Arama

Popüler aramalar

‘’Süper Final‘’

Siyah-Beyazlılar, Fenerbahçe maçında olduğu gibi bir kontratak oyunu oynamak istiyorlardı. Ancak özellikle Fernandes işlemeyince planları tutmadı. Galatasaray adına fark yaratan ise Engin’in olağanüstü serbest vuruş becerisi oldu. Melo; Almeida tarzı arka direk hareketlenmeleriyle pozisyonlar ve gol buldu. Beşiktaş’ın planı ilk yarı sonuna kadar aynı şekilde geçersiz kaldı. İkinci yarı başındaki değişiklikler Beşiktaş orta sahasını Ernst, Veli ikilisine bıraktı. Ve Galatasaray daha kolay pozisyon bulmaya başladı. İlk yarıda sadece serbest vuruşlarda kaleye gidebilen ev sahibi, bu kez defalarca Cenk’le karşı karşıya kaldı. Beşiktaş’ın 4-4-2’si işlemiyordu, konuk ekibin şekli bozulmuştu. Galatasaray’ın bu rahat oyununu bozan iki etken vardı... Birincisi, Quaresma’nın arzulu oyunu. İkincisi Davala-Terim ikilisinin yaptığı değişiklikler. Baros ve Elmander’in çıkmasıyla sadece santraforsuz kalmadılar, oyunu ileride tutmaktan da vazgeçtiler, Beşiktaş’ın beklerini oyuna soktular. Bu maçın 2-2’ye gelebileceği 60. dakikada en büyük futbol alimlerinin bile aklına gelmezdi. Galatasaray sonuç olarak liderlik açısından bir şey kaybetmedi, yine beraberlik onları şampiyon yapıyor. Ama Terim, bu planın tutmayacağını görmüş oldu. Galatasaray’ın orta sahasını var eden aynı zamanda hücum hattı...

07 Mayıs 2012, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Beşiktaş kontrataklarla‘’

Fenerbahçe iyi oynamış gibi gözüktü ama seçenekleri az bir hücum gücü vardı. Beşiktaş kötü oynarmış gibi gözüktü ama çok daha farklı kazanabilirdi. Aslına bakarsınız Ernst gibi iki yönlü bir orta saha oyuncusunun Alex’in başında, sahanın her yerinde bire bir adam savunması yapmak için gitmesi yetenek israfı. Ancak şu da bir gerçek ki, Alman oyuncu Alex’i sahadan sildi. Fenerbahçe’nin maçın başında çapraz toplarla Gökhan’ı kaçırma planları, Fenerbahçeli sağ beki o bildiğimiz yıldız seviyesine çıkardı. Ancak onun servislerinde Egemen-Ernst-İbrahim üçgenine sıkışan Semih ve Alex başarısızdı. Aykut Kocaman’ın bir çıkmazı var. Caner’in etkin kesik oyunu ile Stoch’un yeteneği arasında seçim yapmak zorunda. Dün Stoch, neredeyse büyükleriyle maç yapan mahalledeki ilkokul çocuğu gibi fizik olarak ezildi. Fenerbahçe, Caner’in silik oyununu aradı. Ancak sahada o da olsaydı, herkesin aklı Stoch’un vuruşlarında kalacaktı.
Tayfur Havutçu ilk maça planladığı kontratakları kendi evinde buldu. Quaresma-Almeida uyumundan pozisyonlar ve gol çıkardı. Ancak Q7’nin fazlasıyla doğaçlama futbolu, pozisyon sayısını mümkün olanın çok altında tuttu. Yine de şu açık ki; maçın yıldızı belki sezonun yıldızlarından biri olan Volkan Demirel’di. Üç kez bire bir, karşı karşıya pozisyonda devleşti. Ve Fenerbahçe’yi en azından moral olarak ayakta tuttu.

04 Mayıs 2012, Cuma 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Garanti golcü eksikliği‘’

Zira Sarı-Kırmızlılar’ın orta saha kanatları, aslında kanat özellikli oyuncular değil, içeri dönüyorlar. Göbekteki 6’lı, çoklu tandemi iyi yaptığından, kademe sorunu yaşamıyorlar. Dolayısıyla eğer Eboue ve Hakan, ceza sahası yanlarında bolca bulunuyorlarsa, anlıyorsunuz ki, Galatasaray iyi ve baskılı oynuyor.

