Arama

Popüler aramalar

‘’Futbolun diyalektiği…‘’

Futbol, mahalle arası oyundan profesyonel bir etkinliğe ve bugün için bir endüstriye dönüşünceye değin, diyalektik olarak değişimini sürdürse de, mantığı basittir. Basiti uygulamanın zor olduğunun altını çizerek değişmeyen ilkesini vurgulayalım: Top bizdeyken hücum ederiz, top rakibe geçince savunmaya döneriz. Futbolun bu basit ilkesini uygulamaya koyduğumuzda, bu kez karşımıza ikinci prensip çıkar: Top kazanılınca oyun alanını olabildiğince geniş tut, rakipteyken de mümkün olduğunca dar…

Denebilir ki, ligdeki bütün takımlar bu ilkelere bağlı olarak oynuyorlar. Savunmada birikerek alanı daraltıyor, atakta ise sahayı genişletip kanatları kullanıyorlar. Hayatın hangi alanını ele alırsanız alın, söylemek kolay uygulamak zordur. Uygulamadaki zorluğu, bu sezon büyük takımların hiç alışık olmadığımız bir şekilde beklenmedik yenilgiler almasında görmekteyiz.

Sözünü ettiğimiz iki temel ilkenin uygulanmasında optimal düzey yakalanmak isteniyorsa, enerji seviyesi yüksek dinamik bir yapı oluşturulmalıdır. Bunun için de sadece antrenmanlar ve saha içinin düzenli olması yetmez, dışarıdaki yaşamın da son derece programlı olması gerekir. Eskiden oyuncular en azından haftanın belli günleri kampa alınarak, bu düzen belli ölçüde de olsa sağlanabiliyordu. Bugün artık böyle bir düşünce kabul görmüyor, yerini bilgi ve bilimsellik almış durumda. Son günlerde, düzenli yaşayan oyuncuların verim düzeyindeki artış gazetelerde haber oldu. Bu haberler boşuna yapılmıyor…

Futboldan söz edildiğinde sık duyduğumuz bir yargı şöyledir: Futbolda artık sır yoktur, herkes hemen hemen her şeyi biliyor. Zaten sorun da buradadır! Herkesin her şeyi bildiği bir ortamda özellikle teknik adamların bilinenlerin ötesine geçememesi… Onun içindir ki, bazen insanları bezdiren yan ve geri paslarla, rakibi de kendimize uydurup içeriksiz bir oyunu sahneliyoruz.

Oysa, futbolun evrimi ve diyalektiği içerisinde daima yeni şeyler bulmak mümkündür. Eğer bir rakip bizim oyun tarzımıza kendini uydurup, karşı oyunlar bulmuşsa, o zaman yeni bir strateji geliştirmemiz gerekir. Bu futbolun diyalektiğidir. Size karşı önlemler alan rakibe karşı uygulayacağınız yeni strateji ve taktikler rakibi hata yapmak zorunda bırakmalıdır. Bunu yapmanın en önemli yollarından biri çabuk oyun ile futbol alanının boyutlarını çeşitlendirmektir.

Bir takım büyüklüğü ve şampiyonluklara alışkanlığı nedeniyle rakibini baskı altına alarak oynamayı hedeflese de, gerektiğinde geriye çekilerek güçlü karşı ataklar yapmasını da bilmeli ve bunu bir strateji olarak da uygulayabilmelidir.

Özellikle yandaşlar ve futboldan zevk almak isteyen izleyiciler futbolun ağırlıklı olarak hücum yönünü severler. Ancak doğru olan oyunun her iki yanını da aynı oranda önemsemektir. Futbolun taktik ve stratejileri de bu temel üzerinden üretilir. Nasıl, nerede ve ne zaman hücum ya da savunma yapılacak?

06 Ocak 2020, Pazartesi 13:12
YAZININ DEVAMI

‘’Galatasaray'ın şampiyonluk oyunu‘’

Ligin ilk yarısının son karşılaşması olan Galatasaray-Antalyaspor maçı sarı-kırmızılı takım için önemliydi. Oyunun önemi alınan beş farklı galibiyetten kaynaklanmıyor. Geride kalan iki yılın şampiyonluk oyununa dönüş anlamında mesajlar içermesi bakımından anlamlıydı ilk yarının son oyunu.

