Arama

Popüler aramalar

‘’Carvalhal iyi çalışmış‘’

Tolga’nın karşıdan gelen şutlarda bu kadar çok top sektirdiğini uzun zamandır görmemiştik. Goldeki penaltı öncesinde de 2 kez bunu yapmıştı ama, onlarda topa yetişebildiler. Sonuncusuna Mustafa doğru tepkiyi verdi ve penaltıyı aldı. Aslına bakarsanız penaltıdan golü bulan Quaresma çok daha önce bir penaltı
alabilir, Tolga’ya da kırmızı kart göstertebilirdi. İlk yarıda olağanüstü hareketlerle daldığı ceza sahasında
Tolga’yı da geçerken penaltıyı alması işten değildi. Ancak o doğru davrandı, ayakta kaldı. Yılın golünü atmasını, çizgideki Cech önledi. Ama yılın hareketlerinden birini yaparak herkesin kalbini kazandı.

Oyunun ilk yarısı ligin üzerinde iki Avrupa standardının karşılaşması gibiydi. Trabzonspor Şampiyonlar
Ligi seviyesini devam ettirdi. Beşiktaş ise Carvalhal’ın İnter maçı değerlendirmesi sonucu İtalyan stili bir
savunmayla sahadaydı. Ceza sahası önüne kalabalık yığıldılar. Toraman ‘ön stoper’ olarak Burak’ı tutan
üçüncü oyuncu oldu. Şenol Güneş buna karşılık olarak Halil’i daha Burak’ın yanında görevlendirip orayı biraz olsun açmak istedi. Serkan’ın sürekli bindirmeleriyle bunu bir ölçüde yaptılar ama, yine son pas/şut kalite ve sıklığında sorun yaşadılar. Maç 0-0’da kilitlenince her dakika Beşiktaş için biraz daha rahat bir
oyun oldu. Şenol Güneş bu dönemde Beşiktaş’ın en önemli sorunu üzerine gidebilirdi. Bunu yapmadı.
Eğer Adrian’ı ya da belki Volkan’ı erkenden oyuna alıp hücumu bir kişi çoğaltabilseler, Quaresma-Almeida
ikilisini takımdan koparabilirlerdi. Bunu yapmadılar. Güneş, standart 60 ve 80. dakika değişiklikleri ile oyunu idare etmek istedi. Bu büyük bir eleştiri değil. Ancak şu da gerçek ki, rakibin sorunlarını büyütmek yerine kendi sorunlarının altını çizerek Beşiktaş’ı ayakta tuttular. Ve büyük avantaj yitirdiler.

Beşiktaş’la ilgili söylenebilecek en önemli şey ise Carvalhal’ın rakibini çok iyi çalıştığı olabilir. Maçın sonuna doğru düşen dinamizmleri dışında Trabzonspor’u durdurmak üzerine olan planlarını gayet iyi uyguladılar. Toraman, Egemen, Cenk ve Quresma ise ayrıca alkışı hak ediyor...