Zaten normal sezonda bu kadar puan farkı yapışları da bundan.

Dün 65’e kadar bu durum yoktu. Bunun sebebi, Burak Yılmaz’ın caydırıcı tehdidi olduğu kadar, Şenol Güneş’in tam kontratakçı dizilişi.

Hoca, Inter maçı yaklaşımıyla ama daha akıncı bir oyunu başarıyla sahada sahneledi.

Olcan, Alanzinho ve Burak dışında, birbirine yakın ve direkt oyunu hedefleyen bir ekipti Trabzonspor. Birbirlerine yakın durdular, hızlı çıktılar ve Galatasaray’ın akın sürekliliğini törpülediler. Yani amaçları vurmaktan çok tehdit etmekti. Ve baskıyı böyle azalttılar.

Terim’in düzenli oyunu bunu aşamadı. Selçuk yetmedi diyelim.

Sonra ilginç bir şey oldu. Terim asıl ustalığını hatırladı. Bilirsiniz o, bir kaos futbolu ustasıdır. Ve bunu hem saha içinde hem de dışında çok iyi uygular. Onu bugünlere getiren, İmparator yapan da aslında budur.
65’te yaptığı Baros - Melo değişikliğiyle, buna döndü Terim. Euro 2008 tarzı ama bu sene çok denenmemiş değişiklik, Şenol Güneş’in ekibini oldukça sendeletti. Neredeyse maç bitene kadar her dakika, şaşırtarak baskı kurdular Trabzon’un üzerine.

Ama garanti bir golcüye sahip olmamanın sıkıntısını bu yıl belki de ilk kez bu kadar yoğun olarak hissettiler.

03 Mayıs 2012, Perşembe 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’En tutarlısı Yıldırım‘’

Mehmet Ali Aydınlar 58’i değiştiremedi. Bunu herkese rağmen yapmak istemedi. Ama şimdi her şeye rağmen değiştirdiler.
Peki neyi değiştirdiler?
1-Bundan önceki düzenlemede, hakemler dışında şike ya da teşvik verenlere verilecek ceza 3 yıl hak mahrumiyetiydi. Ömür boyuna çevrildi.
Bu bir sorundur. Eğer geçmişte işlenen bir suç ortaya çıkarsa bu değişiklik cezanın işlenen dönemdeki karşılığından daha fazla olması dolayısıyla sorun çıkacaktır.
Gerçi Etik Kurul ve Yönetim Kurulu şike veya teşvik olmadığına karar vermiş bulunuyor. Böyle bir ihtimal de yok dolayısıyla.
2-Yeni düzenlemede teşebbüs halinde kulüpler ceza almıyor. Kişiler alıyor. Puan silme riski olsa da, fiilen imkansızlaştırılmış halde.
Puan silme ağır teşebbüste devreye giriyor. Ama ağır teşebbüsün ne olduğunu anlayabilmek mümkün değil. İşin içinde bahis varsa ağır ihlale girer deniyor ama Başka hangi haller ağır ihlaldir, bilemiyoruz.
3-“Ağırlığı kurul tarafından somut olayın niteliğine göre serbestçe karar verilir...” şeklinde başlayan cümle bir de “somut” farkı getiriyor.
Yani elimizde ne olduğu pek anlaşılmayan muğlak “şike teşebbüsü” kavramı var.
Ayrıca teşebbüste muğlaklığı iyice artıran “ihlalin ağırlığı” kavramı var. Bunun da üzerine ‘somut’ olma gerekliliği var.
Neyse ki herkesin ağzındaki “sahaya yansıma” durumu maddede yok. Halbuki iyi gidermiş...
Bakınız!
Şike ya vardır ya yoktur. Teşvik de öyle.
Şike ya da teşvik sahaya yansımıyorsa yoktur.
Ancak şike ya da teşviğin sahaya yansıyıp yansımadığını ölçen bir alet, bir turnusol da yoktur.
Şike ve teşvikte teşebbüs de olmaz.
Teşebbüs etmek şikedir.
Sen şike teklif ettiğin anda şike olmuş olur... Çünkü gerisini ölçecek bir alet yoktur.
Sonuç olarak:
Mehmet Ali Aydınlar gitmeden önce “Bu işi bana yıkmayın hep beraber değiştirelim” dedi. Olmaz, dediler. Şimdi kimse olmaz, demiyor.
Geldiğimiz noktada durum şudur:
Bu davanın tüm temel aktörleri arasında başından bu yana en tutarlı olan isim Yıldırım’dır. Gazetecisi, yorumcusu, mağdur olduğunu söyleyenler de dahil olmak üzere.
Ama futbolumuzu yöneten değil, Aziz Yıldırım...

Neyin çözümü

Aydınlar yönetiminde Sezar’ın sonuvari bir çözüm bulunmuştu. Sorumluluk herkese dağıtılacaktı. Kongre tüm takımları kurtaracaktı.
Şimdi suçu dağıttılar. 22 maça yaydılar.
Ya herru ya merru!
Herkesi suçlayamayacağınıza göre herkes aklanacak.
Ya da bir komplo teorisine göre, UEFA 16 takımın şike soruşturmasına dahil olduğu bir ligi Avrupa’ya almayacak. Yani finansal Fairplay’e kalmayacak iş. Ama atlanan şu. Bu cezalar ayrı ayrı işler. Toplanarak gider.

Süper Final’in tarafları

Final tüm tarafların sonuna kadar şampiyonluk şansı olan organizasyona verilen addır. Şampiyonluk şansı kalmayanın çekildiği, elendiği, artık olmadığı bir yapıdır.
Eğer finalde şampiyonluk şansı olmayanlar olursa, laf olur. Bunun önüne geçmek olanak dışıdır.
Hele de ‘kupa sana lig bana’ gibi bir şike sistemi icat etmiş, buna inanmış, varlığından emin olmuşların ülkesinde... Laf olur ve kimse ciddi ciddi oturup düşünmez.
Sezonun ilk yarısında Galatasaray’a evinde 3-0 kaybetmiş Trabzonspor, şimdi de 4-2 kaybediyor. Ancak öte yandan deplasmanda berabere kalmış. Ama Aykut Hoca dahil kimseye bunu anlatmak mümkün değil.
Çünkü karşı taraf da neredeyse ezelden bu yana Fenerbahçe’nin kazandığı tüm maçların şike olduğuna inanıyor.
Asıl sorunumuz budur. Kimsenin birbirine, kendi başkanına dahi güveninin olmaması. Ve kimsenin güven inşa etmek için bir şey yapmayışı.
Hele de durum buyken, final final gibi olur. Böyle olursa güven olmaz.

Ya Rüştü atılsaydı

Rüştü övgüsü yapmayacağım. Yapacağım en ağdalı övgü bile az gelir. Sadece Rüştü Reçber demek bile kendi içinde bir övgüdür zaten. Sıfata gerek duymaz.
Rüştü’nün Fenerbahçe maçı sonrası yaptığı itiraf da özeldir. Ama şunu da sormadan olmaz. Ya Rüştü’nün söylediği ve olması gerektiği gibi Halis Özkahya kırmızı kartı gösterseydi?
Eski bir Fenerbahçeli olan Rüştü nasıl anlatacaktı komplo teorisi içinde yüzen ülkemin renk faşistlerine durumu? Kötü hatta kötü niyetli bir hakem performansını deşifre etmek tamam da, Rüştü ismine yazık olmaz mıydı?

Tur

Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu bitti. Keyifle takip ettik. Ama neden geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi ‘Tur’ değil de Tour of Turkey anlayamadım. Varış Tak’ının üzerinde neden Tour of Turkey yazıyor.
Kahveye Turkish Coffee, pideye Turkish Pizza, mezeye Turkish Tapas, Antalya’ya Turkish Riviera, beyaz peynire Turkish feta denirse Tour of Turkey de hayli hayli olur tabii.
İşte turizmde, tanıtımda mücadele edilmesi gereken önce budur. Sana özgü olanı bile taklitmiş gibi gösterme rezilliği.
Ve illa bir şeyler yasaklanacaksa önce bunlar yasaklanmalıdır. Eğer diğerlerine kendi terimlerinizi, isimlerinizi öğretemiyorsanız, akıllara giremezsiniz. Zaman otantik olanın para ettiği zamandır, taklit olanın değil...

01 Mayıs 2012, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Kocaman herşeyi denedi‘’

Aykut Kocaman, Alex’siz ama Alex’liymiş gibi bir oyun düzeniyle takımını sahaya sürdü. Kocaman’ın göreve geldiğinde yaptığı transferler, istediği oyun, Fransız tipi 4-3-3 varyasyonuydu. Ama Alex nedeniyle bu düzenden vazgeçmişti. Tamamen Alex’e bağlı olan oyuna, Stoch ve Caner’in yerini dolduramadığı bu pozisyona, Stoch’la başladı. Ne Caner’den, ne Stoch’tan yararlanabildi. Taa ki Stoch sola geçip, 360 derece kontrol etme zorunluluğundan kurtulana dek... Slovak oyuncu, sırtını çizgiye dayadığında birden Fenerbahçe’nin en iyisi oldu. Fenerbahçe baskı yapıyordu ve Beşiktaş da kaptığı topları özellikle Simao’yla kaçırmak istiyordu. Gökhan’ın fazlasıyla ileri çıkması durumundan dolayı Siyah-Beyazlılar bu taraftan bir boşluk buldular. Ancak son pasta ne yapacaklarına dair bir fikirleri yoktu. Geniş alanlar buldular ancak pozisyonlar değil. Simao ve Quaresma’nın sahada olduğu maçlarda her zaman olduğu gibi Fernandes gerideydi. Ve pozisyon kurulumuna katkıda bulunamadı. Aykut Kocaman, Bienvenu’yü oyuna aldığında Fenerbahçe daha ideal bir takım oldu. Alex’siz planında sanırım hep böyle olması gerekiyor. Oyun 2-1’e geldiğinde defansif açıdan oyunu tutmakta çok zorlanan, sonuna kadar risk alarak kurulmuş bir Fenerbahçe sahadaydı. Ama, kontratak yapamayan Beşiktaş, baskı da yapamadı. Fenerbahçe kalesini ablukaya alamadı. Aykut Kocaman’ın Galatasaray maçından sonra Alex’siz takımını bu şekilde formüle etmesini açıkçası beklemiyordum. Ama maç içi hamleleriyle onu sonuna kadar aradı. Ve neden Fenerbahçe Teknik Direktörü olduğunu gösterdi. Ancak Carvalhal sonrası Portekizli’nin planını daha kötü uygulayan Tayfur Havutçu için aynı şeyleri söylemek mümkün değil. Aynı oyunun daha kötüsünü sahaya koyacaksa Carvalhal neden gitti?

30 Nisan 2012, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’En iyisi Selçuk‘’

Galatasaray orta sahasına akıl kişilik, beceri katıyor, skor, asist yapıyor. Galatasaray’ı bu kadar iyi gösteren bu kadar farklı yapan o. Yoksa oyundan çıktığında, neredeyse sahadan silinmiş Trabzonspor böyle ayaklanmazdı. Selçuk sahadayken, onun ne kadar iyi olduğunu görüyorsunuz, ama Galatasaray için değerini, sahada değilken anlıyorsunuz.

Trabzonspor’u bu sezon Süper Final’e kadar yükselten iki temel unsur var. Burak ve Tolga... Olağanüstü istatistikleriyle Trabzonspor’u ayakta tuttular. Dün Burak sahada yoktu. Tolga da bildiğimiz Tolga gibi değildi. Trabzonspor’un geri dörtlüsü ve Zokora tek hat üzerinde ceza sahası önündeydi. İlerideki hareketli dörtlüsü ise bu ekipten tamamen kopuktu. Galatasaray’ın en iyi olduğu orta sahada koskocaman bir alanı Colman tek başına kontrol etmeye çalıştı. Galatasaray için çok kolay bir problemdi bu. Trabzonspor sıradanlaştı. Öyle ki Ujfalusi’nin uzun asistinin Eboue tarafından rahatlıkla gol yapıldığı bir oyun oldu. Eboue, Arsenal sağbeki gibi oynayıp sahanın en iyilerinden biri oldu. Ancak onu bu kadar iyi yapan da Trabzonspor’un sıradanlığıydı. Sezon bittiğinde Galatasaraylılar Play-Off’un varlığına isyan ediyorlardı. Ancak Play-Off maçları onlar için bir tehdit olmayacak gibi.

