‘’Daha da iyisini izleyebiliriz‘’
Ancak şu da bir gerçek ki, Şenol Güneş metodu olmasa belki de yitip giden onca yetenekten biri olarak kalacak ve vasatlığı aşamayacaktı. Burak, Trabzonspor ve Güneş’e çok şey borçlu.
O köken olarak bir orta saha oyuncusu. Önce santrfor arkası olarak iş yaptı. Sonra büyük yanılgıyla onu sağ kanada mahkum ettiler ve Burak’ın gelişimi durdu ve belki o da oyuna küstü. Onu bir görüşte Beşiktaş’a alan ama gerektiği gibi kullanamayan Tigana ve Fenerbahçe’de unutan, yanlış zaman ve yerlerde oynatan Aragones buhranlarını atlatabilmesi ülke fubolu için büyük şans oldu. Ondaki asıl cevheri bulan Güneş’in sisteminde yerini ve Avni Aker’de şaşırtıcı derecede yüksek toleranslı bir seyirci buldu. Böylece zirveye çıktı.
Burak hâlâ olgunluk dönemine ulaşmadı. Onda çok daha fazlası var. Özellikle 1.88 boyunda bir oyuncu olmasına rağmen geçen yıl attığı toplam 78 golden sadece 6’sının kafayla gelmesi bir şeyler anlatıyor.
Burak’ın sıçrama sorunu yok. Zamanlama sorunu da yok, ama kafa vuruşu tekniğini geliştirmek zorunda. Havada vücudunu daha iyi kullanmalı.
Kendisini yere atma illetinden büyük oranda kurtulduğunu söyleyebiliriz. Bu bağımlılıktan tamamen kurtulduğu an çok daha ileri gidecek.
Belki çoğunluğa önemsiz gelecek iki ayrıntının üzerinde durmalı.
Çünkü tamamı ayrıntılar oluşturur ve biliyorsunuz ki şeytan ayrıntıda gizlidir.
Pas alamadığında ya da yanlış pas aldığında jest ve mimiklerle arkadaşlarını suçlamaktan vazgeçmeli. Zaman zaman bunu yapıyor. Bu Trabzon’da büyük sorun çıkarmadı ama İstanbul’da egolar daha şişiktir.
Ve istediği şeyleri yapamadığında beliren o olumsuz yüz ifadesinden de kurtulmalı. Santrfor her zaman olumlu olmalı.
Galatasaray’da daha çok servis alarak oynayacak. Üzerindeki markaj da eğer Terim iki santrfor oynamaya devam ederse daha hafif olacaktır. Elmander ona çok alan açar. Ancak risk de yok değil. Öte yandan eğer Terim 4-3-3’e dönerse ilerideki tek oyuncu olarak sorun yaşayabilir. Ve eğer Terim onu kanada çekerse, eski can sıkıntısı yeniden ortaya çıkabilir.
‘’Oyuncu değişikliği sınırsız olmalı‘’
Oyuncu değişikliğine izin verilen ilk Dünya Kupası olan Meksika 1970’te Meksika maçında devre arasında oyuna girmişti. Çünkü artık futbol fizik olarak bir oyun olmaktan çıkıp bir spor olmuştu. Oyuncular sakatlanıyordu. Üstüne teknik direktörlük artık çalıştırıcılık olmaktan çıkıp stratejistlik haline gelmişti.
Ve muharebe için değişiklikler gerekiyordu. Önce 2 değişiklik, sonra ekstra bir kaleci değişikliği ve son olarak da 3 değişiklik kabul edildi. Çünkü futbol artık oyuncuların ortalama 10 km. koştukları bir oyun olmaya gidiyordu. Halbuki 20 sene önce bunun yarısıydı.
Arrigo Sacchi ilk çalıştırdığı takımın haftada sadece 1 antrenman yaptığını söylüyor. İlk değiştirdiği bu olmuş. (NTVSpor’daki belgeselini kaçırdıysanız tekrarını yakalayın)
Breitner de Real Madrid’e gittiğinde haftada 2 antrenman yapıldığını görüp şaşırmıştı...
Bugün artık durum farklı.
Bugünün temposuna 3 değişiklik yetmiyor.
4 senede bir oynanan Avrupa Şampiyonası’nın finalinde bir takım, sakatlık nedeniyle 34 dakika bir kişi eksik oynamak zorunda kalmamalı.
Takımları eksik bırakacak olan sadece kırmızı kart olmalı.
Kuralları ihtiyaçlar belirler
1962 Şili Dünya Kupası’nda Santiago Muharebesi olarak hatırlanan İtalya-Şili maçı oynanmamış ve o maçı İngiliz hakem Ken Aston yönetmemiş olsa, futboldaki sertliğin cezalandırılması bu kadar hızlı bir süreçte yürümezdi muhtemelen. Ayrıca 66’da Jack Charlton’un uyarı (o zamanın sarı kartı) almasına rağmen bunu anlamamasından doğan karışıklığı değerlendirip sarı ve kırmızı kartları yaratan adam olacaktı ünlü hakem.
Çünkü herkesin uyarıyı anlaması, görmesi gerekiyordu. Aslen bir öğretmen olan Aston basit düşündü. Trafik lambalarını örnek aldı. Ve kartları yarattı.
Çünkü bu bir ihtiyaçtı.
Bugünün ihtiyacı sınırsız değişikliktir.
Daha önce de yazmıştım, bu konuya değinen başka isimler de oldu. Ama artık bıçak kemiğe dayandı.
Dünyada hiçbir takım sporu yükü bu kadar az adamın sırtına yüklemez.
