‘’'Provokasyona dikkat'‘’
“Fenerbahçe tribünleri 3 Temmuz’dan bu yana hiç kimsenin olmadığı kadar bir arada durmayı başardı. Ancak ülkede garip olaylar oluyor. Beşiktaş-Galatasaray maçındaki gibi bir oyuna gelmemeleri gerekir”
“Aziz Yıldırım’ın hapse girmesi durumunda bile yönetimden bir başkan çıkacak ve tutukluluk döneminde olduğu gibi idare onda olacak. Bu durumda takımın ekstra motive olması bile söz konusu”
“Arena’da şampiyonluk kutlaması sadece bir fantezi... Olur ya da olmaz bugünden hesaplanabilir bir şey değil. Rakip Galatasaray ve önümüzdeki haftaların ne getireceğini kimse tahmin edemez”
Fenerbahçe, Eskişehirspor karşısında yabancı tercihlerini nasıl kullanmalı?
Emenike’nin yokluğunda Webo 11’de başlayacaktır. Emre’nin sahada olma ihtimalini yüksek görüyorum. Dolayısıyla 4 yabancıyla da sahada olma ihtimali var. Ersun Yanal’ın, Holmen’i yedekler arasında tutması söz konusu olabilir. Ligin başında oynadığı iki maçta savunma arasına girişleri ve takım ortalamasının üstündeki dripling becerisiyle Holmen başarılı olmuş, ancak Emenike’den vazgeçilemediği için dışarıda kalmıştı. Fenerbahçe hücum opsiyonlarından birini kaybetti, orta saha opsiyonlarından birini kazanmış oldu. Ersun Yanal, Emenike’yi bizim algıladığımızdan da fazla önemsiyor. Sırtı dönük oyunda da çok iyi olduğunu bizzat elindeki rakamların söylediğini belirtiyor. Ben de dahil olmak üzere kamuoyunda Webo’nun sırtı dönük pivot oyununda daha iyi olduğu kanısı hakimken, Ersun Yanal, Emenike’nin bu konuda son derece başarılı olduğunu söylüyor. Ancak Webo’nun da ceza sahası içindeki bitiriciliğinin tecrübesinden de kaynaklanan becerisiyle önemli oyuncu olduğuna inanıyor. Dolasıyla Emenike onun için ciddi bir kayıp. Ama Webo’nun da önemli işler yapabildiğini; hem bizler hem de o biliyor.
Sarı-Lacivertliler’in ara transfer dönemini sessiz geçirmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Fenerbahçe belki bir yerli santrfora ve orta sahada dripling kabiliyeti yüksek oyunculara yönebilirdi. Ancak kabul etmeli ki, bırakılan Semih ayarında bile yerli santrfor bulmak kolay değil. Orta sahada ise yabancı sınırı sebebiyle dripling becerisi olan bir oyuncuya gidilmedi. Misal, Beşiktaş’ın transfer ettiği Jermaine Jones, Fenerbahçe orta sahasında iş yapabilecek bir oyuncu. Ancak 3 yabancı, Alves ile birlikte kulübede bir santrfor bulundurma zorunluluğu Fenerbahçe’nin transfer yapmasını zorlaştırıyor. Belki Meireles’e bir alıcı bulunsa, bu tip bir oyuncu transfer edilebilirdi. Ancak Portekizli’nin aldığı parayı verecek bir kulüp bulmak da kolay değil. Fenerbahçe’nin temel problemi orta sahada driplingle oynayacak oyuncu azlığı. Alper ve biraz da Emre dışında böyle bir futbolcu kadroda bulunmuyor. Sarı-Lacivertliler muhtemelen önümüzdeki yaz bu tip oyuncuların peşine düşücektir.
Yönetim konusundaki sıcak gelişmeler takımı etkiler mi?
Zannetmiyorum. Gelen açıklamalar Aziz Yıldırım’ın en kötü senaryoda dahi Fenerbahçe’nin başkanı olacağı yönünde. Yani, hapse girmesi durumunda bile yönetimden bir başkan çıkacak ve idare tutukluluk döneminde olduğu gibi Aziz Yıldırım’da olacak. Bu durumda takımın kötü etkilenmesi bir yana ekstra motive olması bile söz konusu olabilir. Futbol takımı bu konudan kötü etkilenmeyecektir.
Küfürlü tezahüratta sınırda olan Fenerbahçe taraftarları için neler söylersiniz?
Fenerbahçe tribünleri 3 Temmuz’dan bu yana hiç kimsenin olmadığı kadar bir arada durmayı başardı. Mesajları anında ve çok net bir şekilde paylaşıp, hep bir arada hareket edebiliyorlar. Dolasıyla ben Fenerbahçe tribünlerinin ceza sınırlarını aşacaklarını düşünmüyorum. Ancak ülkede garip olaylar oluyor. Tıpkı Beşiktaş-Galatasaray maçındaki gibi bir provokosyona ve oyuna gelmemek gerekir. Bu konuda da herkesin son derece dikkatli olduğunu biliyorum.
Arena’da şampiyonluk kutlaması planı ne kadar gerçekçi?
Arena’da şampiyonluk kutlaması sadece bir ‘fantezi’... Olur ya da olmaz bugünden hesaplanabilir bir şey değil. Rakip Galatasaray ve önümüzdeki haftaların ne getireceğini kimse tahmin edemez. Aslında Fenerbahçe’den de bu söylediğime benzer mesajlar geliyor. Takım içinde böyle bir hesap yok. Herkesin maç maç düşündüğünü ve şu anda akıllarda Eskişehir deplasmanının olduğunu çok iyi biliyorum. Ancak tabii ki camia ve taraftar, bu tür fanteziler kurabilir. Bunda da bir sakınca yok.
‘’Alves-Egemen Fenomen‘’
Ancak Egemen’inki başka. Kafayla altı pasta verkaça giri Sow’la, Sow onu anlamayıp röveşataya kalksa da dönen topu ayağının içiyle vurdu içeri. Fenerbahçe yine yılmadan kovaladı maçı. Ama oyunu savunmacıları aldı...
Bakkal, Yanal’ın aklının içinde!
Mesut Bakkal Ersun Yanal’ı tanımakla kalmıyor... Onun aklının içinde nerdeyse... Gençler mucizesini birlikte yaratmışlardı. Hayatta belki hiçbir şeyi bilmediği kadar onun düşünce yapısını biliyor.
Dolayısıyla onu sıkıntıya sokmayı da iyi biliyor. Uyguladığı oyunun Tolunay Kafkas’ın Karabük’te oynattığının bir türevi olduğunu da söyleyebiliriz. Fenerbahçe’nin Volkan’dan top alacak üç oyuncusunu rahat bırakmadılar, 4 yetenekli oyuncuyla... Djalma, Hasan Kabze, Gekas ve Borek’le önde, topu aldıkları anda yaklaştılar savunmaya.
Fenerbahçe uzun vurmak zorunda kaldı. Topu alacak bir pivot yoktu. Top döndü...
Dolayısıyla Fenerbahçe maçın ve ikinci yarının başında bu sebeple oyunu kuramadı. Çıkarken bolca top kaybettiler. Konya da bunları iyi kullandı.
Topal dışındakiler döküldü
22’de Egemen’in topu kaptırışıyla başlayan akında savunmada kalabalık olmasına rağmen herkesin panikle 4 Konyalı’yı marke etmeden geri koştuğu pozisyonda yenen gol bu genel durumun zirvesi.
Baroni, Kuyt, Meireles, Topal... Kimse bu duruma çare olamadı. Topal dışındakiler döküldü de diyebiliriz.
Golden sonra Bakkal’ın takımı kontra silahlarının rahatlığıyla geri çekilince top Sow ve Emenike’ye ulaştı. Caner ve Gökhan biraz olsun oyuna girmeye başladı ve kimse çok iyi oynamasa da önde kalabalık olabildi Fenerbahçe.
Erken faulleri de içeren baskıyı Konya kıramayınca Fenerbahçe orada kaldı. Duran toptan golü de buldu.
Webo yoksa...
Webo yoksa Cristian ekstra oynamalı.
Çünkü pivot özellikli bir forvet yoksa oyunu ileride demlendirecek bir oyuncu lazım. Topal’ın geride yaptığını ileride yapacak biri. Webo yoksa aday oyuncu o. Webo 18’de yoksa Fenerbahçe’nin yedeklerinde birden fazla hamle oyuncusu olmalı. Sadece sakatlıktan çıkmış Emre’yle zor. Dolayısıyla...
Webo yoksa olmaz... Olmalı...
Ofsayt mı?
İlk gol öncesinde Gekas’ın az da olsa ofsaytta olduğunu düşünüyorum. Fark az olsa da çok çıplak bir pozisyon. Topun atıldığı yerle tutulduğu yer aynı görüş açısında... Yardımcı hakem yakalayabilirdi.
Alves’in golünde Sow net ofsayt pozisyonunda. Topa da ayağını uzatıyor ama dokunamıyor. Ancak bu hamlesi kaleciyi şaşırtmıyor. Çünkü Itandje topa çoktan atlamış. Devre arasında hakemlere verilen yeni ofsayt yorumuna göre gol temiz diyebiliriz.
‘’Melo yetmedi‘’
Galatasaray’ın maç içinde birkaç kez değiştirdiği diziliş ve tercihleri takip etmek dahi zordu. 3’lü savunmayla başladı, 5’li oldu... Sonra 4’lü oldu, yine 3’lüye döndü. Orta saha değişimlerini yazmak mümkün değil. Giren her oyuncu dizilişi değiştirdi. Dolayısıyla her oyunun pozisyonunu da. Ama bir şey değişmedi. Melo 3’lü savunmanın ortasındayken de, orta sahada savunmaya dönük oynarken de, Selçuk’un önüne geçtiğinde de, hep sahanın en iyisiydi.
Sergen’in planı basitti
Daha da önemlisi her seferinde hem savunma hem hücum işlerini en iyi şekilde yapabilmesiydi. Melo bu sene takımının en standartlı oyuncusuydu hiç kuşkusuz. Dün bunu başka bir seviyeye taşıdı. En azından bir 60 dakika. Antep’te Sergen Yalçın’ın planı basit ve netti. İbrahim Akın’ın komutanlığında Serdar, Mustafa ve Turgut’u geniş alanda savunmanın arkasına sarkıtıp Cenk’i santrforda kullanmak. Galatasaray’ın çizgi halinde kullandığı 3’lü savunmasının kenarlarını aşmak bu hızlı oyuncularla mümkün olduğunu düşünüyordu. Plan iyiydi ama Melo’yu ve hücumcularının titreyen ayaklarını düşünemedi muhtemelen. Özellikle ikinci yarıda bir kez olsun doğru pas ve şut seçeneğini kullanamadı Antep’in öndeki 5’lisi... Bulunan çok net boşluklarda ayaklar dolandı. Özellikle maçın başında Melo da onları çok zorladı. Hemen her akında duvar olan da oydu, gidip akınlarda şut deneyen de. İlk yarı sonunda elimize gelen ‘kat edilen mesafler’de Melo’nun olmayışına bu açıdan fazlasıyla şaşırdığımı söylemem lazım. İki kalede de sürekli olan Brezilyalı ilk 5’te yoktu. Bu mümkün mü bilmiyorum.
Tartışmalı kanatlar
Eboue’nin sağ, Sabri’nin sol kanadı kullandığı bir oyun şaşkınlıkla karşılanabilir. Ancak dünkü oyunun seviyesinde savunma yönünde ciddi bir probleme yol açmadığını söyleyelim. Tabii Mancini muhtelemelen bunun çok ötesinde bir şeyler bekliyor. Drogba ve Sneijder’i kullanabilmek için hücuma verecekleri desteğin önemi büyük. Eğer Sabri ve Eboue ilk yarıda olduğu gibi savunmayı 5’lemek için sahadalarsa plan yürümez. Santrfor arkasını 3’lemek temel işleri olmalı.
Hakkını veremediler
Galatasaray’ın iki özel oyuncusu Umut ve Drogba. Biri enerjisi ve ön alan baskısıyla diğerini anlatmaya bile gerek yok. Umut’un ön alan baskısı ve orta sahaya verdiği destek dün, alışılanın çok altındaydı. 64’te oyundan alınması hiç sürpriz değil. Drogba ise fiziksel dezavantajlarını zekasıyla kapatıyordu. Dün biraz fazla yorgundu. Neredeyse ikili mücadele kazanamadı.. Ve sahanın en iyi ve en çok uğraşanlarından Sneijder’e destek olmadılar. Onlar böyleyken Salih’e bir şey demek mümkün değil. Kayseri’nin şüpheli sağbekliğinden Galatasaray’ın santrforluğuna geçiş olmaz.
‘’Trabzonspor vazgeçti‘’
Mustafa Hoca’nın Emre Güral tercihinin ilk yarıda bir resitale kaynak olduğunu söylemek mümkün. Bunun biraz da Bilic’in stoper tercihleriyle ortaya çıktığını da... Avni Aker’e Necip-Ersan göbeğiyle, sağda Atiba ve solda Motta’yla gitmiş olmak şu demek... Sivok’un sakatlığı bir yana sezon başındaki plan tamamen bir kenara atılmış. Bu durumla ilişkili olarak Trabzonspor Olcan ve Yusuf’u iki çizgiye yollayıp oyunu geniş alanda rakip kaleye yıktı. Bu tip bir oyun Beşiktaş orta sahası için tedirginlik vericiydi. Çünkü açık bir şekilde savunmalarının bu kadar geniş alanda çok da güvenilir olmadığının farkındaydılar. Ersan ve Necip’i Trabzonpor’un 4’lü etkili hücum hattıyla başbaşa bırakmak istemediler kapandılar. Ancak buna rağmen pozisyonlar verdiler. Karta yol açabilecek fauller yapmak zorunda kaldılar vs...
Beşiktaş’ın oyun aklı
Beraberlik geldi belki ama şu gerçek değişmedi. Fernandes kötü değil vazgeçmiş gibi. Onun gibi oyuncuların vasat olma hakkı yok. Oğuzhan’ın anlık parlamalarının sayısı ve sıklığı azalıyor. İki savunma kanadının hücuma katılımı düşük. Töre’nin hiçbir planı yok. Olcay’a top ulaşamıyor bile. Beşiktaş’ın ligin başında farklı kılan kompakt ve rolleri iyi paylaşılmış oyundu. Devrenin sonuna doğru iyi başlayıp kötü bitiriyordu. Dün ise tek olumlu durum kötü başlayıp sonradan vasatlaşabilmeleriydi.
Demek transfer yok
Fikret Orman’ın transfer yapmayabiliriz açıklaması garip gelebilir. Ama iyi düşünürseniz bu döviz kuru ve transfer komitesinin bu transfer isabet oranıyla anlaşılmaz değil. Ben hak veriyorum.
Sonrası klasik
Sonra Trabzonspor rakibin en problemli olduğu yerden uzaklaştı. Geri çekildiler. Bu Mustafa Hoca’nın tercihinden çok Zokora’nın stoperlerin arasına fazla girişi Malouda’nın da fazlasıyla saklanmasındandı. Çekilmek olabilir ama şekli sorun yarattı. İki oyuncu savunmanın bu kadar içine ve oyunun dışına gidince istenen seviyede bir kontratak organizasyonu kurulamadı. Ve bunun sonucu olarak da Beşiktaş neredeyse çok istemeden ve uğraşmadan rakip ceza sahası çevresine yerleşebildi. Buraya kadar Mustafa Hoca’nın tercihleri sorun olmayabilir. Ancak özellikle Adrian-Abdülkadir değişkliği ve Malouda’yı sahada bırakarak verdiği mesajlar ve oyun Beşiktaş’ı oyuna iyice çekti. Beşiktaş kaleye yaklaşırsa ne olursa olsun bir şeyler bulur. Buldu da. Trabzonspor bu orta saha ve organizasyonsuzlukla sanıldığı kadar iyi bir kontra takımı olamaz. Bu sevdadan vazgeçmek lazım. Bu maç en çok bunu gösterdi.
Emre resitali
Emre Güral’ın attığı gol Ronaldinhovariydi. Beklenmeyeni akla gelmeyeni yaptı. Ve 20 metreden Tolga’nın yerinden kıpırdayamadığı öylece baktığı bir gole dönüştü şutu. Tolga’nın kötü günüde olduğunu düşünmeyin sahanın en iyilerindendi. Emre orada 3 kişinin arasına dalmayı tercih etmedi. Fizik ve teknik özelliklerinin farkında tecrübeli bir oyuncu gibi davrandı ve sıkışık pozisyondan avantaj çıkardı. Maceraya girmedi. Efsane bir gol attı. Bununla da kalmadı Emre’nin yaptıkları... 42’de Olcan’a attığı çapraz uzun top aslında gol olmasa da bir asisttir. Pivot santrfor olarak çok iyiydi. Maçın başında Henrique nasıl olmaz diye sormuştum. Cevabı çok net oldu.
‘’Konu şike değil!‘’
Basit düşünün. Yalın...
Hiç olmadıysa bile şike sebebiyle küme düşürülmeyi mi tercih edersiniz?
Yoksa kayrılıyormuş gibi algılanmayı mı?
Bunu hangi Fenerbahçeli’ye sorduysam bugüne kadar,
-Tabii ki düşmeyi dedi...
Tek bir aksi görüş duymadım.
Hatta bu, bizzat Ali Koç tarafından dillendirildi de... Şampiyonlar Ligi’nden ihracın hemen ardından.
Ama bu yalın ve rahatlatıcı talep bin türlü zırvayla bulandırıldı.
‘Kişilerle kulüpleri birbirinden ayırmak lazım’ ‘Ama sahaya yansımamış’
Bakın! Konu ortada şike olup olmaması değil.
Sorun başka...
Aziz Yıldırım ‘Biz şike yapmadık’ diyorsa... Tamam! Kabul.
‘Bizim yaptığımız şike değil’ diyorsa ona da tamam.
‘Sadece girişim diyorsa...’
‘Bir tek biz yapmış değiliz. Eğer yaptıysak da en az biz yaptık’ diyorsa o da tamam. Hepsine kabul!
Ben hepsini kabul ederim.
Ve Fenerbahçe küme düşecekse de düşer...
Fenerbahçe küme düşer, kupa giderse ne olur? diyorsanız, cevap basittir. ‘Hiçbir şey olmaz.’
Cefayı Fenerbahçe çeker
Yine her maç 50 bin kişiyle amatör ligden gümbür gümbür çıkarsın.
Bunu yapamayacağını düşünen var mı?
10 defa düşsen, 10 defa çıkarsın.
Bunda kızacak, küsecek bir şey yok...
Bu ülkede eğer birileri cefa çekecekse tabii ki herkesi en çok ilgilendiren kulüp çekecektir. Ben kimin en çok taraftarı olduğunu bilmem. Ama hangi hislerle olursa olsun herkesi en çok ilgilendiren kulübün Fenerbahçe olduğu tartışmasızdır.
O yüzden cefa çekilecekse onu da Fenerbahçe çeker.
İşte konu budur. Basit ve yalındır...
Kayrılmak kabul edilemez
Öte yandan aslında neyin ne olduğunu, ne olup bittiğini, tarih yazar. İşte mesele budur. O sayfada kayrılmayla ilgili en ufak bir şey olmamalıdır. Kabul edilemez olan yegane durum budur.
Yoksa işin özü zaten unutulmuş, terkedilmiş, bulanmıştır. Çünkü kimsenin konuya tarafsız bir gözle bakmak gibi bir derdi yok. Net olarak kamplaşmış kitleler var. Kimseye bir şey anlatmak olası değil.
Bugün bu toprakların halkının kimyası bozuk. En yukarıdan en aşağıya herkes sadece bir şeylere inanıyor. Soru sormak, cevap bulmaya çalışmak, bilmeye çalışmak yok. Acaba? diyen yok. Böyle olunca da bir hafta arayla 180 derece ters iki fikri savunmak mümkün olabiliyor koca koca adamlar tarafından.
TV’ye bağlanıp karar hakkında görüş bildiren hukuk adamlarının kararı hiç okumadıklarına şahit olduk defalarca.
Aynı avukatın 3 gün arayla tam ters fikirler savunduğunu.
Birbirimizi kandırmayalım
Sadece inandıklarımızın üzerine davalar inşa ediyoruz hep birlikte. Herkes cephesine çekilmiş, aynı tezleri kendi tribünlerine tekrarlıyor.
Herkes yüzde 100 haklı. Herkes komplolara gelmiş.
Herkes en güçlü ve herkes en mağdur...
O yüzden herkes istediğine inanıyor... Sorgulanamaz ve değiştirilemez şekilde.
Dolayısıyla mevzu şike filan değil artık. Birbirimizi kandırmayalım.
Neyi tercih edersiniz?
Eğer öyle olsaydı doğru ya da yanlış bu karar bugün açıklanmazdı. Yeniden yargılanma konusunu kamuoyunun tartışma alanına sokan bizzat iktidar partisiyken... Ülkenin yargı sistemini baştan aşağı tartışmaya açan ülkeyi yöneten liderken...
Yeniden yargılanma için düzenleme sinyali güçlü bir şekilde ortadayken. Yargılamayı yapan mahkeme tarihten silinmişken...
Normal şartlarda yargı lehte bir gelişme olacağına dair bunun gibi bir sinyal görürse kararı geciktirir değil mi?
Hatta durdurup bekler...
İşte bunun olmaması bile konunun şike olmadığının delilidir.
Şike var ya da yok... Karar doğru ya da yanlış bilemem.
Bildiğim, asıl konunun binbir saçmalıkla bulandırıldığıdır.
O yüzden basit ve yalın düşünmek gerekir.
Hiç olmadıysa bile şike nedeniyle küme düşürülmeyi mi tercih edersiniz?
Yoksa kayrılıyormuş gibi algılanmayı mı?
İşte basit cevap ancak buna vereceğinizdir.
Hepsi bu!
Yoksa zaten tarihin şaşmaz adaletinin elinden kimse kurtulamaz.
‘’Hakkı nasıl tesis edersiniz?‘’
Bunu ancak halk için yöneterek yapabilirsiniz. Abraham Lincoln’ün bu unsurları son derece çarpıcı bir şekilde ortaya koyduğu ünlü Gettysburg konuşması son dönemde çekilen büyük bütçeli Spielberg filminin de çıkış noktasını oluşturuyordu. Takip etmişsinizdir.
Halk için, halk tarafından, halkın iktidarıyla.
Konu kolay ve anlaşılır durur onun tanımlamasında. Değildir. Her gün yeniden yaşadığımız üzere değildir.
Bir nüansı iyi anlamadan bu tanımı çözmek kolay olmaz. Kritik nüans ‘halk için’ tanımlamasıdır. Güçlü olan için değil, çoğunlukta olan için de değil. Halk için. Tüm unsurlarıyla, halkı oluşturan her bir kişi için. Hakkı böyle tesis edersiniz. Her bir bireyin haklarını koruma altına alarak... Bunu yapmanın tek yolu hukuktur. Yasa ya da kural değil, evrensel hukuk... Geriye tek bir kişi dahi kalsa onun haklarını garanti edecek kavramdır hukuk. Yasa ise başka bir şeydir. Her rejimin yasaları vardır. Hakları korumasa da. Adalete dayalı hukukun gözü ondan kördür. Kimin kim olduğuna bakmaz.
Gelişmiş ve dolayısıyla az sorunlu bir toplumun olmazsa olmazı toplumsal kontratla sağlanmış sağlam bir hukuk, gerçek bir adalettir.
Biz maalesef bunu bir türlü tesis edememiş olmanın yalpalanmalarını yaşıyoruz. Can sıkıcı sorunumuz bu. Bugün değil, hiç yapamadık neredeyse.
Konu siyaset değil, futbol...
Dün Ntvspor’da Spor Servisi programına bağlanan Kasımpaşa Yöneticisi İhsan Kalkavan’ı dinlerken bir kez daha ikna olduğum mevzu üzerine yazıyorum bunları. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki tanıdığım en sağlam Beşiktaşlılar’dan olan Kalkavan, bundan 2 yıl önce bu konuda bir beyanatta bulunacak olsa söyleyecekleri 180 derece farklı olacaktı.
Peki dün söyledikleri için onu eleştirebilir miyiz? Hayır, mümkün değil...
Çünkü düzen budur
Düzenin baştan bu yana çalışma şekline uygun olan onun açıklamasıdır.
Ortadaki Donk olayı ve Fernandes’in saldırıya uğramış olması toplum vicdanını rahatsız etmiştir ancak konuyu ele alacak hukuk ortada yoktur. Adalet kavramı çoktan sıfırlanmıştır. Ve salt çıkarlar üzerinden yürümektedir tartışma.
Bu yüzden futbol dünyasındaki hemen herkes, açıkça herkesin bildiği bir oyun oynandığına inanıyor bugün.
Açık olalım. TFF olayın ertesi günü resmi olmayan kararını vermişti. Alttan alta bir kural hatası olmadığını kamuoyuna pompaladılar. Tüm uzmanlar bu konuda kural hatası olmadığı yönünde görüş bildirmişlerdi. Ancak kamuoyu vicdanı tersini söylüyordu. Takım taraftarlığı bir kenara büyük çoğunluk bu maçta bir sorun görüyordu. Ama kural hatası var diyecek kimse bulunamadı. Çünkü sorun başkaydı.
Sorun maalesef hakemin Donk’un pozisyonunda fazla iyi niyetli davranmasından kaynaklanıyor.
Akını kesmek, Almeida’nın gol şansını etkilemek istemedi. Burada sorun yok. Doğrusu bu. Ancak Donk’un beklenmedik hareketinden sonra adaletin terazisini kaydırdı.
İki şey yapabilirdi. Donk’a sarı kart ve Beşiktaş lehine endirekt serbest vuruş.
Donk’a kırmızı kart ve penaltı. (Yani ünlü top artık bir cisimdir yorumu)
Ama son derece olumlu bir tavırla akını kesmeyen hakem korkunç bir panikle durumu kurtarmaya karar verdi. Topu sarı kart gösterdiği oyuncuya verdi. Akıl dışı ve hukuk dışı olanı yaptı yani.
Sorumluluk ve sorun sadece buydu aslında.
Dolayısıyla tartışma konusu bile olamayacak bu durumdan yine hukuka dayanmayan bir çıkar tartışması ortaya çıktı.
28 gün bunun üzerinde debelenildi. Hakem camiası tüm unsurlarıyla kendisine ait unsuru korumaya çekildi. Geri kalan herkes de sağlı sollu saldırdı.
Konu özünden uzaklaştı. Flulaştı. Çünkü her zamanki gibi mevzu hukuk ve haktan çıkıp çıkar tartışmasına dönüştü.
Benim görüşüm de hemen herkesinki gibi bu maçın kimyası bizzat hakemin paniği nedeniyle bozuldu. Ve ayrıca bana kimse bir oyuncunun sahada dayak yediği bir maçın devam etmesini de anlatamaz. Burada sorun vardır ve büyüktür.
Ancak sorunun en büyüğü mevzuda hukuk olmayışıdır. Adaleti değil durumu kurtarmayı amaçlamaktır. İşte durum bu olunca TFF yönetiminin bu kararı nasıl olsa Tahkim bozar, biz de baskıdan kurtuluruz diye düşündüğünden şüphelenmeden yapamıyor insan.
Bu kadarını da yaparlar mı?
Bilmem siz söyleyin...
‘’Fenerbahçe farkı!‘’
Fenerbahçe 41 puanla 2.56 maç başı puanıyla ligde az bulunur bir şey yaptı ilk yarıda. Avrupa’da olmayış ve kupadan erken elenişin bu tablodaki payını hesaplamak kolay değil. Bunun bir avantaj olduğunu söylemek kolay ama ispatı zor.
Hemen, geçen sene ilk yarıda ne yaptığına bakıp bir sonuç çıkarmak da mümkün. Geçen yıl 17 hafta sonunda 27 puan toplamış bir takım vardı. Bu yıl bunu 14 puan geliştirdi Fenerbahçe. Yani bir önceki yıl topladığının yarısından fazla ekstra puanı var. Etkileyici bir tablo.
Bir başka tabloya daha bakmak mümkün. Bu yıl oynadığı takımlarla geçen yıl deplasman-iç saha eşlemesi yaparak topladığı puana bakıp, gelişmeyi görebiliriz. Yani bu yıl Eskişehir’le ikinci hafta evinde oynadı. Ancak geçen yıl ilk yarıda Eskişehir’le 12. haftada deplasmanda karşılaştı. Biz 29. haftadaki iç saha maçına bakarsak sanki daha sağlıklı bir sonuca ulaşabiliriz. Tabii geçen yıl ligde olan ama bu yıl düşmüş İBB, Ordu ve Mersin’i dışarıda bırakarak bu tabloyu yapmak daha doğru olabilir.
Deplasmandan korkmazlar!
Bu tabloda Fenerbahçe bu yıl 38 puan toplamış. Geçen sene ise 24...
Yani Fenerbahçe deplasman-iç saha eşleşmesini yaptıktan sonra da 14 puanlık bir fark yaratmış oluyor.
Ligin dengesini bozan ve rakiplerde tartışma yaratan da bu.
Çünkü geçen yıl Fenerbahçe’yi 6 puan geride bırakan Galatasaray bu yıl normal tabloda 8 puan, eşleşme sonrası tabloda 12 puan geride. Ancak aynı deplasman iç saha eşleşmesini yaptıktan sonra geçen seneden 3 puan fazla topladığı ortaya çıkıyor. Yani aslında Galatasaray genel tabloda 33 puanı tekrarlamış olsa da aslında gelişme kaydetmiş dahi sayılabilir.
Fenerbahçe’ye bunu yaptıran hiç kuşkusuz deplasman karnesi. Fenerbahçe sadece 5 maçta geçen yıldan 8 puan daha fazla toplamış ilk yarıda. 15 potansiyel puanda 8 fazla puan...
(Üç büyüklerin diğer unsuru Beşiktaş’ı böyle bir karşılaştırma içine sokmak ve bundan bir istatistik ya da bir analiz çıkarmanın doğru olmayacağını düşünüyorum. Beşliktaş iç saha maçı oynamadan ilk yarıyı kattı diyebiliriz zira.)
İkna olmak ve ikna etmek
Fenerbahçe’nin bunu nasıl yaptığını anlatmak için çok şey söyleyebiliriz. Geniş ve kaliteli kadro, lig dışında yarışmamanın verdiği dinçlik vs. Bir çok şey bulmak mümkün. Ancak Konya maçının ikinci yarısı ve Karabük’teki 90 dakika dışında temel faktör ‘ikna olmak ve ikna etmek’
Deplasman farkı böyle yaratılıyor. İç sahada seyirci ve ortam, takımı, rakibi ve hakemi bir şekilde ikna eder. Büyük kulüp olmanın temel farkı budur. Ve üç büyüklerin en kötü sezonlarında dahi böyle bir temel üzerinden yürümeleri sıklıkla rastlanan bir durumdur. Öte yandan takımın büyük olup olmadığı deplasmanda belli olur. Çünkü önce kendine ait saha içi unsurlarını, sonra rakip seyirci, hakem ve rakip oyuncuları ikna etmek önem kazanır. Ve ancak herkesi tüm bu unsurları ikna ederseniz:
Kasımpaşa’ya 90+4
Gençler’e 60
Erciyes’e 90+5
Bursa’ya 63-83 ve 90+4
Antalya’ya 90
Ve Rize’ye 83’te gol atarak kazanabilirsiniz.
Bu yılki Fenerbahçe ’nin temel fark ve durumu budur.
Bu tip bir performansın ikinci yarıdaki ‘zorlu’ deplasman maçlarından korkması saçmadır. Fenerbahçe’nin ikinci yarıda daha zorlu bir fikstürle mücadele edeceği analizi doğru değildir. Fenerbahçe ‘takımı’nın fikstürü en iyi olduğu yerde, kendisini, rakiplerini ve diğer tüm unsurları önünde sonunda kazanacağına ikna ettiği yerde oynayacak.
Zaten farkı yarattığı yerde.
‘’İlk yarının futbolcusu Caner‘’
Fenerbahçe’nin geçirdiği dönüşüm az rastlanır bir durum. Geçen hafta daha çok Karabük maçı merkezli bir noksanlar analizi yapmıştım ve dolayısıyla artılar noksan kaldı. Bugün bu merkezden bakalım: Artık net bir şekilde dizilişin 3-4-3/3-2-5 olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu yılın envanterine durumu böyle geçirmek gerekir. Geçen yıl rakibi geniş alanda yüksek pas sayısıyla aptala çevirmeyi planlayan oyunda 3 temel oyuncuyla hücum ediliyordu. Bu yıl bu sayı reelde 6, planda 7.
İki savunma kanadı orta sahanın hücuma dönük oyuncuları. Santrfor arkası da bu niyetle sahaya sürülüyor. Temel defansif kurguda merkez adam Mehmet Topal. Rakibi karşılarken önde. Oyuna çıkarken iki stoper kanatlara kaydığı için en arkada o var. Fenerbahçe’nin toplamda 7 hücum oyuncusuyla oyunu rakip alana yıkması planlanıyor ancak orta sahada bununla görevli iki oyuncu bunu tam olarak yapamadı. Alper, Baroni, Meireles, Emre vs’den net bir ilk tercih çıkaramadılar. Ersun Yanal, Ahmet Hasan’ını henüz bulabilmiş değil. Bu oyuncuyu net bir 10 numara olarak adlandıramayız. İki yönlü bir ofansif orta saha daha uygun bir tercih olur. Devre arasında değilse de önümüzdeki yaz burayı doldurmak isteyecektir Yanal. Bunu yapması ilerideki pivot santrfor ihtiyacını ortadan kaldırabilir. Yani arkada herkesin ipini bağladığı adam olan Topal gibi önde de bir oyuncuya ihtiyaç var. Bu ya pivot santrfor ya iki yönlü bir ön alan çapası olacak.
Ancak bu temel eksikliğe rağmen oyunu istediğinde (Konya ikinci yarı ve Karabük maçı dışında) forse edebilen bir ekip oldular. Bu, olağanüstü fizik durum ve rakibi buna ikna etmekten geçiyor. Yanal lig ortalamasının çok üzerinde bir fizik durum yarattı. Ve bu oyunculara reaksiyon verme, isyan etme gücü veriyor. Kayseri maçında bunu net olarak gördük.
Bu isyanla gelen galibiyet Fenerbahçe’nin devre arasından 5 paunlık farka rağmen kendisini içine atacağı bir depresyonu engelledi. İkinci yarıda Gökhan ve Kuyt’ın ateşlediği isyan fitiline böyle bakmak lazım. Kuyt, Karabük’teki yokluğunun ve ilk yarıdaki zayıflığının altından kalkabildi. Bu rakipler için kolay ele alınıp çözülecek bir durum değil. Eğer Fenerbahçe sezon sonunda şampiyon olacaksa, bu her maçtan çok Kayseri maçında kazanılmış olacak. Şu ana kadarki durum bu...
En iyinin anlattığı
Fenerbahçe’nin kaliteli bir kadrosu var önermesi 41 puanı açıklamaz. Fenerbahçe’nin kalitesiz kadrosu hiçbir zaman olmadı. Ancak Fenerbahçe zaman zaman kadrosunu heder eder. Sezon başında yıldızlarla kurarlar... Ancak bazen mühendisliği yanlıştır, bazen iç karışıklık zorlar vs. Bu sefer de mühendisliği olağanüstü değil. İhtiyaçları var. Ancak bu kez handikaplara rağmen bir fark var. İkna olmak ve etmek. Şimdi olana bakın:
-Bir pas takımını önde fizik oynamaya ikna ediyorsunuz.
-Orta sahada topu ileri taşıyacak oyuncu eksikliğine rağmen bunu yapıyorsunuz.
-4 santrfor özellikli oyuncunuzun tamamını sahaya sürdüğünüz maçları kazanıyorsunuz.
-Görece ağır sayılabilecek stoperlerinizi ileri çıkmaya ikna ediyorsunuz. Hem de savunma beklerini hücum hattına kadar çıkarmışken.
-Asıl önemlisi rakipleriniz ben bunlarla başa çıkamam fikrine itiyorsunuz.
-Ve Caner. Onun anlattığı. Çünkü onun performansı başka seviyelerde bir çok oyuncu için geçerli.
Bütün bu işi Manisa seviyesinde bu işi belli oranda yapabilmiş, sol bek sıralamasında takımda 3. olan Caner’i ikna ederek yapıyorsunuz. Takımınızın hücum servis gücünün merkezi olmakla kalmıyor... Ligin ilk yarıdaki en iyi oyuncusu oluyor. İşte bu mevzuyu anlatıyor.
Yanal’ın oyuncu tercihleri konusunda eksik kaldığını, oyun içi esnek müdahaleler konusunda çok iyi olmadığını düşünüyorum.
Ancak yaptıkları bunları şu ana kadar fazlasıyla kapattı. Bunu da biliyorum. Asıl önemlisi ise şu: Fenerbahçe taraftarı Kocaman’ı saygıyla ve sevgiyle anar. Bunu değiştirmek mümkün değil. Ve fakat Yanal’ın oyunu onlara daha uygun. Daha çok heyecanlandırıyor. Eksikler daha az göze batıyor. Yanal bu takımın yüzde 50’si tamamlanan değişimini yüzde 80’lere çıkartırsa işte o zaman efsane olur. Kocaman unutulmaz. Ama Yanal da 10 yıl önce ulaşması gereken noktaya ulaşır.









