Antalyaspor karşısında da geçen iki sezonda olduğu gibi oyun kanatlardan hızlandırılıp, rakip ceza alanı etrafında olgunlaştırıldıktan sonra, orta değil, yerden gol pası olarak top kale önüne aktarıldı. Maçın golcüleri Falcao ve Taylan Antalyalı öylesine rahat pozisyonlarda topla buluşturuldular ki, gol için basit bir tek vuruş yeterli oldu.

Kaliteli bir golcü olduğu bilinmesine karşın yaşı, Galatasaray’a maliyeti ve sakatlığına ilişkin çok eleştirilen Falcao attığı ikinci golde klasını bir kez daha kanıtladı. Gol çok kolay gibi görünmesine karşın, sağdan gelişen atak sırasında, önce kaleden uzaklaşır gibi yapıp markajcısını aldattıktan sonra ani bir dönüşle öne hamle yaparak vuruşunu yapması kusursuz bir organizasyonun sonuçlandırılış anıydı.

Taylan Antalyalı ve Ömer Bayram bu sezon Fatih Terim’in deyim yerindeyse kadronun içinden transferleridir. Ömer Bayram ligin ilk uyarısına damgasını vuran birkaç futbolcudan biridir. Bu yargım salt Galatasaray kadrosu anlamında değil, ligdeki tüm futbolcular için geçerlidir.

Gelecekte Galatasaray ve futbolumuza önemli hizmetleri olacağına tanıklık edeceğimiz Taylan’ın ise arkasında durulmalı. Böylesine genç ve geleceği olan oyuncuların kulübüne neler kazandıracağını, Fatih Terim bilir…

Taylan’ı izlerken Terim ile geçmişte bire bir konuşmamız aklıma geldi. O günlerde Sabri Sarıoğlu yeni yeni oynamaya başlamıştı. Bu konuda kendini eleştirenler de epeyce çoktu. Ancak Fatih Hoca bana şöyle demişti: “Bir genç oyuncu kazanmak kulübe ortalama 10-15 milyon dolar gelir sağlamak anlamına gelir. Gerekirse Sabri’yi kazanmak için bir şampiyonluğu kaybederim.”

Bu düşüncenin bütün yerli hocalarda olması gerekir. Özellikle bazı kulüplerle adı özdeşleşmiş hocaların öncelikli düşüncesi genç oyuncu kazanmak olmalı. Bir yıl içinde Ozan Kabak’tan sonra Taylan Antalyalı’nın da vitrine çıkması şampiyonluk kadar önemli kazanımlar olsa gerek…

04 Ocak 2020, Cumartesi 12:49
YAZININ DEVAMI

‘’Futbolda güzellik mi yoksa kazanmak mı önemli?‘’

Ligimizin genel gidişatına bakarak hepimiz daha güzel bir futbola özlem duysak da, futbol, Uruguaylı yazar ve şair Eduardo Galeano’nun “futbol dilencisi” olduğu günleri çok geride bıraktı. Bugün artık “güzellik” futbol takımlarının bir yan ürünü olabilir ama maç kazanmak için yeterli olmadığı gibi, zorunlu bir şey de değildir. Altı maç üst üste kazanan Beşiktaş’ın ortaya koyduğu futbol kimseyi tatmin etmediği halde, tribünler Abdullah Avcı’ya neredeyse şampiyon hoca gibi davrandılar.

Güzellik herkese göre değişkenlik gösterebilen, çoğunlukla öznel olduğu için analiz edilemeyen bir unsur olduğu halde yararlı ve verimli oyunun ne olduğunu görebilir, üzerine çeşitli düşünceler öne sürebilir, analiz de edebiliriz. Doğaldır ki, burada verimli olmaktan kasıt topu kazanmak, topa sahip olmak, serbest atış kazanmak, şut çekmek ve nihayetinde tüm bunları bir gol atmak uğruna devreye sokabilmektir. Ayrıca bütün bu temel teknik hareketleri doğru yapsak bile bunlar, çoğu zaman maç kazanmaya yetmeyebilir.