Sahada ne kadar oyuncu varsa, yedek olarak oyuna girecek o kadar oyuncu hakkı olmasıdır. Normali budur...
Bugün iyi oyuncular yılda 80 maça kadar oynayabiliyorlar.
Sadece 1 ay dinlenebiliyorlar. Haftalık izinleri ise genelde 1 gün.
Buna doğal olamayan yöntemlere sapmadan dayanmak mümkün değildir. Spor sağlıktır ama profesyonel spor hastalık yaratır.
22 oyuncu kullanma hakkı
Bugün her takımın 22 oyuncu kullanma hakkı olmalıdır. Ve oyundan çıkan oyuncu tekrar oyuna girebilmelidir. Bu kadar çok oyuncu değişikliği doğal olarak oyunu yavaşlatma tehlikesi doğurur. Evet bu çözülmesi gereken bir sorundur.
Peki ne yapılabilir?
-Yine 3 kez oyuncu değiştirme hakkı olur. Ama bir kez de sayısız oyuncu değiştirmek mümkün olur. Hakem tabelası yerine her oyuncu yerine gireceği oyuncunun numarası olan tabelayı elinde tutar. Voleybolda olduğu gibi.
-Oyuncu değişiklik süresi 10 saniye olur. Dolayısıyla vakit geçirmek engellenir.
-Devre arası değişiklikleri bu 3 seferin dışında tutulur.
Bu, üzerinde düşünülmesi, çalışılması gereken çok önemli bir konudur. Çizgi teknolojisinden çok daha önemli. Çünkü 4 yılda bir yapılan ve final biletleri bin Euro’ya kadar alıcı bulan bir şampiyonada insanlar sonuna kadar mücadele izlemek ister. Bir takım diğerini ezip geçtiyse sorun yok. Ama doğal olmayan nedenlerle, sadece keyfi kısıtlamalarla bir maç yarım saat erken bitmemeli.
Mutlaka yenilenme gerekir
Sıkça tekrarlıyorum. Kuralları ihtiyaçlar belirler.
Kapalı ekonominin olduğu, ülke dışına döviz çıkarmanın yasak olduğu dönemlerin kurallarıyla bugünün ekonomisi, demokrasisi idare edilir mi? 60’ların futbol ihtiyaçları bugünün oyununu yürütebilir mi? Olmaz. Yenilenme gerekir.
Tıpkı ofsayt kuralındaki yenilenmeler gibi. Önce topla rakip çizgi arasında 3 oyuncu olması gerekiyordu. Sonra 2’ye indi. Sonra aktif alan, sonra aktif oyuncu kuralları geldi.
Şahsen işi fazla karışıklaştırdığını düşünsem de bunlar ihtiyaçla ortaya çıktı. Gol ihtiyacı nedeniyle.
Ben, kalecinin ona gelen bir pası tutup bir dakika ceza sahası içinde dolaştığı yıllarda sevdim futbolu. Ancak 20 yıldır kural farklı ve yine futbol güzel.
Geçtiğimiz yüzyılın başında ancak oyuncu maça yetişememişse yerine biri oynuyor, oyuncu gelince yerini alıyordu... Çünkü maçları saatinde başlatmadığınız zaman insanlar galeyana geliyordu.
1965’te İngiltere Ligi’nde resmi olarak ilk oyuncu değişikliği hakkı verildi. Ama sadece sakatlık hallerinde kullanılmak üzere.
70’te bu zorunluluk kalktı.
Ve şimdi yeni bir değişiklik zamanı.
Futbolu, özüne dokunmadan günün şartlarına uydurmak zamanı.
‘’Bir stardan fazlası‘’
Hamit’le ilgili unutamadığım iki olay var.
Birincisi 2008 Avrupa Şampiyonası hazırlıklıkları sırasında Bielefeld’de yaşanan. Terim’in aday kadrosuyla Almanya’da yaptığı kamp sonrası Yıldıray ve Halil’i kadro dışı bıraktığında yaşananlar.
Açıkçası ben endişelenmiştim. Ben o kadronun açıklandığı basın toplantısında Terim’e özellikle Yıldıray’ın dışarıda kalmasının gelecekte gurbetçi futbolcuları olumsuz etkilemesinden çekinip çekinmediğini sormuştum. Bir de tek yumurta ikizi dışarıda kalan temel bir oyuncunun performansı konusunda tabii.
Hoca bu kararın böyle bir etki yaratacağını düşünmediklerini söylemişti. Bana kalırsa yeni gençler etkilendi, ama Terim şampiyonada başarılı bir sonuç aldı. Yani haklı çıktı. Dedim ya bu birçok gurbetçiyi etkiledi.
Peki ya Hamit’i?
Bu karar sonrası takım arkadaşlarının içinde Hamit, Halil’e sımsıkı sarıldı. Dakikalarca konuşmadan birkaç damla gözyaşı dökerek öylece durdular.
Ardından kardeşini uğurladı.
Ve sonra...
Sonra takımın lideri oldu. O şampiyonayı yakından takip eden bizler, Hamit’in arkadaşlarını nasıl yönlendirdiğini, nasıl ipleri ele aldığını, nasıl kendisini adadığını çok iyi hatırlar. Tek yumurta ikizi dışarıda kalmışken küsmek, üzülmek bir yana herkesten daha fazlasını verdi.
Şu bir gerçek ki Hamit sadece uluslararası bir star değil çok daha fazlasıdır.
İkincisi ise geçen yıl Azerbaycan yenilgisi sonrası çıkıp açık gönüllülükle söyledikleri. Herkes, hepimiz Hiddink’i tartışırken o takımdaki arkadaşlarını, hatta kendisini hedef tahtasına koymaktan hiç çekinmemişti. “Bu kadarı yetmez, elinden geleni veremeyen çok oyuncu var. Artık şapkayı önümüze koyup düşünmenin vakti geldi” derken toplam bir eleştiri yapıyordu.
