Arama

Popüler aramalar

‘’Meğer planları yokmuş‘’

Geçtiğimiz dönem Beşiktaş yönetimi açısından bize şunu gösterdi:

Hiçbir planları yokmuş.
Bu bir kriz yönetimi değilmiş.
Sadece krizle gelen bir yönetimmiş.

Zira önce İbrahim Altınsay’a geleceği kurma görevi verdiler önce. Ardından Eriksson’dan Rangnick’e Zico’ya kadar herkese gidildi.
Altınsay ayrıldı sonra. Rıza Çalımbay’la kesin olarak anlaşıldı. Ama Mecnun Odyakmaz izin vermeyince iş yattı.

Ersun Yanal düşünüldü, araştırıldı. Ertuğrul Sağlam da. Mehmet Özdilek de...

BJK TV, Mustafa Denizli’yle anlaşıldığını açıkladı. Olmadı. Ve son ana kadar Samet Aybaba mı filanca mı diye soruyolardı hâlâ!
Bunlar medya dedikodusu değil. Gerçekler...

Yalın sonuç nedir?
Altınsay’la başlayıp Aybaba’yla biten bir macera. Futbolda birbirinden bu kadar uzak, birbirine bu kadar zıt iki anlayış olmaz. Biri iyi diğeri kötü değil sadece zıt... Bu plansızlığın göstergesidir.

Halbuki beklenen başkaydı. Modern futbol yönetimiydi.
Onlar futbola misal şöyle yön verir:

1-Bütçe belirler.
2-Oyun tarzını belirler.
3-Oyuncu kaynağını belirler.
4-Kadro çalışmalarını yapar.
5-Buna göre teknik kadroyu belirler.

Eğer altyapı üretiminiz ve oturmuş bir kadronuz yoksa... Ve bu şartlarda hiçbir şey belli olmadan teknik kadro belirlerseniz, her teknik kadro oyuncu kadrosunu baştan aşağı yeniler. Zaten Beşiktaş’ın Lucescu’dan sonra yaşadığı sıkıntı da budur. Her teknik direktörün baştan aşağı kadro yenilemesinden kaynaklanan korkunç borç yumağı.

Bugün geldiğimiz noktaysa şu:

Tüm plansızlığın sonunda istekler ya da planlamayla değil zorlayıcı şartlar eğrisini doğrusuna getirdi. Şartlar ölçüsünde Samet Aybaba doğru birkaç tercihin başında geliyordu başından beri. Öyle oldu.

Şimdi Samet Aybaba’nın ne yapacağı önemli. Kadro yenilenecek. Oyuncu yollamanın maliyeti bile korkunç olabilir. Beşiktaş’ın özüne dönmesi ama bunu yaparken de açık fikirli olması lazım. Misal “Büyük takımlar tek santrforla oynamaz” ve “Kaptan yerli olmalıdır” önermeleri gereksiz bir tutuculuk içeriyor. Aybaba daha açık fikirli olabilirse başarır. Kuşkum yok.

Bize kaos lazım

Abdullah Avcı şanslı. Herhalde bundan ideal bir seri başı bulunamazdı. Müthiş hücum gücünü sıfırlayan korkunç bir savunma hattı var Hollanda’nın. Robben, Van Persie, Sneijder, Van der Vaart gibi olağanüstü oyunculara servis yapamayan, onları sürekli bir tedirginliğe mahkum eden bir savunma. Bu savunmayı sağlamlaştırmak için De Jong ve Van Bommel’i 4-2-3-1’in önüne koyduğunuzda hücum etkinliğini azaltan bir yapı. Üzerine büyük bir soyunma odası bunalımı.

Hollanda değişmek zorunda. Bu kadar kısa zamanda bunu nasıl yaparlar bilmiyorum...

Öte yandan bizzat Abdulah Avcı’nın 10 yıldır gördüğümüz en iyi stoper dediği Ömer Toprak var bizim savunmamızda. (Son 10 yılda 2 büyük turnuvada yarı final oynadığımızı unutmayalım) 4-2-3-1’in 2’lisinde ise yine Avcı’nın ifadesiyle 1 numaralı tercih Selçuk İnan.
Topal, Emre ve Nuri’yle derinlik gayet iyi. 3’ün göbeğinde aslında sırtını çizgiye verdiğinde çok daha rahat oynayan Arda ilk tercih. Atletico deneyimi Arda’yı 360 derecede oynayabilme kapısından geçirmiş belli ki...

Türkiye’nin temel sıkıntısı yine Avcı’nın anlattıklarından çıkardığım kadarıyla santrfor havuzunun darlığı. Burak Yılmaz’ın olağanüstü performansı bir yana, kafa golü yok. Harika bir koşucu ama sırtı dönük oyunda hala gelişmesi gerekiyor. Mustafa’nın tedirginliğini tedavi etmek ise artık Samet Aybaba’ya düşüyor. Buraya kadar her şey yolunda.

Temel sorun ise oyunun dizilişi ya da oyuncu tercihleri değil... Felsefesi!

Türkiye pas oyunu oynarken hiç başaramadı bugüne kadar. Avcı bunun peşinde. Halbuki U-17’den bu yana bunu yapamadı.
Biz rakibi bozan ve hızla kaleye yönlenen oyunlarda başarılıyız. Avcı da İBB’de bunu yaptı. Portekiz maçında da.
Bundan şaşmamak, bu oyunu yükseltmek lazım.