28 Kasım 2011, Pazartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Acıklı manzaralar‘’

Ancak Elmander Baros ikilisi karşınızda olduğu zaman bu hücum gücünü sadece savunmanızla tutmak mümkün olmuyor. Hele de Rıza Çalımbay gibi adam adama savunmayı seven bir teknik adama karşı oynuyorsanız. Adam adama savunma şöyle bir bela: Rakibin önemli oyuncularının başına adam dikiyorsunuz. Onların yerlerine sadık kalamaması bir yana... Sonra her ihtimale karşı ekstra kademe oyunucusu da bırakıyorsunuz. Dolayısıyla Elmander ve Baros’un tutulması işinde iki kişi yetmiyor. Ekstra en az bir oyuncu gerekiyor. Dolayısıyla bu 2 adamı iyi ihtimalle 3, kötü ihtimal 4 oyuncu tutuyor... Adam yetmiyor yani... Hele de orta sahada Selçuk gibi bir oyun kaynağı varken... Ayrıca Engin, Kazım ve Riera gibi ne yapacağı belli olmayan adamlar olunca da tutulacak adam, ayrıca onlara kademe olacakların sayısı artıyor.
Aslında mevzu sayı da değil. Meşguliyet düzeyi. İnsanın takımını rakiple bu kadar meşgul etmesi ne acı... Ve ne oyun bitirici... Terim’in Baros-Elmander tercihi çok ama çok doğru. Hatta tek doğru... Baros oynar... Hemen her ligde oynar... Çok az takımda direkt 11 oynayamaz. Baros gol arıyor. Penaltı arıyor. Kırmızı kart arıyor. Rakibi sinir ediyor. Hakemi tedirgin ediyor, rakip savunmayı tedirgin ediyor. Rakibimde Baros olsa yeterki o çıksın ben bir kişi eksik kalayım derim. Adam bırakmıyor. Dolayısıyla Terim’in, Elmander, Baros tercihi doğru.
Ancak maç 2-0 olduktan sonra Çalımbay adam adamları bırakıp pozisyon bulmaya başladığında Baros’un ilk adam olarak çıkışı... Sivas’ın oyun mantığını değiştiriyor. Sonra kırmızı kartlarla iyice öne çıkıyorlar... Sivasspor açısından da olan şu: Öyle bir dizginlenmiş ki takım, rahatlayamıyor. Dün Terim’in son zamanlardaki en kötü oyunuydu. Doğru sistem tercihine rağmen... Rıza Hoca ise bundan hiç yararlanamadı. Ama asıl önemlisi şu: Engin Gençler, Es-Es, Trabzonspor yaptı. Şimdi Galatasaray topçusu. Yarın Terim onu bıraksa ya Beşiktaş ya Fenerbahçe alır.. İşte acıklı olan bu! Gerisi hikâye...

27 Kasım 2011, Pazar 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Lider ama 2. sınıf‘’

Sivasspor’dan daha iyi bir rakip. Yine deplasman. Görece daha iyi bir Fenerbahçe... En azından daha dirençli. Oyunun sonuna doğru rakip kaleye risk alarak biraz da olsa gidebildiler.
Ancak bir nokta önemli. Eğer böyle bir risk oyununa giriyorsanız önde daha kalabalık olmalısınız. Topu daha hızlı çevirmelisiniz.
Yani hücum anlamında net olmak şart. Fenerbahçe bunu yapamadı. Ne Semih girmeden önce Caner ve Özer’le, ne de sonra 4-2-4 dizilişiyle.
Yapamayışının sebebi de net. Oyunun kaynağı olan Emre ve Selçuk, bu oyuna yatkın değiller. Beceri olarak değil...
Kafaca yatkın değiller. Fiziklerinin vücutlarının ve onlara destek verecek arkadaşlarının buna yetmeyeceğini düşünüyorlar sanki.
Yumuşaklar. Zihnen inançlı değiller. Yoksa ilk yarıda o direkten dönen şuttan sonra Emre’nin daha çok hücuma katılması gerek. Halbuki rakibi korkutan o harika şuttan sonra çekilen o oluyor. Ne garip...
Tamam derinden bakarsanız çok da haksız değiller. Vasat altı bir hücum gücüne hizmet ediyorlar.
Bienvenu genel potansiyeli itibarıyla, Semih ise bu yılki performansı itibarıyla orta sahaya nefes aldıracak seviyede değiller. Hadi açık konuşalım, ne yazık ki Semih emekli olmuş gibi. Bienvenu ise Bank Asya altı potansiyelde. (Emenike’yi gördükten sonra).
Dolayısıyla Emre ve Selçuk’u çok suçlamak da hak değil... Aykut Kocaman’ın hücumcu tercihlerini de (Daum’un kulaklarını çınlatarak) yeri gelmişken değerlendirmek gerek. Stoch, Bienvenu ve Dia’yı Fenerbahçe’ye layık görmek ilginç. Hem de Aykut Kocaman gibi mükemmel bir santrfor için... 3. sınıflar ve hocaları onları 2. sınıfa çıkartamıyor.
Aykut Hoca’nın övgüyle karşıladığımız birçok futbol ve idari başarısı var. Ama oyuncu geliştirme konusunda Caner dışında fazla bir başarı yok.
Gökhan korkunç bir gerileme içinde. Semih dökülüyor, Özer’den hiç bahsetmeyelim... Altyapıdan gelmiş bir sürekli değer de ortada yok.
Ama bu kritik dönemde ayakta kalabilmiş bir takım, hâlâ lider bir takım var. Bir taraftan tebrik etmek lazım...
Bununla gururlanmak onun hakkı.
Ya da dövünmek diğer büyüklerin görevi.
Karar onların ve tabii sizlerin de...

