‘’Kaderine razı‘’
İbricic solda topla hareketlendiğinde Semih’e, dolayısıyla tehlike bölgesine en yakın oyuncu o. Aynı zamanda ivmelenmiş durumda. Hemen kademeye girmesi mantıklı, kolay ve aynı zamanda kuralların gerektirdiği. Ama o duruyor, geri çekiliyor. Selçuk’u oraya göndermeye çalışıyor. Selçuk geç kalıyor. İbricic çok güzel vuruyor.
Sıradan normal bir savunma organizasyonunda sorun yaşanıyor yani. İkinci golde bu kez kademeye kendisi gidiyor ama şutta hamlesiz kalıyor. Bu Dany’nin hatası gibi görünebilir. Ancak asıl önemlisi savunmada gerçek bir organizatörün olmayışı ve beklerin stopere dönmede yaşadığı sıkıntılar. Riera zaten hâlâ öğrenme aşamasında, Sabri ham. Galatasaray’ın stoper ihtiyacı var. Birinci stopere. Temel bir savunma adamına. Galatasaray’ın geçen seneki hücum planı 4 orta saha özellikli oyuncuydu. Kanatları savunma bekleri dolduruyordu. Bu yıl sadece Selçuk’a kaldılar. 6 kişiden, yarım Hamit’le 1.5’a düştüler dün. Selçuk’un iki kez en sağdan en sola Sabri’ye attığı top dışında -ki gol de böyle geldi- plan üretemediler.
İkinci yarıda Yekta-Melo değişikliği Galatasaray’ı biraz daha dirençli yapabilirdi. Ancak Terim önce Hamit’i sonra Elmander’i çıkararak topa sahip olabilen oyuncularını alıp kaleyi hedefleyenleri sahaya sürdü. Braga’da tutan, burada işlemedi. Terim’in tek şansı Kasımpaşa’nın iyi kontralarında basit vuruşları yapamayışı oldu. Farklı bir mağlubiyetten kurtulması sadece bundan. Yılın en kötü, daha önemlisi kaderine razı Galatasaray’ıydı...
‘’Bazen Alex, bazen Maldonado‘’
Baştan başlayalım: Salih’in zihni Fenerbahçe’yi başka bir takım yapabilir. İlk yarıda 360 dereceyi kontrol edebildiğini, kullanabildiğini, takımı ileri taşıyabildiğini gösterdi. Oyunu yorumlaması dün sergilediğinin daha da ötesini işaret ediyor. Belli ki, fazlasıyla zeki bir adamla karşı karşıyayız. Golden sonraki rahatlayışıyla yaptığı hatalar, beyninin ayaklarından daha hızlı çalışmasından gibi. Daha fazla çalışmalı. Çok daha fazla.
Krasiç’in de zihinsel bir eşiği geçtiğini söylemek mümkün. Ayakları eskisi gibi gitmiyor hâlâ ama hatıraları canlanmış. Eskiden neyi nasıl yaptığını hatırlıyor ve yapmaya çalışıyor. Buna Semih’i de ekleyebilirsiniz.
Gökhan’ın başlangıcı da olağanüstü. Sağbek, sağ iç, sağ açık, orta sahada neredeyse beyin ve her şeyden önemlisi oyuna ağırlık koymak isteyen bir isyankar vardı. Ama bu çok fazla yük. Attığı goldeki harika hamlesinin yanında Bursa’nın adam/alan karma markajının yarattığı karışıklık da önemli. Kendi kalesine attığı goldeyse artık oksijen yakma kapasitesi bayağı düşmüştü. Bunun nedeni Fenerbahçe’nin asıl eksiğinde saklı... İki önstoper sorun... Oyuna giremiyorlar. Stoper bağlamında bile teknik olarak yetersizler, bırakın orta sahayı...
Maçın başındaki direkt oyun Kocaman’ın Fenerbahçesi’nin bugüne kadar sergilediğinin ötesinde bir futbol. Golden sonraki geri çekilişin sebebi Topal-Selçuk ikilisinin Salih’e destek vermeyişinden. Çok pas hatası yaptılar. Diğerlerin pas hataları da onlara bağlı. Oyunun beyni felçliydi...
Dolayısıyla Bursa, Fenerbahçe’yi yavaş yavaş geri itti maçı da aldı. Ama dedik ya işte sürpriz yumurta: Kocaman, Cristian’la ve Sow’la ölüyü diriltti.