Her ulusun bir karakteri var.

Bize de bu uyuyor.

Bunun peşinde olmak en iyisi...

Bunca deneme ve yılların ortaya koyduğu gerçekle barışmak lazım...

Türk futbolu düzenle değil kaosla yükselir.

Sarı değil kırmızı

Futboldaki bir sonraki değişim kartlarda olmalı. Arkadan ve önden yatarak yapılan her türlü rakibe hareket kırmızı karta yol açmalı. Sertliğe bakılmamalı. Futbol ayakla ve ayakta oynanan bir spordur. Eğer yatıyorsan topa vur. Vuramayıyorsan güle güle.

Rakibi her şartta çekmek de aynı şekilde cezalandırılmalı. Ne yatarak rakibe vurmak ne de rakibi arkadan çekmek oynunun bir parçasıdır. “Yanında bir adam var. O yetişir mi yetişmez mi?” testi saçmadır.

Boateng 3 metre geride de olsa her rakibe yetişiyor. Messi 3 metre geride de olsa her rakibe fark atıyor. Peki yetişir mi yetişmez mi tespiti kime göre yapılıyor? Bunların hepsi kırmızı olmalı.

İnönü parça parça

Stat sorununun çözümü mevcut şartlarda belli. Proje inşaatın parça parça yapılmasına uygun şekilde yenilenmeli. Fenerbahçe Stadı’nda olduğu gibi. Beşiktaş’ı mahallesinden çıkarırsanız asla eskisi gibi olmayabilir.

“Nerede oynayacağız” diye düşünmeye gerek yok.

İnönü’yü aslına uygun şekilde yeniden inşa etmek ve onarmak için yöntem bu olmalı.

Kuru köfte, yalancı dolma

Bir ağaç değil bir çalı bile kaybedecek hali yok bu ülkenin. Kimsenin çayırda ormanda mangal yapmaya hakkı yok. Mangal sadece bu iş için ayrılmış yerlerde yakılmalı, bahçeler dışında.

Şehr-i İstanbul’da eskiden piknikte kuru köfte, yalancı dolma yenirdi. Yeniden öyle olmalı.

Benim ormanımda bizim ormanlarımızda kimsenin ne amaçla olursa olsun ateş yakmaya hakkı yok.

Zeytinburnu sahili boyunca mangal yakanlara da teessüflerimi bildirmek isterim ayrıca.

Hiç kimse sizin dumanınızı, kokunuzu çekmek zorunda değil.

Belediye hemen yasaklamalı bu rezilliği...

Son not: İlk kez bir reklam. Beğeneceksiniz... http://www.youtube.com/watch?v=UUKzkBo-cH8

20 Haziran 2012, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Evrensel bir Bağcılarlı‘’

Dünya çapında üne sahip bir sporcuya “Beşiktaş olmasaydı, Nihat hâlâ Bağcılar’da oynuyordu!” diyebilmek için, Beşiktaş’ın Nihat gibi en az 10 sporcuyu evrensel marka haline getirmiş olması gerekmez mi?
Halbuki çok iyi biliyoruz ki, değil Beşiktaş, koskoca ülke bile bunu yapabilmiş değil 100 yıldır.
Nihat, Beşiktaş dışında bir kulüpte de sivrilebilirdi kuşkusuz. Çünkü onda o azim ve yetenek var.
Ama diğer taraftan Demirören kulübü batırmamış olsa Fikret Orman nerede başkan olurdu, işte onu bilmiyorum...
......
John Benjamin Toshack değişik bir adamdı.
Beşiktaş’ı arka sayfalardan manşetlere çıkaran markaydı o...
Meraklısı için unutulmaz Televole anları da yaratmıştı. Sahada, kulübede ve medyada gerçek bir yıldızdı.
Yaşı yetenler hatırlar...
Bir dönem gazeteler ve Televole üzerinden Ali Şen’le atışmaları sansasyoneldi...
İki taraftan da bugünün çok üzerinde, zeka örneği taşlamalar geliyordu sürekli...
O günlerde, Galli efsane Televole kameralarının kadrajına havaalanında girmişti bir seferinde.
Onunla resim çektirme yarışına giren Japon turistlerin isteğini kırmıyordu. Resim faslından sonra da soruyordu teker teker.
-Ali Şen’i tanıyor musunuz?
Japonlar da şaşkın şaşkın bakıyorlardı doğal olarak.
“Ben dünyanın neresine gitsem tanınırım. Halbuki Ali Şen’i sadece burada tanırlar. Uğraşamam...” demek istiyordu yani.
Biraz züppece... Ama doğru mu? Hiç kuşkusuz...
Bir dünya markasıydı Toshack... Beşiktaş’ı değiştiren adamlardandı.
Evrensel bir markaydı! Saygı istiyordu öyle ya da böyle...
Galli hoca Beşiktaş’ın cocuğu Nihat’ın da kendisi gibi evrensel bir marka olmasında pay sahibi oldu sonra. Onu San Sebastian’a götürdü. Nihat da yürüdü gitti...
Bağcılarlı Nihat Beşiktaş’ın çocuğudur tribünlerin haykırdığı gibi.
Ama Beşiktaş’ın binlerce diğer çocuğundan farklı olarak, Siyah-Beyazlılar’ın bir numaralı evrensel markasıdır.
Toshack gibi havaalanı şovu yapacak bir ego da değildir. Alçakgönüllüdür.
Dolayısıyla yönetimler için de bir cankurtarandır...
Gidişi ekonomik buhran yaşayan o günkü yönetimi kurtarmıştı.
Dönüşü, Topuz’u Fenerbahçe’ye kaptıran Demirören’i...
Şimdi de alacağını faiziyle aldığı için Orman’ı kurtaracak belli ki... Başkanın cesur salvolarına bakılırsa.
Zira bu kadar sert eleştirileri ne eski başkana ne Mendes’e ne de başkasına savurdu Fikret Orman... Ne de ona başkan ol yardım edeceğiz diyen büyük zenginlere...
Peki söylesenize:
Türkiye’deki Beşiktaşlı zenginler arasında Nihat kaçıncı sıradadır?
İlk yüze girer mi? Hiç sanmam...
Peki neden ilk bağışı onun yapması gerekiyor, bunca servetinin sınırı belli olmayan adam varken?
Fikret Orman’ın başkanlığa gelmeden önce yardım sözü aldığı zenginler arasında Nihat Kahveci de var mı? Rahmi Koç’tan sonra Nihat’a mı gitti Orman?
Peki neden hakkı olanı zamanında alamadığı için yasal faizini de istemesi ve alması sorun oluyor? Mafyaya mı gitti Nihat yardım için?
Ya da bu faiz Q7’nin kaç aylık maaşıdır da bu kadar dert olmuştur?
Acıklıdır durum...
Hepsi bir yana asıl yaralayıcı ve umut kırıcı olan ise şudur.
Fikret Orman’ın dediklerine, ve okuduklarımıza bakılırsa bugün hâlâ herkese açıktır Beşiktaş’ın kapısı. Kulübü batıranlara, maceraperestlere, soyguncu sahte menacerlere. Değerinin 10 katını isteyen futbolculara...
Bir tek 110 yıllık kulübün tek evrensel futbol markasına kapalıdır artık...
En azından Orman olduğu sürece.

Altyapı

Scala, Daum, Lucescu, Del Bosque, Tigana, Denizli, Schuster ve diğerleri. Son 10 yılda gelip geçenlerden bazıları.
Bu isimlerin tamamı UEFA’nın elit grubuna girse şaşırmazsınız. Bayağı bildiğiniz akademik bir derya.
10 yıl tesislerin kapısında dursanız hepsi Beşiktaş’ta görev yaparken kapıda dursanız Bank Asya şampiyonu olacak bilgi birikimine sahip olursunuz.
Ama gençleşme yolundaki Beşiktaş’ta Van Hooijdonk’un bile adının geçtiği hoca listesinde altyapıdan bir kişinin adı dahi geçmiyor.
İşte sorun budur. Altyapı hoca yetiştiren yerdir önce. Bunu yapamıyorsanız oyuncu hiç yetiştiremezsiniz.

12 Haziran 2012, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Avcı'nın söyledikleri ve yaptıkları...‘’

Dünyaya bugün hakim olan zirve oyun ise pasa dayalı hücum/savunma dönüşümü neredeyse içiçe geçmiş neo-total bir futboldur.

Bu 2004’ten bu yana hep böyle oldu.

Gelişmeye kapılarını 2002’den sonra kapatmış gibi duran Türkiye’de sert, kaotik oyun tüm unsurların orta tercihidir.

Teknik adamlar, zeminler, hakemler, oyuncular, TFF, yorumcular, gazeteler bunu oluşturan unsurlardır. Hemen herkesin ortak kararıdır bu.

Yani elde bir pasa dayalı hızlı futbol var. Buna neo-total futbol diyelim. Bir de bizim ligimize şekil veren kaotik futbol.

Basit bir denklemle anlatmak gerekirse verilecek örnek İspanya-Türkiye ilişkisidir.
İspanyol ekolüyle neo-total futbolun zirvesiyle yoğrulan bir oyuncu ya da futbol insanının Türkiye’de başarılı olması neredeyse imkansızdır.

Bu Güiza için de geçerlidir, Nihat için de. Del Bosque için de Aragones için de...
Ancak akış tersine gittiğinde her şey Türkiye’den gidenin lehinedir. Arda, Nihat, Tayfun bunun örneğidir...

Yaratıcı ve Türkiye’de sert markaj altında çalışma alışkanlığı edinmiş oyuncu fizik ve mental olarak gelişmeye açıksa işler onun için İspanya’da yolunda gider.

Kuşkusuz istisnalar vardır ama oyun anlayışları gereği sistem böyle işler.

Avcı’nın seçimi

Abdullah Avcı’yı Türkiye’de söyledikleriyle farklı kılan da süratli pas oyununa, yani no-total futbola inancıdır. Hakkını yemeyelim U17 milli takımında bunu belli oranda başarmıştır. Ama sonra İBB’de oynattığı kontraya dayalı bir savunma futbolundan fazlası değildir. Tıpkı, aynı futbola inancını sıklıkla dile getiren Aykut Kocaman’ın bir iki denemenin ardından Daum’un 4-1-4-1’ine dönüşü gibi.

Şimdi Avcı bu oyun modelini yani neo-total futbol gömleğini milli takıma giydirmeye çalışıyor.
Bu romantik ilgi çekici ama zor bir yoldur. Çünkü ligdeki futbolcular buna alışık değil.

Avrupa’dakiler arasındaysa takımının lokomotifi olan oyuncu da yok. Yani eldeki oyuncu havuzu Avcı’nın istediği futbola uygun değil. Bunun da ötesinde elde bir oyuncu havuzu da tam olarak yok.

Bu da şu demek oluyor: Avcı birkaçı dışında henüz sadece potansiyel milli takım oyuncusu olan futbolcularını hem reel birer üst düzey futbolcu seviyesine çıkaracak...

Hem de bunu onları alışık olmadıkları bir futbola evirerek yapacak. Bu bir teknik direktör için ağır bi görevdir.

Biliyorsunuz. Bunu hem ligde, hem de milli takımda yapmaya çalışanlar oldu. Misal Hiddink... Başaramadı. Terim’se 2008’e bu zihniyetle başladı. Maç için İsviçre maçında vazgeçti. Kaos futboluyla neredeyse finali görüyordu.

Şimdi Avcı ülke tarihinde sıkça görüldüğü gibi devrimi en üstten yapmaya çalışıyor.
Tabanı değiştirmeden tepeyi değiştirmeyi hedefliyor. Bunun adı “İmkansız Görev”dir.

Ne yaptın Volkan

Bazen insan ağzından çıkanın ne anlam ifade ettiğini düşünmüyor. “Seni evinden aldırırım!” gibi!

Kim almaya gidecek? Mafya mı? Nasıl alacaklar? Nereye götürecekler? Sonra ne yapacaklar?

Volkan ağzından çıkanın ne anlama geldiğinin farkında mı? Muhtemelen değil!. Umarım değil...

Karşısındaki yıllarını bu mesleğe vermiş saygın bir gazeteci. Neyi fotoğraflayacağını çok iyi bilen bir gazeteci.

Bugüne kadar çektiği fotoğraflar kadar çekmedikleriyle de bunu ispat etmiş bir usta.
Okurlar bilmez. Özellikle yurtdışı kamplarında eğer futbolcular izin günlerinde yalnız kalmak istiyorlarsa baştan gazetecilere durum anlatılır. Ve o gün fotoğraf filan çekilmez. O günlerde de ne yapıldığıyla ilgili haber yapılmaz.

Belli ki böyle bir durum yok.

Peki bu isyan niye Volkan?

Allah aşkına söylesene vermek istemediğin fotoğraf bu durumdan şu fotoğraftan daha mı kötüydü?

Bir özür gerekiyor Volkan...

Büyük bir özür...

Yeter mi bilmiyorum ama gerekiyor...

29 Mayıs 2012, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Azizm'den sonrası‘’

İşi üstlenen firma statta fizibilite çalışması yapıyor. En iyi yer, en iyi açı vs. hesaplanıyor. Deneniyor. Stadın bir o yanına bir bu yanına gidiyor uzmanlar.
Koridorlarda dolaşıp duruyorlar. Daha önce de benzeri çok iş yapmışlar.
Aradıkları en uygun yeri bulma konusunda tecrübeliler. Arıyorlar.
Uzun ve titiz çalışmanın bir yerinde koridordan 4-5 kişinin ayak sesleri duyuluyor.
Çok geçmeden karşıdan Aziz Yıldırım ve ekibinin geldiğini görüyorlar.
Selam verecek gibi oluyorlar ama Başkan onlardan hızlı davranıyor.
Hafif hesap sorar gibi, hafif babacan “Ne arıyosunuz? Siz kimsiniz? Ne yapıyorsunuz burada diye!” soruyor kendine has telaffuz ve hızla.
Teknisyenler, içlerinde firmanın patronu da olmak üzere tam anlatmaya başlıyorlar ki..
Daha “Anten!” derken Aziz Yıldırım “Anladım gelin diyor!”
Bir anlatıma göre stadın hiç akla gelemeyecek bir yerine tırmanılıyor Yıldırım’ın rehberliğinde.
Diğer anlatıma göre stadın dışında bir yerde buluyorlar kendilerini çok az sonra.
Yıldırım’ın eliyle koymuş gibi bulduğu tam o noktada teknisyenler ölçüme başlıyorlar cihazlarıyla. Ve hemen anlaşılıyor ki o nokta, o stadda bulunabilecek en iyi yer.
Yıldırım: “Tamam mı? Oldu mu diyor?”
Karşısındakilerin şaşkınlıklarını yüzlerinden okuyup...
Ve cevabı beklemeden arkasını dönüyor.
Ve “Hadi çalışın çalışın!” diyerek yürümeye başlıyor.
Uzaklaşırken de yanındaki yardımcılarına bambaşka bir konuda direktifler vermeye devam ettiği duyuluyor.

Bu Aziz Yıldırım, ya da Azizm’le ilgili anlatılan “Kızıl Maske ormanda 10 kaplan gücündedir” tarzı onlarca hikayeden biri.
Doğru mu değil mi bilmiyorum...
Belki doğru ama dramatize edilmiş.
Belki tamamen uydurma bir hikaye...
Ancak hiç önemli değil doğru olup olmadığı...
Çünkü:
Eğer doğruysa Yıldırım’ın hakimiyetini çok iyi anlatıyor.
Eğer değilse de hakimiyet imajının ne kadar sağlam olduğunu...
Çünkü bu ve benzeri alıntılara yok canım abartmadır diyen bir kişi bile bulmak mümkün değil...
Biliyorum bu ve benzeri hikayeler “Aziz Yıldırım haberi olmadan statta kuş uçamaz” benzetmesiyle çok dile getiriliyor ve eninde sonunda şikeye bağlanıyor konu.
Bu komplocu yaklaşıma girmeyeceğim.
İçimiz dışımız komplo, fazlasına ihtiyaç yok....
Asıl önemlisi her ne kadar profesyonelliğe önem verse de kulüpteki her şeyle ilgilenen 15 yıllık bir başkan ayrıldıktan sonra ne olacağı?
3 ay ya da 3 yıl sonra yerine kimin geleceği ve bu karma düzene nasıl hakim olup, kendisini nasıl kabul ettireceği?
Çünkü Fenerbahçe’yi Aziz yönetiyor ama asıl Azizm’le yönetiyor...
Yani Aziz Yıldırım’dan sonra başkan bulunur belki de...
Peki Azizm’in yerine ne konur?

Geçiş dönemi

Aziz Yıldırım 3 yıl için başkan ama 3 ay sonra çeşitli sebeplerle ayrılabileceği ya da ayrılmak zorunda kalacağı da söyleniyor.
Bu senaryo gerçekleşirse durum ne olacak?
-Yukarıdaki gerçek ya da olabileceği hemen herkesçe kabul edilmiş hikayeyle özetleyebileceğimiz 15 yıllık bir hükümranlık alışkanlığı varken... Azizm öncesi hemen her sezon yönetim istifa sesleri duyulan bir statta hem de...
-Tek başına gittiği bir seçimde toplam oy kullanma hakkı olan seçmenin yarısının desteğini almış bir başkanın yerini kim doldurabilir?
-Onu sevmeyenlerin hatta nefret edenlerin dahi saygısını ve oyunu kazanmış bir kişiden bahsediyoruz.
-“Fenerbahçe ele geçirilmek isteniyor” açık önermesiyle yerine aday olacak hemen herkesi zan altında bırakmışken...
-Futbol takımının özellikle Alex sonrası nerdeyse A’dan Z’ye bir yenilenme ihtiyacına doğru yaklaşırken.
Bu dönemde kim Azizm’i yıkabilir? Yerine ne koyabilir?

Altınsay ne yapsa...

İbrahim Altınsay’ın işi çok zor. Her şeyi doğru yapsa bile.
1- Menacerlerin musluklarını kısmak zorunda.
2- Futboldan gelenler lobisine direnmek zorunda.
Türkiye’de profesyonel futboldan gelip bir dünya görüşü oluşturmuş, bir birey olmuş, sırtını birilerine dayamadan da yaşamayı öğrenmiş çok insan var.
Ama kabul etmek lazım ki sadece futboldan geldiği için hiç bir şey yapmaya gerek duymamış, birey olamamış, yanında biri olmadan bakkala bile gidemeyen, bir şekilde bir medya kuruluşu, kulüp veya federasyona kapağı atmak için binbir takla atan çok daha fazlası var.
İşte futboldaki asıl tehlike bunlardır...
Altınsay her şeyi doğru yapsa bile, hatta eğer doğru yaparsa bu sırtlanlar onu yer. Çünkü Türkiye’nin realitesi budur.
Eğer bir ülkede Hollanda’da 500 bin euro eden adam 2 milyon euro ediyorsa orada yolsuzluk vardır.
Ve bu yolsuzlukla zengin olanlar muslukları kapatanları sevmez.
Altınsay ve onun gibileri yaşatmazlar.

22 Mayıs 2012, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Alex bitirdi‘’

Sanki onun çok iyi tanıdığı ama rakibin onu hiç tanımadığı topraklarda ilk maçına çıkıyor gibiydi. Her hücumun merkezinde kolaylıkla topa ve zamana sahip oldu, en uygun pası seçebildi. Ve bir kupa finalinde olması gerçekten şaşırtıcı sayıda gol organizasyonu yarattı.
Alex, kuşkusuz eşsiz yetenekleriyle her şeyi bu kadar kolaymış gibi gösteriyor bizlere.
Bu olağanüstü oyunuyla, çok değil, eğer 1 yıl öncesinin Semih’i dün sahada olsaydı ilk yarı sonucu 2-0’ın ötesinde olurdu diye düşündüm devre arasında. İkinci yarıda onu da rehabilite etti.
Brezilyalı’nın bu rahatlığının ortam açısında temel sebebi, Bursaspor’un kontraya yatmış gibi görünen 4 hareketli hücumculu 11’iydi.
Sağlam’ın Sestak, Pinto, Batalla, Ozan’dan müteşekkil hücum ekibinin kanat organizasyonunu, iki kanatta Caner ve Topuz’un dinamik iki yönlü oyunuyla sendelettiler.
Yani Topuz ve Caner hem çizgilere doğru oyunu açarak Bursa için savunulacak alanı büyüttü, Alex ve Cristian’a geniş alan yarattı. Hem de Bursa’nın kanat savunmasını birer kişiye mahkum etti.
Emre, Alex, Cristian, Caner, Topuz ekibi hiç olmadığı kadar rakip kaleye yakın ve organize oynadılar. Hatta gol becerisindeki düşüş dışında Semih de bu oyuna destek verdi. Çok rahat çoğaldılar. Bir ara şut çekmeyi unutup ceza sahası içinde paslaşarak akın ezer dahi oldular.
Bursaspor top rakipte kaldıkça konsantrasyon kaybetti. İlk dakikada yenen golün üzerine Fenerbahçe’nin iştahı Yeşil-Beyazlılar’ı çok bozdu. Bunun ailtından kalkamadılar. Halbuki Şampiyonluğu aldıkları sene hiç yılmayan bir takımdılar. Sanki derin travmalardan geçen onlardı.