26 Kasım 2011, Cumartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Büyük Colman‘’

Şampiyonlar Ligi standardında ise bu takımın en iyisi Gustavo Colman. Dün, karşısında yıldız statüsüne ulaşmış iki vatandaşı vardı, ama o Cambiasso ve Zanetti’ye fark attı, Burak’ı farklı yaptı, Trabzonspor’u ayakta tuttu. Tam bir komutandı. Oyun Trabzonspor’un kontrolünde istediğimiz gibi giderken, takımın en iyilerinden Glowacki, savunma çizgisini ayarlayamayınca, Milito pasıyla Alvarez’i ofsayttan kurtardı ve geriye düştük. Colman buna isyan etti, iki kez Burak’ı kaçırdı, ancak sonuca gidemedi, Halil’e verdiği pası umut yeşertti. İlk yarıda Colman’ın dışında Marek Cech, Halil ve özellikle Serkan’ın da görevlerini Şampiyonlar Ligi standardında yaptığını söylemeliyiz. İlk yarının 15 dakikasında orta saha üstünlüğümüzü kaybedişimiz, rakibin tecrübesinden. Samuel, Lucio, Cambiasso, Zanetti ve Stankovic’in Şampiyonlar Ligi tecrübesi neredeyse toplam 60 yıl. Bunun altından kalkmak kolay değilse de savunmamızın çok sık yere yatarak rakibe verdiği duran toplar dışında, ciddi bir pozisyon yakalayamadılar. İkinci yarıda özellikle 60’tan sonra oyunun temposunu yükseltmemiz İnter’i oyuna dahil etti. Bu bir hataydı. Tıpkı Moskova deplasmanında olduğu gibi. Biz yorulduk, onlar tecrübelerini gösterecek geniş alanlar buldular. Serkan-Adrian değişikliğinden sonra biraz olsun direnç sağladık ve gol şansları da bulduk. Ama özellikle Adrian’la kaçırılan gol çok dramatikti. Oyunun boyunun uzamaya başladığı dakikalarda rakibi sahadan silebilirdi Trabzon. Yine de son maça büyük bir şansla gidebiliyoruz. Hala Trabzonspor için tüm yollar açık.