Bir takımın bir maçta rakibi karşısında ezici bir üstünlük kurmuşken bir şekilde yenildiğine sayısız kez tanıklık etmişizdir. Ligimizden bir örnek verecek olursak önceki hafta oynanan Beşiktaş-Malatyaspor maçı. Biraz daha gerilere gidecek olursak, Hollandalıların Euro 2000’in yarı finalinde İtalyanlara kaybetmesi ve elenmesi…

Her zaman topa sahip olma ve pas oyununa dayalı bir felsefeyi sahaya yansıtmaya çalışan Hollanda Ulusal takımı normal süre ve uzatma dakikalarında İtalya kalesini adeta abluka altına almıştı. Kaleyi bulan 24 şut çektiler ve iki topları direkten döndü, iki de penaltı kaçırdılar. Fanatik gazetesi yazarları ekibinin içinde olduğumdan o gün yerinde izlediğim bu maç için olsa olsa “futbolun tuhaflığı” denebilir. İtalya ise maçın tamamını kendi ceza alanının etrafında geçirmişti. Sonunda İtalya maçı penaltılarla kazandı.

O maçın özeti şuydu: Hollandalılar maçı kazanmak için öncelikli olarak topa sahip olmanın gereğine inanırlar İtalyanlar ise topa sahip olmadan kazanmanın yollarını bilirler. Hollandalılara göre savunma yapmak çirkindir İtalyanlara göre ise savunma yapmak bir sanattır. İtalyanlar için topa sahip olmaktansa olmamak şeklinde düşünülse de aslında topa istedikleri zaman sahip olabilecekleri anlamına gelir. En iyi oyuncular topu yalnızca gerekli olduğunda alıp ani karşı atak yapabilenlerdir. Topa sahip olmayarak, sahip olmak!

İtalyanların yaptığı neredeyse görünmez, yalnızca mümkün olan son anda, her şey için artık çok geç olduğunda görünür olan bir sanat. Rakibin ne yaptığını ancak maç sonunda kalenizde gol ya da goller gördüğünüzde anlıyorsunuz ancak iş işten geçmiş oluyor. Bu sezonun başından beri küçük takımların yaptıkları “İtalyan işi” olmasa da, onun bir taklidini yapmaktır.

27 Aralık 2019, Cuma 13:21
YAZININ DEVAMI

‘’Futbolda devrimi küçük takımlar mı yapıyor?‘’

Ligimizin genel gidişatına bakıldığı zaman büyük takımlar olarak bilinen İstanbul’un üç büyüklerinin başta teknik adamları olmak üzere futbolcularında da genel bir duyarsızlık görülmektedir. Biz, futbolu daha ileriye götürmesi gerekenlerin büyük takımlar olduğunu varsaysak da, aslında bu bir yanılsamadır.

Bu yanılsamanın izlerini futbol tarihinde de görmek mümkündür. Örneğin İngilizler WM sistemi ile dünya futbolunu tekeline almışken, İngiliz buluşu olan bu sistemi en üst düzeye mütevazı Macaristan Ulusal takımı taşımıştır. Hollanda’nı dünya futbolunda adı yokken ve Finlandiya ile bile boy ölçüşemezken ve Ajax Hollanda’nın sıradan takımlarından biri iken, total futbol ile ülkelerinde futbol devrimini gerçekleştirmiştir.

İtalyan futbolunun temelindeki değişimin ise kataneçyo ile başladığı bilinmektedir. Bu sistemin mucidinin kim olduğu tartışmalı olsa da öncelikli olarak Helenio Herrera ve İsviçre Ulusal takımının eski çalıştırıcısı Avusturyalı Karl Rappan’ın adı geçmektedir.

Kataneçyo ve çoğu yolsuzluk yaparak zengin olmuş işadamları tarafından futbola akıtılan para sayesinde İtalya altmışlı yılların ortalarından itibaren dünya futbolunun yükselen değeri oldu. Kateneçyonun temel uygulaması beşli savunma ve defansif yönü kuvvetli üç orta alan oyuncusu ile çabuk ve süratli iki forvetin karşı atak becerisiyle takımları tuzağa düşürmekti.

Bu uygulamanın bir benzerinin günümüze uygulanış şekli olan “direkt futbol” ile küçük takımlar büyükleri alaşağı ediyor. Kendi evinde pas oyunu değil de direkt futbol oynayan Sivasspor Fenerbahçe’yi çok rahat yenerken daha fazla da gol pozisyonu üretebildi. Beşiktaş istatistikleri alt üst edecek kadar topa sahip olup pas yaptı ancak sonuçta rakibine kendi evinde 2-0 yenildi. Galatasaray’ın durumunu ise ne pas oyunu ne de kataneçyo açıklayabilir!

Nasıl ki yeni taktikler İtalya’da küçük takımlar tarafından devreye sokulduysa, bizim ligimizde de benzer bir duruma gidiliyor gibi… Çünkü büyük takımlar nasıl olsa kazanırız havasından bir türlü kurtulamıyorlar. Bu nedenle ne futbolcuların ne de teknik adamların yeni denemeler ve deneylere ihtiyacı var. Üstelik aynı şeyleri uygulayarak farklı sonuçlar elde edeceklerini sanacak kadar futbolun doğasına ters düşmektedirler.

Zayıflıklar, yoksulluklar, yoksunluklar ve yenilgilerle direnç kazanan küçük takımlar, lig tarihinde hiç bu kadar isyankar olmamışlardır. Bu gidişat büyük takımları ciddi şekilde tehdit ettiği halde bu takımlarımızın başındakiler ne yenilikten söz ediyor ne de yeni uygulamaların yolunu bulabiliyor…

16 Aralık 2019, Pazartesi 22:50
YAZININ DEVAMI

‘’Futbol yazarlığı da zor!‘’

Türkiye Süper Ligi’nin kurumsal anlamda bir futbol standardı olmadığından herkesin işi zorlaşıyor. Futbolcunun, teknik adamların, yöneticilerin ve hatta futbol yazarlarının da bu standartlaşma eksikliği yüzünden işi zor. Bir hafta önce bir takım hakkında yazdığınız güzel şeyler bir sonraki maçta tokat gibi yüzünüze çarpıyor.

Beşiktaş’ın geçen hafta Kayserispor karşısında en azından bir devre oynadığı futbola hepimiz övgüler yağdırdık. Bu satırların yazarı daha ilere giderek Beşiktaş’ın oynadığı futbolun bir anlamda şampiyonluk ateşinin yakılması olarak değerlendirdi. Keşke yazmasaydım. Kasımpaşa karşısındaki Beşiktaş’ı görünce yazdıklarımdan ötürü yüzüm kızardı. Demek ki yaşımız, başımız, bilgimi, görgümüz ne olursa olsun hata yapabiliyoruz. İnsan olmak böyle bir şey…

Bir takım düşünün ki bir hafta önce oynadığı futbol ile bu sezonun tüm maçlarının üzerine çıksın, bir hafta sonra da amatör kümeye özgü didişmesinden öteye gidemesin. Uzatmalarla birlikte tam seksen dakika 10 kişi oynayan Kasımpaşa karşısında Beşiktaş rakip kale önünde daha fazla görünüp topa da açık ara fazla sahip olmasına karşılık oyunun niteliği bakımından rakibi kadar değer üretemedi. Maçın son dakikalarında Mustafa Pektemek golü atsa skor 3-1’e gelecek ve Beşiktaş kötü futbolunun karşılığını yenilgi olarak alacaktı.

Ne var ki Kasımpaşa, kalecisi Fatih ve biraz da Lens’in özel çabası sonucu üç puanı yitirdi. Daha önceki yazılarımın birinde de değinmiştim. Abdullah Avcı sağ tarafta Boyd ve Diaby ile zaman geçireceğine bu bölgede Lens’e görev vermeli ve ona güvendiğini beden dili ile belli etmelidir. Çünkü Lens, Şenol Güneş tarafından yok sayıldı. Oysa Hollandalı, Fenerbahçe’den Beşiktaş’a o dönemin en iyi transferi olarak gelmişti. Diaby ise Ljajic’in yerine oynatılmalı. Gidişat öyle gösteriyor ki Beşiktaş Ljajic’den daha fazla verim alamayacak. Keçiboynuzu misali futbol oynuyor. Bir torba odun yiyeceksiniz ki biraz tat alasınız…

Gökhan Gönül Beşiktaş’ın en yararlı oyuncusu… Bir bek olarak iki golün ortasını yapmak kötü oynayan Beşiktaş açısından olağanüstü… Ancak kaleci Fatih’in ilk iki golde de büyük hatası vardı. Özellikle Umut Nayir’in attığı ilk gol de Gökhan Gönül beklenmedik çabuklukta topu kale önüne yerden ortaladı ama Fatih yatarak çok rahat topu alabilirdi. Benzer pozisyonların daha zorunu Karius kurtardı.

Abdullah Avcı maçın ikinci yarısında oyuna üç forvet alarak doğru bir iş yapmadı. Sadece rakip kale önünü daha da kalabalıklaştırdı. Maçın kazanılması karmaşık oyunun üstünü örttü. Örneğin fazla forvet oyuncusu Burak Yılmaz’ın hareket alanını kısıtladı. Burak bulunduğu noktadan gol atan bir forvet değil. Hareket alanı bulduğunda işlevsel olan bir oyuncu... Sağında solunda üç forvet daha bulunca ne yapacağını şaşırdı. Kanımca Umut Nayir’in attığı iki gol de tam bir kaza golleriydi. Asıl atması gerekeni boş kaleye kaçırdı. Bir benzerini de Elneny dışarı vurdu.

09 Aralık 2019, Pazartesi 13:20
YAZININ DEVAMI

‘’Düzen kuranlar ve düzenden yararlananlar…‘’

Milyonlarca taraftarın gönlünde taht kuran, onları peşinden koşturan İstanbul’un üç büyük takımı, oynadıkları futbol ile bu sezon, keçiboynuzu tadı bile vermezken futbol hoşluğu yaşamak için gözlerimizi Anadolu takımlarına yönelttik.

Futbolun bir çalışma, disiplin ve devamlılık işi olduğunu daha oyunculuk döneminde kanıtlayan Rıza Çalımbay düzen kuran teknik adamlar arasında çoktan yerini aldı. Ligde hangi sonucu alırsa alsın, hatta ligin devamında aşağı sıralara inse de bu yargımız değişmez. Futbol ateşini Sivas’a taşıyan Çalımbay sanki 4 Eylül Stadı’nda futbol kongresi düzenliyor.

Sivas’ta işler düzgün giderken, İstanbul’da da düzlüye çıkma mesajı veren bir Beşiktaş izledik. 6-7 hafta önce futbolunu geliştireceğine ilişkin mesajlar verdiğini saptadığımız Beşiktaş, Kayserispor karşısında futbol açısından zirve yaptı. Kör dövüşünü andıran lig maçlarından sonra belki de bize öyle geldi.

Ne var ki Beşiktaş her zaman bir düzen ve sistem takımı olmuştur. Geçen dört sezon içerisinde iki yıl üst üste şampiyon olması da bu “düzen kurma” çabasının bir sonucuydu. Samet Aybaba ve Slaven Bilic tarafından şampiyon olmak üzere sistemleştirilen takım Şenol Güneş ile amacına ulaştı. Teknik adamlık yaşamında hiçbir takımda düzen ve sistem kuramayan Şenol Güneş geriye öyle bir takım bıraktı ki, o takım bu sezon başında Abdullah Avcı’ya büyük acılar yaşattı.

Ancak Avcı’nın düzen ve sistem kurmaktan ödün vermeden görevine devam etmesi, Beşiktaşlıların gözünde şampiyon olabilecek bir ekibe dönüştü. Oynanan futbol bu mesajı verdiği için tribünler Avcıya çok büyük ve hayatındaki en anlamlı desteği verdi. Gözleri yaşaran Avcı’ya verilen destek, Şampiyon olduğu günlerde Şenol Güneş’e verilenden daha büyüktü.

Futbolda erken konuşanlar, erken karar verenler hep yanılmıştır. Ancak Avcı’nın Beşiktaş’ının bir devrede oynadığı futbolun sadece bir kısmı, sezonun devamında yinelenirse takımın nereye varacağı görüldüğü için, sezon başında istifaya davet edilen Abdullah Avcı’ya dört elle sarıldı tribünler.

Şenol Güneş’in, ayrılırken dördüncü bıraktığı takımın yarı bütçesiyle yandaşlarının gönüllerini fetheden bir futbol oynayan Beşiktaş, ipi göğüslerse düzen kuranlarla, düzenden yararlananların yeniden tartışılacağı açıktır. Ancak biz bugün bu konuyu bir yere not ederek günümüze dönüp, Beşiktaş’ın 45 dakikalık futboluna bir göz atalım.

En başta Burak Yılmaz’ın bir nokta santrfor gibi değil de orta alana ve kenarlara gelerek, markajdan kurtulup, oyunu kurarak rakip kaleye yönelmesi, Beşiktaş ataklarını zenginleştirdi. Ataklarda yük sadece kaleye yakın forvetlerin omzuna bırakılmadı, orta alandan sürpriz girişimlerle rakibin savunma zinciri kırıldı. Abdullah Avcı’nın istediği pas oyunu rakip ceza sahası çevresinde ve içinde doruğa ulaştı. Burak Yılmaz’ın orta alana kaçarak oynaması 1953 yılında Macaristan Ulusal takımının santrfor Hidegkuti’yi benzer taktikle oynatıp İngiliz savunmasını şaşkına çevirmesini andırdı. Bilindiği gibi Macarlar iki maçı üst üste Budapeşte’de 7-1, Wembley’de ise 6-3 kazanmışlardı. Bu sonuçlar futbolda İngiliz egemenliğinin sonu olarak kabul edilmektedir.

Beşiktaş açısından her şeyin güzel olduğu bir Pazartesi akşamı yaşandı. Ancak bir de Madalyon’un öbür yanı var ki, güzellikler yaşanırken bu unutulur, farkına varılmaz. Yaşamda da futbolda da ne devamlı hüzün vardır ne de devamlı mutluluk. Abdullah Avcı ve futbolcuları çektikleri acıyı mutluluğa dönüştürmeyi başardılar, iyilik ve güzellik adına beklentiler yükseldi. Devamı gelmezse futbol dünü çabuk unutturur, hatta futbol dünü yutar…

03 Aralık 2019, Salı 13:18
YAZININ DEVAMI

‘’Bir puanı Adem Büyük kurtardı…‘’

Trabzon’da oynanan Trabzonspor-Galatasaray karşılaşması yağış altında oynandı. Böyle karşılaşmalar kalecilerin korkulu düşüdür. Çünkü fiziksel koşullar kalecilerin hareket yeteneğine engel olur. Bu gerçek bilindiğinden bütün teknik adamlar bu gibi maçlarda şutu bir taktik olarak dener. Ne var ki, ne Trabzonspor ne de Galatasaray kalecileri zor duruma düşürecek şut taktikleri için fırsat bulabildiler. Bunun nedenlerinden biri, takımların savunma sistemleri özellikle de her iki ceza yayının önünü kalabalık tutmalarıydı.

Bu oyun anlayışı maçın ilk yarısına hakimdi ve gol için duran toplar en iyi fırsat olarak düşünüldü. Nitekim Sörloth ile gelen Trabzonspor golü, Galatasaray savunmasının adam paylaşımında yaşadığı önemli hata sonucu gelmesine karşılık sarı-kırmızılı takımı da bir anlamda kendine getirdi. Yenilen golde hiçbir Galatasaraylı oyuncunun Sörloth’u rahatsız etmemesi dikkat çekiciydi. Ceza alanı içerisindeki kalabalığın içinde bir rakip santrfor nasıl bu derece rahat bırakılabilir? Stoperlerden biri neden Sörloth ile bire bir oynamaz?

Galatasaray yenik duruma düştükten sonra doğal olarak çabuk oynamayı bir taktik olarak benimseyip, defansif önlemleri de askıya aldı. Trabzonspor’un tamamen karşı atağa dönmesi, bu oyun anlayışını daha da kuvvetlendirmek için oyuna Ekuban’ın alınması da, bir yandan korunma öte taraftan skoru artırmak amaçlıydı. Ancak Ekuban’ın, üç aydır ilk defa sahaya çıkmasından kaynaklanan fizik güç eksikliği onun kısa zamanda etkisiz hale gelmesine neden oldu.

Galatasaray ikinci yarının büyük bölümünü tek kale oynadığı halde pozisyon yaratma anlamında sıkıntıları devam etti. Özellikle Belhanda ve Feghouli’de Ömer Bayram’ın isteği olmayınca çok hücum yapar gibi görünen Galatasaray az pozisyon buldu. Fatih Terim tarafından Nzonzi’nin stopere Dong’un ise santrfora alınması maçı kazanmak için yapılan bir hamle olsa da, daha da ağırlaşan savunmanın ortası yüzünden başka goller de yenilebilirdi. Sörloth ters tarafa hareketlenerek iki kez farkı artıracak pozisyonlar buldu. Donk’un gol umudu olarak ileri alınması ise eski model bir uygulama olmaktan öteye gitmedi.

Adem Büyük Galatasaray’ın kilit oyuncularından biri oldu. Brugge maçından sonra Trabzonspor karşısında da kuvvete dayalı top saklama becerisiyle takımını yenilgiden kurtardı. Sörloth’ün attığı gol Galatasaray savunma zincirinin kopmasından, sarı-kırmızlı takımın sayısı ise yüzde yüz Adem Büyük’ün bireysel becerisinden kaynaklandı. Nagatomo’yu ise fırsat bulduğunda düzgün vuruşlarıyla tanıyoruz zaten.

01 Aralık 2019, Pazar 23:15
YAZININ DEVAMI

‘’Hakemler işin içinden neden çıkamıyor?‘’

Hafta sonu oynanan Yeni Malatyaspor-Fenerbahçe karşılaşması hakemler ve özellikle de kaleciler açısından ders niteliğinde bir maç oldu. Öncelikle “kaleci tekniği” açısından her iki takımın kalecileri de önemli hatalar yaptılar. Kaleci eğitimi kursu ilk kez 1987’nin Nisan ayında İzmir’de yapıldı. Benim de katıldığım o kurstan sonra kaleci eğitimi daha da özelleşerek günümüze kadar geldi ve artık her takımın kaleci antrenörü var, işi sadece kaleciyi çalıştırmaktır.

Ancak görüyoruz ki genci de, deneyimlisi de benzer hataları yapıyor. Hakemlerin de kaleci tekniğine ilişkin yeterince bilgisi olmadığından bazı pozisyonların içinden çıkamıyorlar. Öte yandan oyuncuların yaptığı hatalar hakemleri de olumsuz etkiliyor.

Önce Fenerbahçe’nin genç kalecisi Altay’dan başlayalım. Ya kaleci tekniği konusunda yeterince eğitilmemiş ya da gençliğinden kaynaklanan kararsızlık nedeniyle hata yapıyor. Altay, kale sahasındaki dokunulmazlığını bir kenara bırakıp altı pasın dışında yumak olmuş dört oyuncunun içine dalıyor. Böyle durumlarda kaleci ya o yumağa çarpıp etkisiz hale gelir ya da topa gerekli şekilde hakim olamayıp hata yapar. Bu durumun içinden hakem hocaları bile çıkamıyor. Altay topu rakibinin eline vurduğu için kaybetmiyor. Zaten iki eli gökyüzüne bakacak şekilde açık olduğundan topu kontrol edemez. Asla gitmemesi gereken bir yere kontrolsüz olarak gittiğinde hata yapıyor, topu almaya çalışma tekniği de hatalı. Bu bağlamda Malatyaspor’un attığı gol oyun kurallarına aykırı değildir.

Benzer şekilde deneyimli Farnolle, Emre Belözoğlu’nun yaptığı orta sırasında birbirini bozmaya çalışan oyuncuların içine zamanlama hatası yaparak dalınca Moses’ı yere indirdi. Bu çok açık penaltı için VAR’a gidilmemeli. Oyunun akışı zaten pozisyonun penaltı olduğunu gösteriyor. İki pozisyon da kaleci çalıştırıcıları için ders niteliğindedir. Bu gibi pozisyonlarda kalecilerin kalede kalması gerektiğini ısrarla anlatmalılar.

Oyunun akışı denildiğinde, başta direnen ancak bu sezon uygulamaya konulan İngiltere VAR sistemi örnek alınmalıdır. Bizde bir pozisyon neredeyse birkaç dakika inceleniyor. Ancak İngiliz video hakemi anında hakemi uyarıyor ve o da VAR’a gitmeden kararını veriyor.

Futbol çok hızlı ve ani değişikliklere açık bir oyun. Bazen insanların ve hakemlerin bu hızlı değişimleri saptamak için göz kasları yetmiyor. Bu konuda Oxford Üniversitesi’nin uzun yıllar önce yapmış olduğu bir araştırma da var. Bazen önünüze bir oyuncu gelir, pozisyonu göremezsiniz. Böyle durumlarda yine oyunun akışını bozmadan VAR hakemi devreye girmelidir. VAR’ın varlık nedeni böyle pozisyonlar olmalıdır…

25 Kasım 2019, Pazartesi 20:24
YAZININ DEVAMI