17 Mayıs 2012, Perşembe 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Uğursuz değil efsane‘’

İdeal 11’inden 10’u yeni olan bir takımı şampiyonluğa ulaştırmak rakiplerin durumu ne olursa olağanüstü bir başarıdır.
Terim bunu başardı işte.
İdeal 11’e girebilecek oyuncu sayısı 13-14’ken hem de...
Teknik anlamda esnek ve açık davranarak ama her zamankinden farklı olarak siyaseten sessiz ve katı kalarak.
Ancak asıl başarı normal sezonu 9 puan önde bitirdiken sonra...
Şampiyonluktan emin olduktan sonra, başaşağı gitmeye başlayan bu yeni takımı son maçta ezeli rakibin sahasında ayakta tutabilme ve hedefi bulabilmektir.
Terim’in bu başarısı ileride kariyerinin en önemli dönüm noktalarından birisi olarak yazılacak emin olun...
Çünkü bu şampiyonluk Galatasaray açısından bir milattır...
Fenerbahçe geçirdiği bu korkunç sezonun ardında kaçırdığı şampiyonluğu kendi kendisine anlatabilir. Bunun için doğru yanlış bahane ya da sebepler bulabilir. Çünkü yaşanan neresinden baksanız kabus bir yıldır.
Ancak Galatasaray böyle zor durumda bir rakibe kaybetmeyi kendi iç barışını koruyarak sindiremezdi. Olabilecek bu en iyi şartlarda Terim kaybetse yönetim içi, yönetim ile başkan arası, yönetim-teknik heyet arası, futbolcu-teknik heyet arası ortaya çıkabilecek çatlakları tamir etmek kolay olmazdı.
Terim buna oyuncularıyla birlikte engel oldu.
Belki de Türkiye’nin efsane hocası olmaktan vazgeçerek, Galatasaray’ın en büyük efsanesi oldu.
Başkaları için antipatik olmayı göze alarak, kupayı her şeye rağmen Saracoğlu çimlerinde almaya “tek başına” direnerek.
İşte ortaya iddia koymak böyle bir şeydir.
Ve Terim bir kez daha ortaya koyduğu iddiayı kazanarak...
Bir kez daha futbolculuğundaki uğursuz yaftasını yırtarak,
Gerçek bir efsane oldu.
Abartmıyorum Galatasaray’ın belki de bir numaralı efsanesi...
Zaman bize bunu gösterecek...

TFF’yi kovun

Gece 2.30’da, insanların yüzüne bakamadan gizlice değil, sinsice internet sitesinde cezaları/aklanmaları yayınlayan TFF...
Şampiyonluk Kupası’nı gizlice soyunma odasında vermeye çalışan TFF...
Başbakan devreye girdikten sonra karanlıkta, insanların gözünün içine bakamadan veren ve sonra ortadan kaybolan TFF...
İstifa etmemelidir, gizlice değil açıkça kovulmalıdır.
Çünkü hak ettikleri budur....
Kulüpler, en başta da Galatasaray ya da Trabzonspor değil, Fenerbahçe kovmalıdır TFF’yi...
Çünkü suçlu olmak ya da öyle gösterilmek veya iftiraya uğramak kötüdür, acıdır ama Fenerbahçe’yi Fenerbahçeliyi’yi kayırılıyormuş gibi gösterilmek daha çok yaralamaktadır.
Gizlice açıklanan kararlar, gizlice değişen kurullar, gizlice verilmeye çalışılan ve karanlıkta verilen kupaların gerektirdiği sadece budur.
Kovun şunları...

Şu şampiyon kim yahu?

Şampiyonluk kutlanıyor. Ve her sene olduğu gibi bir dolu takım elbiseli podyumda. Birkaçının kim olduğunu dahi bilmiyor ortalama seyirci.
Doğrusu, normali, bilmemek, bilen anormal yani.
Selçuk İnan’dan farkları yok. Öyle bir gerinme hali.
Seyirci alkışlıyor. Onlar el sallıyor...
Doğrusunu yanlışını vs. geçin.
Yahu seyirci alkışladığı, ödüllendirilen adamın kim olduğunu bilmiyorsa...
O adamı ödüllendirmenin manası nedir?
Oraya insan hangi yüzle çıkar?
Gerçekten hak eden sporcunun hakkını çalmış olmaz mı?
Kendi takımın oyuncusunun bile hakkına göz dikenden futbol yöneticisi olur mu?
Olursa bu ülkede sorunlar çözülür mü?

Sezonun adamı Sabri

Ligin kaderini değiştiren adam Sabri... Sezonun adamı...
Cumartesi maç sonunda yaşanan ayaklanma görüntülerinin birkaç hafta önce İnönü’de başlamasını engelleyerek bu unvanı halk ediyor.
Eboue’ye doğru koşan zatı muhteremi engelleyerek karşı darbeyi engelleyen, dolayısıyla tribünlerin top yekun sahaya dökülmesine set çeken adam olarak ‘Reyis’ sezonun bitebilmesini sağladı. (Geçen hafta sahaya girip seyirciyi sakinleştiren Şenol Güneş’i de unutmamalı tabii.)
Sabri’nin bu yılki en büyük hizmeti bu...

Kazanan her zaman...

Galatasaray hak etti. Her sezonun şampiyonu şampiyonluğu hak eder. İster 10 puan fark atsın, ister averajla geçsin. Galatasaray da hak etti. Aksini iddia eden akılla konuşmuyordur. Haksızlık ediyordur.
Ancak fair-play yani adil oyun için sadece hak etmek yetmez. Fazlası gerekir.
Geçen hafta Trabzon’da saatlerce mahsur kalan Fenerbahçe’nin “cık cık ne ayıp” demesinden 1 hafta sonra Saracoğlu ve çevresinde yaşananın anlattığına iyi bakmak gerekir.
Şimdi Galatasaray’ın “cık cık ne ayıp” demesi de 5 sene önce Fenerbahçe şampiyonluğunu sulamasını unutturmaz.
Yani bizde sorun bir hak etme sorunu değildir. Birbirimizde adil davranmama sorunudur.
Ve bu sorunu çözmek istemediğimiz için de sorun büyümektedir.
Kazanan her zaman hak eder ama bizde sıkça söylendiği gibi aslında çok da haklı değildir.
Bunu hepimiz çok iyi biliyoruz...

15 Mayıs 2012, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Hak ederek...‘’

Geçen hafta Fenerbahçe’nin Trabzon’da göstermiş olduğu soğuk kanlı, ‘profesyonel’, her türlü silahı kullanan oyun tarzı ve mantalitesini dün de Galatasaray sahada sergiledi. Elmander sakatlanana kadar oyunu da istedikleri gibi orta sahada rakibi işletmeyerek uyguladılar. Elmander’in sakatlanması sonrası Fenerbahçe rakibin orta saha direncini kırıp rakip yarı sahaya yerleşti. Ancak Cristian-Semih bağlantısı rakibi korkutacak mükemmellikte değildi. Önde oynadılar ama pozisyon kıtlığı yaşadılar. Fenerbahçe’nin bu yaratıcılık sorunu Dia oyundan atılana kadar devam etti, Galatasaray’ın Elmander’sizliğine rağmen direnci de sürekli arttı. Dia’nın akıl almaz hatasıyla takımını eksik bırakışı Fenerbahçe’nin şampiyonluk umutlarını erkenden bitirdi. Aykut Kocaman’ı yanıltan muhtemelen geçen hafta futbolla çok kafaları meşgul etmeyen Zokora ve Colman’a karşı Avni Aker’de sağladığı orta saha üstünlüğü oldu. Aslına bakarsanız böyle bir performansın ardından ilk kez iyi işleyen 4-3-3’ü bozmak kolay bir karar değil. Aykut Kocaman’ı anlamak gerekiyor... Ancak Galatasaray’ın direncini kıracak yaratıcılığı ve oyun iktidarını sağlayabilecek Alex’i daha erken oyuna almak düşünülebilirdi. Özellikle de Galatasaray’ın oyununun temel taşlarından Elmander oyundan çıktıktan sonra. Sarı-Kırmızılılar, bu şampiyonluğa ulaşırken bir çok dönemeci geçtiler, ancak bunlardan en önemlisi Kadıköy’deki dünkü finalde bu kadar erken Elmander’siz kalmasının altından kalkmaları oldu. Burada gösterdikleri başarı zaman geçtikçe çok daha iyi anlaşılacaktır. Galatasaray 9 puan farkla bitirdiği sezonda kazandığı zirveyi hak ettiğini dün hepimize gösterdi. İlginç olan da Play-Off’ta Avrupa Ligi grubu maçlarından sonra hiçbir şeyin değişmeyişiydi. Bu maçlar hiç oynanmasa da sıralama böyle olacaktı.