23 Kasım 2011, Çarşamba 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Neden seyirci yok?‘’

Bu derbiye deplasman seyircisi gelmeyecek. Beşiktaş’la Fenerbahçe’nin bu sene her zamankinden daha farklı bir sorunu yoktu halbuki. Zaten Valilik de hemen “Hayır kardeşim, biz böyle bir karar almadık” deyiverdi. Sonra Spor Bakanı Suat Kılıç araya girdi. Yasak kalktı. Maç günü Fenerbahçeliler toplu olarak stada getirildiler. Ama nasıl olduysa, yıllardır rahat rahat girdikleri tribüne giremediler. Şampiyonluk mücadelesinin en kızıştığı dönemde bile rahatça girdikleri tribüne giremediler. Sonradan eski biletlerle girmek istedikleri için turnikelerin bozulduğu şeklinde çocukların dahi inanmayacağı bir yalan atıldı ortaya. Bin 600 kişi tek bir turnikeden sokulmaya çalışıldı. O turnike de bozuldu. Herkes kapıda sıkıştı, kaldı. İzdiham tehlikesi baş gösterdi. Yine nasıl oluyorsa, garip bir şekilde dışarıdan açılması mümkün olmayan BJK TV Stüdyosu açılıverdi o arada. Seyirci de doğal olarak oradan içeri daldı. Doğal olan, orada ciddi bir hasar meydana gelmesi, hatta seyircinin sahaya dalmasıydı; ama kimse sahaya girmeye, olay çıkarmaya çalışmadı. Herkes tribüne girdi ve maç devam etti. Yıllardır hiç olmayan bir dolu sıkıntı, nedendir bilinmez art arda bu maçta meydana geldi. Tesadüf işte... Ama neyse ki, seyirci sağduyulu davrandı. Olay çıkmadı. Unutuldu gitti hatta... Bazılarının da işi bozuldu... Bu olaydan sonra bu sefer 4 kulüp biraraya gelip seyirci götürmeme kararı aldılar. Kimseye de danışmadan, TFF’ye bildirdiler. TFF de ses etmedi. Neden diye sormadı kimse! Söylesenize; Beşiktaş-Galatasaray maçı, Sarı-Kırmızılı seyirci için neden yasak olsun? İki takım arasında ne gibi bir sorun var? Neden? Kulüpler bu kadar basit bir soruya cevap verme gereği dahi duymadan bu kadar keyfi bir karar alabilirler mi? Onlara TFF neden, ‘neden?’ diye sormuyor. Galatasaray Spor Kulübü’nün seyircisine ihtiyacı yok mu? Neden bunu kabul ediyorlar? Seyirci maça gitmeyecekse, o maçı oynamanın ne anlamı var? Bakın! “Fenerbahçe-Trabzonspor maçlarında iki şehirde de deplasman seyircisi olmasın” derseniz, anlarım. Doğru bulmam, ama anlarım. Emniyetin sırtına bu kadar ağır bir yük koymamak tercih edilebilir. Ama geri kalanı zırvadır. Keyfidir. Yöneticilerin tembel, sorumsuz, vizyonsuz ve ikiyüzlü oluşlarından başka sebebi yoktur. “Neden Galatasaray seyircisi, İnönü Stadı’na gidemiyor” sorusuna verebilecekleri bir cevap yoktur. Bir sebep var tabii, ama ne; bunu onlara soran var mı? Bütün bunların sebebi yeni yasa tabii ki... Çok basit bir şekilde suçun bireysel olduğunun altını çizen bir yasa çıkarmak gerekiyordu. Ama sizler hiç düşünmeden; birisinin attığı taştan, başkanın bile ağır cezaya çarptırılabileceği bir düzenlemeye ‘evet’ dediniz. Çünkü bu yasanın uygulanacağını düşünmediniz. İşte bu ülkenin futbolunun sorunu budur. 3 ay sonrayı bile öngörememe. Siz velinimetinize böyle davranmaya devam edin. 1 yıl sonra seyirci bulamazken; bakalım, ne yapacaksınız...

Güneş-Yanal-Terim-Hiddink-Avcı

Allah rızası için birisi çıkıp şu 5 ismi birbirine bağlayacak bir ortak yön bulsun. Hiçbir isme itirazım yok. Yanlış anlaşılmasın. Ama Avcı neden Terim’den sonra göreve gelmedi? Ya da neden Yanal’dan sonra Terim göreve gelince Nuri’lerle birlikte U-21’in başına geçmedi? Buradaki plan ne? Güneş vizyonsuzdu,
Yanal geldi... O sırf vizyon olduğu için Terim geldi. O fazla karizma olduğu için Hiddink geldi. O da yabancı
olduğu için Avcı geldi. Buradaki plan ne? Bunu neden yazıyorum, biliyor musunuz? Yanal bizim ‘Mourinho’muz olabilirdi. Hiçbir şey olamadı. Avcı bizim ‘Pep Guardiola’mız olabilirdi. Hiçbir şey olamayacak diye endişeleniyorum. Bu sistem sadece adam yiyor zira...

Bedelli

Askerliğimin 4. ayında çıktı bedelli. Çıkış nedeni Gölcük depremiydi. Ben Gölcük’te askerdim. Yatakhanede yakalandım. Piyango vurdu. Bina yıkılmadı. Çıkabildik, çalışabildik... Morgda, enkazda 4 ay. Bir gün izin yaptım. Hiç şikayet etmedim. 4 ayın sonunda bedenim sağ döndü, amaruhum öldü. Artık aynı ben olmadığımı biliyorum. Yine de ağzımı açmadım. Çünkü vatan göreviydi. Kardeşim 2 yıl önce döndü askerden. Doğuda eksi 30 derecede 15 ay... İşi aksadı. Eşinden evinden ayrı düştü. En iyi şekilde yaptı görevini ve döndü... O döndükten 2 yıl sonra, şimdi bedelli çıkıyor. Bugün çıksa o da yararlanırdı. Ben gitmeden çıksaydı ben de yararlanırdım. Ne onun ne benim işlerim aksardı. Evimizden ayrı düşmezdik. Ama o da ben de bugün şikayet etmiyoruz... Oğlum Ali 2.5 yaşında. Eğer o gün de zorunlu olursa, yaşı
geldiğinde gidip yapacak askerliğini. O da şikayet etmeyecek. Bedelli gittiği ilk gün çıksa da...

