‘’Orta saha sorunu‘’
Şimdi yine ortanın ortasında tandem oynamak istiyorlar ama olmuyor. Emre ve Melo’nun hem birbirlerinin tandemi olmaları konusunda, hem de stoper ve santrforlarına uzaklıklarının fazlalığı açından derin sorunları var. Geçen yıl hiç açık vermeden rakip cezaya rahatlıkla yaklaşıyorlar, pozisyon arıyorlardı. Şimdi hem kaleye uzaklar hem de çok açık veriyorlar.
Dün 2. yarıda görece baskılı oynadıklarında dahi Gençler’in orta sahayı nasıl rahat geçtiğiklerini gördünüz. 1-2’den 3-2’ye bu devrede getirdiler oyunu. Galatasaray geçen yıl buna müsaade etmezdi.
Burak’ın bu oyunda Galatasaray’ın yumuşak karnı olduğu açık. Melo-Selçuk ikilisi yüzde 100 hazır olana kadar Burak’ın 11’de oynaması Galatasaray’ı orta sahada zayıf kılacak. Umut ona oranla daha sert ve destekçi. Pas beklemiyor, oyuna giriyor. Özellikle deplasman oyunlarında Umut bu devrede ilk tercihe daha uygun. Maç 3-2’ye geldikten sonra hücum sürekliliğinin biraz olsun artışı ve öndeki direnç onun eseri.
İlk yarıda Tosiç’in olağanüstü oyunuyla zorlanan sağ kanat ve belki Amrabat’ın 4-3-3 ekolünden gelmesi nedeniyle Hakan’ı yalnız bırakışı üzerinde de durulabilir. Ancak bunlar geçen yıl da karşılaşılan sorunlardı. Galatasaray omurgasıyla bunların altından kalkmıştı. Şimdi olmuyor.
Fuat Çapa’nın orta sahada rahat hareket edebilen ve Azo’yla oyuna yön veren merkez ekibinin ikinci yarıda kalelerine gelen ilk 2 topta gol yemelerine rağmen ayakta kalışlarını da alkışlamak lazım. Galatasaray’ı ise tüm organizasyonel olumsuzluklara rağmen fizik olarak ayakta kalmalarıyla.
‘’Acı son!‘’
Sercan, Tunay, Mehmet Ekinci, Hasan Ali gibi bence halen aday pozisyonunda olan oyuncular, bireysel taktik açısından güvenli değiller. Ve neredeyse ayakları titriyor. Diğer taraftan Emre dışındaki Egemen ve Volkan gibi tecrübeli oyuncularda da benzer durum var. Bu kaliteyle de alakalı kuşkusuz. Ancak önce psikolojilerine bakmak lazım.
H H H
Szalai bizde olsa yani önde topu tutacak bir pivot görevlendirsek, orta sahanın performansı artar. Mevlüt, Umut gibi araya oynayan oyuncuları besleyemiyoruz.
H H H
Abdullah Avcı, santrfor nitelik ve niceliğini çok sınırlı tuttu. Sadece iki opsiyonla Budapeşte’ye gelmemiz, B planımızın olmaması demek.
H H H
Bütün bunlara rağmen gole kadarki oyun Hollanda maçı da dahil en iyisiydi. Savunma oyununa geçince, rakibin akım sürekliliğini sekteye uğratacak bir çıkış planımız yoktu. İşte Szalai gibi bir topçuyu en çok burada aradık.
H H H
Yine bütün bunlara rağmen Nuri’nin pozisyonuna penaltı verilmeyişi, Aydın’ın kaçırdığı pozisyon, bizim için şanssız kırılma anları idi. Tabi penaltıdan Hamit’in de atılmaması şansımız.
H H H
Son olarak artık şunu söylemek mümkün. Bu plan tutmadı. Hollanda ve Macaristan maçlarındaki kadroların bizim en iyi organizasyonumuz olmadığını düşünüyorum. Her şeye rağmen daha iyisini yapabiliriz. Aynı şekilde bu kadrodaki birçok oyuncunun da milli takım seviyesinde olmadığını ve belki de hiç olamayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.
‘’Milli Takım seçiciliği bir iş değildir‘’
Her insan günde 6-8 saat aktif performans göstermek mecburiyetinde artık. Modern tarımda olduğu gibi. Tribünde maç izlemek bir iş değildir. Hazırlık belki olabilir. İşse de ‘scout’ların işidir bu. Oyuncu takip etmek için görevlendirilmiş her kulübün adamları vardır.
Daha da önemlisi teknik/taktik, performans analizleri yapan kurumlar mevcuttur. Bilgi sonsuzdur. Parametreler sınırsız. Ölçülmesi gereken bir kişinin maç izleyerek toplayacağından çok ama çok fazladır. Dolayısıyla halihazırdaki Milli Takım teknik direktörlüğü işi ya da seçicilik başlı başına bir temel görev olamaz. Bu bir yan iş olabilir... Ayrıca...
1-Sahada aktif iş yapan tribünde olandan her zaman avantajlıdır. Kendi oyuncularının ciğerini bilmekle kalmazsınız. Rakipleri karşısında ne durumda olduklarını bilirsiniz. Onları o durumda zorlayanları da. Tecrübeleri net sağlamdır.
2-Ayrıca teknik direktörlük bir form işidir. Sürekli çalışma, istim üzerinde olma avantajdır.
Oyuncu kadar olmasa bile sahada, soyunma odasında olmak sizi sıcak tutar. Bugünkü yapısıyla milli takım teknik direktörlüğü insanı soğutur. Reel dünyadan koparır.
Formdan düşürür.
Profesyoneli hep sahasında tutmak gerekir.
Milli Takım Teknik Direktörü liginde iddialı bir takımın başında, sıcak olmalıdır. Diyelim ki Avcı yarın kazandı. Söylesenize marta kadar ne yapacak? Kendini yemekten başka. Bugünün dünyasında böyle bir iş yok. Milli Takım hocası kulüp de çalıştırmalıdır.
Çağırdıklarının anlattığı
Sakatlıklar sonrası Serdar Kurtuluş ve Cem Paul’ü çağırmanın verdiği mesaj nedir? İki savunmaya dönük oyuncu... Teknik direktörlük, özellikle de büyük takım ve Milli Takım teknik direktörlüğü sadece takım yapmak değil, biliyorsunuz. Bu iş 70 milyonu yönetmek, algıyı yönetmek demek. Peki Romanya maçındaki hücum fakiri oyundan sonra bu ne demek? Ben hücum ekibinden memnunum. Santrforumdan arkadaki 3’lüden müsterihim. Eksiğim sakatlıklar sonrası savunmaya dönük oyunda demek ne demek? Mevlüt ve Umut var... Burak gitti. Macaristan maçının son 5 dakikası oyun sıkışmış. Ne yapacaksınız? Ne anlama geliyor bu? İçeriye ve dışarıya ne mesaj verilmiş oluyor? Sadece, pivot özellikleri olmayan direkt golcü de olmayan, 2 destek forvetle sıkışmış bir maçı nasıl çevireceksiniz? Burada ciddi bir takım mühendisliği sorunu var. Hoca kusura bakmasın.
Dünya Kupası’na gitmek isteyen bir takımın solu Hasan Ali ve Sercan’dan oluşmaz.
Arda ve Atletico
Arda Turan’ın Atletico’da oynadığı 10 numara mevki, milli takımla aynı değil. Hocanın söylediklerinin aksine... Atletico, Koke, Arda, Adrian, Falcao, Cristian Rodriguez vs...
Her kim oynuyorsa bunlar Türk Milli Takımı’nın tersine 4 hareketli hücumcuyla oynuyorlar. Yani dönerek. Ancak burada olan net pozisyon oyunu. Halbuki Arda yine sola kaçıyor. Ama onun bölgesine geçen yok. Sercan’la üst üste biniyorlar. Dolayısıyla Arda zaman zaman kağıt üzerinde santrfor arkası oynasa da, Atletico’daki oyun tarzı Türk Milli Takımı’ndan farklıdır. Hocanın verdiği örnek doğru değildir. Bir oyuncu salt
10 numara giyiyor diye o pozisyonda oynuyor sayılmaz.
‘’Sadece Arda‘’
Arda, 4-2-3-1’de santrafor arkası göreviyle sahada olsa da 4 hareketli bir hücumun parçası gibi oynadı. Yani Atletico’daki gibi. Ancak diğer hücum 3’lüsü, onun bu oyununa ayak uyduramadı. Hantal kaldı. Savunmada çok iyi yerleşen Romanya’yı açamadık. Gökhan ve Hasan Ali, genelde erken ortaları denediler. Bu da rakibin işine yaradı. Romanya ise sahaya çok iyi yığılıp hiç alan bırakmayıp Marica’yı bizim Hakan Şükür misali etkin bir pivot santrafor gibi kullandı. Savunma ikilimizin dengesini bozmakla kalmadı. Mehmet Topal’ı da oraya bağladı. Üç kişi bir oyuncuyla uğraşmaya çalışınca, orta sahadan sürpriz oyuncular çıkarmaya başladılar. Hem hücum gücümüzü törpülediler. Hem de savunmamıza sorun çıkardılar. Öyleki buna Volkan’ı bile ekledikleri söylenebilir. 10 yıl önceki hatalarını hatırlatan bir acemilikle golü de yedik.
Bu tip bir oyunda yani oyunun merkezi bu kadar ileride olacaksa iki stoperiniz hariç bütün ekip olarak hareketli, hızlı top çeviren bir takım olmalısınız. Bunu yapamıyorsanız iyi duran top organizasyonlarına sahip olmalısınız. Uzaktan şutlar denemelisiniz. Ve orta saha oyuncularınızı savunma oyuncuları arasına sızdırmalısınız. Bunlardan sadece Hasan Ali’nin 3 şutunu görebildik. Bu yetmez. Dün Rumenler, disiplinli ve organize savunmalarıyla Arda ve ilk yarıdaki Emre dışında bizi uyuttular. Seyirciyi ve teknik heyeti de... Abdullah Avcı’nın Mehmet Topal-Emre planı, Estonya maçında rakip eksik kaldıktan sonra etkili olabildi sadece. Şu gerçek ki Rumenler, ikinci yarının başında heyecanlarını yenebilseler tarihi bir fark da yiyebilirdik. Hoca herşeyi baştan düşünmeli sorun büyük...
‘’Tüm yük onun omuzlarında‘’
Sezon başında rüya takım denildi, ama gelinen noktada bu kadro da sorgulanmaya başladı. Size göre Galatasaray kadrosundaki temel noksanlar neler?
Fatih Terim sezon başında rüya takım benzetmesine sadece ‘henüz o seviyede değiliz’ demek için itiraz etmedi. İstediği takımı
kuramadığı için itiraz etti. Şöyle ki:
Hakan Balta’nın pozisyonunun en iyisi olduğunu düşünmekle birlikte hücum oynayabilen bir sol bek arayışında olduğu net. Riera’yı ısrarla oynatmak istemesinden bile bunu anlamak kolay. Diğer eksikse santrfor. Elindeki oyunculardan mutsuz olmasa da, yüksek yüzdeli gerçek bir santrfor arayışında. Drogbavari, hem yarıp giden, hem de vurunca kaleyi bulan bir oyuncu istiyor. Yanı Burak tamam, ama Braga maçında bulduğu 3 kafa poziyonundan en az birisini değerlendirebilecek, De Gea’nın üzerine değil ayak dibine bombalayacak bir oyuncu. Bu her ne kadar dillendirilmese de orta uzun vadede elindeki santrfor ekibini değiştirirse hiç şaşırmam. Orta sahada Melo konusunda da gelişme olabilir. Ama asıl önemlisi stoper. Cris kadroyu genişletmek için 4. olarak alındı. Bu konuda da Ocak ayında gelişme olabilir.
Süper Lig’de geride kalan 7 haftada 9 gol yedi Galatasaray. Şampiyonlar Ligi’nde de geride kalan 2 maçta yenilen 3 gol, atılan ise 0... Bu tablo ile ilgili neler düşünürsünüz?
Bir Ersun Yanal takımını 80 küsür dakika boyunca kendi yarı alanına hapseden bir takım fizik kondisyon açısından önemli bir noktadadır. Bu savunma organizasyonu açısından da oldukça iyi olduğunuzu gösterir. Eksik olan iki temel nokta var. Hücum organizasyonu salt Selçuk’un üzerine yıkılmış durumda. O biraz geri kalınca, Galatasaray dakikalarca rakip alanda olmasına rağmen pozisyon yaratımı ve sürekliliği anlamında geri kalıyor. Galatasaray Melo-Selçuk tandemini yeniden canlandırmak yahut Brezilyalı’ya bir alternatif bulmak zorunda. Geçen seneki omurgadan Ujfa, Necati yok. Elmander ve Melo istenen seviyede kullanılamıyor. Bunlar hem hücum hem savunma organizasyonunda sorun çıkarıyor. Üstüne koymaları beklenirken, yani sol bek, orta saha kanatları ve garanti golcü takviyesi beklenirken temelden, yani omurgadan kaybettiler. Bunlar giderilebilir sorunlar. Ama zaman kaybedildi.
Selçuk İnan’daki düşüşü, Abdullah Avcı’nın Hollanda maçında onu yedek oturtmasına bağlayan da var, Melo’nun müthiş formsuzluğuna da... Sizin fikriniz?
Temel sorun Melo ve Elmander. Bu iki oyuncu yarttıkları direnç ve açtıkları hücum kanallarıyla Selçuk’a alan ve serbesti yartıyorlardı. Şimdi ikisi de çok düşük seviyedeler. Melo önemli sorun. Son güne kadar onun yerine birisini aradıklarını, ancak hem istenen isimlerle anlaşılamadığını hem de taraftar tepkisinden çekindiklerini düşünüyorum. Kabul etmek lazım ki, eğer Melo olmasa ve bu puanlar aynı şekilde kaybedilse ondan başka bir şey konuşulmaz yönetim yıpranırdı. Hem form ve fizik durumu hem de geçen sene ulaştığı çizgi algıyı oldukça bozdu. Bu durum Selçuk’un daha defansif oynamasına ve pas verecek adam bulmakta zorlanmasına yol açıyor. Hep söylemeye çalışıyorum. Oyuncular takımları değiştirmez, takımlar oyuncuları değiştirir. Arkadaşları hareketlendikçe Selçuk da kendisine gelir.
Tüm bu olumlu ya da olumsuz şartlara rağmen Galatasaray’ın Süper Lig ve Şampiyonlar Ligi’ndeki yol haritası hakkında neler düşünüyorsunuz?
Galatasaray’ın fizik durumu onu ligin bir numaralı favorisi yapmaya devam ediyor. Şampiyonlar Ligi’ndeki şansının tamamen bittiğini söylemek de doğru değil. 12 puan çıkarma şansı hâlâ bir şekilde var. 10 puan da yeterli olur. Ancak burada bir sorun var... Braga maçındaki oyun Şampiyonlar Ligi düzleminde fazla riskli bir baskı oyunu. Bu düzlemin mottosu ‘asla yenilme’dir. Çünkü rakibe verdiğiniz ekstra 2 puan çok önemli. Kısa boylu liglerde önemli olan kaybetmemek. Terim’in altını çizdiği ‘başka seviye’den çok ‘başka düzlem’ daha uygun bir deyiş. Ben hocanın o stratejide hata yaptığını düşünüyorum. Ancak Galatasaray’ın da önde oynamayı çok seven ve kontrol oyununu çok beceremeyen bir kadro olduğunu da kabul ediyorum. Ne olursa olsun Cluj maçında daha dengeli ve kontrollü bir oyun şart. Şampiyonlar Ligi başka bir yolu kabul etmez.
‘’Sadece gözlük‘’
Oynadığı onca maç attığı onca gol kadar değerli dünkü performansı Alex’in. Kendi hatalarını da büyük bir açıkgönüllülükle anlatırken hissettiğim sadece bu.
Aziz Yıldırım’ın “sahadaki Alex’e kefilim, dışarıdakine değilim” tespitine verdiği cevapta da...
“Fark sadece 2 gözlük camı” dedi...
“Samet doğruyu söyle” bir tarafta ve işte Alex de bu tarafta.
Basın toplantısında izlediği analitik yapı ve dramatik kurguyla 2 saati aşkın hiç yormadan dinletti kendisini. Bu kadar düşük volümden bağırıp çağırmadan konuşan birisi için bu kolay değildir. Analitik zeka da böyle bir şey işte.
Öyle ki; Bana kalırsa Alex sahada da gözlüklü.
Geçen hafta da yazdım. Alex kendisi gitmek istedi. Sebep belli... Sorunun iletişim eksikliğinden, açık açık konuşmamaktan geldiğini söylerken haklı. Verilen görüşme sözlerinin tutulmamasından bahsederken de. “Sadece futbolu yaşamak istiyorum, siyasetiyle ilgili değilim, olmadım ama beni içine çekmek için çalışıyorlar” derken de.
Alacağı yoktur kağıdı imzalamak istemeyişi.
“3. ligde de oynarım ama ödeme planını öğrenmeliyim” deyişi.
Kocaman’ın “dönüşte konuşacağım” demesine rağmen haftalarca konuşmaması.
Aziz Yıldırım’ın verdiği toplantısı tarihine uymayışı.
İşte bazısı için hiç sorun olmayan şeyler, bazısı için kanser edici bir belirsizliktir.
Bazı insan vardır bununla yaşamazlar.
Biliyorum çünkü ben de öyleyim.
Ve işte bütün bunlar Alex’in gitmesine yol açtı.
Alex gitti. Gönderilmedi.
Giderken de bu mükemmel basın toplantısıyla güzel bir ders verdi.
Anlaşılır, açık, dolandırmadan 8 yılı özetledi.
Fenerbahçe, futbolunu arar mı bilmiyorum ama zekasını arayacaktır.
Yolun açık olsun efsane.
Kafamdaki tüm soru işaretlerini sildin ve gittin...
Galatasaray’ın omurgası bozuldu
Ersun Yanal’ı her yönüyle eleştirmek mümkün olabilir. Tabii takımlarının fizik gücü hariç. Ülkede bireysel fizik çalışmayı başlatandır Yanal. Galatasaray, Yanal’ın hazırladığı ve sahaya sürdüğü takımı gole kadar rakip sahada 2 pas yaptırmadıysa bu, bayağı bir şey anlatır. Terim’in takımı fizik açıdan ülkenin en hazırı.
Peki sorun ne?
Geçen yıldan farkı, takımı var eden omurganın tanınmaz halde oluşu.
1- Savunma göbeğindeki değişim... Daha önemlisi sürekli denemelerle belli bir 2’li bulunamayışı. Misal Cris transfer olurken onun ancak 4. tercih olabileceğini düşünüyordum. Terim direkt sahaya sürdü. Öte yandan Şampiyonlar Ligi’nde yok.
2- Melo’nun yetersizliğiyle merkez tandemin bozulması... Oradaki paylaşım yüzde
40-yüzde 60’tı. Savunmada Melo, hücumda Selçuk biraz önde.
Bütün bir yaz Piri tarafından hazırlanan takıma kilo fazlasıyla gelen Melo’nun direkt dahil oluşu, Engin’in beklenmedik cezasıyla oldu belki. Ancak sebep ne olursa olsun sonuçları iyi olmadı. Melo güçsüz olduğu için Selçuk onun görevini üstlenmek zorunda kalıyor.
3- Elmander’in dışarıda kalışı... Melo hazırken savunma Ujfa’lıyken dahi omurgadaki 6’lı dikey bir tandemle oynuyordu. Elmander herkes kadar savunmacı, Selçuk herkesten golcü. Burak-Umut ikilisiyle (Umut’un bütün çabasına rağmen) bu bozuldu.
Yani geçen yıl 9 puan farkı yapan sütün omurga artık yok. Yine fizik olarak üstün bir takım ama gol bölgesinde oluşan planlı kalabalık gitmiş. Sorun budur, başka yerde aramayın. Bu yapı yeniden sağlanır mı? Evet. Ancak bunca zaman kaybetmek olmadı.
Şampiyonlar Ligi gerçekleri
Şampiyonlar Ligi başka bir düzlemdir, başka bir seviye değil. Asla yenilmemen gereken, hemen herkesin kontrol oyunu oynadığı bir düzlem. Braga maçındaki strateji Şampiyonlar Ligi dışında bir hal. Orada daha iyi oyuncular oynuyor kuşkusuz ama fark bu değil. Fark daha olgun ve yapısal olarak farklı bir futbol oynanması. Ve kabul edelim ki, Braga maçındaki strateji 3-0’Lık bir handikapı kapamak zorunda olan bir takımınki gibiydi.
Soru şudur: Bu kadar risk almaya gerek var mı? Çünkü Riera sol bek oynuyorsa 4-4-2 oynayamazsınız. O, 2-4-4’ün stratejisini ise Barça dışında uygulayan yok. O da bazen...
İki yedek kaleci
Basit bir durum aslında. Volkan’ın sol omzu sorunlu. Sakatlık nüksedebilir. Elinizde başka ilk 11 kalecisi olmadan sahaya çıkmak, kampa girmek mantıklı mı? Avcı, Selçuk konusunda hepimiz tarafından eleştirildi ancak yerine oynattığı Emre kariyerli bir oyuncuydu. Atletico tarafından tercih edilmişti. Ve kötü de oynamıyordu. Genel anlamda bir mantığa oturtulabilecek bir seçimdi. Ancak kaleci başka bir mevki. Yalın. Salt performansla alakalı. En iyi kaleyi alır. İki yedek kaleci, kaliteleri ne olursa olsun, performansı nerede gösterdiler? Kriter ne?
‘’Kocaman krizden çıktı‘’
Almanya’da da 1-0 geriye düştüklerinde dahi teknik direktörleri dahil sonuna geldik diye düşünürken ayakta kalmayı başarmışlardı. Dün de öyle oldu. Beşiktaş’ın mutlaka Fernandes’e topu aktarma zorunluluğuyla ortaya koyduğu futbol, Fenerbahçe’ye yardım da etti. Savunulması gereken alan dardı. Almeida stoperlerin arasında kaldı. Fernandes de Meireles için kolay hedef oldu. Fenerbahçe baskı yedi ama zorlanmadı.
Samet Aybaba’nın özellikle Gaziantepspor maçında Uğur Boral’ın ters kadamelerden verdiği açıklar, Samet Aybaba’yı oraya Escude’yi alma fikrine itmişti. Ancak önde Uğur oynayınca bir kanatta Olcay diğer tarafta Boral’la gol arayan bir ekip oluştu. Bu hücum için yetmedi ve defansta da sorunlar yarattı. Tersten gelen toplarda Escude’den yararlanmak isterken orası Gökhan’ı yıldızlaştıran bir koridora dönüştü. Beşiktaş’ın baskısı devam ediyordu. Ancak sol kanattaki iki oyuncu, görevlerini yapamadılar. Aybaba, 25. dakikada Holosko’yu Escude’nin yerine alabilirdi. Ancak rakibinin devre arasına güvenle gitmesini bekledi. Bence baştaki hatadan daha büyüğü 45. dakikaya kadar beklemekti. İkinci yarıda Veli’nin erken kırmızı kartıyla da tamamen teslim oldular. Beşiktaş, sadece savaşarak bu yarışta var olamaz. Samet Aybaba’nın şablonlara, hücum planlarına ihtiyacı var. Böyle devam ederse Fernandes’in oyun arzusunu da kaybedebilir. Aykut Kocaman ise onu bu krizden çıkaran oyuncularına ne kadar teşekkür etse azdır.
‘’Mesele etmişler‘’
Alex’e nasıl bir itibarsızlaştırma kampanyası varsa, buna verilen tepki de Fenerbahçeli oyuncular tarafından bir yok sayma kampanyası olarak algılandı doğal olarak. Özellikle Fenerbahçe orta saha üçlüsü, Gökhan ve Caner’de bunu görmek daha kolay. İlk yarıdaki organize oyunları takdire şayandı. Bu oyunu bildik bir sıkıntı bozdu. Bir başka bildik sorunun çözülmesiyse işi düzeltti.
Şöyle ki:
-Marsilya maçının ilk yarısında Alex’le Bekir arasındaki atışmayı hatırlayın. Bekir’in baskı altında savunmadan uzun ve hedefsiz vurduğu bir top sonrası kaptan Bekir’e kızmış, sakinleşmesi bayağı zaman almıştı. Yine Bekir, benzer bir vuruşla M’Gladbach’ın akınını pekiştirmesi sonucu doğan 1 dakikalık bir baskıda geldi, De Jong’un golü. Hasan Ali ters kademede Hollandalı’ya tepki veremedi. 4 yerli savunmacıyla başarılı olabilmek Türkiye Ligi şartlarında dahi kolay değil. Avrupa’da vasat bir seviyede başınıza iş açabiliyor. Bu savunmaya baskı yapmayı hedeflemeyen yok. Gökhan dışında çabuk paniğe kapılıyor rakibe akın sürekliliği, Fenerbahçe’ye pasla çıkamama durumu yaratıyorlar.
-İkinci yarıda bu pasla çıkamama hali zirve yapınca, Gladbach ceza sahası çevresinden ayrılmadı. Ancak ender olarak çıktığında ise eski bir sorunu en azından bu maç için çözdüler ve çıkış yolları bu oldu. Kontratak yaptılar. 3 yılda 3 kez yapamamışlardı. Bir maçta 4 kez yapıp 2 gol buldular. Ve bunların hepsinde Caner vardı. Fenerbahçe rakip sahaya nasıl geçecek sorusunun cevabı o ve Baroni oldu.
Dedim ya, Fenerbahçeli oyuncular mesele etmiş olup biteni. Yine bir krizle toparlandılar yani...









