‘’Asimetrik transfer‘’
- Oyuncu kendisini geliştirecek bir yapı bulabiliyor mu?
Kulüpleri ve ligleri genç oyuncular için bir üniversite gibi düşünmek gerekir. Oyuncu için, ailesi, menaceri ve kendisi, var olan yeteneklerini pişirmek, geliştirmek için yeterli bir yapı ve sistem bulabiliyor mu? Türk futbol kulüpleri ve ligi bir okul mudur? Yani Portekiz, Belçika ve Hollanda yolu mu tercih ettiğimiz.
- Aynı zamanda 5 büyük ligin gözü üzerinde mi? Dolayısıyla büyük liglere kendisini göstermek için iyi bir sahne olabiliyor mu?
- Ya da kendisi başlı başına, heyecanı, oyun düzeyi, gösteri seviyesi açısından bir sahne mi? 5 büyük lig gibi...
Dolayısıyla sorulması gereken öncelikle şu: Türkiye Ligi nedir? Algılanması nasıldır? Ve biz kendimizi nasıl konumlandırıyoruz. Bizler, futbol ürünü deyince aklımıza forma ve atkı getirsek de aslında futbolun başlıca ürünü maçtır, ligdir... Bizim ürünün pazarı neresi?
Kariyer planlaması yaparken bunları düşünür bir oyuncu. Bu soruları sorar. İşte önemli olan bu. Bizim bu soruya verdiğimiz cevap nedir?
Yani Belhanda için doğru yer mi burası, Ribery için doğru yer miydi? Mesut ya da İlkay için ya da? Veya Sneijder için? Anelka için doğru yer miydi? Kimin için doğru yer Türkiye? Ve neden? Önce bunların cevabını kendimize vermemiz lazım.
Ancak o zaman kimin neden geldiğini, kimin neden başarılı olup olmadığını anlayabiliriz.
Çilekler ve filizler
Türkiye, futbolunu tanımlayamıyor. Hedefler ve organizasyon uyumsuz. Ünal Aysal’ın çilek tanımı bir pasta benzetmesiyle ilgili. Ortada bir rüya takım var. Ve bir çilek lazım. Ancak saha içini yöneten ‘maaşlı profesyonel’ bunu kabul etmiyor.
Hollandalı’yı istemediğini söylüyor. Stoper ve sol bek ihtiyacı üzerinde duruyor. Kaka olursa çilek tamam ama diğer isimleri istemediğini bizzat söylüyor. Çünkü Hollandalı, Türkiye’deki tüm futbolseverler için heyecan verici olsa da ihtiyaçları karşılığı değil. Çünkü Terim ‘Rüya takım’ benzetmesine de karşı çıkıyor, Şampiyonlar Ligi’nde gruptan çıkamamanın başarısızlık olarak görülmesine de... Çünkü belli ki takım inşaatının bittiğini düşünmüyor. Mourinho’nun Barça’yı tanımlarken sarfettiği ‘son ürün’ benzetmesini kabul etmiyor çünkü. Başkan çilek peşinde, teknik adam çok başka bir yerde.
Aykut Kocaman’ın artık hiç bir zaman yapılamayacağına inandığını söylediği antrenör takımına da bakmak lazım. Hocanın söylemek istediği açık. Görevlerin tam ve kesin olarak belli olduğu bir takım düzeni. Bunun ulaşılması zor bir hedef olduğunu kendisi söylerken Belhanda’yı almaya çalışmak da iyi incelenmesi gereken bir durum. Çok değerli bir cevher, ancak bir antrnör takımında mücevhere dönüşebilir. Daha yontulması, işlenmesi gereken bir 1. sınıf aday Faslı. Peki sadece Fenerbahçe değil, Türkiye’de hangi takımda böyle bir oyuncu işlemesi yapılabildi bugüne kadar. Arsenal ya Unitedvari bir oyuncu eğitim düzenine sahip bir antrenör takımı değilseniz aldığınız cevherler ancak boşlukta kalır. Belhanda, liseden yeni mezun olmuş bir mühendis adayı gibi. Siz o eğitimi verebilir misiniz? Ya da o, Türkiye’yi Portekiz ya da Hollanda gibi mi görüyor? Yoksa her iki örnek de önce maaştan ömı etkileniyor? Türkiye bu sorulara cevap bulmadıkça ancak para saçacak. Oyuncular size uygun mu diye sormak br yönüdür işin ancak en az o kadar önemli olan oyuncunun kendisine “doğru yere mi gidiyorum?” “Neden Türkiye’ye gideyim” sorularına verdiği cevaptır.
Messi’ler Mesut’lar bulmak
Durum bu olunca Kaka Antep’e geliyormuş ama almamışlar. Biz niye Messi’leri bulamıyoruz serzenişleri manasız. Mesele Messi, Kaka bulmak değil onları yetiştirmek, donanım kazandırmaktır. Bunun için okul olabilmek gerekir. Messi 13 yaşında Türkiye’ye gelse Messi olmazdı. Bir Mesut yetiştirememek de şans eseri en yetenekli Türk’ün Gelsenkirchen’de doğmasından değil. Organizasyon sorununu çözmek ligi ve futbolu dolayısıyla ülkeyi doğru konumlamaktır mesele.
‘’Farkı yaratan Semih ve Gökhan‘’
Fenerbahçe’nin topyekün rakip alana yerleşme konusundaki hamlığını iyi kullandılar. Maçın başında rakip alana yığıldılar. Fenerbahçe’nin stoperleriyle orta sahasının arasındaki bağlantıyı kestiler. Fenerbahçe Kuyt’un sadece Cristian’dan destek aldığı hücum planına kaldı. Topu o bölgeye kalabalık bir ekip eşliğinde taşıyamadı.
Yani Salih’in soğukkanlı oyunu dışında rakip alana geçecek bir plan üretemedi.
İkinci yarıda Sarı-Lacivertliler risk almaya çalışınca da oyunun boyu uzadı ve 1461 de istediği kontraları yapmaya başladı.
Ancak Mert iyi bir engeldi. Çok iyi bir kaleci performansının yanı sıra sezgileri güçlü bir libero gibi oynadı. Mert kaleci yeteneklerinin yanı sıra oyunu okuma yönünde de ilerleme göstermiş.
Oyunu Fenerbahçe adına tutan da bu oldu.
Ev sahibinin uzun boylu oyunda kalabalık kontra gidiş gelişlerinin yarattığı yorgunluk başta bahsettiğimiz pozisyon disiplinini gevşetti.
Ve Aykut Kocaman’ın devre arasında yaptığı değişiklikler de mana kazandı.
Sarı-Lacivertliler kimi transfer ederse etsin, kaliteli yerli dinamolara ihtiyaç duyuyor. Bütün büyük takımlar gibi. Gidişata dur diyecek, isyan edecek, kadere karşı çıkacak adamlar.
İşte buna adaylar Gökhan ve Semih maçı aldılar.
Kim transfer edilirse edilsin, onlar farkı yaratacaklar.
‘’Belhanda uygun mu?‘’
Fiziken, mental olarak, psikolojik olarak durum budur. Bir dolu dünya yıldızının bizim takımlarımızda sıradanlaşması bunun örneğidir. Çünkü bir ya da birkaç oyuncu takımı dönüştüremez, ama takım onları kendisine benzetir. Bu, sosyolojik bir gerçektir. Takımlar şablondur. En büyük yıldız ve sıradan görev adamının önemi uzun vadede aynıdır. Aykut Kocaman’ın antrenör takımı olarak tanımladığı bu mu bilmiyorum. Eğer öyleyse sonuna kadar haklı. Antrenörlük her şeyden önce mühendisliktir. Kadro mühendisliği...
Fenerbahçe yapısal ve estetik olarak dönüşmek istiyor. Ancak merkezindeki sorun çözülmek bir yana derinleşiyor. Belhanda bu sorunun temel çözümü olamaz. Açık söyleyeyim: Civa gibi bir adamdan bahsediyoruz. Her şeye sahip bir yıldız adayı. Ancak Fenerbahçe halihazırda 1. sınıfa yükselmek isteyen bu müthiş yetenek için doğru yer değil. Zira şablonu oturmuş değil. Yunus’un ihtiyacı olan, tüm şablonları oturmuş iyi işleyen bir makinede tempo oyunu oynamak. Beğeniyle takip ettiğim bu oyuncu bu yumuşak yapı içinde kaybolur. Faslı Fenerbahçe’yi dönüştüremez. Amrabat’ın, Stoch’un, Riera’nın yaşadıklarından daha bütük sıkıntılar yaşayabilir. Üst düzey için hâlâ eğitime ihtiyacı olan bir oyuncudan bahsediyoruz. Fenerbahçe o üniversite değil. Sadece iyi para kazanabileceği bir yer. Önemli bir cevher, ama misal bir Ferguson ya da Wenger veyahut Van Gaal eğitimine ihtiyacı var. Bu oyuncuya bu açıdan bakmak lazım. O, Fenerbahçe için uygun mu diye değil, Fenerbahçe onun için uygun mu diye... Fenerbahçe’nin bu yapısal sorununu çözmeden bu tip oyuncuların mekanı olması güç.
Fenerbahçe ekolü?
Aykut Kocaman’ın bu sene soyunduğu işin önemli eksiği merkezde. Emre ve Alex’in daha güvenilir formlarına ihtiyaç varken daha iyi Selçuk Şahinler’le işe başlanmasında. Bu verkaççı eksiği takımın ön bölümündeki hücum gücüyle kopmaya yol açıyor. Arkada keskin stoper eksiği de bu sorunu derinleştiriyor. Meireles bu takımın en defansif orta sahası olması gerekirken skalada kendisine en hücumcu oyuncu olarak yer buluyor. Şablondaki problem derinleşiyor. Transfer burayı çözerse iş değişir. Belhanda daha manalı olabilir. Kocaman’ın yaratmak istediği yapı bu olmalı. Yoksa merkezdeki sıkıntı herkesi etkileyecek.Bu durum Avrupa’da şu ana kadar sorun yaşatmadı. Zira herkes dengeli oynuyor. Çıkmak, Türkiye’deki kadar zor olamadı. Ancak Bate sonrası durum değişir. Bu yapı, bu şablon yetmez. Kocaman bunu çözebilirse sorun hallolur. Ancak bu psikolojiyle bunu çözmek kolay değil. Bu psikolojiyi yaratanın da ne olduğunu söylemeye gerek yok.
Gelgitler büyük
Fenerbahçe, tarihinin en kötü dönemini yaşamıyor. Yaşı bana yakın olanlar ne olacağının hiç bilinmediği zamanları hatırlar. Kulüpte kimsenin yarınının belli olmadığı zamanları. Bir transfer döneminde 50 transfer yapıldığı, sezonun 3 teknik adamla geçildiği, yönetimlerin ilk ayında istifaya davet edildiği ve 2 dönem çalışabilene kral gibi bakıldığı yıllar. Fenerbahçe’nin çok daha zor zamanlarını hatırlamak zor değil. Bugünle karşılaştırılmaz dahi. Ancak Fenerbahçe’nin bugünlerden daha fazla şoke olduğu bir dönem yok. Türk sporunun en istikrarlı yapısıyken 1.5 senede tüm bunların oluşunun yarattığı sarsıntının benzeri yok. Eskiden zaten dağınıktı her şey... Şimdi gelgitler büyük... Kaptandan başkana, teknik direktöre, yöneticilere, tribünlere, medyaya kadar... Burada spor yapmak yaptırmak zor. Çok zor...
Kişiye özgü rejim; Azizm
Fenerbahçe’nin kendine has bir rejimi vardı eskiden, kaotik bir demokrasi. Azizm’den sonra mevzu farklılaştı. Bu, tam başkanlık sisteminin öncesini Fenerbahçe’nin gençleri hatırlıyor mu, bilmiyorum. Ancak sonrasının ne olacağı konusunda kimsenin bir fikri olduğunu sanmıyorum. Ortaya yeni bir aday çıkmasından bahsetmiyorum. Yeni bir rejimden bahsediyorum. Çünkü halihazırdaki rejim kişiye özgü. Azizm... Ve bu istikrar alışkanlığı sırasında yaşanan gelgitler psikolojiyi çok bozdu. Kocaman’ın gidip dönüşü bile anlatıyor her şeyi aslında. İşte soru aslında bu: Bu tedavi edilebilir mi?
‘’Artık yeter... Başlayalım!‘’
Bu, sahada da böyle. Barcelona kadar koşuyor, Irak kadar organize olabiliyoruz. Bilinen Batılı şablonlarla, Batılı normlarla idare edilmesi zor bir yapı bu.
Bu, saha dışında da böyle. Bir kırmızı kart ya da adli bir şike olayı idare edilemez noktalara geliyor. Tüm tarafları sürekli olarak yıpratıyor. Hiçbir davayı karara bağlayamadan, gerçekten kapatamadan yaşayıp gidiyoruz. İçinde yaşamaya mahkum ediyoruz kendimizi.
Söylesenize! Şu Meireles olayı bu kadar idare edilmesi zor bir iş mi? Disiplin ya da Tahkim Kurulu’nun tarafları ve tanıkları dinleyip bir karar vermesi bu kadar zor mu?
Oyunculara sormak zor mu?
Raul ve Özkahya karşılıklı dururken olayı bir metre mesafeden gören en az 4 oyuncu var iki takımdan. Onları çağırıp, “siz ne gördünüz” diye sormak zor mu? Hadi ‘Fenerbahçeliler arkadaşlarını korudu’ diyelim. Melo, Eboue yalan mı söyleyecek? Gerçekten tüm sporcuların yalancı olduğunu mu düşünüyoruz? Eğer öyleyse hiç oynanmasın maçlar. Ya da o sırada hakemler birbirlerinin kulağına ne söylüyor? Büyük turnuvalarda olduğu gibi bunları kayıt altına almak o kadar zor mu? Bu kadar zor mu her şey? Neden bir tükürüğün içinde yuvarlanıp duruyoruz haftalarca?
Ya da 2 yıldır süregelen şu şike sarmalı. Kime zarar verdi bu iş? En çok kime? Fenerbahçe ve Trabzonspor’a değil mi? Kendilerine gelemiyorlar bir türlü...
Peki neden böyle? Çünkü adli yargıyla sportif yargının kararları birbirini tutmuyor. Ve her tarafta hissedilen sadece ve sadece adaletsizlik duygusu, kurban edilmişlik hali...
Kontrol edilemez bir kaosun içinde debeleniyoruz. Soğumasını bekliyoruz. Ama soğumuyor işte.
‘Yaptıysam Fenerbahçe için’
Aziz Yıldırım’ın “şike yaptıysam Fenerbahçe için yaptım” cümlesi karşı cephe tarafından alkışlanması gereken, işi çözen bir önerme aslında. Yani eğer bu yapıldıysa kulübe ceza vermeniz lazım diyor, değil mi? Bakın Fenerbahçe’nin böyle bir ceza alması Fenerbahçeli’yi yaralar, en yakınından biliyorum... Ama daha çok yaralayacak, kamuoyunda “Fenerbahçe kayrılıyor” hissi yaratmaktır.
Yıldırım’ın tek cümleyle anlattığından benim anladığım, daha önemlisi kalbimin derinliklerinde hissettiğim budur. Ve bu süreçte söylenmiş en manalı laftır.
Bakınız! Ortada iki ihtimal var. Ya gerçekten şike var... Ve varsa taraflar ceza almalı. Dolayısıyla kupalar el değiştirmeli.
Ya da ortada korkunç bir komplo var... Ve eğer bu bir komploysa ve Fenerbahçe ile diğer kulüpler kurban ediliyorsa, ben bir Fenerbahçeli olarak istemiyorum bu kupayı. Bu olup biteni tarih yargılar...
Bu kadar net...
Yıldırım’ın söylediği açık. Anlaşılması gereken de...
Ve biz bu sarmalın içinde debelendikçe bu ülke enerjisini doğruya yönlendiremeyecek.
Bu, sadece 105 yıllık kulüplerin kum torbasına çevrilmesine yol açacak.
Her gün her hafta...
Olmuyor. Buna hakkımız yok...
Avrupa’nın enerji reaktörü
Bu büyük ulusu, bu imparatorluk mirasçısı genç nüfusu doğru yönlendirmek lazım artık. Avrupa’nın insan enerjisi reaktörü burası. Avrupa’nın futbolda Brezilyası olabileceğimizi biliyorduk. Almanya gösterdi bize bunu... Artık fazlasını da biliyoruz: Aslı ile Gamze orta ve uzun mesafede Afrikası olabileceğimizi gösterdi. Servet tekvandoda Uzakdoğusu.
Nevin kısa mesafede ABD’si...
Yeter ki şu büyük enerjiyi kavgaya, küfüre, iftiraya kurban etmeyelim. Yapacak, yapılabilecek çok iş var. Yöntem vardır yol kolaydır. Yeter ki karar verelim. Ama bu, Real ve Bayern görmüş ve dibine kadar uğraşan Hamit’in kendi taraftarı tarafından yuhalanmasıyla olmaz. Arda’nın Atletico’da oynayabilmesi için Türkiye kilosunu yüzde 10 azaltmak zorunda olmasıyla da.
Beş büyük ligde 1 milyon etmeyen oyunculara 20 milyon vererek de...
Süper lig, birinci lig ve kupaya sadece devletten sponsor bulabilerek de olmaz.
Artık kavga etmeyelim. Dolandırmayalım bu ülkenin sporunu.
Artık sadece sportif rakabete ve genel geçer ekonomik dengelere bırakalım işi. Başka yolu yok.
Artık bina tepemize yıkılmak üzere...
Artık bir an evvel kendimize gelme, silkinme zamanı.
Büyük bir spor ülkesi olmak için bir yerinden başlamak lazım...
Artık yeter. Başlayalım.
Hepimize iyi ve mutlu bir yıl olsun!
‘’Kocaman bitti derse biter‘’
Aç, hırslı, hedefli. Hem para hem de kupa anlamında çok kazanmak isteyen ama parayı nasıl olsa kazanacağını bilen. Aykut Kocaman, Fenerbahçe’nin bu konuda hep bir numaralı adayıydı. Hâlâ da ondan daha iyi bir adayı yok. Şu aşamada görevi bırakmasının Fenerbahçe’yi çok zor bir döneme sokacağını da yine bir kaç hafta önce yazdım. Kocaman özellikle takım mühendisliğinde büyük hatalar yaptı ama bugün alternatifi tek. Ülkenin pratik çözümler konusunda bir numaralı ismi Mustafa Denizli’yi göreve getirme durumunuz yoksa Kocaman alternatifsizdir.
Gelelim reel duruma
Aykut Kocaman’ın, istifasından 4 saatlik bir ikna maratonunun ardından vazgeçtiğini düşünmek ya da gerçekten bunun olması mümkün mü? “Artık gücüm kalmadı” diyerek kesin bir dille görevinden ayrılan bir lideri ne ikna edebilir? Kim ve nasıl?
Bu kesinlikte bir istifanın geri dönüşü olmaz. Eğer oluyorsa bizzat bu artık teknik patronun muhakeme kabiliyetini kaybetmeye başladığını, gerçekten güçsüz düştüğünü gösterir. Artık mevzu futbolu yönetmenin dışında çıkmıştır. İnsanın kendisini yönetmesiyle ilgili bir sorun var demektir. Liderlikte bu olmaz... Bir futbolcu, bir yönetici böyle bir konuda ikna edilebilir. Ama bir teknik patron ya da başkan hele de oyuncuları tarafından bu konuda ikna edilebiliyorsa hiyerarşik yapı tamir edilemez şekilde kırılmış demektir.
Dönerse sorun büyür
Bu yazıyı yazarken henüz son karar açıklanmamıştı. Ancak tanıdığım Aykut Kocaman böyle net bir karardan dönmez. Bu kesindir. Dönerse sorun daha da büyür, o kadar. Kocaman’ın basın toplantısında açıkladığı hayati bir karar. Bir son söz. Onu eğer başkan ikna ettiyse başkan-hoca güven ilişkisi biter. Ve tabii oyuncuların gözündeki güvene dayalı saygı da. Eğer oyuncular ikna ettiyse de başkanın en önemli görevi ona delege ederken kurduğu ilişki... Artık kimse kulübeye bakarken güvenli olamaz.
Bir oyuncu gurubu hatanın kendisinde olduğunu teknik direktör istifa edince anlıyorsa o grup yanlış oluşturulmuş bir gruptur sadece.
Bakın!
Bunu Aykut Kocaman’ın daha önce söyleyip yapmadıklarıyla, ya da beklenenin dışında davrandığı bazı zamanlarla açıklamaya çalışmak doğru değildir. Anelka’nın faul yaparak attığı golden sonraki tepkisi ya da Rizespor’a “Anadolu’da çalışmak istemiyorum” dedikten sonra Konyaspor’a imza atmasını onun güvenilir bir insan olmadığı şeklinde yorumlamak belden aşağı vurmaktır. Yanlıştır. Futbol hele de Türkiye’de kaypak bir zemindir. Bunun sorumlusu da Kocaman, Yıldırım ve Fenerbahçe değildir. Bu düzeni bilip sorumlu olarak sadece bu isimleri gösterenlerin iyi niyetinden kuşku duyarım.
Fatih Terim “bir daha Türkiye’de çalışmayacağım” dedikten sonra 3 kez Türkiye’de görev aldı. 2 kez Galatasaray’da 1 kez Milli Takım’da. Ve her seferinde “bir daha çalışmayacağım” dedi. Adnan Polat’a “ailem Türkiye’de çalışmamı istemiyor” dedikten 3 ay sonra Ünal Aysal’a “evet” dedi.
Mustafa Denizli “sezon ortasında takım devralmam” mottosunu unutttu, Beşiktaş’ın başına geçti. Hem de “Ben burada olduğum müddetçe kapısından giremez” diyen Demirören’in teklifini kabul ederek. Emre, Nihat ve daha birçok isim “Türkiye’de çalışmam” dedikten sonra çalıştılar.
Ne yapacağız şimdi? Hepsini silecek miyiz?
Misyonu asla bitmez
Burada sistem farklı işliyor. İnsanları bunlarla suçlayabilecek kadar naif bir camia değiliz biz. Gayet insani bir tepki veren, “taraftar haklıdır” diyen Kocaman’a böylesine bir saldırı insaflı ve makul değildir. Bu istifadan geri dönmesi halinde olacaklara bu pencereden bakmak hiç de insaflı ve doğru olmaz.
Öte yandan...
Teknik direktörlük bir iktidar işidir. Bir patronluk, güç işidir. 22 kişiyi değil 75 milyonu yönetme işidir. 2 buçuk yıllık bu çok yıpratıcı görevin sonunda “Tamam, taraftar haklı, gücüm kalmadı” demek kaçmak değildir. Tarihin en zor görevlerinden birini başarıyla yapmış bir teknik direktöre bunu söylemek haksızlık olur. Bu zayıflık değildir. İnsani bir karardır. Fakat buradan “ikna edildim” diye dönmek zayıflık olur. Teknik direktörlük zayıflık kaldırmaz. Kocaman’ın Fenerbahçe’deki misyonu bitmez. O bir efsanedir. Yıllar önce bir kitapta onun için yazdığım gibi ona duyulan bir aşk değildir... Kalpten gelen bir saygıdır. Bunu da kolay kolay hiçbir şey silmez. Ama eğer bu yazı gazeteye basıldığında Kocaman geri dönmüş olursa Kocaman’ın Fenerbahçe’deki misyonu, bu kariyer ve edinilmişliklere hiç yakışmayacak şekilde biter.
Bakın dostlar...
Kocaman bitti diyorsa, biter. Onu kimse ikna edemez.
‘’Trabzon'a santrfor lazım‘’
Bunda kuşkusuz Sapara’nın da Zokora’nın ekürisi olarak geride oynamasının payı büyük. Trabzon’u ileri taşıyacak Olcan dışında kimse kalmadı. Bir de Olcan’ın takımın en golcü oyuncusu olmasını hesaba katın. Galatasaray kendisine pek fazla tehdit görmedi.
Trabzonspor’u son zamanlarda bir çok takım gibi etkileyen bir başka durum ise Amrabat-Riera sol kanadı. Çok cazip ve iştah açıcı rakip için. Ancak bu durumdan yararlanabilen yok. Hep orayı düşünmekten denge bozuluyor sanki. Bu arada Riera’daki form yükselişi de taktire şayan.
Terim’in 2. yarıda sistemi değiştirmesi neden bilmiyorum. Amrabat-Aydın değişikliği tamam da neden Umut yerine Yekta? Kalabalık orta saha Galatasaray’ı topa sahip yapmadı, onları daha çok top kaybı yaptıran kıldı. Çünkü Trabzonspor’un eksik savunmasını rahatlattılar. Eğer sadece Yekta Burak’ın yanına ekstra adam olarak girecekse orada santrfor tutmak çok daha mantıklı. Nitekim çok geçmeden Elmander oyuna girdi, ama ev sahibi bu arada ilk yarıdaki kadar poziyon vermedi ve net şanslar da buldu. Özellikle de Alanzinho oyuna girdikten sonra değerlendiremedikleri pozisyonlar en önemli eksiklerini de bir kez daha ortaya döktü: Net bir santrfor...
Terim’in devre arası hamlesi bu sene ilk kez işe yaramadı diyebiliriz.
İki takım da çok düşük tempoda bu kadar çok top kaybı ve pas hatasıyla oynamaları üzerinde durmak lazım. Baskıya bağlı olmayan basit kayıplar bu kadar çok olamaz.









