22 Kasım 2011, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Beşiktaş derbiyi farklı kazanabilirdi‘’

Eksikleri belki; Muslera’dan fazla etkilenip fazla detay vuruşlar yapmalarıydı. Hep köşeye çalıştılar. Böylece Uruguaylı kurtarmadı ama onlar hep kıl payı kaçırdılar.

Beşiktaş özellikle ilk 20 dakikadan sonra maçı alabilecek bir oyun seviyesine ve pozisyon zenginliğine ulaştı. Galatasaray tamamen işlemez hale geldi ve ev sahibi oyunun kesin hakimi oldu. Buradan erken ve farklı bir galibiyet çıkmayışının birkaç sebebi var. Öncelikle hakkını vermek lazım.

Hücuma destek gelmedi

Veli çok iyi niyetli ve çok çalışkan. Galatasaray orta sahasının 20’den sonra duruşunda onun verdiği desteğin önemi büyük. Ama sanki kafaca kendisini buraya hazır görmüyor gibi. Bu onu hücum yönünde çekingen yapıyor. Quaresma ve Simao’nun onun pozisyonunun, sık sık ikinci santrfora dönüşüne ihtiyaçları var. Ve o da bunu yapabilir.

O olmayınca bu işi yapmaya aday olarak Ernst akla geliyor. O da anlaşılmaz bir düşüşte. Dilim varmıyor ama sanki 6 ayda 10 yıl yaşlanmış gibi. Tepkileri yavaş. Herkese yakalanıyor. Dolayısıyla hücuma destek veremiyor. Onu efsane yapan her şey gitmiş gibi... Bununla da bitmiyor. Hilbert ve İsmail de bu hücum oyununa yeterli desteği dün veremedi. Ki, özellikle Hilbert bu tip bir oyunun vazgeçilmez hücum silahıdır. Buna son olarak da Almeida’nın formsuzluğunu ekleyin.

Terim’in son hamlesi Sabri’ydi

Tüm bunlara rağmen Beşiktaş, maçı daha ilk yarıda farklı kazanabilirdi. Bu da Terim’in sistemini yeniden sorgulamaya itiyor beni. İlk 20 dakikada Engin ve Kazım’ın konsantrasyonuyla sistem çalışır gibi göründü.. Ve aslında Terim’in ne istediğine dair ipuçları da görüldü. Ancak futbolumuzun simge 2 disiplinsizi üzerine bir oyun oluşturmanın zorluğu da yine onların sonraki oyunlarıyla ortaya çıktı. Top ezen, pas vermeyen, dakikalarca oyundan kopan bu ikili 4-3-3’ü bizzat çökertti. İkinci yarıda Terim bu duruma cevap verdi. Semih, Ujfalusi, Selçuk ve Muslera’yla ayakta kalan takımına Sabri’yi oyuna alarak nefes aldırmak istedi. Hücumu ikiledi. Oyun nispeten dengelenirken, Sabri 10 dakika sonra sakatlanınca plan sekteye uğradı. Defansta açıklar vermeye devam etseler de gerideki 5’linin olağanüstü savaşıyla beraberliği kopardılar. Terim sanırım Selçuk, Semih ve Muslera’ya ayrıca bir teşekkür edecektir.

21 Kasım 2011, Pazartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Mutlu olmalı mıyız?‘’

Evinizde isabetli şut dahi atamadan 3-0 yeniliyorsanız, deplasmanda aynı sonuç görece ilerleme sayılır. Hele bir de maç boyunca topa sahip olup oyunu 0-0 götürdüyseniz kendinizi çok başarılı da görebilirsiniz. Bir de üzerine direkten dönen ve direğe sürten 2 şutunuz da varsa ne ala. Ancak durum aslen pek de öyle değil. Biliyorsunuz ki ilk maçta da top sürekli bizdeydi, ancak onlar skor arıyor, kalabalık olarak ceza sahamıza girme güdüsüyle hareket ediyorlardı. Bu maçta bu riske girmediler. Yine son derece organize bir orta saha savunması yapıyorlar, savunmayı asla defans göbeğindeki iki ağır oyuncuya bırakmıyorlardı. Dün de öyle oldu. Selçuk’un ve Hamit’in şutları dı∫ında hep aynı şeyi yaptık. Orta sahada rakibi yerinden oynatmayan yan toplarla (bunlara hazırlık pası denemez) sağa sola hareket edip finalde, genelde Selçuk’la Umut-Kazım ikilisine top şişirdik. Gordon ve Simuniç’i kahraman yapacak bu yegane oyundan da bir şey çıkmadı... Halbuki sahada bir kaos yaratmak lazımdı. En azından bu maçta Hiddink’in sürekli bir dezavantaj olarak gördüğü duygusallığımızı tek bir maç için de olsa avantaja dönüştürecek bir hamle gerekliydi... Hiddink bunu yapmadı ya da yapamadı. Bunun sonucu olarak rakibi yerinden oynatmayı değil, sürekli yan pası düşündük. Onlar da bunu istiyorlardı. Son 20 dakikaya kadar kontra bile denemediler doğru düzgün. Ceptekine baktılar. İlk maçın yoğun şoku nedeniyle bu skor ve oyun iyi gelecektir kuşkusuz. Ama gerçek olan şudur: Dün onlar kendilerine ne lazımsa her şeyi yaptılar. Biz ise sadece topla oynadık. Kimse kusura bakmasın yenilmediğimiz için mutlu olamayacağım...

16 Kasım 2011, Çarşamba 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’1- Fit değiliz‘’

Tabii ki genelleme yapıyorum. Ama işin uzmanı herkesin bildiği, herkesin söylediği gerçek şu ki sahadakiler iyi sporcular değil. Yetenekli futbolcular ama tam teşekküllü iyi antrene edilmiş sporcular değil. Hiddink bunu en başından bu yana söylüyor. Depar sonrası nabızın normal seviyeye dönüş süreci Avrupalı meslektaşlarının çok ötesinde, geç. Durum böyle olunca geri kalan her şey boşa gidiyor tabii. Başka bir şey söylemeye gerek kalmıyor...

2- Milli Takım'la bütünleşemedi

Maçtan sonra açıklamasında sanki Milli Takım Teknik Direktörü değil de bir spor yazarını izliyoruz. Maçı anlatıyor.. Ve Türkiye’de nelerin eksik olduğunu söylüyor. “Çok duygusalsınız. Hırvatlar’ın çok iyi oyuncuları var. İyi liglerde iyi takımlarda oynuyor vs.” Bunların tamamı doğru olsa bile Hiddink’in söylemesi gereken bu değil. Orada takımın şefi, Milli Takımlar Sorumlusu olarak bulunuyor. Ama herhangi bir sorumlu gibi konuşmuyor. Kendisini soyutluyor.. Ve eksiklerimizi anlatıyor. Halbuki bizim orada bir sorumlunun açıklamalarına ihtiyacımız var. O ise takımın bir parçası gibi değil.

3- Hollandalı esnek değil

Belçika maçında duran toplarda yanlış bir adam adama savunma taktiğiyle oynuyoruz ve Fellaini, Ömer Erdoğan’ı kale önünden uzaklaştırıyor. Van Buyten de golü atıyor. Aynı hatayı Play-Off maçında yapıyoruz. Burak, Corluka’yla adam adamada kayboluyor ve golü yiyoruz. Hatalar tedavi edilemiyor.

Hırvatistan maçında ilk 11 ideal bir seçim olabilir kağıt üzerinde. Ama yürümüyor işte. Hiddink 90 dakika boyunca hiç oynamıyor sistemle. Orta saha çıkıyor, orta saha giriyor. Forvet çıkıyor forvet giriyor. Hiç yürümeyen bir sistem 90 dakika değişmeden kalıyor. Bu eğer umursamamazlık değilse, katılıktır... Duruma şartlara göre esneyemeyen ancak kırılır.

4- Şike operasyonunun etkisi

Fenerbahçeli oyuncular feci durumda. Volkan, Gökhan, Emre kendi normal standartlarının çok çok gerisinde. Teknik kadro bunu sezemedi. Gökhan’ın ayakta duracak hali yok. Sorununun daha çok kafasında olduğu belli. Corluka’nın attığı çalımda aslında kendisine çalım atan Gökhan. Eğer Oğuz Çetin bunun sinyallerini Gökhan’ın bakışlarından anlayamıyorsa bu işi yapmamalı. Halbuki oyuncu ruhundan anlayan iyi bir teknik ekip sadece Fenerbahçeli oyuncuların üzerinde psikolojik bir çalışmayla onları kazanabilir, normal performanslarını katlayabilirdi. Hiddink’in hep şikayet ettiği duygusallığımız burada bir silaha dönüşebilirdi. “Çıkın ve Euro 2012’yi hak edin. İnsanlar sizin milli forma için nasıl savaştığınızı görsünler ve sizi alkışlasınlar. Bu şike soruşturmasının izlerini silmek elinizde.” Futbolda böyle bir başarı depremin, kaybettiğimiz askerlerimizin acısını silemez. Ama futbolla ilgili acıları futbolla silmek mümkündür.

5- Hiddink'in bulamadığı

Hiddink’in hep şikayet ettiği duygusallığımız bizim başımıza çok iş açtı. Bu durum tedavi edilmesi gereken bir haldir. Buna hiç kuşku yok. Ancak muharebe sırasında yapılması gereken tüm silahları kullanmaktır. Uzun vadede bizim için sorun olan ve düzeltilmesi gereken duygusallık kısa vadede bir silah olarak kullanılabilirdi. Hiddink bunu reddetti. Hem maç öncesinde hem de maç sırasında. Onun planı sıfır pozisyon, sıfır şut, yumuşacık bir takıma yol açtı. Evet Terim’den özellikle İsviçre maçındaki duygu kontrolü çabaları nedeniyle çok şikayet etmiştik. Çünkü utanç verici bir durum ortaya çıkmıştı. Ancak geçen cuma günkü performans da az değil yani... Birisi kontrolsüzlüğün zirvesiydi, bu da ruhsuzluğun. Gürcistan’a yenilmiş, Yunanistan’a gol atamamış, Malta’dan gol yemiş bir takımdan 3 yedik. Pozisyon bulamadık... Çünkü Hiddink tıpkı ilk Fenerbahçe deneyiminde olduğu gibi bize uzak kaldı. Avustralya’nın fizik gücünü gereksiz ekstra çabadan arındırarak başarılı olmuştu. Kore’nin hiyerarşisini bozarak ama adanmışlıklarını kullanarak. Rusya’nın organizasyon becerisini temel alarak. Bizim hücum isteğimizi, heyecanlı
oyunumuzu ve duygusallığımızı ortadan kaldırmak gerekliliğinin altını çizdi hep. Ama oyunumuzu şahsiyetini neye dayandıracağını bulamadan ayrılacak buradan.

Şimdi ne olacak?

Geçen hafta altını çizmeye çalıştım. Şimdi tekrarlamalıyım. Milli Takım teknik direktörlüğü başlı başına bir iş değildir. Ligin kalburüstü teknik adamlarından herhangi birisinin yapabileceği bir yan iştir. Yine tekrar etmek gerekirse Burak Yılmaz hem ligi, hem kupayı hem Avrupa’yı hem de Milli Takımı aynı aynda götürüyorsa, Şenol Güneş de çok iyi götürür. Teknk direktörlük de bir form işidir. Milli Takım teknik direktörlüğü insanı paslandırmaktan başka bir işe yaramaz. Şenol Güneş bu mesleğin duayeni ve en başarılı kulüp takımların birinin hocası olarak... Abdullah Avcı da hali hazırdaki milli takım jenerasyonunun alt yapılardaki hocası olarak bu göreve adaydır... Yeter ki kulüp takımlarındaki işlerini bırakmasınlar...

15 Kasım 2011, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI