Arama

Popüler aramalar

Üç büyüklere bir bakış

Abone OlGoogle News
Haberin Devamı

Oyunun merkezinde topa sahip olamayan büyük takım olmaz. Geçen yıl Galatasaray’ı farklı kılan buydu. Savunma kanatları hücumla ilgilenebilme lüksüne böyle kavuşuyordu. Avrupa’da işlerin iyi gitmesi ise Melo’nun bu yılki vasatının üzerine o sahnede çıkması. Halbuki şu andaki gücü o seviyede değil, ekstra konsantrasyonla o seviyeye çıkıyor. Ama ekstra konsantrasyon ya da motivasyonla başarı sürekliliği sağlanamıyor. Melo oyun normalini Avrupa’da oynadığı seviyeye çıkarmazsa bu iş yürümez.
Beşiktaş orta saha sorununu bir önstoper kullanarak çözmeye çalışıyor. İbrahim ya da Necip savunma önündeyken savunmaya yapışık öndeki stoper gibi oynuyor. Bu, deplasmandaki başarısının sırrı. Ancak büyük takımlar bunu kendi evlerinde yapamaz. Kalabalık gitmek istedikleri zaman oyunun boyu uzar. Bu oyuncular Çapa’dırlar. Merkezdirler. Takımın boyu onların nerede oldukları, pas bağlantılarının merkezinde olup olamadıklarıyla alâkalıdır. Beşiktaş bunu yapabilseydi şu anda farkı açmış olurdu.
Fenerbehçe’nin sorunu da Beşiktaş ve Galatasaray’ın karışımı gibi. Büyük takımlar orta sahalarında yüzde 40 / yüzde 60 hücum savunma eğilimi parantezini aşmamalı. Fenerbahçe’nin şu anda kullandığı orta sahalardan hiçbiri bu parantezin içinde değil. Ne Meireles, ne Topal, ne Selçuk ne Baroni.
Avrupa’da ekstra motivasyonla kendi standartlarının üzerine çıkıyorlar. Ancak sürekli başarı böyle gelmez
Büyük takımlarda yüzde 70 savunma eğilimli oyuncu sayısı 1 ya da 2’yi geçemez. Stoperler dahil. Bu mühendisliği sergilemeden işi uzun vadede yürütmek mümkün değil.

Kişilerle kurumları tribünde ayırmak

Kişilerle kurumları sahada ayırmazsınız. Melo kırmızı gördüyse “Hamit’in ne günahı var da onu yalnız bırakıyorsun” demek mümkün değildir. Şike teşvik işlerinde de ayıramazsınız. Çünkü yöneticiler kulüplerine karşı sorumludurlar. Onlara mazbataları bunun için verilir. Kurum kişiye yönetim yetkilerini devreder. Ondan sonrası kendisi için değil, yaptığı her şey kurum içindir.
Futbolda sadece kişilerle kurumları tribünde ayırabilirsiniz. Orada yaptıklarınız bireyseldir. Size aittir. Cezasını da yapan çekmelidir. Kulüpler ya da diğer taraftarlar, değil. Ama biz bir adam sahaya bir şey attığında onu suçlamayıp kulübe ceza veriyoruz. Kadın ve çocuk cezası. Ayırın cezalandırın ve teşhir edin. Otobüs taşlayanları, şöför yaralayanları kurumdan ayırın, tribünden ve stattan da... O ayrım sadece tribünde olur.

Çocukların formasından korkmak

Maç öncesi seremoniye çocukları çıkarmak güzeldir. Tansiyonu düşürmeden bu işin insanca bir rekabet olduğunu hatırlatmanın en iyi yoludur. Gerginlik şarttır yoksa maçın anlamı olmaz. Ama çocuklar sınırı iyi çizer. En taş kalpli için dahi. Bu yıl çocuklar ligdeki tüm takımları temsil eden renklerle çıkıyorlar sahaya. Bu da güzel bir fikir. TFF’nin iyi işlerinden. Peki ama neden orijinal formalar değil. Neden gerçek FB, GS, BJK formaları değil giyilen. Ona bile cesaret edememekten mi? Yoksa o takımların formlarını giyecek çocuk bulamamaktan mı? Misal Trabzon’da Fenerbahçe, Kadıköy’de Trabzonspor forması giyecek çocuk mu bulamıyoruz? Yoksa giydirmekten mi korkuyoruz

All star game

Daha önceki yıllarda da yazmıştım. Futbolun bir all-star şenliğine ihtiyacı var. Yerli yabancı, doğu batı, kuzey güney... Bir maç. Frikik ve penaltı yarışmaları, dripling ve kalecilik de tabii. Bu, statta olmuyor. Maçlar durgun geçiyor, seyirci de gelmiyor. Ancak salonda olur... Sürekli aksiyon, interaktif yarışmalar, kısa maçlar vs. Bu sporun bir bayrama ihtiyacı var. Biraz keyife. Bir all-star maçına...