Arama

Popüler aramalar

‘’'Bu kadar tesadüf çok ender olur'‘’

“Farkı 10’a çıkaran oyuncuların büyük çoğunluğu kullanılamaz halde. Ersun Yanal’ın bir B planı bulması şart. ‘Nasıl bir kadro kurulur’ diye düşünülecek durum yok. Emenike’yi riske etmek ne kadar doğru bilmiyorum”

“Kasımpaşa maçında anahtar; hem seyirci hem de futbolcuların Sivas maçındaki benzer bir ruh haline girmemeleri. ‘Bizi şampiyon yapmayacaklar’ düşüncesi ortadan kalkmalı. 2003-2004’te Beşiktaş’ın düştüğü hatayı unutmamak gerekir”

- Fenerbahçe, Kasımpaşa karşısında nasıl bir kadroyla çıkmalı?

Fenerbahçe’nin kadro yapılanmasında temel bir eksiklik var. Orta sahada dripling yapabilen, oyunu ileriye sürükleyebilecek oyuncu eksikliği had safhada. Sarı-Lacivertliler bu eksiği Caner ve Gökhan’ın hücuma verdiği destekle kapadı. Egemen’in Alves’le birlikte önde oynadığı ve presi arkadan tamamladığı oyunlarda da kazanmayı bildi ve fark 10’a çıktı. Şimdi bu oyunu yaratan oyuncuların büyük çoğunluğu kullanılamaz halde. Ersun Yanal’ın bir B planı bulması şart. 46 golün 24’ünü atan 3 oyuncu sakat, 8 gol atan Kuyt da formsuz... ‘Nasıl bir kadro kurulur’ diye düşünülecek durum yok. Eldekilerle en iyisi yapılacak. Holmen ve Alper’in, Kuyt-Baroni hücumunu desteklediği bir yapı kurulabilir. Emenike’yi riske etmek ne kadar doğru bilmiyorum. Tıp ekibinin minimum riskli bir karar vermesi şart.

- Sarı-Lacivertliler kazanmak için ne yapmalı?

Kasımpaşa Yönetimi, 2-1’lik Beşiktaş maçının tekrar edileceğinin açıklanmasından sonra kulübe ilgilerini kaybetmiş gözüküyorlar. Bu takımı etkiliyor. Bir başka olumsuz durum ise Şota’nın Kayseri’de yaşadığına benzer; bir B planı olmayışı sıkıntısına düşmesi. Ancak ne olursa olsun Fenerbahçe’nin oyun yapısına ters anlayışları var. Burada da becerikli hücumcuları kağıt üzerinde de olsa deplasmanda netice alabilir. Fenerbahçe’nin Caner, Sow, Webo’yu kullanmadan nasıl hücum edeceğini bilmek mümkün değil. Ersun Yanal’ın önde pres sisteminden vazgeçeceğini zannetmiyorum. Burada anahtar; hem seyirci hem de futbolcuların Sivas maçındaki benzer bir ruh haline girmemeleri. ‘Ne yaparsak yapalım bizi şampiyon yapmayacaklar’ düşüncesi ortadan kalkmalı. 2003-2004 sezonunda Beşiktaş’ın içine düştüğü ruh hali Fenerbahçe’yi yapabilecekleri dahi yapamaz hale getirir. Dolayısıyla en önemli nokta işin psikolojisi...

- Son dönemdeki sakatlıklar Ersun Yanal’ın eleştirilmesine sebep oluyor. Hocanın da belirttiği gibi ‘tesadüf’ olarak değerlendirilebilir mi?

3 santrfor birden darbeye bağlı olmayan kas sakatlıklarından oyun dışı kalıyorsa insanlar ‘bu neden oluyor?’ diye sorar. Bununla da kalmaz bazı teoriler üretirler. Ersun Yanal bunun fazla yüklemeden olduğunu düşünmüyorsa neden olabileceğine dair bir fikri olmalı. Bu 3 oyuncunun birden sakatlanması tesadüf olabilir. Ama bu kadar da tesadüf çok ender olur. Meireles, Emre gibi oyuncuların sakatlığını anlayabilirim. Çünkü alışık olmadıkları bir oyun oynuyorlar. Sow’u da bu kategoride değerlendirebiliriz ancak Webo’nun standart bildiği oyunu oynaması, Emenike’nin de olağanüstü kas gücüne rağmen bu sakatlığa yakalanması doğal olarak herkesin aklına soru işaretleri getiriyor. Ersun Yanal’ın bu konudaki fikir yürütmelere itirazını anlayabildiğimi söyleyemem. Fenerbahçe 10 puan farkı yaratan hücum hattının tümününü kaybetti, savunmasının da yarısını. Orta sahanın da hemen hemen yarısı sakat. İnsanlar böyle durumda soru sorarlar.

- Taraftarların tutumu nasıl olmalı?

Büyük takım seyircisi, rakibi ve hakemi baskı altına alır. Hatta federasyonu da baskı altına alır. Bunun örneklerini her sene bir başka büyükte gördük. Ancak burada bir hususa dikkat edilmeli. Bu baskının bir eşiği var. Eşik geçildiği anda bir kırılma ortaya çıkıyor. Fenerbahçe Futbol Takımı, geçen hafta bu eşiği geçti. Caner ve Egemen’in cezalı duruma gelişleri bunun sonucu. Bu hafta Fenerbahçe seyircisi benzer bir sınav verecek. Baskıyla rakibi, hakemi ve federasyonu etkileyecekler. Yoksa eşiği geçip, bir kırılma ve sonrasında isyan ve yılgınlık mı olacak. Geçen hafta Gökhan Gönül’ün dudaklarından dökülen, “10 puan da 20 puan da olsa” isyanına kapılmamalı. Bu kırılma eşiğini geçmemeye dikkat etmeli. Eğer bu denge sağlanırsa sorun yok. Ancak sağlanamazsa çok büyük bir avantajı kaybetmiş olurlar. 2003-2004 sezonunda İnönü Stadı’nın düştüğü hatayı unutmamak gerekir.

15 Şubat 2014, Cumartesi 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Zafer‘’

Orta sahada muhteşem bir presle, hep ikili sıkıştırmalarla rakibin toplu topsuz hareket etmesini imkansız kıldılar. Zaten oyun kurulumu için Castro’nun ayağına bakan Kasımpaşa kıpırdayamadı.

Bu oyunu seyrederken aklımızdaki soru maçın hakimiyetini bir süre sonra mutlak şekilde rakibe veren Siyah-Beyazlılar’ın bu duruma yeniden düşüp düşmeyeceğiydi.
Bunu test etmek mümkün olmadı. Çünkü sarı kartlı Serdar sorumsuzluk zirvesi bir ikinci kartla sahayı erken terketti. Ancak başka bir başarı ortaya çıktı.
Şota’nın öğrencileri maçın başındaki baskıdan Serdar’ın kırmızı kartıyla kurtuldu. Ancak bundan sonra bir ‘B’ planı ortaya koydu Şota. Yoksa 8 haftadır olamadığı gibi yine tutmayan planını değiştirmeye niyeti yoktu. Aslında tek planda ısrar edişi yeni değil Gürcü teknik adamın. Kayseri’de de benzer bir tıkanma yaşamıştı. Maç 3-0’a geldiğinde dahi değişiklik yapmadı bu planından.

Ancak kırmızı kart sonrası iki bekini çıkarıp, Donk ve Malki’yi oyuna aldı ve rakip alana 8 kişiyle yerleşti. Ancak Beşiktaş da buna iyi bir savunma oyunuyla cevap verdi. Kasımpaşa az da olsa pozisyona girse de Beşiktaş’ın 5 isabetli şuttan 3 gol çıkardığı ortamda onlar fazlasıyla fakirdi.

Ancak yine de baskı sürdü.

Bilic’in Holosko’yla kontra, Necip’le savunma önünü kapatma değişiklikleri de işe yaradı. Slovak rakibi biraz geri koşturmayı ve Donk’u peşinde takıp yormayı başardı. Necip de savunma sağlamlığına katkıda bulundu. Ancak asıl önemlisi yüksek konsantrasyondu. Serdar’ın sorumsuzluk ve dengesizliğini fazlasıyla kapattılar.
Sonuç olarak maçı savunmada da olsa bu kez onlar bitirdi.

Ve asıl yönetimin diplomasi başarıyla tekrarlattıkları maçı net bir skorla kazanmayı başardılar. Bu Bilic ve
oyuncuları için zaferin en önemli yönü.

12 Şubat 2014, Çarşamba 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Deplasman formu belli edecek‘’

10’dan 4’e inen farkın yarattığı psikolojik rahatlık ise büyük. Yarışı kaybetse bile elinden geleni yaptı denilebilir durumdalar. Melo’nun yüksek performansı şu anda ligde az bulunur bir ‘winner’ karakteriyle destekleniyor.

Galatasaray’da merak ettiğimiz konu ise bu iyi kompakt oyunun deplasman yansıması.

Gaziantep maçındaki yumuşak ve yılgın oyun çok uzakta değil çünkü her ne kadar bir fikstür avantajından bahsedilse de Antalya, Rize, Karabük, Konya, Sivas ve Trabzon deplasmanları bekliyor Galatasaray’ı. Bu altı deplasmandan 3’ünü Fenerbahçe’nin maç kaybettiği sahalar olduğunu unutmamak lazım.Ve Galatasaray’ın da 10 deplasman da sacede 3 kez kazandığını da.

İşte bu yükselen formun deplasmana taşınması Galatasaray açısından elzem. Eğer bu yola girebilirlerse psikolojik üstünlükleri işte o zaman gerçek bir maanifade edecek.

Maçı hep rakip bitiriyor


Beşiktaş’ın belli bir süreyi çok iyi oynamadığı bir maç yok. Bursaspor deplasmanında 90 dakikayı da bulmuşlardı. Ancak ondan sonra mutlak hakimiyet sağladıkları oyunlarda dâhi hep bir süre de olsa oyunu rakibe verdiler...

Rakibin oyun tarzı, seviyesi, kalitesi ve formu ne olursa olsun bu oldu. Önder Özen’in ‘uysal bir takımız’... Benim de ‘winner/galip’ karakterli oyuncuya sahip olamama olarak altını çizdiğim durumdan kaynaklandı bu.

Şampiyon olabilmek için oyuna karakterini yansıtman gerekir. Finali istediğin gibi yapmak için gerekli olan bu. Son iki haftada Beşiktaş’ın rakibe oyunu terk ettiği sürelerde azalma belirgin bir şekilde görülüyor. Bu yine de Erciyes Gaziantep’in maçı bitiren takımlar olmasını engellemedi.

İki maçta da düşmeme mücadelesi veren iki takım son dakikalarda beraberliği yakalayacak konuma geldi. Buna direnen oyuncuların başında Atiba geliyor. Ancak destek lazım. Jones bu anlamda önemliydi. Dönebilirse Beşiktaş’ın iddiası sürecektir. İşin psikolojik tarafında ise bugün mutlak kazanılması gereken Kasımpaşa maçı var. Diplomasi başarısını zaferle taçlandırmazsanız yönetimin çabalarını taça atmış olursunuz ki bu da çaresizlik yaratabilir.

Çatı her maç çökmemeli


Trabzonspor’un teknik problemi büyük bir psikolojik soruna yol açtı. Bordo-Mavi ligin en defansif büyüğü... Buna rağmen kalesinde en çok pozisyon gören büyüğü. Belki de en iyi kaleciye sahip olmasına
rağmen Bursa’dan sonra ligin en çok gol yiyen (26) büyüğü. Bütün sistemini kontratak üzerine kurmuş olmasına rağmen ligde deplasmanda sadece 1 kez kazanabildi ve dış saha sıralamasında düşme hattına yakın.

Dolayısıyla plan sonuç getirmiyor. Bu durumun ara kampı sonrası da devam edişinin doğal sonucu ise psikolojik yıpranma oldu. Bir organizasyonda temel plan bu kadar sonuçtan uzaksa doğal bir psikolojik sonuç yaratır. Bir bina yapıyorsunuz ve her seferinde çatıyı diktiğiniz anda çöküyor.

Oyuncuların bundan kötü etkilenmemesi mümkün değil. İsyan eden Onur ve Olcan’dan başka kimse yok. Ve Onur Akhisar maçında maç içinde gözyaşı döküyor. Olcan da kontrat yenilemiyor... Yılgınlık var. Hep söylüyorum. 3 Temmuz’dan psikolojik olarak en çok etkilenen onlar oldu. Acil tamirat gerekiyor. Mustafa Hoca saygıdeğer bir futbol insanı. Ve normal şartlarda yıllarca çalışması arzu edilir. Ama kabul edelim ki Akhisar maçının son 30 dakikası hiç de normal değildi. Deniz bitti gibi...

Golcü gücü yarılandı


Fenerbahçe’nin attığı 46 golün 24’ünü atan 3 santrforu kas sakatlıkları sebebiyle şu anda oynayamaz durumda. 8 gol atan Kuyt ise geldiği günden bu yana en güçsüz halde. Sadece bu eksiklikler dahi Eskişehir ve Sivas maçlarında kaçan onca pozisyonun ve sonucunda gelen 6 puanlık kayıbınaçıklanmasına yeter.

Bu sakatlıkların sebebini bulmak ilk ödev olmalı. Alper dışında dripling özelliği olan tek oyuncu olan Emre’nin daha 60’lı dakikalarda hocasına ‘yoruldum çıkar’ demesi de. Fenerbahçe benim şahsen çok övdüğüm Yanal sisteminin yarattığı kara deliğe doğru mu yuvarlanıyor? Bunu önümüzdeki haftalar gösterecek. Alves ve Egemen’in sakar sorumsuz ve geri kaçan performanslarının daha önce de altını çizmeye çalıştım zaten. Bütün bunları Yunus Yıldırım’ın rezil yönetiminin gölgesinde tutup görmezden gelirse bizzat Fenerbahçe kaybeder. Belki de haksızlığa uğramış olmanın vicdanı rahatlığını yaşarsınız. Ama yarışı kaybedersiniz.

Ve Volkan... Standardı bu kadar yüksek bir kaleci sıradanlaşmaya, maç kurtaramamaya başladığı zaman sorundur. Denge bozar. Açık konuşmak lazım Volkan kariyerini ya bu sezon kurtaracak ya da yokuş aşağı gidecek. O dönümde...

11 Şubat 2014, Salı 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Penaltı vermeme kararı‘’

Önce...

Yunus Yıldırım’ın vermediği penaltı bir karar. Yıldırım penaltı vermemeye karar vermiş. Çok önce... Bir kariyer kararı bu...

Yunus Yıldırım hakemliği bıraktığında, ‘onu nasıl bilirdiniz?’ sorusuna herhalde herkesin vereceği ortak cevap ‘penaltı vermezdi’ olacaktır. Bir hakemin böyle bir ünü olabilir mi? Bir meslekte böyle temel bir özellik edinebilir mi?

Bir şöför için sola dönemezdi... Bir aşçı pilav yapmazdı.... Bir öğretmen ‘z’ harfini öğretmezdi diye tanımlanabilir, hatırlanır mı? Ya da böyle bir özellik edinebilir mi? İşin komplo yönünde değilim... Ancak gerçek şu ki o açıdan o elle oynamanın 4 hakem tarafından da görülmüş olması gerekir. Açık net tartışmaya yer bırakmaz bir elle oynama...

Bakın, başka bir hakem ekibi tarafından verilmese yine anlatılabilir. Böyle çok pozisyonda hata yapıldı, yapılıyor ve yapılacak... Ama işte Yunus Yıldırım olunca bu klasmana girmiyor.
Diğer korkunç kararlarını bu kapsamda değerlendiriyorum zaten. Normal hakem beceriksizliği... Meirelese’e gösteremediği kırmızı kartı, ya da Egemen’in ve Caner’in nedense üzerine koşarak kart göstermesi vs. Bunlar kötü hatalar... Ama penaltı vermemem kararı başka. Neredeyse absürt bir durum...

Öte yandan...

Fenerbahçe gergin... Ne kadar korkunç olsa da bir karar Caner’in, Egemen’in, Emre’nin kontrolden çıkıp bizzat kendilerine zarar verici hale getiriyor.

Çok iyi bir ön alan presiyle Aatıf’a top aldırmamayı başararak girdiler oyuna. Oynatmadılar. Ama çok çabuk dağıldırlar. Büyük takım önce soğukkanlılıkla kazanır. İşte bunu yapamadı Fenerbahçe. İyi çalışan 4-3-3’leri dripling yapabilen orta saha eksiği dışında gayet iyi çalışırken, pozisyonlar bulurken kendisine geren bir takıma dönüştü. Taraftar gerilir. Ama oyuncu hayır... İşte bu büyük sorun. Böyle olunca futbol tartışmaya analiz yapmaya gerek yok...

10 Şubat 2014, Pazartesi 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’İtalyan takımı gibi‘’

Eskişehir ligin en fazla pas yapan takımı ve dün de bu özelliklerini gösterdiler. Topa hep onlar hakimdi ancak hücum bölgesinde çok az açık bulabildiler.

Galatasaray Eskişehir’in topa sahip olmasına izin verdi. Burak dışındaki oyuncularıyla savunma orta saha alanına bir blok kurup çok iyi bir alan savunması yaptı. Eskişehir onca pasa rağmen sadece 2-3 kez bu bloğun arkasına sarkabildi.

Galatasaray’ın kağıt üzerindeki 4-3-3’ü Hajroviç’in harika pasında Burak’ın çok doğru zamanlamayla attığı golden sonra hızlı hücuma dayalı bir 4-4-1-1’e döndü. Cüneyt Çakır’ın ıskaladığı Boffin’in penaltı/kırmızı kartı oyunun şeklini değiştirebilirdi. Ancak olmadı.

Böyle olunca Eskişehir’in top hakimiyeti gittikçe arttı. Ve standart bir İtalyan takımı izlemeye başladık. Topu rakibe bırakan ama savunma konsantrasyonunu kaybetmeyen bir ekip oldu Galatasaray.
Ancak beklenen kontraları yapamadı. Bunda Hajroviç’in oyun tarzının payı var. Topla çok iyi ancak hızlı hücumda yok. Dolayısıyla topu hızla hücuma çıkarma işi Eboue’nin yokluğunda sadece Sabri ve Burak’a kaldı. Tek santrforlu oyunda bir de savunma kanatları oyuna çok girmeyince de Snijder, Bursa maçındaki gibi kendisini kaybettiremedi.

Bu oyunda savunma disiplini övgüyü hak ediyor. Ancak kontratak yönünde beklenen etkinlikte değillerdi.

Artık klasik olduğu üzere Melo’nun iyi ve sert oyunu, artı Telles’in beklenen hücum etkinliğinde olmayışı eksiydi.

Galatasaray’ın topla oynama yüzdesi eksi ama savunma konsantrasyonu artıydı.

Muslera’nın az da olsa kırılma anlarında hep sağlam oluşu, Sabri’nin oyunu bayağı bir artıydı. Bu savunma konsantrasyonu bu maç için değilse de zorlu deplasmanlar için Galatasaray adına artı olduğunu da söylemek lazım. Tabii kontratak yönü mutlak gelişmeli.

09 Şubat 2014, Pazar 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sorun ortada!‘’

Fenerbahçe pivot özelliği olan tek oyuncusu Webo’yu kaybetti. Bu özellikleri çok gelişmiş olmasa da olağanüstü gücüyle teknik eksiğini kapatan Emenike’yi de...
1 ay boyunca bu oyuncular olmayacak. Nasıl dönecekleri konusu da şüpheli.

Peki Fenerbahçe bu eksiğini nasıl kapatacak? Belki bu yazı çıktığında bir transfer yapılmış olacak. Bu konu kuşkusuz önemlidir. Ancak işin temelinden kaynaklanan ve zaman zaman gün yüzüne çıkan sorunu da görüp çözmeden çıkış bulmak kolay olmaz.

Devre arasında yazdıklarımın üzerinden geçerek konuya bakalım...
Pas oyunu önceliği ve anafikriyle kurulmuş bir takım bu...

Yanal bu takımı dönüştürürken 3 temel durumun üzerinde durdu.

1-Temelde takımda driplingçi orta saha eksikliği var. O zaman orta saha ön alan presiyle oyuna girecek. Pasla vakit kaybedilmeyecek. Oyun zaten orada oynanacak.
2-Takım topu ileriye ya Caner’le ya da Gökhan’la taşıyacak, böylece hücuma genişlik kazandırılıp 3 hücumcuya kanallar açılacak...
Ya da direkt oynayıp ileride presle kapılan toplarla akın sürekliliği sağlanacak.
3-Bunu yapmak için takımın boyu kısa tutulmalı ki, orta saha ve kanatlar sürekli geri koşmak zorunda kalmasın. Dolayısıyla Topal’ın yardımıyla Alves ve Egemen öne çıkmalı rakip hücumcu(yla)larla kontakta kalmalı.

Fenerbahçe bu plan üzerinde çok iyi gitti.

Ön alanda pres yapan takımlara karşı zorlandı ama maçın belli bölümlerinde rakibin presini kırıp oyunu bitirdi.
Geriden çoklu pasla çıkan takımlara karşı da oyunun boyunu kısa tutamadığı zamanlarda zorlandı ancak bunu da çoğu maçta ön alan presiyle pas kanallarını tıkayarak çözdü.
Çözemediği maçların temel özelliği Alves ve Egemen’in geri kaçmaktan hiç vazgeçmediği oyunlar oldu. Yani geniş alanda yakalandıkları zaman...

Şimdi sıra savunmada!

Burada bir parantez açalım... Geniş alanda yakalanmak arkada uzun boşluklar bırakmak anlamına gelmiyor. Rakibe uzak kalıp top aldırmak ve rahat hareket imkanı sağlamak anlamına geliyor. Fenerbahçe sadece bu maçları kaybetti. Ve sadece bu maçlarda zorlandı.

Çok açık ki Eskişehir yenilgisi de sadece bu ikili üzerinden anlatılabilir. Tek sorumlu Alves değildir kuşkusuz. Ama sadece Alves’in rakiplerine uzak kalması sebebiyle 2 gol yendiğini söylersek yanılmış olmayız.

Bu isimlerden bağımsız olarak Karabük maçında da farklı değildi.

Ersun Yanal kendisinin de çok iyi bildiği bu sorunu çözebilecek mi, çözemeyecek mi? İşte soru budur. Bu olmadan ön alan presinde devamlılık sağlanamaz.
Defalarca Fenerbahçe’nin başarısını ‘ikna etmek’le tanımladım. Takımı ve taraftarı kazanacağına ikna etmek, rakibi de mutlaka eninde sonunda kaybedeceğine...

Şimdi ikna edilmesi gereken bir savunma var Yanal’ın karşısında.

Ne zaman 3’lü ne zaman 4’lü


Dün de yazdım. Galatasaray’ın Bursaspor karşısında aradığı sadece bir galibiyet değil fazlasıydı. Rakibe ve camiaya sert ve net bir mesaj.

Bunu yaptılar...

Bunu yaparken dizilişle de şaşırttılar. 3’lüymüş gibi duran bir kadro 4’lü dizilişle rakibi perişan etti.
Bunun bir maç öncesi tercihi mi, yoksa maç içi gelişmesi mi olduğunu bize zaman gösterecek.
Bursaspor, Kazım, Sercan, Sestak tercihiyle değil de geriye de dönen bir hücum arkası/kanat üçlüsüyle sahaya çıksa Mancini savunma göbeğini yine 2 kişiyle bırakır mıydı? Soru bu... Açık söylemek gerekirse ben emin olamıyorum. Hatta bunun Melo’nun gördüğü boşluk üzerine ileri çıkışıyla oluştuğundan da şüphelenmiyor değilim.
Böyle olunca, bunun, arkada savunma dörtlüsü dışında neredeyse sadece Şamil’i bırakan Bursa’ya karşı saha içinde oluşan bir maç içi kararı olması mümkün.

Formül çok net

Yani Eskişehir haftaya daha iki yönlü ve kalabalık bir orta sahayla çıkarsa Mancini yine 3’lüye dönebilir.

Galatasaray’ın dizilişlerden bağımsız olarak farklı olmasının nedeni ne peki?

Caner ve Gökhan’ın yaptığı işi yapabilecek, savunma yönünde tehdit edilmeyen bir kanat organizasyonu. Eboue, Sabri, hatta Hakan sezon başında Gaziantep sonra da Kopenhag maçlarına benzeyen bir hücum genişliği sağlamayı başardılar.

Sneijder bu geniş alandan doğan boşluklarda markajdan kaçtı ve işi bitirdi.
Şimdi bu durumun ne kadar sürdürülebilir olduğunu göreceğiz.

Hesap çok net... Galatasaray hücum genişliğini bu kadar uzun süre bu seviyede tutabilirse Sneijder hep boşluk bulur. Ve Drogba ve Burak da bu kadar formsuz olmaz.
Ancak bunun ne kadarı rakibin kadro tercihlerinden kaynaklanıyor?

Sneijder maçların yüzde 90’ında sahada olur mu?

Mancini’nin diziliş ve Melo’nun ne kadar önde olacağı tercihleri pazar günkü ayarlara fikslendi mi?
İşte Galatasaray’ın geleceğini bu soruların cevaplarında...

04 Şubat 2014, Salı 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Mesaj net‘’

Dün Galatasaray’ın Şampiyonlar Ligi’nde Arena’da oynadığı Kopenhag maçı standardında bir hücum etkinliği vardı. Fenerbahçe’nin kaybetmesi sonrası sadece farkı 7’ye indirmek değildi maçın önemi... Rakibe ve taraftara bir mesaj verme anlamı da taşıyordu oyun: ‘Kaybedersen yakalarım. Yarışı bırakmıyorum’ Bunu fazlasıyla yaptılar. 12 dakikalık standart durgun oyunun ardından Melo’nun sahneye çıkışı her şeyi değiştirdi. Sağdan harika daldı Bursa savunmasının arasına ve sert ortasında Sneijder kapıyı açtı.

Geniş alanda hücum

Sonra Eboue ve Sabri, bir parçası olduğu orta sahanın Belluschi’ye ihale edilmiş oyun kaynağının tepesine bindiler. Kopenhag maçında olduğu gibi şahane bir pres vardı. Bursa hiç çıkamadı... Galatasaray geniş alanda bezdirici bir hücum, ardından ön alan presi ve dolayısıyla akın sürekliliğiyle oyunu 4-0’a getirdi. Fazlası da mümkündü ama ne gariptir ki santrforlar fren oldu.

Sneijder gölge santrfor
Galatasaray kalabalık ve geniş alanda hücum ettiğinde Sneijder hep doğru yere koşular yapıyor. Gölge bir santrfor gibi markajdan kaçıyor ve olması gerektiği yerde işi bitiriyor. Dün bu işi en üst seviyede yaptı. Savunma/ön libero arasına sıkışması engelleyen, Sabri ve Eboue’nin de katılımıyla pas istasyonlarının orta sahada artmasıydı. Galatasaray bu zamana kadar kanattan gelemediği, hücumu genişletemediği için aksıyordu. Bunu yapınca eldeki cevher ortaya çıktı.

Bu kez dörtlü savunma
Galatasaray’ın oyuna hangi dizilişle başladığını tartışabiliriz. Ancak dakika 5 olduğunda 4-1-3-2’ye döndüler. Sercan ve Kazım’ın atıl oyunlarıyla tamamen Sestak’a kalan hücum kurulumunda Ceyhun savunmanın önünde yıldızlaştı. O işini tek başına yapabilince Melo hücuma daha fazla gitti. Ve zincirleme olarak sistem iyileşmesi sağlandı. Kabul etmek gerekir ki Daum’un Bursa’sının savunma gücü böyle bir oyunla başa çıkamazdı. Sercan ve Kazım, Sabri ve Eboue’yi geride tutamazsa bu kalabalığı karşılamak mümkün olamazdı. Sanırım bu maçtan sonra Mancini artık 3’lüye dönmez. Ancak tabii herkes de karşısına Sercan ve Kazım seviyesiyle çıkmaz.

Burak ve Drogba yardım edemedi
Kuşkusuz onların sadece sahada olmaları dahi Sneijder’in markajdan kaçıp ekstra golcü/gölge santrfor olarak tehlike bölgesinde olabilmesine yol açıyor. Ancak Drogba ve Burak’ın formlarına da dikkat çekmek lazım. Her ne kadar yine güzel bir topuk golü atsa da Fildişili ilk yarıda 2 kontratağı yanlış pasla bitirip, bir kez de Serdar Aziz’e 3 metre öndeyken yakalandı. 2 pasında ise bu kez Burak etkisiz vuruşlar yaptı. Eğer kendi standardında olsalar fark tarihi olurdu.

03 Şubat 2014, Pazartesi 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Eskişehir hak etti‘’

Fenerbahçe’nin en yetenekli topa ve oyuna hükmeden oyuncuları iki savunma beki. Gökhan ve özellikle Caner. Rakip sahada topu ayaklarına aldığı zaman Fenerbahçe tehlikeli pozisyon yaratabiliyor. Bunun dışında yoklar. Dün Caner oynadığı sürece Fenerbahçe pozisyon bulabildi, onun dışında yoktu. Bu ikiliyi oyuna sokmanın yolu Alves ve Egemen’i öne çıkarmak, orta saha oyuncularıyla önde pres yapmak rakip savunmalardan dönenleri alıp yeniden hücum etmek. Yani Gökhan ve Caner’i geri koşturmadan sürekli ileride oynatabilmek. Bu oyunda sadece korner kazansanız bile Caner sadece gollük paslar atabiliyor. Dün bunu Fenerbahçe az sayıda yapabildi ve her seferinde pozisyon bulabildi. Ancak maçın genelinde orta sahada topun geneli Eskişehirdeydi. Fenerbahçe’nin takım boyu çok uzadı Caner ve Gökhan’ı oyuna sokamadı. Ertuğrul Sağlam bu durumdan ikinci yarıda çok iyi yararlandı. Özellikle Necati ve Kamara’nın oyuna girişi bu boş alanların pasla kullanılması açısından Es Es’e büyük avantaj sağladı. Eskişehirspor, son yarım saatlik oyunlarıyla galibiyeti hak ettiller.

Volkan boşa

Eskişehir’in kanat ortalarında Volkan, boşa çıktı. Altı pasın kalabalık olduğu hiçbir pozisyonda topa kontrol edemedi. Kendi standartlarından çok uzak Volkan ve savunmasını da tedirgin ediyor. En az Volkan kadar sorunlu bir başka savunmacı da Alves’te diyebiliriz. İlk golde neredeyse asist yaptı, ikinci golde de Erkan’a çok uzak kalarak kalecisini yanıltacak bir giriş yaptı.

Beceri eksikliği

Kuyt, ceza sahasında etkili bir oyuncu. Yüksek teknikte değil, ama hırsıyla oyun ceza sahasına yayıldığında düzgün işler yapıyor. Dün Fenerbahçe’nin orta sahadaki beceri eksikliği ona da sirayet etmiş gibiydi. Bomboş kaleye topu yuvarlayamayıp dakikalar sonra Raul’un pasında da topa çok kötü vurdu. Emenike ve Webo’nun yokluğunda bu kaçırdığı golleri şansızlıkla açıklayamayız. Kuyt’ın topla ilişkisi gittikçe bozuluyor.

Santrfor lazım


Webo’nun aşilindeki sakatlık zaten santrfor alanı dar olan Fenerbahçe, son 48 saatte arayışı bitecektir. Belki direk ve santrafor bulmak kolay olmaya bilir ancak bir yedek opsiyonu ihtiyacı kesin. Fenerbahçe Bruma vari bir girişimde bulunmak zorunda kalabilir.

02 Şubat 2014, Pazar 01:30
YAZININ DEVAMI