29 Nisan 2012, Pazar 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Kabus ve rüya‘’

Böyle serbest vuruş kullanabilen bir santrforun şampiyonluk yarışında takımına bu kadar az katkı yapabilmesini anlamak güç. Semih’in vuruşu birinci sınıf. Mesafe/vuruş şiddeti/verdiği eğim gibi parametrelere bakıldığında mükemmel. Bülent Hoca, barajın zıplmamasına kızıyor. Ancak haksızlık yapıyor. Çünkü zıplamalarına rağmen top geçiyor oradan. Fenerbahçeliler Semih’i kutlamalı mı, yoksa ona kızmalılar mı? İşte bunu düşünmek lazım.
Kocaman’ın kupa yarı finaline idealinden 8 oyuncu farklı bir kadroyla çıkışı, Arsene Wengervari bir hareket. Her ne kadar ligde zincirleme final oynasan da, 30 yıla yakın zamandır kazanamadığın bir kupaya bu kadar yakınken böyle bir karar vermek gerçekten cüretli tavır.
Aynı şekilde Bülent Korkmaz’ın böyle bir rakibe karşı bu kadar savunmaya dönük bir oyunla çıkışı da öyle. Hoca özellikle ikinci yarıda istediği kontralardan 2’sini bulmuş olsa da Fenerbahçe’nin, hem de neredeyse 2’inci takımını bu kadar kendi sahasına buyur etmesi sonu oldu. Korkmaz, Galatasaray maçı sonrası rüzgarı arkasına alan Fenerbahçe’ye topu bu kadar bırakmasının bedelini ödedi.
Korkmaz’ın baskın stratejisi ligde diğer tüm takımlar için, özellikle de ligin büyükleri için ideal olsa da bu durum Fenerbahçe için farklı.
Fenerbahçe dikine oynamayı iyi becermiyor olabilir. Ama onu ligde ve kupada buraya getiren, rakip alan yerleştiğinde enine oynayabilme yeteneği. İki taç çizgisi arasında geniş alanda bu kadar iyi oynayan bir takıma karşı böyle bir savunma stratejisi sonuç getirmez. Getirmedi de. Tabii burada gerçek bir yarış içinde olan bir takımla uzatmaları oynayan bir takımın karşılaşmasından doğan ruh halini de hesaba katmak lazım.
Ancak ne olursa olsun Kocaman ve ekibi her türlü takdiri hak ediyor. Bu kabus gibi yılda rüya gibi bir sonun peşini bırakmadıkları için...

27 Nisan 2012, Cuma 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Terim ve Kocaman'ın 3 maçı‘’

Maçın başında Fenerbahçe önde oynayıp golü buldu sonra Galatasaray itmeye başladı rakibi. Bundan sonra Fenerbahçe rakip alana hiç geçemedi neredeyse. Çünkü tüm sezon olduğu gibi Fenerbahçe kontratak yapamadı.
Terim’in golü bulduktan sonra yine önde oynama tercihi de sonuna kadar doğru. Çünkü geriye çekilmek Fenerbahçe’yi buyur etmek olurdu. Ve Fenerbahçe yine kontratak yapamadı. Nitekim bu dönemde Galatasaray’ın yüzde 99’luk 3 gol pozisyonu var.
Fenerbahçe’nin bulduğu bir baskın golü değil. Yani Terim’in takımı risk aldığı için yemedi golü. Savunma yerleşikti. Yerleşmiş savunmada zincirleme 4 hatayla gelen bir sayıydı. Eboue kafaya çıkmıyor. Semih çizgiye kaçıyor. Ujfalusi Stoch’u kaçırıyor ve Muslera erken yatıyor. Ya da 3 becerili hareketle gelen gol diyelim. Özer’in kafası, Bienvenu’nün pası ve Stoch’un soğukkanlı vuruşu.
Ancak ne bir kontratak ne de bir set golü. Bu golün Terim’in takımını öne çıkarmasıyla hiçbir alakası yok. Ve bu yönde yapılan eleştiriler de ezbere yapılmış klişe fışkırtmasından başka bir şey değil.
Fenerbahçe’nin etkili olmasını engellemek istiyorsanız oyunu onun sahasında oynamalısınız. Terim de bunu yaptı ve haklıydı...
Aykut Kocaman’ın takımı ise pas oyunundan başka hiç bir planı kabul etmiyor gibi. Hızla orta sahayı da geçseler hemen durup yan pas yapıyorlar ve sete dönüyorlar. Dolayısıyla baskı yerken rakibi geri koşturup yoramıyorlar. Galatasaray’ın yeniden akına kalkması zor olmuyor.
Kocaman bunu bir türlü çözemiyor. Halbuki kağıt üzerinde bunu yapabilecek oyuncuları var.
Kocaman’ın takımı 3 sonradan giren oyuncuyla golü buldu, evet. Ve bu ne olursa olsun hoca başarısıdır. Ancak rakibine karşı oynadığı 3 maçın da yüzde 70’inde baskı yiyen ve nefes alamayan da o olmuştur.
3 maçta da bu kadar sorun yaşayan Fenerbahçe son maça sorunlarını çözerek girebilir mi? İşte soru bu!

Çakır’ın zirve şansı

Dünya hakemliği açısından sanırım son 50 yılın en özel zamanlarını yaşıyoruz. Negatif anlamda tabii.
Ortada efsane, birinci sınıf bir tek hakem dahi yok. Bunda hakemliğin teknolojinin gerisinde kalışının yarattığı algı da var. HD, 3D örümcek ve çizgi kameralı çekimler, pierrolar vs. Yani sorun aslında hakemlerde değil de hakemlikte gibi.
Ancak ortada Collinavari bir karizma da yok. Sahaya çıktığı zaman herkesin güven duyacağı birisi. Webb, Busacca, Larrionda Bleckere’ler gelip geçiyor ama hayır... İşte Cüneyt Çakır’ın şansı da bu. Ve Çakır şansını iyi kullanırsa dünya hakemliğinin yeni efsanesi olma yolunda ilerleyebilir. Bu akşam Türk hakemliğinin zirve derecesini egale ediyor. Ve hâlâ önünde çok şans var. En büyük şansı da Cehennem Çukuru’nda yaşıyor oluşu. Türkiye’de hakemlik yapan her yerde yapar.
O taht boşta ve sahibini bekliyor.

Derbi mi El Clasico mu?

Galatasaray-Fenerbahçe maçlarının dünyanın önemli derbileri arasında gösterilme sebebi barındırdığı şiddettir.
Yoksa biz Partizan-Kızılyıldız maçlarını kalitesinden dolayı mı listeye alırız? Aynı hesap!
Bizim derbide 10 yıl şiddet olmasın bu listeden düşer.
Son zamanda başımıza bir de El Clasico karşılaştırması çıktı. Her maç çok büyük bir buluş yapılıyormuş gibi, işte o maçı o kadar ülke yayınlıyor bu maçı kimse yayınlamıyor teranesi.
U2 turneye çıktığında kaç ülkeye gidiyor? Misal, Duman çıktığında kaç ülkeye gidiyor?
Bu Duman’ın bizim için değerini azaltır mı? Duman’ın U2’dan kötü olduğunu mu gösterir? Hayır. Duman yereldir sadece bu da suç değildir.
Bizim derbimiz de yereldir. İleride bu takımlar Avrupa’da zirveye oynar, oyuncuları herkes tanır, milli takım zirve yapar...
O zaman yerel değil, uluslararası olunur. Ve maçı da bir çok ülke yayınlar...
Bu kadar basit...
Bugün için ise ‘Derbi mi El Clasico mu?’ diye sorarsanız, bin kere derbi derim...

Volkan ve Alex

Alex bir isim, özel bir isim, ama o kadar değil...
Fiili olmalı Alex’in... Alexlemek gibi.
Fazla uzatmadan Alex diyerek anlatabilmelisin bazı şeyleri.
Çünkü o kadar farklı Brezilyalı.
Canını yaktığı rakiplerince de sevilmesiyle farklı Alex. Onu en çok sevenlerce tartışılmasıyla... Alex bir devri anlatıyor Türkiye’de.
Volkan ise farklı. Onu ya çok seversin, ya da nefret edersin. Çünkü o net bir karakter. O sözünü sakınmadan, çok düşünmeden, vurup kırarak yapıyor işini. Ama o da tartışılmaz işte. Sevsen de nefret de etsen kesemezsin milli takımdan...

24 Nisan 2012, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI