Arama

Popüler aramalar

‘’Burak'a haksızlık‘’

Yani Burak’a yapılan bir haksızlık.

Başkalarının yaptığından bahsetmiyorum.

Bahsim bizzat kendisi tarafından yapılan...

Sağ, sol ve kafayla atılan 3 golün ardından Burak’ın insanların aklına Ronaldo’yu getirmeye uğraşması, bizzat kendi performansını, başarısını küçültüyor, unutturuyor, değersizleştiriyor. Şampiyonlar Ligi’nde takımının attığı tüm gollere imza atarak, bambaşka bir iş yapan bir yıldız, bunu yapmamalı.

Ancak bu onun hatası da değil.

Bu markayı yönetemeyenlerin zaafı.

Bu bir marka yönetimi hatasıdır.

Ona buna marka değeri etiketini yapıştırıyoruz ya hani. Ortada ürün dahi yokken markadan bahsediyoruz ya saçma sapan. Fiyatlarını uçuruyoruz... İşte onların çoğu yalan. Ortada gerçek bir performans varken onu satamamak, küçültmekse üzücü.

Burak bu ülkede sadece futbol değil, tüm alanlar için bir örnektir.

Birkaç defa küllerinden doğmuş, gelişen, büyüyen bir yetenek. Bitmeden bitmez diyen bir yıldız...

Başkalarının ona yaptığı haksızlık onu küçültmez. Hatta bu onun başarısını gösterir. Bu yüzden onları kafasına takmasına hiç gerek yok.
Ancak o kendisine bunu yapmamalı. İcap ederse birçok dünya yıldızı gibi yardım da alabilir. Ama ne olursa olsun bu markayı nasıl büyüttüyse öyle de iyi yönetebilmeli.

Ligde 6 hakem

TFF’nin Türkiye Kupası’nın formatını değiştirme sonrası ikinci doğru hamlesi de 6 hakem uygulamasına başlamak olacak. Futbol gibi geniş alanda oynanan oyunlarda hakem sayısı 3 olamaz. 2’si ofsayt gibi tüm sporlar içindeki en karmaşık kuralı kontrolle görevliyse hele, hiç mümkün değil. Hakem sayısının daha da fazla olması lazım. Kör alanlar, yani yardımcıların tersindeki geniş alan da ekstra 2 hakemle kontrol edilmeli.

TFF’nin kararı sonrası doğal olarak ben de herkes gibi peki bu kadar üst düzey hakemi nereden bulacaksınız diye sordum. İlk bakışta mantık bunu sorduruyor insana. Ancak bu durumu bir avantaja dönüştürmek mümkün olabilir. Çünkü iyinin yanında iyi olmak, kendi kendinize aşama kaydetmekten kolaydır. Bir örnek, bir lokomotif bütün ekibi kalkındırabilir.

Çok kritik ve önemli bir karar bu. En az 10 üst düzey hakeme ihtiyaç var. Ancak elimizde bu seviyede 5’ten fazlası yok. Eğer bulabilirsek hakem sayısı aritmetik olarak değil geometrik olarak artabilir.

Kanki ve diğerleri

Maskotu beğenmemiş olabilirsiniz. Bugünün animasyon dünyasında insana maskot beğendirmek kolay değil. Ancak emin olun zamanla alışır benimsersiniz. Kafasını bu tip işlere takmış biri olarak, sizi temin ederim.

Ancak tanıtım sonrası fotoğraf için aynı şeyi söyleyemem. Ben bu işlere hiç alışamayacağım.

Şu ilgi tutkusunu hiç anlayamayacağım. Koskoca adamlar, orada milli oyuncular dururken, ne diye çıkıp dizilirsiniz, o maskotun yanına? Olumlu bakmaya çalışıyorum. “İçlerindeki çocuk ölmemişse ne güzel” demek istiyorum ama öyle değil ki! Güvenlik kamerası görünce demeç veren, fotoğraf çektirmek, medyada yer almak için hiçbir fırsatı kaçırmayan bu yönetici kitlesini bilirsiniz. Kupa töreninde bile, podyumda sporcudan öne çıkarlar.
İşte aslında WTA’de ıslıklanan budur. Altında başka bir şey aramayın. Spor alanları, sporculara aittir. İnsanlar onları görmek isterler. Yöneticileri değil.

Organ nakli

Uzatmadan söyleyeyim. Organ bağışı sistemi değişmeli. Nakil normal, doğuştan bir görev olmalı. Ancak insanlar başvurup bağış yapmak istemediklerini söyleyerek, bunu kolayca değiştirebilmeli.

Yani birisi öldüğünde normal olarak hemen organları uygun ihtiyaç sahiplerine verilmeli. Ama illa vermek istemiyorsa, kendisini ya da belirli organlarını listeden çıkarabilmeli. Bu işin yolu budur. Başka türlüsü mümkün değildir.

13 Kasım 2012, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Kocaman ayağa kalktı‘’

Aykut Kocaman, Topal ve Meireles’in iyi ancak uzak şutlar dışında ceza sahasını zorlayamayan oyununu Cristian’la tamamlamak istemekte haklı olabilir. Kağıt üzerinde bu tip tercih daha doğru gözüküyor, kuşku yok.

Ancak sahada durum farklı, duran top kullanımı dışında Cristian bir hücumcu orta sahadan ziyade santrfor pozisyonunu alıyor. Top tekniği açısından hiç de azımsanmayacak bir oyuncu olsa da aldığı pozisyonun işlerini yeterli seviyede yapamıyor. Avrupa’da durum biraz farklı. Orada baskı yemiyor. Ancak ligde öyle değil. Bundan Cristian’ın kötü oynadığı anlamı çıkmasın. Sadece aldığı görevin dışında işler yapıyor, yapmak zorunda kalıyor.

Dün Fenerbahçe’de hemen herkesin potansiyel zirvesinde oynadığını söyleyebiliriz. Gökhan, Sow (65’te kaçırdığı hariç), Kuyt... Hemen herkes. Cristian’ın flulaşan görevi dışında Kocaman’ın çizdiği şablonda oynamayı başardılar. Maçın başında önde baskı yapmayı hedeflediği açıkça görülen Ordu’yu da geri ittiler. Zorluk derecesi ne olursa olsun bir Avrupa maçından 3 gün sonra bir Hector Cuper takımına karşı böyle bir performansın hakkını vermek gerekir. Kocaman yine büyük bir zorluktan sıyrılmayı başardı.

Bu çok önemli başarının yanı sıra sorunlar da hâlâ başka bir boyutta da olsa var. Şu gerçek: Fenerbahçe akın sürekliliği sağlayıp maçları koparabilmeyi istiyorsa özellikle evinde dripling yapabilen verkaççı orta sahalarla oynamak zorunda. Yani hücum gücünü bir üst seviyeye çıkarmak... Bunun bariz yöntemi, Topal-Meireles’ten birini tercih edip, belki Baroni’yi burda oynatıp onun bölgesine bir pivot santrfor koymak. Eldeki oyuncular arasında buna en uygun aday Semih. Ancak onun da takımda ne kadar daha kalacağı belli değil. Diğeri de dün kendisini hatırlatan Sezer tercihi. Sağlam ve etkileyici bir giriş yaptı hiç kuşkusuz. Böyle bir sürpriz Kocaman’ın elini güçlendirir.

12 Kasım 2012, Pazartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Unutulmaz bir Rus Ruleti‘’

Mersin İdmanyurdu pas oynamayı seven görece ağır bir takım. Sert, dirençli ve direkt oynayan bir takımla karşılaştığı zaman darmadağın olması normal. Geçen hafta olan da buydu.

Dün ise Beşiktaş’ın rakibi, Siyah-Beyazlılar’ın oynamak istediğini daha uzun süredir oynamayı başaran Bursa’ydı. Onları da sert, dirençli ve direkt oynamayı bilen bir takım olarak tanımlamak mümkün. En azından ülke standartlarında...

Bu iki, pastan uzak, dikine oynayan takımın doğal oyunu orta sahaların pas geçildiği bir nevi bir rus ruletiydi.

İlk yarıda tetiği sürekli çekenin Beşitaş oluşu önce Batalla’nın varlığından ileri geliyor. Sonra da bolca uzun ve özellikle çapraz top denemelerinden. Topu mümkün olan en hızlı şekilde rakip yarı sahanın ortasında Arjantinli’ye verip Tuncay, Sestak, Belluschi’yi arkaya geniş seçim şansıyla sürmelerinden. Her seferinde çok etkili olarak kalabalık girdiler ceza alanına.

Ve Belluschi’yle maçı koparacak şanslardan yararlanamadılar. Tuncay’ın harika pasıyla bir gol bulabildiler.

İkinci yarıda Fernandes’i ileri itip Batalla’ya bir rakip yaratmak iyi bir fikirdi. (Ancak 55’ten sonra arkasını destekleyemediler). Bursa da ‘Acaba tempoyu düşürebilir miyim?’ diyerek çekilince 10 dakika boyunca Bursa yarı sahası cehenneme döndü. Mükemmel bir baskı oyunu seyrettik Beşiktaş’tan. Tempolu tek paslar, yerinde driplingler. Holosko’nun yıldızlaştığı olağanüstü bir oyundu.

Ancak 2-1’den sonra orta sahada oyunu soğutacak bir ekip olmadığı için Bursaspor hemen eşitliği sağladı. Veli ve Necip’le oyun açmak kolay olmuyor tabii. Fernandes’i destekleyemediler. Bu kadar çok top kaybeden bir orta sahanın sürekli bir risk oluşunun önüne geçmenin yolunu bulmalı Aybaba.

Bütün bunların ışığında orta sahasız bir oyundu işte. Bir ofsayt düdüğü çalmanın diğer tarafın gol avantajını kesmek olduğu bir giden gelen oyundu. Aynı anda karşılıklı birer yüzde 99 golün kaçtığı tam bir Rus ruleti. Unutulmaz bir Rus Ruleti.

Öte yandan seyretmesi son derece eğlenceli olsa da insan bir oyun olgunluğu arıyor. Tıpkı galibiyet gibi.

10 Kasım 2012, Cumartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Sow-Baroni ortaklığı‘’

Hele de kaybedilen 2 puan son saniyede yitirilmişse. Şu bir gerçek: Fenerbahçe’nin lig için fazla sabit oyununun handikapları Avrupa Ligi’nde aynı şekilde sonuçlar doğurmuyor. Sebeplerden biri burada kimsenin fazla önde baskı yapmaması. Her ne kadar dün çok sert müdahalelere maruz kalsalar da, sabit orta saha göbeği oyuna bu maçlarda daha rahat giriyor. Bunun da sonucu olarak doğan bir başka avantaj ise Cristian’ın burada başkalaşması. Kendisinden ve rakipten kaynaklanan sebeplerle. Arkasındaki orta sahanın oyuna girişi onun için pas opsiyonlarının artması demek. Bu da alışık olduğu Brezilya tipi oyuna daha yatkın bir durum yaratıyor. Bunun da etikisiyle pozitif bir oyun oynuyor. Türkiye’de ikinci bir santrfor gibi markaja alınırken burada savunma ve orta saha arasındaki boşlukta kendisine alan buluyor. Düne özgü durum ise Sow’la çok iyi anlaşmaları oldu. Kuyt’un becerili ve soğukkanlı ilk gol aksiyonunun ardından oyunu ele alan onlar oldu. Fenerbahçe her ne kadar akın sürekliliğini sağlayamasa da çıktıkları her sefer etkili oldular. Hasan Ali-Stoch, Gökhan-Kuyt ikililerinin de ilk yarıdaki performans ve uyumlarını, bugüne kadarkinin belki de en iyisi olarak değerlendirebiliriz. Dün ilk yarıda fark daha da büyüyebilirdi. İkinci yarıda rakip eksik kalana dek daha kontrollü, baskın/kontratak öncelikli bir oyun oynamaya çalıştılar. Ancak bildik sorun yine ortadaydı. Fenerbahçe’nin ya kontratak planları yok, ya da oyuncular planlara uymuyor. Ofsaytta kaldılar, yanlış paslar verdiler vs. Ancak Sow’un ekstra oyunu rakibi çok zorladı. Sow Lille’den tanıdığımız oyuncuya çok yaklaştı. Adam geçiyor, zekasıyla basit oynuyor. Dün hem attı hem rakip attırdı. Daha fazlasına sahip olduğunu da gösterdi.

09 Kasım 2012, Cuma 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Burak ve Riera‘’

Dün Burak Yılmaz belki bu istatistiği çok değiştiremedi, ancak vuruş yüzdesi açısından benzersiz bir iş yaptı. Son golündeki driplingi ve ardından gelen pozisyon sezgisi, son olarak da şut kalitesi olağanüstüydü. İlk goldeki kafa sıyırması ise başka bir kalite. Fatih Terim ‘İstatistikler yalan söyler’ derken belki de başta verdiğim şut istatistiğinden bahsediyordu.

Küçük bir ayarla her şey değişti.

Terim’in maç stratejisi şahsen en merak ettiğim konuydu. Belediye maçında olduğu gibi oyun merkezi biraz geriden mi olacak, yoksa orta sahadaki oyuncu kalitesi mi artacak! Amrabat dışarıda kalıp Emre oynayınca, 4 direkt orta sahayla oyuna girdiler. Hamit geçen sene Galatasaray’ı farklı kılan bu yapının tamamlayıcısı oldu. Başta defansif olarak 2 kez açık verdiler. Hepsi bu kadar. Yekta’nın gevelemeden oynayışı Selçuk’a özgürlük tanıdı. O da yaratıcılığını sergiledi. Burada Riera’ya ayrı bir parantez açmak lazım. Belki eski kalitesinde değil, hücum işlerini yapamıyor, ancak savunma disiplini açısından dün çok iyiydi. Rakibin en tehlikeli oyuncusu Sougou karşısında gol dışında hep galip geldi. Golde de hata en az onun kadar ofsayt hattını ayarlayamayan göbek oyuncularının, özellikle de Dany’nin. Riera bu tip bir savunma kalitesi gösteremese Galatasaray’ın orta sahadaki başarısı anlamsız kalabilirdi. Galatasaray ilk yarının son 15 dakikası dışında istediği, alışık olduğu gibi oynadı ve ilk kez bunu sonuca çevirebildi. Bu harika galibiyete rağmen yazımın başındaki istatistiğe dikkat etmek ve bu konuda gelişmek lazım.

08 Kasım 2012, Perşembe 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Semih orta sahaya‘’

Al-verciler... Dripling yok. Beğenilmeyen Beşiktaş, Fernandes ve Oğuzhan’ı birlikte sahaya sürerken Fenerbahçe, bu özelliklere sahip tek oyuncu bulamıyor. Cristian önde oynadığında çoğunlukla çok kötü bir Alex olmaktan öteye gidemiyor. Fenerbahçe çok uzun süredir kendisini farklı kılan oyuncularının yerine koyamadan eksiliyor. Bu, Tuncay’dan bu yana devam ediyor. Hafta sonu yürüyen Akhisar karşısında ceza sahasına dripling ya da boş koşu yapmadan oynadıkları ve kontratak organizasyonlarında pas durağı bulamadıkları için oyunun sonuna kadar risk altında kaldılar. Halbuki Selçuk’un tek çıkışı gol oldu. Şunu çok iyi biliyoruz ki, bundan 5 sene önceki Fenerbahçe o maçı 5-1 alır İstanbul’a öyle dönerdi. Şu anda Fenerbahçe’yi bu duruma yaklaştırmak kolay değil. Ancak bundan daha iyisini yapacak bir kadrosu var. Cristian’ı orta ikiliye çekmek bir çözüm olmuyor. Puzzle’ı tamamlamak lazım. Bunun yolu santrfor arkasına Semih’i koymaktır. Cristian’ın pas alışverişi yapabileceği, Sow’u rahatlatacak, onun boşalttığı alanlar girebilecek, arkası dönük oynamayı bilen tek hücum oyuncusunu dışarıda bırakmak mantıklı değil. Formsuz vs. gibi cevaplar da kabul edilebilir değil. Semih, oynarken var olan bir adam. Sahada kendisine gelen bir oyuncu. Fenerbahçe’nin ona ihtiyacı var. Semih’in de oynamaya... “Çok para verdik oynatalım” mantığıyla Topal-Meireles ikilisini oynatmanız için Baroni’nin sürekli yüksek formda olmasını beklemeniz gerekir. Halbuki Baroni’yi Semih’le yükseltmek çok daha kolay olabilir.

Büyüklük


Büyük, şikayet etmeyendir... Büyük hedef olduğunu bilir. Zayıflık göstediğinde dört bir yanının sarılacağını da. Büyük ilgi odağıdır. Seveni kadar nefret edeni olandır. Büyük bu durumu bilendir her şeyden çok.
Büyük şikayet etmez, yürür gider. Fenerbahçe’nin temel sorunu sahadaki eksiklikler, yargıdaki büyük dava vs. değil aslında. Büyük bir kulübün unsurlarının ruh hali. Büyük düşünemiyorlar, büyük davranamıyorlar artık... Herkes şikayet ediyor Fenerbahçe’de... Aziz Yıldırım, Aykut Kocaman, Gökhan Gönül, Selçuk Şahin hatta inanamıyorum ama Volkan Demirel... Gökhan Gönül’ün “Çalım atmaya korkuyorum” açıklaması bunun zirvesi... Büyük etkilenmeyen, etkileyendir... Büyük maç kaybeder ama özgüvenini kaybetmez.
Gökhan bunu bir sonuç olarak gösteriyor ama aslında çalım atmaya korkmak bir sebeptir... Bütün sorunların temelidir. Aziz Yıldırım’ın medyadan şikayeti de bir sonuç değil bir sebeptir. Medyada yalan varsa mahkemeler orada. Peki medyanın, mahkemenin kararlarını konuşmasında yalan nerede?
Fenerbahçe’nin büyüklüğünü kimse tartışılır hale getiremez. En başta da onu yöneten ve onun için çalışanlar. Büyük şikayet etmez. Yürür gider...

Bir maçtan fazlası


Fatih Terim’i Şampiyonlar Ligi gruplarından çıkamazsa eleştirmek mantıklı olmayabilir. Ancak Cluj ve Braga maçlarından 1 ya da 2 puanla çıkarsa bu, başka bir şey demek. Çünkü stratejiyi yanlış kurduğunu gösterir. İlk Braga maçındaki önde basan oyun, santrforlarının özellikleri itibarıyla sorun çıkardı. Bu tip baştan riskli bir oyunda garanti golcülere ihtiyacınız var. Geçen yıl gol yükünü taşıyan orta saha göbeği bu kadar formsuzken oyunu bu kadar riske etmek önemli bir karardı. Tutmadı. Halbuki Şampiyonlar Ligi’nin karakterine çok uygun bir üçlünün üzerine oyunu kurmak mümkündü. Yani Selçuk merkezli Burak-Umut/Amrabat/Elmander’le Braga’yı yıkabilirdi. Kendi evinde 35’e 4 akın üstünlüğü sağlamasına rağmen kaybetmiş bir takıma karşı bu daha mantıklı olabilirdi. Sanırım İBB maçında Terim bunu daha net gördü. Galatasaray’ı geçen sene farklı kılan Melo-Selçuk tendemiydi. Bu sene bu yok. Dolayısıyla bu plan artık kısa vadede birincil değil. Cluj karşısında bir ön liberoyla oynamak çok daha mantıklı. Böylece Selçuk’u yüzde 80 pasör oynama rahatlığına kavuşturmak bir çözüm olabilir. Kayseri maçında Selçuk tandemine uyan Yekta’nın aynı standardı İBB maçında gösteremediğini düşünürsek, onu salt savunma önünde tumak, ya da bu bölgeye başka bir önlibero atayıp, dikine Burak ve Umut’u görecek bir yapı kurmak akla yatkın. İBB maçında oyun merkezini geride tutan takımın Burak’tan nasıl yararlandığını gördük. Romanya’da bunun üzerne gitmek bir çözüm olabilir. Terim planını değiştirir mi bilinmez! Ancak Şampiyonlar Ligi’nde gruptan çıkılmayacaksa dahi bu maçın kazanılması sanılandan da önemli. Ve bunu yapabilecek silahlar mevcut...

06 Kasım 2012, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Oğuzhan'a kızabilirsiniz!‘’

Çok gereksiz bir kırmızı kartla sadece maçın ikinci yarısını değil önümüzdeki haftaları da riske attı. Oğuzhan ile ilgili sezon başından bu yana gördüğümüz şu: Topla buluştuğu her an skora yönelik becerili işler yapıyor. Ancak topla buluşma frekansı çok düşük olduğu için takımına olumlu etki edemiyor. Dün sahada olduğu sürece durum bundan farklıydı. İlk dört kez topla buluşması maçın seyrini değiştirdi. Bir verilmeyen penaltı, bir asist, bir asist öncesi pas ve bir golle parlayan bir oyundu. Fernandes’in üzerindeki yükü azalttı, Mersin orta sahasını o kadar meşgul etti ki, Necip de hücum yönünde oyuna katılabildi. İşte bu yüzden Oğuzhan’a kızabilirsiniz! Çünkü bu olağanüstü gösteriyi çok erken bitirdi. Ya da hakeme kızabilirsiniz! Böylesine bir gösteri sergileyen Oğuzhan’a biraz daha müsamaha gösterebilirdi.

Beşiktaş açısından kırmızı kart sonrasında oyun bir çok olumlu sinyal veriyor. Tam bir blok olarak birbirlerinden kopmadan Mersin’in geniş alan hücumunu etkisiz kıldılar. Bu bölümde eleştirilebilecek tek oyuncu Ersan Gülüm’dü diyebiliriz. Çok kontrolsüz. Gereksiz fauller yaparak Mersin’i kalabalık bir şekilde ceza sahasına davet etti. Bunun dışında sadece övgüler var.

Holosko zaman tünelinden çıkmış, Manisa’dan glediği günlerdeki oyununa dönmüş gibiyidi. Direkt sağ çizgi oyuncusu pozisyonundan çıkıp santrfora yaklaştığında bunları yapabileceğini göstermesi Samet Hoca için bir ipucu olacak.

05 Kasım 2012, Pazartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Fenerbahçe gelişmiyor‘’

Mönchengladbach maçının son bölümü dışında takımın tehditkâr bir kontratak düzeneğiyle rakip için sürekli bir risk oluşturması hiç mümkün olmadı. Fenerbahçe’nin bir kontratak şablonunun olmayışı, skoru koruma oyunlarını oynamalarını engelliyor.

Topu kaptıklarında kimse ne yapacağını bilmiyor.

Böyle olunca rakip kalabalık gelmekten çekinmiyor. Çünkü ne olursa olsun geri koşup yetişebiliyorlar. Dün de çoğunlukla öyle oldu. Akhisar çok rahatsız edemedi belki ama hiç de çekinmeden Fenerbahçe’nin üzerine gitmeye çalıştılar. Fenerbahçe de bunu cezalandıramadı. Bu plansızlığa ortanın ortasındaki temel sorunu da ekleyin. Yani topla ilerleyecek oyuncu eksikliğini. Şöyle ki: Aykut Kocaman’ın Emre ve Alex’in daha iyilerine ihtiyacı vardı. Yani istikrarlı, soğukkanlı ve oyun anlamında güvenilir teknik oyuncular. Ancak Kocaman daha iyi Selçuk Şahin’ler transfer etti. Dripling eksik, verkaç eksik, sadece pas ve savunma yapabilen oyuncular. Topal... Meiereles... Yani takım tam olsa da sorun değişmiyor. Ve dolayısıyla hâlâ eldeki en yaratıcı, daha doğrusu pas kanallarını besleyebilecek oyuncu Cristian. Kontraya en yatkını ise Caner. Ama bu da yetmiyor. Dün ilk yarıda yenen gol sonrası Topal ve Selçuk’un kendilerini aşarak oyunu ileri yıkmaları maçı çevirse de bunu sürekli kılmak olanaksız. Oyun merkezini geri çekmişken ise kontratak yapmak olanaksız. Fenerbahçe’nin şansı rakibin Serdar, Bekir, Hasan Ali, Bekir ve Selçuk’a baskı yapmadan oynamaya çalışması oldu. Bu var olan sorunları minimize etti. Ancak ne olursa Fenerbahçe maçı koparamadan pek pozisyon vermese de sürekli risk altında maçı tamamladı. Skor açısından nefes aldıran, oyun açısından hiçbir şey feda etmeyen bir oyundu. Fenerbahçe gelişmiyor.

04 Kasım 2012, Pazar 11:00
YAZININ DEVAMI