‘’Cris'in istediği bir göz‘’
Bilinçli ya da bilinçsiz Galatasaray bu rakip stratejiye karşı çıkmadı. Ev sahibin oynamak istediğini kabul etti. Muhtemelen Carvalhal, Doka, Turgay ve Webo’yu Efe, Holmen ve Cihan’ın tek paslarıyla araya sızdırmak çabasındaydı. Fakat bunu yapamadılar. Kaptıkları topları gevelediler. Galatasaray savunması da uzun süredir aradığı lüksü, yerleşik ve dar alanda oynama şansını iyi kullandı. Özellilkle de Cris... Böylece İBB tek poziyon dahi bulamadan soyunma odasına gitti.
Bir başka sorunları ise savunma orta saha koordinasyonun bu oyunun gerektirdiği seviyede olmayışı oldu.
1-Savunma göbeği orta sahasından uzaktı. Galatasaray orta sahası az da olsa burada topla buluştuğunda driplin dahi yapabildi. İkinci golden önce Selçuk’un yaptığı gibi. 2-Ofsayt koordinasyonu çok zayıftı. 2 golde de görüldüğü gibi.
Selçuk-Umut-Burak üçlüsü ne ararsa her şey vardı İBB savunmasında. Bu ikinci sorun Galatasaray’da da var tabii. Turgay’ın golünde Riera’dan görüldüğü üzere.
İkinci yarıda aynı strateji içinde Efe’nin işlemeye başlaması İBB’nin bu oyun tercihini biraz manalı kıldı. Yekta’nın direnci düşünce orada oynamaya ve pozisyona gitmeye başladılar. Ama bir Webo’ya daha ihtiyaçları vardı. Kaliteli pası da veren o, vuruşu yapan da. Ne Doka ve Turgay ne sonradan giren Tom onun seviyesine yaklaşamayınca Galatasaray savunmada zorlanmadı. Yeterince de kontratak buldu. Maçı koparan Burak bel seviyesine vurduğu topları yerden aynı şiddetle vurabilse fark da büyük olabilirdi.
‘’Özdilek hak etti‘’
İlk yarıda iki taraf arasındaki ilk önemli fark Diarra ve Assiati’nin adam geçebilmeleri oldu. Fenerbahçe’nin 4 hücumcusu ne dripling, ne verkaçla ne de topsuz koşularla arkaya kaçabildi. Topla çok yavaş oynadılar.
Bunları yapamayan bir takımın önündeki diğer bir seçenekse misal iki kanat bekini çizgiye indirme olabilir. Ancak onlar da hep erken doldurmaya giriştiler.
Antalya’yı daha iyi yapan bir başka etken ise İbrahim ve Murat’ın öne doğru oynayabilmesine karşın Selçuk ve Cristian’ın gezinmeleri oldu.
Antalya orta göbeği, maçın başında, oyunu geride kabul ettiklerinde iyi bir kontratak kaynağı olabildi. Ardından 35’ten sonra oyunu rakip alana yıktıklarında ise iyi bir pas durağı. Ve 4 pozisyondan 2 gol çıkarıp, duran top dışında pozisyon vermeden soyunma odasına gittiler.
Döndüklerinde sürpriz bir stratejileri vardı. Rakibin durumu ve yorgunluğundan mı yoksa aşırı güvenden mi bilinmez ilk yarının sonundaki kalabalık hücumu daha da kalabalıklaştırdılar.
Fenerbahçe ise kendi yarı sahasından en iyi performansın sahibi Sow’a uzun yerden paslar atarak, direkt bir oyun oynamaya başladı. Gökhan’ı merkeze yaklaştırdılar. Sona doğru da Hasan Ali’yi çıkarıp Salih’i oyuna alarak gerideki pas kaynaklarının sayısını artırdılar. Topu hızlı bir şekilde rakip ceza alanı önüne yolladalılar. Golü buldular. Zaman zaman bu akınların sonunda kalabalık olarak oraya yığıldılar. Ancak Sow kale çevresinde yardımcı bulamadı. Yine organizasyonları yoktu. Yine adam geçemiyorlardı. Doğrusu karambol arıyorlardı.
Ve 80’de aldıkları erken ve saçma riske Salih de gereksiz bir risk ekleyip topu kaptırınca Antalya maçı kopardı.
Bunu çok erken de yapabilirlerdi ve sonuna kadar da hak etmişlerdi kuşkusuz. Mehmet Özdilek’i 5 sezonda da gelse bu olgun ve dinç futbol için kutlamalı.
*******************************************
Burak “Yılmaz”
49 maçta 38 gol 10 asistin ardından bir başka büyüğe transfer olup, 14 maçta 7 gol 2 asistle yola devam etmek. Az şey mi? Değil.
Peki geçen yıl 60 gol atıp bu seneye 15 golle başlasaydı, Burak Yılmaz tartışması biter miydi? Yine hayır. Burak bununla yaşamayı sanırım öğrendi.
Beşiktaş, Eskişehir ve Fenerbahçe’de isteneni veremeyen potansiyel oyuncu etiketi onun hep üzerinde olacak. 5 yıl daha Türkiye’de gol kralı olsa, yine tatmin edemeyecek tam olarak. Hiçbir maça oynadığı takımın asıl santrforu gücü olarak çıkmayacak.
Her maçta kendisini yeniden ispat etmek zorunda kalacak. Biz basına, taraftara hatta teknik direktörüne ve takım arkadaşlarına. Burak böyle bir kaderle oynamaya alıştı gibi. Ve bundan bir fayda çıkarmayı da öğrendi. Belki de aslında onu motive eden de bu... Her zaman tartışılan ve tartışılacak adam olmak.
Bu insanı dinç tutar.
Burak Yılmaz’ın besini de bu zaten. Her seferinde, her maçta kendisini yeniden ispat etmek zorunda olmak. Burak artık “Yılmaz” Biz tartışmaya devam edelim.
**************************************************
Acaba bakan ne diyecek?
Protesto haktır.
Hele de politika yapmaya karar vermişseniz protesto edilmeyi de göze alırsınız. Normal demokrasilerde politika yapıp protesto edilmemiş bir tek kişi dahi bulamazsınız.
Çünkü demokrasi sanılanın aksine çoğunluğun yönetimi değildir. Geriye bir kişi bile kalsa onun hakkını savunabilme garantidir. Ve protesto da bunun içindedir.
Öte yandan “uluslararası bir organizasyonda yerel bir meselenin protesto edilmesinin ne anlamı var?” diye de sorabilirsiniz. Bu da en az protesto edenin hakkı kadar haktır.
Ancak hepsinden önemlisi şudur:
Dünyanın her yerinde sokakta rahat yürüyemeyecek kadar ünlü iki zirve sporcunun finalinde yerel bir yöneticinin konuşma yapmasının manası nedir?
O salonda protesto edenin de onları protesto edenin de yaptıkları haklarıdır.
Peki bakanın konuşma yapaması hak mıdır?
Bu olağanüstü sporcuların yanında bir bakanın söyleceği ne olabilir?
Kimse kusura bakmasın.
Ödül töreninde bakanın ne diyeceğini merak eden yerli yabancı bir kişi bulun, ben de konuşma yapmasının hakkı olduğuna ikna olayım.
‘’Strateji kazandı‘’
Samet Aybaba’nın oyunun gidişatının da yardım ettiği stratejisi doğru. Hücumu bilen adamlarla oyun merkezini geride tutan bir oyun...
Buna yardımcı olan Şota tercihleri de önemli. Hakan Özmert’i dışarıda tutup hep zor olanı yapmaya çalışan Özer ve form kaybı devam eden Ernst’le ileride etkinlik yaratmak oyunu orada bir akın sürekliliğiyle tutmak kolay değil. Kalu Uche’nin oyunu hep en son vuruşu kendisinin yapması üzerine planlayışı da var. Derin pas atacağı yere kenara açıyor misal, içeri koşup son topu kullanmak üzere. Yetenekleri ne olursa olsun arkadaşları açısından dayanılır bir durum olmasa gerek.
Bu yapıda, Beşiktaş topu çok almasa da istediği gibi oynayabildi çoğunlukla.Oğuzhan ve Fernandes’le her seferinde etkili bir şekilde mesafe katettiler. Onlara belki de kariyerinin en iyi orta saha performanlarını arka arkaya ortaya koyan İbrahim’i de ekleyebilirsiniz. Trabzonspor maçında olduğu gibi iki yönlü etkiliydi. Sakatlanıp çıktıktan sonra Beşiktaş aynı seviyeyi tutturamadı. Ancak bunda 2 farklı üstünlüğü sağlamalarının yarattığı yumuşama da etkili oldu.
Bundan sonra Fernandes’in duran topları dışında pozisyon yaratamadılar.Dün akşam Samet Aybaba’nın genel olarak oyunu iyi planladığını ve Şota’ya üstünlük sağladığını söylemek lazım.Ancak Uğur Boral, McGregor ikinci yarıda Olcay ile Holosko ve gol dışında Almeida’nın formları istenen seviyenin çok uzağında. (Karşı karşıya kaldığında tansiyonu düşüyor sanırım) Beşiktaş bu form eksikliğinin yanı sıra yine planları olan yaratıcı bir takım değil. Ama doğru strateji tercihi ve fizik güçle ligin en zor deplasmanlarından birinden çıkmayı başardı.
‘’Poker yüz‘’
Mönchengladbach deplasman galibiyetinden sonra bu beraberlik çok daha anlamlı hale geldi. Dolayısıyla strateji son derece mantıklı. Tamamen duygularla yürümüş bir dönemin ardından belki de Fenerbahçe için en çok lazım olan şey mantık... Buna da kuşku yok. Kocaman ve ekibi belki de ilk kez bu durumu kullanarak rakip üzerinde psikolojik bir baskı yarattı. Rölanti bir oyunla.
Belki taraftarları dışında kimsenin seyretmeyeceği durgun bir futbol.
Sadece kazanmak üzere kurgulanmış durgun bir strateji. Fenerbahçe’nin 4-2-3-1’i çok uzun süredir kimseyi bu kadar etkilememiş olsa gerek.
Limassol maçı kazanacağına hiç inanmadı dün akşam.Fenerbahçe kendi sahasında durağan bir oyun oynasa da Limasol hep bir tuzağın kendisini beklediğini düşündü muhtemelen.Ya da şöyle düşünmeli: Fenerbahçe futbol takımı, yaşadığı onca şeyden sonra soğukkanlılığın zirvesine çıktı.
Sadece el bekleyen bir ‘poker oyuncusu’ gibi sabırlı ve rahat.
Tam poker yüz!
Ancak bir problemin altını çizmek de lazım:
Kuyt’ın...
Kuyt sonuna kadar arayan, yılmaz bir savaşçı...
Sebebi bizzat Kuyt’ın deyimiyle, ‘dengi birçok oyuncudan daha az yetenekli olması nedeniyle’ ekstra çalışması...
Şimdi: Eğer Kuyt, Alex’in yeteneksizi misali sahada dolaşacaksa bunun iki anlamı olabilir. Ya takım çok iyidir o kadar uğraşmasına gerek yoktur.
Ya diğerleri o kadar yetenek farkı yapmamıştır. Kendisini yetenekli hissediyordur.
Kocaman’ın sorunları bitmiyor...
‘’Zemin yaradı‘’
Pas oynamak isteyen, topa sahip olmak isteyen bir ekip için büyük dezavantaj bu. Misal Riera’yı sol bek olarak kullanıyorsanız, en son isteyeceğiniz böyle bir zemin. Ayrıca futbol öyle bir oyun ki bizim için dezavantaj gibi görülen bir anda en büyük avantajımız olabiliyor. Cluj eksik kalınca bu zeminde kontra atak yapmaları bir anda olanak dışı oldu. İlk yarıda kırmızı kart sonrası Galatasaray, hep aynı şeyi denedi. Ceza sahası önünde toplandılar. Oraya yüksek toplar attılar. Zemin pas yapmalarını engelliyor, bunu aşmaya çalışıyorlardı. Ancak topu indiremediler. Rakip savunmadan dönenleri ise Hamit’in birkaç şutu dışında değerlendiremediler. Gurbetçi oyuncunun erken oyundan alınışı, işi daha da zora soktu.
Elmander sakatlanınca
Ama asıl önemlisi, Elmander’in sakatlanmasıydı. Bununla direkt ceza sahasına uzun yüksek top isteme sistemi çöktü. Bu arada yenilen gole de bir bakalım. Camora’nın tek pas opsiyonunu 3 Galatasaraylı oyuncunun arasına atabilmesi, buna müsaade edebilişimize bakın. Eğer zemin avantajı olmasa nelerle karşılaşacağımızı görün.yarıda Terim’in yaptığı en akılcı olanıydı orta saha kanatlarını çizgi dibine indirmek. Ceza sahasına şişirip erken orta yapmak yerine bir pas daha fazla yapıp çizgiye inip oradan denediler. Amrabat ve Emre, kanat değiştirerek rakibi iyice altı pasa gömdü. Bundan sonuç çıkmasaydı en az Melo’nun kaçırdığı penaltı kadar akılalmaz olacaktı. Neyseki Burak, uzun süredir yapamadığını yaparak
kafasını çalıştırdı.
‘’UEFA'ya bir öneri‘’
Uluslararası elit hakemleri yerel çekişmelerin içinden çıkarmak gerekir. Hakemliğin kurtuluşu profesyonel hakemlikten çok onları zirvede ve zinde tutacak maçlardır. Cüneyt Çakır misal. Onun uluslararası alandaki üstün performansıyla yereldeki sıkışmışlığının sebebini anlamakta zorlanıyor ve onu suçlu buluyoruz ya! “Orada başka yönetiyor burada başka” diye...
Aslında başka olan iki ayrı düzlemdeki futbol anlayışı. Pazar akşamı derbide 36 faul oldu misal. Bu rakam bizim normallerimiz ama uluslararası arenada bu tip bir rakamı görmek olanaksızdır. Arasıra yaklaşan rakamlar da istisnadır. Otomatik itirazlar. Top ve alan değil, rakip merkezli oyunlar vs. Saymakla birmeyecek bir çok parametre bizim ligi de diğer yerel kalmış ligleri de kendi içinde kendi kurallarıyla işleyen kapalı yapılar haline getirir. Bu realitedir.
UEFA hakemlerini bundan kurtarmalı. Bunun yolu elit hakemleri yerel düzlemden kurtarmaktır. Elit statüye ulaşmış hakemler, artık yerel liglerde görev yapmamalı. Bu onları geriletiyor. UEFA her iki yılda bir hakem listesi hazırlamalı. Ve bu hakemler artık salt UEFA’ya bağlı olmalı. Her hafta misal büyük 10 lig, en önemli maçlarını belirleyerek UEFA’ya bildirmeli ve UEFA bu maçlara hakem atamalı. Misal Cüneyt Çakır ya da Fırat Aydınus, Elazığ-Mersin maçına değil, Inter-Milan maçına ya da Schalke-Dortmund maçına gitmeli. Beşiktaş -Trabzonspor maçında bir başka ülkenin elit hakemi. Onları böyle korumalı... Elit hakemler uluslararası değerlerdir, yerel saçmalıklardan korunmalıdırlar.
Müthiş bir golden sonra
5 gerçek pas, 2 verkaç, 3 gerçek adam geçen dripling, 80 metreyi kat eden 5 oyuncu, yüksek süratle geçilen 9 rakip ve bir topuk golü...
Trabzonspor’un 45. dakikada attığı gol belki de yılın golü sıralamasına girecek bir bütünlük, organizasyon, pozisyon becerisi, alan oyunu mükemmeliyeti, yüksek sürat ve daha fazlasını içeriyor. Eğer Romanya karşısında bir kez böyle çıkabilmiş olsak bugün her şey farklı olurdu.
Ancak biz Cüneyt Çakır’ın neden bu gole müsaade ettiğini konuşuyoruz. Hatta skoru da ona bağlıyoruz. Zannedersiniz bir son adam kuralı ihlali, çizgiden elle top çıkarma olmuş ya da ofsayttan gol atılmış. Çakır tarihin en büyük hakem hatasını dahi yapmış olsa:
“5 gerçek pas, 2 verkaç, 3 gerçek adam geçen dripling, 80 metreyi kat eden 5 oyuncu, yüksek süratle geçilen 9 rakip ve bir topuk golü...” gerçeğini görmemizi, bunu övmemizi nasıl engeller! Bu bir zihniyet sorunudur. Hakemlik değil...
Futboldan gelip orada kalmak
Futboldan gelenler futbolu yönetmek istiyor. Haklılar. TV’de sadece onlar konuşsun istiyorlar. Özünde haklılar.
Peki biz onlardan ne istiyoruz?
1- Futbolcuyken en azından dışarıdan bitirebilecekleri işletme, iş idaresi gibi görece kolay bir bölüm okumalarını.
2-En azından İngilizce öprenmelerini.
3-Okul ve futbolculuk bittikten 1-2 yıllık bir MBA programını bitirip iş idaresi öğrenmelerini.
4-Evrensel ve analitik düşünebilmelerini.
5-Uluslararası bağlantılara sahip olmalarını.
6-Uluslararası spor organizasyonlarında staj görmelerini.
7-Duygu ve düşüncelerini yazılı ve sözlü anlatabilecek kadar iletişim eğitimi almalarını.
8-Görev aldıklarında etraflarına eşi dostu, iş arayan kim varsa toplayacaklarına uzmanlığa hürmet eden atamalar yapmalarını.
9-Alt yapılarda çalışmaktan imtina etmemelerini.
10-Futbolu bıraktıkları gün herşeyi bildiklerini zannetmemelerini.
11-Futbolculuğun başka bir iş, yöneticiliğin başka bir iş olduğunu anlamalarını.
12-Her askerin Orgeneral olamayacağını bilmelerini. Bunun için önce Harp Okulu sonra Harp Akademileri eğitimi alınması gerektiğini.
13- Öğrenmenin yaşının olmadığını.
14- Futboldan gelmenin çok önemli olduğunu ama orada kalmanın da çok tehlikeli olduğuna uyanmalarını.
Şikayet ediyorlar. Haklılar ama önce kendilerine bakmalılar.
Ortak bir dil
Eğer bir grupta hedef birliği, metot birliği ve araç birliği yoksa ona takım değil en iyimser yaklaşımla topluluk denir. Hedefi doğru belirlemek ve tüm unsurlara açık bir şekilde anlatmak gerekir. Metot belirlemek ve bundan sapmamak gerekir. Ve asıl önemlisi araç. Bunların en önemlisi ise dildir. Eğer Aykut Kocaman takımda herlesin aynı dili konuşmasını sağlayabilirse çok iyi bir santrfor yetişirmiş kadar büyük bir iş yapar. Eğer bunu yaparsa Fenerbahçe’de gerçek bir devrim gerçekleştirmiş olacak. Çünkü birbirini anlamadan olmaz. Değil mi?
‘’Büyük plansızlık‘’
Çok düşük kaliteli bir oyunda olağanüstü 2 gol izledik. Sahada diğerlerinden farklı duran iki oyuncu, Fernandes ve Sapara, seyredilecek ender işleri ortaya koydular.
Şenol Güneş’in planı, sahada görülebiliyor. Sapara ve Soner’i merkez alan iki kanada yayılan 4 hareketliyle hücum etmek istiyor. Bunu da oyuncu kalitesi ölçüsünde yapıyor. Beşiktaş’in planı ise Samet Aybaba’nın sezon başında söylediği gibi, sadece mücadele... Topu pivot santrafora atıp onun indirdiklerinden bir şeyler çıkartmak amacında. Dün bu yapı içinde bol faullü, düşük becerili bir maç izledik. Şenol Güneş’in planı geliştirilebilir. Ama Samet Aybaba’nınki hayır. Çünkü Şenol Güneş’in ki bir plan, Samet Aybaba’nın ki ise zihniyet. Şenol Güneş’i sadece Janko’yu biraz daha erken oyuna almadığı yada Sapara’yı oyundan erken çıkardığı için eleştirebiliriz. Çünkü bu hamleler, planı daha işler hale getirebilir. Samet Aybaba’yı ise eleştirmek mümkün değil. Çünkü ortada peşinden gidilebilecek bir plan yok. Dün Beşiktaş’ta herkes mücadele etti. O zaman Aybaba hedefine ulaştı.
‘’Rakip müsaade ederse‘’
Fenerbahçe Topal ve Meireles’le de oynasa tam bir orta sahaya sahip olamıyor. Çünkü elinde iki yönlü ortanın ortası oyuncusu yok.
Dün toplam maliyeti 25 milyon Euro olan orta saha tandemi sahada değildi belki ama Selçuk-Baroni ikilisi de benzer bir işi yapabildi.
Savunmayı önden tamamladılar. Onlar çift ön stoper. Bu durumda Bursaspor golü bulana kadar savunmadaydılar.
Onlar geri çekilince orta sahayı pas geçip hücumcuları topla buluşturabildiler... Beraberlik sonrası yine çift ön stopere döndüler. Fenerbahçe orta sahası edilgen. Rakibin müsaade ettiği kadar oynayabiliyor.
Dün konuk ekip adına farkı yaratan ligde bugüne kadarki en iyi performanslarından birini sergileyen Sow’du. Bir haftalık arada pivot santrfor oynamayı öğrenmiş gibiydi. Orta saha boşluğunu doldurdu.
Sonra Caner’di. Çünkü takımın tek isyan eden oyuncusu o.
Ve tabii Volkan. Çok zorlayıcı toplar gelmese de milli maçlar sonrası ayakta kalması önemli.
Ancak Bursa dertlenmeli. Neden baskıyı bıraktılar, bunu sorgulamalı...Bursaspor’un maçın başındaki baskısından gol sonrası kopuşu genel psikolojilerini de anlatıyor. Şampiyon oldukları sezonun sonrasında durmaları gibi belki. Fenerbahçe orta sahasını kendi ceza sahası çevresine hapsetmişken Batalla’ya ayak uydurmayıp geri basmaları, rahat domine edebilecekleri bir maçı bırakmalarına yol açtı.
Burada şansları Kuyt’ın sezon başındaki adamdan çok farkı olması. Oyunu rakibe böyle vermişken ceza kesecek en önemli adamın durgunluğu onları kurtardı.









































