‘’Kurtarıcı Terim‘’
Galatasaray gerçekten maça çıkmadı. Ama Manchester da yedekleriyle sahada gibiydi. Sarı-Kırmızılılar A’dan Z’ye vücutları sahada, ancak akılları tamamen dışarıda bir ilk 45 dakika oynadılar. Terim’in klasik 4-4-2’sinin bu sezon Avrupa’daki en kötü sınavıydı ilk yarı. Daha öncede ligde keşfedilen Melo-Selçuk-Dany-Semih dörtlüsünün ortasına bir organizatör sokup, iki savunma kanadının arkasına çapraz toplar atma işini Braga’da büyük bir maharetle yaptı. Daha önce Melo’nun tepkisizliğiyle büyük sorun yaşayan Galatasaray’da dün ilk yarıda Melo’ya katılan çok oyuncu vardı.
Terim’in ikinci yarıdaki kökten değişikliği ilginç... 4-4-2’den 4-1-4-1’e daha doğrusu 4-3-3’e 180 derecelik bir değişiklik yaptı. Bu daha önce deneyip başarı sağlayamadığı diziliş hücum yönünde Galatasaray’ı hareketlendirdi. En azından zihnen uyandılar. Oyunu daha geniş alanda hücuma çevirebildiler. Aydın ve Amrabat’ı sahaya sürmek, 70’te Umut’u da oyuna almak riskin de ötesindeydi. Riera’yı sol kanatta savunmada yalnız bırakmak, sakatlığa çok yakın bir kaleciyle 25 dakika oynamayı göze almak gerçekten çılgınca. Ancak bu hamle tuttu.
Galatasaray girdiği 3 pozisyondan 2’sini gol yaparak Cluj’u şoke etti. Bir gözle izlediğim Manchester United, Cluj’un ısrarlı oyununa tepki veremezken Terim’in verdiği tepki ayakta alkışlanacak tipten. Galatasaray adına sadece Avrupa’yı değil bütün dengeleri değiştirbilecek olan umutsuz bir gidişe belki de ancak bu kadar büyük riskleri alarak ‘dur’ diyebilirdi, bunu da başardı.
‘’Üç büyüklere bir bakış‘’
Oyunun merkezinde topa sahip olamayan büyük takım olmaz. Geçen yıl Galatasaray’ı farklı kılan buydu. Savunma kanatları hücumla ilgilenebilme lüksüne böyle kavuşuyordu. Avrupa’da işlerin iyi gitmesi ise Melo’nun bu yılki vasatının üzerine o sahnede çıkması. Halbuki şu andaki gücü o seviyede değil, ekstra konsantrasyonla o seviyeye çıkıyor. Ama ekstra konsantrasyon ya da motivasyonla başarı sürekliliği sağlanamıyor. Melo oyun normalini Avrupa’da oynadığı seviyeye çıkarmazsa bu iş yürümez.
Beşiktaş orta saha sorununu bir önstoper kullanarak çözmeye çalışıyor. İbrahim ya da Necip savunma önündeyken savunmaya yapışık öndeki stoper gibi oynuyor. Bu, deplasmandaki başarısının sırrı. Ancak büyük takımlar bunu kendi evlerinde yapamaz. Kalabalık gitmek istedikleri zaman oyunun boyu uzar. Bu oyuncular Çapa’dırlar. Merkezdirler. Takımın boyu onların nerede oldukları, pas bağlantılarının merkezinde olup olamadıklarıyla alâkalıdır. Beşiktaş bunu yapabilseydi şu anda farkı açmış olurdu.
Fenerbehçe’nin sorunu da Beşiktaş ve Galatasaray’ın karışımı gibi. Büyük takımlar orta sahalarında yüzde 40 / yüzde 60 hücum savunma eğilimi parantezini aşmamalı. Fenerbahçe’nin şu anda kullandığı orta sahalardan hiçbiri bu parantezin içinde değil. Ne Meireles, ne Topal, ne Selçuk ne Baroni.
Avrupa’da ekstra motivasyonla kendi standartlarının üzerine çıkıyorlar. Ancak sürekli başarı böyle gelmez
Büyük takımlarda yüzde 70 savunma eğilimli oyuncu sayısı 1 ya da 2’yi geçemez. Stoperler dahil. Bu mühendisliği sergilemeden işi uzun vadede yürütmek mümkün değil.
Kişilerle kurumları tribünde ayırmak
Kişilerle kurumları sahada ayırmazsınız. Melo kırmızı gördüyse “Hamit’in ne günahı var da onu yalnız bırakıyorsun” demek mümkün değildir. Şike teşvik işlerinde de ayıramazsınız. Çünkü yöneticiler kulüplerine karşı sorumludurlar. Onlara mazbataları bunun için verilir. Kurum kişiye yönetim yetkilerini devreder. Ondan sonrası kendisi için değil, yaptığı her şey kurum içindir.
Futbolda sadece kişilerle kurumları tribünde ayırabilirsiniz. Orada yaptıklarınız bireyseldir. Size aittir. Cezasını da yapan çekmelidir. Kulüpler ya da diğer taraftarlar, değil. Ama biz bir adam sahaya bir şey attığında onu suçlamayıp kulübe ceza veriyoruz. Kadın ve çocuk cezası. Ayırın cezalandırın ve teşhir edin. Otobüs taşlayanları, şöför yaralayanları kurumdan ayırın, tribünden ve stattan da... O ayrım sadece tribünde olur.
Çocukların formasından korkmak
Maç öncesi seremoniye çocukları çıkarmak güzeldir. Tansiyonu düşürmeden bu işin insanca bir rekabet olduğunu hatırlatmanın en iyi yoludur. Gerginlik şarttır yoksa maçın anlamı olmaz. Ama çocuklar sınırı iyi çizer. En taş kalpli için dahi. Bu yıl çocuklar ligdeki tüm takımları temsil eden renklerle çıkıyorlar sahaya. Bu da güzel bir fikir. TFF’nin iyi işlerinden. Peki ama neden orijinal formalar değil. Neden gerçek FB, GS, BJK formaları değil giyilen. Ona bile cesaret edememekten mi? Yoksa o takımların formlarını giyecek çocuk bulamamaktan mı? Misal Trabzon’da Fenerbahçe, Kadıköy’de Trabzonspor forması giyecek çocuk mu bulamıyoruz? Yoksa giydirmekten mi korkuyoruz
All star game
Daha önceki yıllarda da yazmıştım. Futbolun bir all-star şenliğine ihtiyacı var. Yerli yabancı, doğu batı, kuzey güney... Bir maç. Frikik ve penaltı yarışmaları, dripling ve kalecilik de tabii. Bu, statta olmuyor. Maçlar durgun geçiyor, seyirci de gelmiyor. Ancak salonda olur... Sürekli aksiyon, interaktif yarışmalar, kısa maçlar vs. Bu sporun bir bayrama ihtiyacı var. Biraz keyife. Bir all-star maçına...
‘’Şizoid bir durum: Cristian‘’
Son vuruşlar açısından skandal bir maçtı. 5 %99, 5 %90’lık pozisyon var kaçan. Ama kalecilerin yaptığı iş çok az. Korkunç son vuruşlarla geçmiş, beceriksizlik örneği, unutulmaz bir oyundu. Volkan ve Ertuğrul’un ‘nasıl olsa yedim’ diye bıraktığı birden fazla pozisyon vardı... Böylesi zor bulunur. Bu kadar kurtarılamaz pozisyonun kaçtığı bir oyunda kimin neyi iyi yapıp yapmadığını analiz etmek zor. O yüzden takımların durumlarından kaynaklı stratejilerine bakmak lazım. Fenerbahçe’nin ilk yarıdaki oyun merkezini ileride kuran futbolunda kağıt üzerinde durandan farklı durum Cristian’ın ileride en son oyuncu oluşu. Brezilyalı’nın ceza sahası dışında belki de Türkiye’de oynadığı en iyi oyunlarından birini sergilerken içeride yapamadıkları sorunun altını çiziyor. Kocaman’ın Sezer ve Semih’i sokarak yapmaya çalıştığını, daha dengeli ve temelden yapabilmesi için başka bir çözüm bulması lazım. Kabul edelim ki Cristian’ın yarattığı şizoid durum Fenerbahçe’yi etkiliyor.
Oyun üzerine kafa yoran bizi de. Dün girdiği 3 net pozisyondan birini atmış olsa Topal ve Meireles’le olabilir diyecektik. Kocaman’ın ilk 11’i haklı olacaktı. Halbuki bir hafta önce arkada oynaması lazım diyorduk. Bunun sebebi fonksiyonel istiktardır. Santrfor arkasında başka bir
performansa ihtiyaç var. Daha güvenilir bir performansa. Fenerbahçe açısından sorun hep aynı yerde. Orta saha üçlüsün dengesinde. Kocaman’ın şu ana kadar yapamadığı bu. Bu kadroda geçici çözümler buldu. Ama kesin çözüm için yine kurban gerekecek sanırım.
‘’'iburak' ve Melo‘’
Öte yandan çıkmaya çalıştıklarında yani orta sahayı geçerken, Galatasaray karşısında özellikle bu sahada başarılı olan takımların yaptığını yapamadılar. Yani Melo-Selçuk/Dani-Semih 4’lüsünün ortasına sızdırdıkları organizatöre ulaştırılan topların ters kanat savunmacısının arkasına atılması. Çünkü, merkezden delmeye çalıştığınızda ya da akın kanadını delmeye gittiğinizde Galatasaray stoperleri işlerini çok iyi yapıp arkayı süpürüyorlar. Ancak terse döndüğünüzde kanat savunmacıları ve orta sahalarından aynı desteği alamıyorlar.
Dolayısıyla buraya ekstra oyuncu gönderebilenler son dönemde Arena’dan istediğini alabildi. İbriçiç’in bu organizasyona yardım ettiğini söylemek zor. Attığı golde dahi tercihi doğru değildi. Soldan koşan arkadaşı yerine kaleye vuruşu kabul edilemez. Ancak şans yanındaydı. Galatasaray gibi bir hücum gücüne karşı planı her yönüyle uygulayamazsanız sizi cezalandırır. Eboue’nin sakatlığına rağmen bunu yapmayı da başardılar. Tabii her zamanki gibi Burak sayesinde. Bu yaşta hala her gün kendisini bu kadar geliştiren dünyada başka oyuncu var mı bilmiyorum. Apple’a rakip... 3 ayda bir yeni bir özellik ekleniyor ‘iburak’a. Sıyırtma kafalarda Fatih Tekke’nin veliahtı olma yolunda. Geriye sanırım bir tek cepheden gelen toplara darbeli vurmak kaldı. Sonrası Melo... Gol Antep’in moralini bozmuşken ‘10’ numaranın takımını eksik bırakması ise Hikmet Karaman’ın uzun süredir yanında olmayan şansı.
‘’Cenk'in varlığı ve yokluğu‘’
Beşiktaş’ın ezberlenmiş, otomatikleşmiş hücum şablonları da yok. Ancak onu herkesten farklı kılan, rakiplerini şaşkına çeviren bir oyun stratejisi var. Önde, enerjik, zorlayıcı bir baskın oyunları var. Erkenden uygulmaya koydukları...
Bu direkt Oğuzhan ve Fernandes’in araya toplu topsuz penetrasyonları bu oyunun olmazsa olmazı. Kaynağı...
Dün Veli, Necip, Muhammet, Erkan-Olcay desteğiyle bu stratejinin dışında oynamaya çalıştı.
Bu daha durağan bir oyundu. Topa sahip olmak, daha düzenli br futbol oynamak istediler. Yavaş, baskısı yetersiz kaldılar. Yani sezon başından bu yana Beşiktaş’ı yarışta var eden, hatta İnönü’yü şehrin heyecanlı şovunun sahnesi yapan stratejiden koptular. Oğuzhan ve Fernandes’in yetenekleri olmayınca garip bir şekilde Beşiktaş daha yetenekli bir takımmış gibi oynamaya çalıştı. Ancak heyecanını, arzusunu kaybetti.
Ankaragücü karşısında dahi sıradanlaştılar.
Başta Timur olmak üzere en az 4 Ankaragüçlü’yü Beşiktaş tarafına geçirseniz, sanırım kimse itiraz etmez, hatta memnun olanlar da çıkabilirdi.
MacGregor’un ‘artısız’ performansları sonrası sorulmaya başlanan, ‘neden Cenk oynamıyor’ sorusuna, genç kalecinin aleyhine bir yanıt bulunması dışında sadece yükselen Holosko hikayesinin devamı vardır sahada.
Dedim ya, sıradandı Siyah-Beyazlılar.
Ve eğer Kaan’ın golü olmasa Cenk’in göreceği kırmızı kart bu sıradanlığı sıra dışı bir sonuçla cezalandırabilirdi.
‘’Strateji farkı‘’
Beşiktaş’ın ligde 6 galibiyeti var. Bunlardan 4’ünde ilk 7 dakika içinde gol atmış. Kasımpaşa’ya karşı 14. dakikada. Elazığ maçında ise -hatırlarsınız- boşa geçen bir ilk yarı sonunda neredeyse maça yeniden önde, baskılı ve direkt kaleyi hedefleyen bir oyunla başlamışlardı. İkinci yarının 2. dakikasında gol geldi. Kazandıkları tüm maçlarda öne geçmişler. Hemen hepsinde en başta öne geçmişler.
‘Kendilerini biliyorlar’
Bu tesadüf değil. Samet Aybaba’nın takdir edilesi stratejisi fizik olarak gayet yerinde olan ekibini ‘direkt oyunla’ topu ve oyunu gevelemeden rakip kalaye yollamak. Beşiktaş’ın topa sahip olma, dinlendirme, sete dönme gibi kadro yapısının boyunu aşan işlere hiç girmemesi doğru bir tespit. Kendisini bilmek... Yanlış anlaşılmasın haddini değil. Beşiktaş’ın bir oyun planı yok ama gayet geçerli bir stratejisi var. İstatistiki açıdan açıkça gözüken bu. Beşiktaş bu maçları sadece ligin altındaki takımlara karşı almadı. Antalya ve Kasımpaşa bu klasmanın dışında. Ancak yendiği takımların tamamı oyuna hükmetme, topu soğutma sorunu yaşayan takımlar. Yani orta sahada pas durakları fazla olmayan ekipler.
‘Pratik çözümler de gerek’
Samet Aybaba pratik bir çözüm bulmuş gibi görünüyor. Salt strateji ve fizik çalışmayla. Böylece zirveye tutunmak zor olmadı. Bunun dışında kalan, orta sahada birden fazla pas merkezi olan takımları nasıl geçebileceklerini çözmeleri onların bu yarışta ne kadar var olabileceklerini gösterecek... Bu oyunla harika oynuyor da gözükseniz Galatasaray’ı Fenerbahçe’yi Trabzonspor’u, hatta gününde bir Ordu’yu, Eskişehir’i, Bursa’yı yenmek kolay değil. Bunun için pratik başka çözümler lazım.
‘Orta sahaya destek şart’
Arkada pas duraklarını çoğaltmak lazım. Yoksa 90 dakika bu tempoyla oynamak kolay değil. Bursaspor maçında olduğu gibi, oyunu tuttursanız da rakip orta sahada 2-3 pas durağına sahip olduğunda sizin baskı oyununuzu bir avantaja da çevirebiliyor. Hatta bu sorun Antalya’da da belli oranda ortaya çıktı. Diyeceğim şu: Beşiktaş transferi sola ve santrfora yapmayı düşünüyor belli ki. Öncelik orta sahada olmalı. Orta sahada ayağı iyi bir asıl bir yedek defansif oyuncu transferi ya da kadrodan bulunması olmazsa olmaz.
‘’Elmander dersi‘’
Dün sahadaki takımı Galatasaray'a benzeten ilk isim Elmander. Tüm hücum organizasyonunu kendisi kontrol etti. Asist, asist pası ve gol yaptı. Herzamanki gibi orta sahasına yardım etti.
Onca yedek arasında maçı en çok ciddiye alan oydu. Maça damgasını vuran da... İlk yarıdaki denge oyununda Balıkesir'in cesur ve soğukkanlı futbolunu kıran, ikinci yarıya taşıtmayan adam İsveçli'ydi.
Açık söylemek gerekirse. Onun dışında as kadroyu zorlayabilecek başka bir performans gördüğümü söyleyemem. Aydın, Sabri, Gökhan Zan, Balta, biraz Sercan resmin kenarında hep yer alabilirler. Ancak Terim bu adamı neden hiç düşünmüyor diyebileceğimiz bir performans yok.
Tabii bu durum başka bir soru doğuruyor. Nasıl oluyor da aynı havuzda yer alan, aynı seçici ekip tarafından istihdam edilmiş ve aynı sistemde çalışan oyuncular arasında nasıl bu kadar fark olur?
‘’Özeleştiri‘’
“Eleştirenler de kendilerini zaman zaman eleştirmeli.” Bu, dünya tarihi boyunca tartışılan bir durumdur. Buna girmeyeceğim. Ancak Kocaman da bilmeli ki, zaten halk, eleştirmenleri de eleştiriyor. Zaman zaman haksızlık ediyorlar tıpkı bizim ona yaptığımız gibi. Zaman zaman çok haklı eleştiriler geliyor. Bazen de sınır, yasal ve ahlaki anlamda aşılıyor. Tıpkı eleştirmenlerin Kocaman’a yaptığı gibi.
Kocaman çok eleştirilen bir isim. Bunun 3 Temmuz ve sonrasıyla da alakası var, Alex sebebiyle de, saha kenarındaki haliyle de... Bugüne kadar tüm Fenerbahçe teknik direktörleri gibi o da eleştiriliyor. Yukarıdaki sebeplerle zaman zaman daha fazla. Bunun üzerine artık herkesin eleştirmen olduğu bir çağa girerken bu işi yaptığı için hayat daha zor. Hepimiz için olduğu gibi. Çünkü artık Twitter Çağı’ndayız. Sanal dünyadaki eleştirileri geçtim, bazen orada sanal gerçeklikler bile yaratılıyor. Hiç olmamış bir şey gerçek gibi kabul görebiliyor. Yeni dünyanın düzeni böyle.
Gelelim Kocaman’a yapılan eleştirilerden kendi payıma düşene. Kocaman’ı eleştirme sebebim en azından bu sene üç temel noktaya dayanıyordu.
İlki kadro kurgulanması
Kocaman’ın, geçen yıl Alex ve Emre’nin daha güvenilir perfromansta olan alternatiflerine ihtiyacı vardı. Eğer salt sahaya bakacak olursak futbol gerçeği buydu. Kocaman bu iki oyuncuyu yolladı. Ancak yerine gelen iki oyuncu, değerleri değil fonksiyonları açısından yeni ve daha iyi Selçuk Şahinler oldu. Yeni Alex ve Emre değil... Bu, dün de böyleydi yarın da böyle olacak. Topal ve Meireles kendi klasmanlarında dünyanın en iyilerinden olabilirler. Ancak aranan fonksiyonları yerine getirmeleri zor. Fenerbahçe çok iyi oynayıp kazandığı maçlarda dahi bunun sıkıntısını çekiyor. İki Marsilya maçının son yarım saatleri tam da bunun göstergesidir. Oyun merkezi istemsiz olarak geri kayıyor. Sezer, Selçuk, Recep ya da Baroni’nin arka ikilideki performansı bu durumu belli oranda engelleyebilir. Ancak net çözüm olamaz. Diğer taraftan Avrupa’da zirve ve ligde tepeye yakın durma gibi bir sonucu, bu sorun çerçevesinde hiç beklemediğimi söylemeliyim. Net olarak Kocaman iddiasının içini doldurdu...
İkincisi fizik durum
Şunu kabul edelim ki, bu durumda da belirgin bir düzelme var. Gençlerbirliği maçında 58. dakikadaki Sezer’in dahli sonrasında Fuat Çapa’nın beklediği fiziksel çözülme bir yana oyunu olduğu gibi rakip alana yıkışları bunu da gösteriyor. Bunda Avrupa sahnesinin payı büyük. Arada 48 saat olduğu sürece üst düzey bir Avrupa maçının yorgunluğu olmaz. Hatta bu maçlar fiziksel standardı yükseltir. Şu bir gerçek, Avrupa sadece kafayı yorar. Kazanıyorsanız sorun kalmaz.
Üçüncüsü kontratak yapamama
Burada gelişme var çünkü Sow mükemmel formda. Ancak yapısal gelişme yeterli değil. Ve aslında bu, daha temel, ülkeye dair bir sorun. Haftaya bu konuya teorik açıdan daha geniş girelim. Kendi adıma bu konudaki özeleştirim bu...
Umarım Kocaman da zamanı geldiğinde bunu her yönüyle yapar...









