Şu bir gerçek ki, kadronuzda Hamit varsa, yanınızda o oynuyorsa çok açıdan şanslısınızdır. Ama işinizi sıkı tutmanız gerektiğiniz de bilmelisiniz. O sadece bir star değil, daha fazlasıdır.
Hamit transferiyle Terim’in eli güçlendi. Onu Eboue’yle de eküri olarak kullanabilir, Selçuk’un yanında da. Ya da 4-3-3’ün orta üçlüsünü tamamlamak için aranan kan da olabilir.
Galatasaray kendisine sınıf atlatacak çok kullanışlı bir lider ediniyor.
Bir transferle çok şey alıyor.
‘’Kim ne oynar? Nasıl oynar?‘’
Umut 4-3-3’ün iki kanadında da oynayabilir. Ve zaten kendisi aslen bir santrfor. Ancak Umut’un sağladığı avantaj aslında geçen yıl Elmander’in Galatasaray’a sağladığı avantaj gibi. Yani orta sahaya iki yönde de vereceği ekstra destek...
Terim onu 4-3-3’ün ilerideki 3’lüsünün her yerinde kullanabilir.
Ayrıca 4-2-3-1 tercihinde kullanılabilceği mevki sayısı 4’e çıkar.
Yani teknik kadrodunun elini oldukça rahatlatacak bir hamle bu.
4-3-3 tercih edilirse sorun orta dörtlünün kimlerden oluşacağı ve nasıl dizilecekleri. 4-4-2/4-2-3-1’de ortanın göbeğindeki Selçuk-Melo ikilisi olağanüstü istatistiklerle sezonu tamamladı. Eğer 4-3-3’e dönülürse bundan vazgeçilmiş olacak. Ayrıca Elmander-Necati tandeminden de.
İkincisi garanti bir golcü transfer edildikten sonra çok büyük bir sorun değil. Çünkü Umut dinamizmi var. Ve bu dinamizm Amrabat ya da Quaresma’nın yaratacağı yumuşaklığı giderebilir.
Ancak orta tandemden vazgeçmek büyük risk.
4-3-3 orta saha diziliminde kim ‘çapa’ oyuncu olacak kimler iki içi oyuncu olacak? Elde böyle bir oyuncu görünmüyor gibi.
Terim’in buradaki tercihi şahsen en büyük merakım.
Ve zaten Galatasaray’ın kaderini de bu tercih belirleyecek.
Kim ileri
Fenerbahçe’deki temel sorun şu an için orta sahada driplingle ileri gidecek oyuncu olmayışı. Orta sahaya yapılan Topal ve Salih transferleri Emre’nin yerine yapılmış hamleler değil. Ayağı yumuşak, sakin iyi al-vercilere sahip olmak güzel. Ama bu topu ileri kim taşıyacak sorusuna da cevap bulmak gerekiyor.
Kocaman hangi diziliş ve sistemi tercih ederse etsin Fenerbahçe’nin hücum planlarını sadece savunma kanatlarına bırakmak olmaz. Hasan Ali ve Gökhan bu tip öellikleri olan oyuncular. Ama temel rakibiniz Selçuk İnan gibi bir oyuncu varsa ve Melo da olacaksa, en az bu seviyede orta saha delicilerine ihtyaç doğar.
Muhtemelen Fenerbahçe bundan sonraki hamlesini bu doğrultuda yapmak isteyecektir.
Sarı Lacivertli arabada kaporta güzel duruyor, tekerlekler yeni, depo ful ama motor yok.
Bu takımı ileri itecek unsur eksik.
Kuyt ilerideki dinamizm açısında önemli bir hamle, Dia/Stoch/Alex yumuşaklığından sonra orada bir sertleşme olacak. Ancak bunu ortada topla ilerleyebilene 1 uluslararası bir de aday oyuncuyla kuvvetlendimek zorunluluk. Ve tabii Sow’a da en azından yakın seviyede bir yedek bulmak şart.
Bienvenue’nün geçen seneki performansı hiç kötü değil ancak orada da topla adam geçebilen güçlü bir santrfor şartı var.
İnanın bunlar Alex tartışmasından çok daha önemli.
Yapıyı korumak
Bu oyuncu erozyonuyla nasıl mücadele edebilirsiniz? Anadolu’da İstanbul şansını kaybetmiş oyuncular için bir ikinci şans olarak çekici bir yapı Trabzonspor hele de Şenol Güneş’in parlatıcı etkisiyle. Selçuk, Burak, Olcan, Volkan herkes isteyerek geliyor ama parladığı anda iş zorlaşıyor. Bununla mücadele etmenin bir yolu olmalı. Oyuncuları en az 5 yıl orada tutacak ve sermayeyi döndürebilecek bir yapı.
Bunu yapmak için kırılgan olmaktan vazgeçmek lazım. Çünkü herkesin bilip de söyleyemediği realite bu. Burak için Eskişehir’deyken ideal bir kulüpken, 30 küsür gol atıp milli takıma yükselince iş değişiyor.
Bu gerçeği kabul eden bir yapıya ihtiyaç var. Takımdaki yapıyı koruyacak bir sistem.
Burak Galatasaray’a mı gitmek istiyor? Bırakın gitsin. 5-6-7 kaç milyon avroysa. Ama bir de Sercan gelsin.
İki yıl önce Sercan’ın potansiyeli mi daha yüksek görünüyordu, Burak’ın mı?
Sercan gelsin Trabzonspor’un son yıllarda çok iyi çalışan sistemi onu parlatsın. 5 yıl kalsın. Mutlaka gitmek isteyecek. Bu kez yeni ikinci şans arayan oyuncu bedavaya alınsın, Sercan’dan da kar edilsin.
Trabzonspor yakaladığı iyi oyun yapısını ancak böyle koruyabilir.
Aksi taktirde yine “Acaba kulübü İstanbul’a mı taşısak?” tartışması daha doğrusu kavgasına saplanacağız hep birlikte...
Zaman geleceği kuracak yapıyı oluşturmak vaktidir...
Biraz bekleyelim
Samet Aybaba 2 santrforla Almeida’yla oynamak istiyor. Muhtemelen 4’lü orta sahayı da Fernandes’in üzerine kuracak.
Oyun merkezini dengeli tutan bir futbol bekliyorum. Ancak daha fazla bir şey söylemek için çok ama çok erken...
Özür dileyerek söylüyorum, bugün için Beşiktaş’ın kadrosu, hedeflediği oyunu vs. üzerine kalem oynatmak kimse için çok mümkün değil. Ligin başlamasına bir hafta kala net konuşabiliriz...
‘’27 yıl 9 ay hapis‘’
16 kişi...
3 kulüp başkanı...
3 asbaşkan...
4 futbolcu...
2 teknik direktör...
1 menacer...
Federasyon görevlisi...
Toplam 27 yıl 9 ay hapis cezası...
2 milyonu aşan para cezası...
Yöneticilikten ve seyirden tedbirli olmayan yasaklama...
Bu cezalar 6222 yürürlüğe girdikten sonraki maçlar için sadece...
Temyiz ve Yargıtay yolu açık kuşkusuz...
Ben hukukçu değilim. Sporseverim.
Yorum değil, sadece toplama yapıyorum.
Siz de tarafınızı ve yorumu bir kenara bırakın.
Ve şöyle düşünün sadece:
Misal böyle bir dava Macaristan’da görülse ve sonuçlansaydı.
Bu kararlar çıksaydı, Macaristan futbolu hakkında ne düşünürdünüz?
İspanya’nın ilacı yok
Şampiyonada ideoloji takımları vardı.
Yeni Almancılar ‘hızlı dikine ve geniş hücumla iş bitirme’ düsturuyla yine iş başındaydı. Belki gençliklerinden yine kaybettiler.
‘Neo-total İspanya’ ise topa hep sahip olma, kaptırınca anında basma anafikriyle sivrildi.
Bir de ortaya bir pratik zeka koyup belki geçici geçici ama etkili çözüm oluşturanlar vardı.
2010’da kendi buluşunu İspanya’ya kaptıran Hollanda’nın bu yola sapıp kupanın sapından döndüğünü gördük.
2012’de Prandelli bunu adeta sanata dönüştürdü. Pirlo, Cassano ve Buffon’dan aldığı, Balotelli’ye verdiği güvenle... Müthiş esnek bir komutanlık örneği gösterdi.
İlk maçta İspanya’ya karşı üçlü savunmayla oynadı. Çünkü rakibin kanat savunmacılarının Barça oyunu
için yeterli olmadığını biliyordu. Oyunu dar alana sıkıştırdı. Orada da rakibin Villa’sı yoktu. İberiklerin etkinliklerini çok azlattılar.
Almanya’ya karşı ise maçın neredeyse yarısında kalabalık bir şekilde rakip sahada baskı yapıp, Almanya’nın hazırlık paslarına izin vermedi İtalya. Almanlar 4’üncü vitese çıktığında onları tutamazlardı. Daha 2. vitesde ayarlarını bozdular.
Prandelli başta iyi bir stratejistlik örneği verdi. Esnekti...
Dünyanın iki büyük futbol ordusunu sokak savaşıyla yendi.
Ama büyük savaşı kaybetti. Finalde neden Almanya planını İspanya’ya karşı uygulamaya çalıştığını anlamak zor. Önde basma çabası rakibin kanat savunmacılarını, daha çok Alba’yı ilk kez bu kadar etkili bir şekilde oyuna sokmasına neden oldu. Dikine savunmayı delmelerine de. Halbuki De Rossi’yi libero olarak kullandığında Fabregas’ı büyük ölçüde engellemişlerdi.
Sakatlıklar, Buffon’un standardının çok altında kalması... Hücumda dökülmeleri, Pirlo’yu Xavi’nin baskısından kurtaramama gibi sorunlar da cabası.
Ancak asıl önemlisi İspanya’nın bu açıkları değerlendirecek oyun süratine çıkabilmesini sağlayan konsantrasyonuydu.
Sonuç olarak gördük ki, İspanya’nın oyun zenginliğini, pas ideolojisini milli takımlar seviyesinde durduracak bir ilaç yok hala.
Ve sanırım bu durum en az 2 büyük turnuva daha devam edecek gibi.
Yani ideoloji kazandı.
Sadece futbolu bilen
Ülkedeki temel sorunların en önemlilerinden biri, az altyapı kadar başımızı ağrıtan dert, futbol terminolojisi.
Birimizin sahadaki futbolu tanımlamak için söylediği bir kelime diğerinin beyninde kast edilen etkiyi yapmıyor.
En basit örneği forvet meselesidir.
Misal Samet Aybaba’nın ilk röportajında verdiği “Büyük takımlar tek forvetle oynamaz” önermesi.
Hoca burada kuşkusuz forvetten değil, santrfordan bahsediyor. Yoksa dünyada hemen hiçbir takım tek forvetle oynamaz. Ama santrforsuz oynayan vardır. En yakın örnek Fabregaslı İspanya... Del Bosque takımını santrfsorsuz oynattığında dahi 3 forvet oyuncusuyla sahaya sürdü çoğu zaman (Iniesta-Silva-Fabregas)
Öte yandan İtalya ise forvetsiz ama iki santrforla oynadı hep.
En basitinden şu forvet-santrfor ayrımında hem fikir olmadığımız sürece mevzuyu tartışmak mümkün olmayacak.
Herkes belli bir dil bilgisi ve kelime hazinesine hakim olmadan ne hikaye yazılır, ne de strateji oluşturulur ne de felsefe yapılır.
Çünkü Arjantinli efsane teknik direktör Menotti’nin anlatımıyla: “Sadece futboldan anlayan futboldan da anlamaz.” (Tanıl Bora’ya saygılar)
Yalçın Çetin
Futbol basit bir oyundur. Zor olan onu basit oynamaktır demiş ya Cruyff!
Sanırım maç anlatımı da öyle. 35 yıldır maç dinliyor ve izliyorum. Halit Kıvanç efsanesi, İlker Yasin ekolü, Ercan Taner fenomeni, Levent Özçelik klası, Kosova-Karacan-Onay akımı... Gerçek sanatçılar gördük.
Bu şampiyona da yıllardır hak ettiği değeri bulamadığını düşündüğüm bir büyük yıldızı yeniden parlattı. Belki de uzun süredir her şampiyonayı yerinden izleyip onu dinleme imkanı bulamadığımdan bu kadar heyecanlandım.
Yalçın Çetin, “Müthiş bir sakinlikle bir maçın heyecanı nasıl aktarılır?” işte bunun örneğini verdi. Olağanüstü bir ses, bir o kadar iyi bir Türkçe. Şahane bir dramatik anlatım. Her ne kadar yan etkenler zaman zaman dengesini bozsa da hep toparlamayı bildi.
Özetle, “Maç anlatımı basittir. Ama zor olan maçı basit bir mükemmellikte anlatmaktır.” dersini verdi. Kuşkusuz Şampiyona’nın yıldızlarından biri de o...
Yalçın Çetin’in hakkını biraz geç de olsa vermeli artık.
O gençler için yeni bir TRT ustalığı dersi.
‘’Topal'ın yeniden dönüşmesi gerek!‘’
Türkiye-İspanya arasındaki transferlerdeki başarı oranı tek yönlüdür. Türkiye’den İber Yarımadası’na gidenler yüzde 90 oranla başarılı olurlar. Oradan Tükiye’ye gelenler yüzde 90 başarısız. Türkiye’de, sert, vücut vücuda oyun içinde teknik beceri sağlamak gerekir. Hakemler, zeminler, kamuoyu hep bu şekilde şekillenmiştir. İspanya’da ise top ve alan odaklı, faulün neredeyse ayıp sayıldığı bir anlayış vardır. Hakemler, zeminler, seyirci hep bu şekilde bakar duruma.
Bu anlayış, oyun süratini yükseltir. Ortalama bir takım bile yüksek pas oranı ve süratine ulaşır, mükemmeleşir ve uluslararası arenada dahi her türlü futbol anlayışın için zorlayıcı olur. Bu tabloda Türkiye’den İspanya’ya giden her standartüstü oyuncu başarılı olur. Çünkü rahat eder. Sahada dayak yemez. Topu ayağına aldığında etrafında minimum 2 pas opsiyonu var olur. Top ezmez. Ancak ters yönde transferlerde ne teknik adamlar, ne de futbolcular için iş kolaydır.
Riskli bir transfer
Mehmet Topal transferi de, her ne kadar oyuncu uluslararası bir isim olmayı başarmış olsa da risklidir. Topal çok iyi bir oyuncudur hiç kuşkusuz ama İspanya’da... Oradaki performans aldatıcıdır. Takımına bağlıdır.
Düşünün eğer Mehmet Galatasaray’da bu fiyatın yarısına satışta olsa, hiç Valencia’ya gitmemiş olsa Fenerbahçe yine bu kontratı önüne koyar mıydı? Sanmam ama pasaportu ve orada o takım içindeki rolü parlak. Ve tekrar ediyorum aldatıcı olabilir.
Bunu kimse Topal’ın iyi bir futbolcu olmadığı şeklinde yorumlamasın. Çok da iyidir. Ancak bu şartlardaki Türkiye’nin şampiyonluk adayının orta sahasında oynamak için yeniden dönüşmesi gerekir. Baskıya, sertliğe ve az pas opsiyonuna alışması da... Nihat’ın, Güzia’nın, Juan Fran’ın, Del Bosque’nin, Aragones’in yaşadığı sıkıntıları yaşamamak için.
Emre’ye göre 10 kat fazla çaba
Örneklemek gerekirse Cüneyt Çakır’ın Türkiye ve Avrupa’daki hakemlik standardının farklılığı, Çakır’dan kaynaklanmıyor. Sebep ülkedeki futbol anlayışının kaotikliğidir. Onun kötü niyeti değil, sahadakilerin iyi niyetli olmayışı onu bozuyor. Topal da bunun sıkıntısını yaşayabilir. Onun burada başarılı olması için gereken çaba, Emre’nin Atletico Madrid’e uyum sağlamak için göstereceği çabanın 10 katı olacak.
Bu zor bir yol. Ve onun rahat edip performans vermesi de takım arkadaşlarına ve teknik heyete bağlı. Ne kadar pas opsiyonu, ne kadar süratli oyun, o kadar iyi bir Mehmet Topal.
Fenerbahçe’ye gelince, Topal iyi bir orta saha oyuncusu ancak kendi Selçuk İnan’ını bulamazsa hayat kolay olmaz.
‘’Medeniyetin normalleri‘’
Yanlış hatırlamıyorsam 2002 Dünya Kupası’ndaydı. Radikal Gazetesi’nde olduğuma göre öyle olmalı. Bir Avrupalı gazeteci şöyle demişti boynumda asılı akreditasyon kartına bakıp:
-’Kusura bakma. Radikal yazıyor kartta. Biraz önce de Fanatik yazan bir arkadaş gördüm Türkiye’den. Çalıştığınız yayın organlarının isimleri dikkatimi çekti’
Ortalama Avrupalı için böyle ‘köktenci’ gazete isimlerini üst üste görmek El Kaide etkisi yapıyordu belli ki.
-’Bizde iklim bu’ dedim. Bu kavramlar sıradan ve hatta pozitif. Doğallaştı. Anlamını yitirdi, başka anlamlar aldı. Senin bu kelimelerden anladığınla, benimki farklı...
Bizde iklim bu, normallerimiz bu, dolayıyla jargon bu...
-’Anlıyorum’ dedi. Ama anlamamıştı... Anlayamazdı.
Bugün Açık, Mert ve Korkusuz da iklimin sonucudur. Sebebi değil.
Bizde iklim budur. Normaldir. Normalleşmiştir.
hhh
Dünyanın hemen her yerinde spor kaynaklı korkunç olaylar olur. Spor terörü bize özgü değil...
16-17 yaşındaki kız çocuklarına saldırılmasa da terör her yerde vardır. Ya da saha ortasında gencecik futbolcular ailelerin gözü önünde dövülmese de.
Terör vardır. Hatta cinayetler de...
Bu kınanır. Cezalandırılır. Özürler dilenir. Yeni olaylar olmasın diye yeni çok boyutlu tedbirler alınır. Üzerine araştırmalar yapılır. Ama yine de olur... ABD’de de Arjantin’de, de Avrupa’da da...
Ancak hiçbir gerçek medeniyette, bu tip bir olay ‘ama’larla, “Onlar da yapmıştı”larla yumuşatılmaz, geçiştirilmez, yandaş kitleler bulamaz.
Hiçbir yüksek medeniyette kamuoyunun bir kısmı böyle bir olayda saldırganların yanında olmaz. Çünkü medeniyet iklimi buna izin vermez.
İşte bizde korkunç derecede farklı, farklı şekilde korkunç olan da budur.
Korkunç olan ortak aklın, ortak vicdanın topyekun aynı safta toplanamayışıdır.
Galatasaraylı kızlara saldırılır, Fenerbahçeli defansa geçer, Fenerbahçeli genç futbolculara saldırılır, Galatasaraylılar savunur.
Halbuki hangisine saldırılsa ilk tepkiyi vermesi gereken saldıranın camiası olmalıdır. Umarım geç de olsa olacak da...
Ama tam anlamıyla net bir şekilde ve hızla olamıyor. Çünkü iklim müsaade etmiyor.
Bakın! İnsanlar korkunç hatalar yapabilir. Hepimiz yaptık, yapıyoruz, yapacağız. Her şey insanlar içindir.
Fakat eğer normal, sıradan vatandaşın, böyle korkunç hatalarda saldırganın tarafında durmasını normal ve hatta zorunlu kılan bir iklim yerleşmişse durum vahimdir.
Yasanın, polisin, jandarmanın çözebileceğinin dışındadır.
Bu şiddet iklimini değiştirmek, mevsim normallerini düzenlemek gerekir.
Bu iklimde değil çiçek, ot bitmez...
Ve herkesi hepimizi sarar yok eder.
Medeniyetler işte böyle yok olur...
Yok olmayalım.
Çünkü biz aslında böyle değiliz. Biz medeni insanlarız.
Mesele medeniyetini övmek ve korumak için holiganlaşmakta değildir.
Holiganı barındırmayan bir medeniyete sahip olmakla övünebilmek ve onu korumaktır.
Yapmamız gereken insanlığımızı hatırlamaktır.
Hatırlayamayanlar için yardım eder belki...
Sadece şu fotoğrafa bakın ve onlara layık olmaya çalışın.
Çünkü artık sözün bittiği noktadayız.
UEFA ve mahkeme kararı
UEFA geçen yıl Fenerbahçe’yi TFF kararıyla Şampiyonlar Ligi dışına attığında elinde ne vardı? Sadece basında çıkan haberler. Ve tutukluluklar...
Yani ne bir karar, ne bir iddianame...
Şimdi eğer Mahkeme, Fenerbahçe Başkan ve yöneticilerini suçlu bulursa ne olacak?
Elde net bir karar varken “Ben TFF Kurulları’nın kararlarına bakarım, adaletin verdiği karar beni bağlamaz” diyecek mi?
Soru bu!
Cevap da UEFA’nın altını ısrarla çizdiği ‘iyi niyet’ vurgusunda. TFF ve davaya taraf olan kulüplerin iyi niyetinde.
Senez Erzik “Bu iş bitti” demedi.
Ama ‘iyi niyet’ vurgusunun ışığında değerlendirme yapmakta sakınca yok.
Şu anki hava bu!
Şampiyona çıkarımları
-İspanya orta sahasının bir ekip olarak yaptığını Pirlo tek başına yapıyor. Savunmada var, hücumun kaynağı, savunmanın çıkışına yardım ediyor. Estetik serbest vuruş ve penaltı atıyor. Şu ana kadar en etkili performans onunki. Sırdan bir takım onunla parlıyor. Pirlo bir mücehver...
-Ronaldo ‘gerçek Ronaldo’ olamaya gidiyor? İlk kez milli takımda böylesine bir karakter koyuyor ortaya. Bu yıl onun yılı olabilir. Dünyada yılın futbolcusu olmaya çok az kaldı.
-Capello’ya o kadar para verip, o kadar yatırım yapıp, sonra Hodgson tutuculuğuna dönmek nedir? İngiltere’ninki elenmek değil de rezil olmak.
-Blanc aklıyla oynayan büyük bir kariyerdi. Kariyerinin başında Maradona’nın Napolisi’nin bir parçasıydı, emekli olmak üzereyken Manchester United’a transfer olan bir futbol bilgesine döndü. Ama futbolda verdiği son ders en önemlisi. En akıllı futbolcu bile kötü teknik adam performansı verebilir. Teknik direktörlük başka bir meslektir.
Devamı haftaya...
‘’Bu maç uzar!‘’
İngiltere - İtalya
90 dakikada bitmez!
İtalya 2006 şampiyonluğunun ardından 2010’da gruplarda elendiyse bunun yegane sebebi, Lippi’nin Pirlo’dan sadece son Slovakya maçının son 35 dakikasında yararlanabilmesidir.
Onun orta sahaya kattığı akıl ve beceri futbolunun olgunluk döneminde son 2 yılda önce Milan sonra Juventus’da kazandığı iki şampiyonlukla taçlandı.
Pirlo gibi bir orta saha aklıyla defansif bir stratejiyi tamamlamak daha kolay oluyor. Çünkü gerektiğinde takımın oyunu tutabilmesini sağlıyor.
Onun tarz ve klasında bir orta saha İngiltere’de yok. Bu da onların oyunu tutmak ve soğutmak konusundaki sıkıntılarının temelini oluşturuyor. Ancak İngiltere de bir kaybı avantaja çevirmiş durumda Lampard’ın yokluğu Gerrard’la arasında sürekli var olan rol paylaşımı sorununu ortadan kaldırdı. Scott Parker’la paylaşımlarındaki roller artık çok açık. Oradaki kral Liverpool’lu. 3 asistle oynuyor oluşu zaten bunu gösteriyor.
İtalya açısından en önemli sıkıntı Chiellini’den yararlanamayacak oluşları. Mayıs’ta yaşadığı adale sakatlığı nüksetti ve Rooney-Wellbeck ikilisinin deliciliği artık daha büyük bir tehlike. Prandelli muhtemelen ilk planına yani de Rossi’nin eski tarz bir libero rolünü üstlendiği 3’lü savunmaya dönecek. Bu durumda iki kalecinin formu da göz önüne alındığında maçın dengede gitmesi uzaması uzak bir ihtimal değil.
İngiltere’yi bir adım öne geçirebilecek fark ise Theo Walcott’un sağlık gizeminde saklı. Arsenal’li İngilizlerin çok uzun süredir tam yararlanamadığı ve hasret oldukları inceci tekniğin temsilcisi. Hudgson kıta Avrupası’nda en uzun süre çalışan İngiliz teknik adamlardan olsa da oyun mantalitesini hiç değiştirmemiş bir Adalı. İngilizin de İngiliz bir oyun oynatıyor.
Prandelli ise İtalyan stratejisinden kopmayan ama esnekliği olan bir futbol pragmastisti. Bir başka ilginç nokta ise iki takımın da kullandığı 3’er santrforun golle tanışmış olması. İsimlere bakıldığında İngiltere önde gözükse de İtalya’nın çeşitliliği daha geniş. Di Natale, Balotelli ve Cassano farklı özellikleri olan oyuncular. Sonuç olarak eksikler ve fazlalara bakıldığında şanslar eşit görünüyor.
İspanya - Fransa
Her şeye rağmen farklı
İspanya yarım bir Barcelona gibi. Her anlamda. Messi, Alves ve Abidal’i arıyorlar. Onları 2010’da tartışmasız olarak zirveye götüren kuşkusuz orta saha becerisi ve pas zenginliğiydi. Ancak bunu kanatlarda Ramos ve Capdevilla ile çok iyi tamamlıyor, Villa’yla da Messi efekti yaratıyorlardı. Şimdi bu 3 oyuncu eksik. Bunun doğal sonucu iki kanadı hücumun parçası yapmak ve rakip savunmaları genişletip bağlarını koparmak konusunda sıkıntı yaşıyorlar. Jordi Alba ve Arbeloa henüz bu seviyede bir performans gösteremedi. Dolayısıyla pas hızları ve hücum genişlikleri kendi standartlarının çok altında kalıyor.
Dar alanda savunma yapabilen rakiplerini verkaçlarla delmeye çalıştıklarında ise Villa’yı arıyolar. Torres’in bunu o standartta yapması özellikleri itibarıyla zor. İrlanda maçı bu konuda bize rehber olamaz.
Zaten bu yüzden Del Bosque ilk maçta Fabregas’ı tercih etti.
Tüm bu dezavantajlar İspanya’yı mükemmellikten uzaklaştırıyor ama hala en iyi onlar. Busquets ve Xabi Alonso’yu birlikte oynatmak tartışmalı bir tercih kuşkusuz. Ama arkalarında Pique, Ramos ve Casillas’la fark yaratan bir kalite ortaya koyuyorlar. İspanya, Xavi,Silva ve Iniesta’nın pas hızını yükseltecek yardımcılar bulabilirse önde yaptıkları baskı karşısında Fransa’nın hele de Mexes’siz direnmesi zor. Şampiyonadan önce İspanya’yı ancak Fransa ya da İtalya’nın durdurabileceğini düşünüyordum, Almanya’nın değil.
Bugünse Fransa savunmasıyla bunu yapmasının imkansız olmadığı kanaatindeyim. Kaderi yaşatacak olan savunma ama çizecek olan isimlerse Nasri ve Ribery. Menez, Diarra ve Cabaye çok iyi performanslar sergiliyor. Ama asıl Ribery ve Nasri’nin bir üst seviyeye yani zirveye çıkmaları şart. Eğer Rakitic’in yapamadığını yapabilirlerse 2 yıl öncesi kadar korkutucu olmayan İspanya’yı zorlayabilirler.
Almanya - Yunanistan
Yine bir mucize lazım
Almanya 9 puanla ama son ana kadar elenme tehlikesiyle gruptan çıktı. Yaratıcı 4’lü hücumları Klose yerine Gomez’le oynadıklarında farklılaşıyor. Klose’yle ‘4 hareket’li yani dönerek oynuyorlar. Gomez sahada olduğunda ise pozisyonlara bağlı bir şekilde. Sadece Mesut’la Müller zaman zaman yer değiştiriyor.
Gomez’in ‘dev’ becerisi büyük avantaj. Ama Podolski-Müller ikilisinin ve Lahm’ın hücuma aynı derecede katkı yaptığını söyleyemeyiz.
Yunanistan politik ve ekonomik durumun yarattığı bir ruh haliyle sahada olacak. Şampiyonaya iki yönlü bir oyun oynama iddiasıyla girip sonradan döndükleri Rehhagel stilinin çimentosu bu ruh hali olacak. Direnebilirler mi? 2004’de bunu yapmamış, Rusya’yı devirmemiş ve ev sahibini elememiş olsalar hayır derdim. Karagounis’in sahada olup olmaması onlar için temel soru işareti. Rusların hücum gücüne dayandılar. Bir üst seviye olan Almanya’ya direnmek daha zor.
Ignasevich’in Karagounis’e kaptırdığı gibi bir hata arayacaklar ancak Almanların Hummels ve Boateng gibi güçlü savunmacılarının böyle bir hata yapması kolay değil.
Bu maçı Almanya açısından kolaylaştıracak oyuncu ise Schweinsteiger. Garip bir şekilde genelde oyuna giren ve önde oynayan Khedira, arkayı kollayansa Bayern’li oluyor. Almanya savunma açısından hiçbir zorluk yaşamaz. Ancak hücumda Rehhagel ruhu onları engelleyebilir.
Onlar için en kötü ihtimalin maçın uzamasıyla ortaya çıkacağını düşünüyorum. Sanırım Yunanistan’da bunun peşinde olacak.
2004’de Portekiz’i iki kez yenen... Tarihin belki de en iyi Çek takımını ve Fransa’yı dışarıda bırakan takım değil karşımızdaki.
Samaras’ın da dediği gibi Almanlar akıllarının bir köşeside korkuyorlar mıdır bilinmez ama tarih orada öylece duruyor.
Çek Cumhuriyeti - Portekiz
Sürpriz olabilir
Çeyrek finalin sürprizinin burada olabileceğini düşünüyorum. Başka kalitede ama benzer takımlar karşılaşıyorlar. İki takım da Baros ve Postiga’yla gibi kötü santrforlara katlanıyorlar. İki takımın da iki kanat hücumcusu parlıyor. Jiracek-Pilar, Nani-Ronaldo. İki takımın da yaratıcılığı kısıtlı ama sağlam orta saha blokları var. Portekiz, Nani ve Ronaldo kalitesine sahip. Çekler de her ne kadar hatalar yapsa da Petr Cech’e...
Çeklerin Rusya karşısınındaki dağılışları savunmalarında yapılan değişikle giderilmiş gibi duruyor.
Ruslar 4 becerili hücumcuyla geniş alanda saldırıp işi bitirmişlerdi. Portekiz daha yüksek kalitede ama sadece 2 kanat oyuncusuyla işi zorluyor.
Moutinho- Veloso - Meireles dinamik bir üçlü. Formdalar. Hollanda’nın zayıf savunmasını orta sahasıyla bağlarını tamamen koparan bir yapı oluşturmayı bildiler. Normal şartlarda ölüm grubundan çıkmaları zor olurdu.
Ancak Çeklerin Rosicky’siz de olsa daha sağlam ve dikine oynamayı bilen bir orta saha ekibi var. Korkunç grup performansları ve Rusya karşısında dağılmaları her ne kadar onları geride tutuyorsa da Plasil, Pilar, Jiracek, Hübschman dörtü bloğunun savaşa hazır olduklarını söylemek mümkün. Michal Bilek ülkede torpilli ve o mevkiyi hak etmeyen bir teknik adam olarak biliniyor. Ancak Rusya’dan 4 yedikten sonra Baros performansı ve Rosicky kaybına rağmen takımı böyle değiştirip çeyrek finale çıkarmayı başardıysa övgüyü hak ediyordur.
Aslında belki garip gelecek ama tüm denkliklerin ardında bu maçı Ronaldo ve Petr Cech üzerinden görüyorum.
Her şeyi yapabileceğini göstermiş, kariyerlerinde tek başlarına her şeyi değiştirebilmiş 2 milli kahraman. Ancak ikisi de milli takımda kulüp kariyerlerinde ulaştıkları zirveyi yakalayabilmiş değiller.
Bu maçta biri bu zirveye çıkacak ve takımını galip getirecektir. Böyle bir karşılaşmada her zaman hücumcular avantajlıdır kuşkusuz. O yüzden Portekiz önde. Ancak dedim ya. Bir sürpriz olacaksa sanki burada olacak gibi.









































