyhine açılmasının sebebi, sadece kanuni bir zorunluluktur. Davada verilen karar Besiktaş’ı bir sonuca mahkum etmemiş, aksine Beşiktaş’a birçok kazanım sağlamıştır. Bu davada davacılar ile davalının yararları ortaktır. Aleyhine sonuç doğanlar ise sadece dönemin yönetim ve denetim kurulu üyeleridir.
Temyize gitmek ihanettir
Beşiktaş’ın çıkarlarını düşünen hiçbir Beşiktaşlı’nın karardan rahatsız olmaması gerekir. Yine bu sebeple, şimdiki yönetim mahkeme kararını temyize götürmemelidir. Çünkü, temyize gitmek demek, Beşiktaş’ın menfaatine olan kararın bozulmasını istemek demektir! Temyize gitmek Beşiktaş’ı değil, yönetenlerin çıkarını korumaya hizmet etmektir.
Yapılması gereken bu karara sahip çıkmak, kongre hesapları ve kişisel ilişkileri bu işe karıştırmadan Beşiktaş’ın haklarını savunmaktır. Çünkü temyize gitmek Yıldırım Demirören’in çıkarına hareket etmektir ve Beşiktaş’a yapılmış büyük bir kötülüktür.
Bu sebeple, şu saatten sonra asıl görev Fikret Orman ve yönetimine düşmektedir.
“Beşiktaş’ta üstünü örteceğimiz bir kuruş yok. Hiçbir konuda bir milim geri adım atmadık” demişti Fikret Orman. İşte bu dava; Beşiktaş’ın mı, yoksa iddia edildiği gibi Demirören’in mi yönetimi olduklarını göstermeleri için bir fırsat.
Kararlarını versinler!
Versinler ki, onlar için Beşiktaş’ın çıkarları mı, yoksa Demirören’in çıkarları mı daha önemli hepimize göstersinler.
Not: Dava avukatlarından Murat Ersöz ve Aker Çıtak’a teşekkürler.
MİNİ YORUM
Orta yol bulmayı çok seven insanlar vardır. Oysa bu kişiler orta yol falan bulmazlar, bir tarafı mağdur ederler, diğerine çıkar sağlarlar. Çıkar sağladıkları kişi de daha çok sevdikleri(!) kişi olur doğal olarak.
Yeni moda, Fulya meselesinin orta yolculuğuna soyunmak. Dava uzarmış, Demirören’in alacağı varmış, ortada buluşmak en doğrusuymuş. Dava açmak Beşiktaşlı’ya yakışmazmış. Ayrıca Demirören iyi Beşiktaşlı’ymış. Borcunu da silmeye gönüllüymüş.
Mesele anlaşıldı. “Demirören borcunu silmeye gönüllü” dendiğine göre Demirören’in iyi niyet(!) elçisi var karşımızda.
Ama o işler öyle değil!
Beşiktaş’ın parası kişilerin parasından çok değerlidir ve pazarlığı olmaz. Sadece Fulya’dan edilen zarar tahminen 100 milyon Dolar. Demirören’in alacağı ise 100 milyon TL. “Orta yolda buluşun” demek, “Beşiktaş milyon liralar zarar etsin” demek.
Beşiktaşlı’ya yakışan, kime karşı olursa olsun, Beşiktaş’ın hakkını her yerde, sonuna kadar savunmaktır. Buna, kulübü zarara uğratanlar hakkında dava açmak da dahildir. Çünkü söz konusu olan Beşiktaş’ın çıkarlarıdır.
Yanlış transferler, sözleşmeler okunmadan keyfe göre gönderilen sporcu ve teknik direktörlere ödenen paralar yüzünden 40 milyon TL borçla aldığı kulübü, 580 milyon TL borçla bırakmış Demirören gerçekten iyi Beşiktaşlı’ysa, zaten “benim kulüpten tek kuruş alacağım yok” demelidir.
Fransızlar’ın bir sözü var: Bir şeyin imkansız olduğunu düşünenler, onu gerçekleştirmek için uğraşanları rahatsız etmesinler.
Mücadele etmeyecekseniz, müdahale de etmeyin lütfen!