13 Mayıs 2012, Pazar 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Zaten bizde fanatizm yok ki!‘’

Kriz dönemleri fanatizmin, faşizmin, ırkçılığın geliştiği dönemlerdir.
Misal ne zaman ekonomik kriz patlak verse Avrupa’da ırkçılığın, faşizmin yükseldiğini görürsünüz.
Çünkü insanlar hak ettiklerini alamadıklarını düşündükleri zaman hukuk istemezler.
Sadece hak ettiklerini düşündüklerini bir şekilde almak isterler. Suçlu ararlar ve kendilerine benzemeyenler de ilk suçlanacak olanlardır.
Bugün Türk futbolunun içinde bulunduğu cehennem çukuru da işte budur...
Trabzonsporlu, hak ettiği şampiyonluğun gasp edildiğine emin.
Fenerbahçeli, bir komploya kurban götürülmek istendiğini düşünüyor.
Galatasaraylı, bu sene hak ettiği şampiyonluğun elinden alınmaya çalışıldığını kuruyor.
Bursasporlu, ‘geçen sene ben şampiyon olmalıydım’ diyor.
Çünkü 10 ay boyunca neredeyse durum bu olsun diye çaba sarf edildi.
İnsanların adalete güvenleri sağlanamadı ve artık fanatizm kazandı.
Über, Süper ve de Ultra finalde:
İnönü’de defalarca sahaya girilmesine rağmen maçı tatil edemeyen hakem Hüseyin Göçek bunun bir göstergesidir.
Emre’ye tekme tokat giren Zokora da...
Zokora’nın sahada tekme atabileceği bir Emre bulabilmiş olması da bunun göstergesidir.
Zokora’yı atamayan Kamil Abitoğlu da tabii.
‘Emre’ye korneri sen atmasan olmaz mı?’ diyen Kamil Abitoğlu’ndan bahsim...
Hakeme ağır hakaret etmesine rağmen cezasına isyan edebilen Fatih Terim’in kendisini haklı bulması da...
Trabzon’da maçın bitebilmesi de bunun bir göstergesidir.
Trabzonlu’nun Sadri Şener’e saldırması, Sadri Şener’in kendisini onlara ispat etmek için Emre’ye saldırmak zorunda kalması. Vs. vs. vs.
İşte tüm bunlar ve daha fazlası fanatizmin kazandığını gösterir.
Normal bildiklerimizin fanatizme teslim olduğunu.
Ama durun!
Yoksa! Bizde ırkçılık olmadığına göre, fanatizm de olmamalı değil mi?
Oh şimdi rahatladım!

Bir münazara lazım
Gece 02.30’da karar açıklayan sportif hukukla, adli hukuk arasında bir münazara olmalı...
Aziz Yıldırım’ın 10 aydır tutuklu olmasına karar veren yargı heyetiyle, onun hakkında şike teşebbüsü şüphesi dahi bulamayan yargı arasında...
Şekip Mosturoğlu’na 1 yıl men verenle 6 ayda tahliye eden bakış açılarının farkı ne?
Bunları bilmemiz lazım değil mi?
Artık zaman böyle bir zaman değil mi? Adaletin hassas terazisinin nasıl kullanıldığını, nasıl tartıldığını bilmek zorunda değiliz belki.
Ama iki yargının nasıl birbirinden bu kadar farklı işlediğini bilmemiz gerekmez mi?
Çünkü insanların anlaması lazım.
Ve ben anlamıyorum.
Gece 02.30’da açıkladığınız karar hukuk tarihinin en yüz akı kararı da olsa bunun doğru olduğuna kim inanır? Bunu anlayamıyorum.
Niye insanların karşısına çıkıp okuyamıyorsunuz ki bu kararları? Borsa’ysa derdiniz, Pazartesi 18.00’de açıklayıverin canım.
Antalya’da her şeyden uzak yapılan bir toplantıda dahi 105’te yapılan değişiklikten bahsetmiyorsanız, bunun adil olduğuna kim inanır?
Bir dava devam ederken davalının da davacının da itiraz ettiği yasa değişikliğiyle çıkmış bir karara kim güvenir?
Söylesenize...
İşte bu yüzden bir münazara lazım.
Bu iki hukuktan hangisi daha hukuk bilmemiz lazım.
Çünkü yasalar ülkeden ülkeye değişebilir. Bir ülkede yasak olan diğer ülkede serbest dahi olabilir.
Ama aynı ülkede sportif yargı ile adli yargı birbirinden bu kadar farklı davranır mı?
Davranırsa, normal ise... Bu nasıl olur, işte bunu bilmemiz lazım.

Lig TV: Bir paranla rezil olma hikayesi

Yılda 400 milyon Dolar’ı aşkın para öde. O parayı kulüpler 500 bin lira etmeyecek topçuya, 5 milyon Euro vererek çarçur etsin.
Şike söylentisinden, davalardan geçilmesin, sponsorlar şampiyona para vereceğine gitsin İngiliz’e, İspanyol’a para akıtsın.
Seyirci sahaya dalsın, teknik adam, muhabir, kameraman kovdurma yarışına girsin. Sonra da taraftar abonelik iptal kampanyası yapsın.
Aziz Nesinlik bir zeka gösterisi bu.
Lig TV’ninki gerçek bir paranla rezil olma hikayesi.
Tanrı yardımcıları olsun...

Buyurun temkinli oyuna

Galatasaray önde oynamak zorunda. Aynı Fenerbahçe gibi. Oyunu soğutma becerisi gelişmiş bir takım değil. Arzuyla saldırmak zorundalar. Fenerbahçe maçında Terim’e yapılan eleştirilerin manasız olduğunu yazmıştım. Beşiktaş maçı bunun örneği oldu. Orta sahaların sayısı arttı, hücumcular çıktı ve maç neredeyse 3-2’ye gidiyordu. İşte temkinli oynamanın sonucu budur.

Twitter ve Facebook


Twiter ve Facebook’ta yokum. Çünkü kullanamıyorum. Sosyal medya kullanım becerim yok. Ama ısrarla benim yerime ya da benmişim gibi davranan zevat, çalışmaya devam ediyor. Onlar ben değilim. Kimseye yerime sosyal medyada yer alma hakkı vermedim. Ve biraz daha ileri giden olursa yasal işlem başlatacağım. Herkesin bilgisine.

08 Mayıs 2012, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI