‘’Sezonun özeti: Reaksiyon‘’
Ancak Fenerbahçeli oyuncular bu sene sıkça yaptıklarını dün de sergileyerek sezon özeti çıkardılar: Reaksiyon verdiler. Ve kutlamaları oyunla da festivale çevirdiler.
Beşiktaş maçında 10 kişi kaldıklarında, Bursa deplasmanında son dakikada skoru rakip beraberliğe getirdiğinde, Eskişehir ve Sivas’taki kayıpların sonrasında fark 4’e indiğinde ne yaptılarsa onu yaptılar. 4 deplasman maçını son dakika golleriyle kazandıklarında ne yaptılarsa onu yaptılar. İlk maçta Konyaspor karşısında 0-2’den 3-2 kaybedildikten sonra ne yaptılarsa onu...
Bu kez bir iddia bir mücadele, kazanılacak bir kupa yoktu ama alışkanlıklarını devam ettirdiler. Akhisar maçında kendilerine kızdılar ve sezonun en iyi futbollarından birini oynadılar. Hem de sezon boyunca onları en çok zorlayan takıma karşı. Tolunay Hoca ilk maçta özellikle Caner ve Gökhan’ı çizgide savunarak ileri çıkartmadan kanalları kapatmış Fenerbahçe kendi standardında hücum edememişti. Buna isyan etti Fenerbahçe.
Raul ve Emre atıyorsa
Fenerbahçe sadece Gökhan ve Caner’i hücuma sokmakla kalmadı. Raul ve Emre ikişer gol kaçırıp birer tane de attılar. Sürekli olarak geniş alanda rakip ceza sahası çevresindeydiler. Bununla da kalmadı. Topal da onlara aynı desteği verdi. Maçın ilk 65 dakikasında olağanüstü bir hücum furyası vardı.
Raul fenomeni
Raul, Meireles’liğini hatırladı. Bu Dünya Kupası efekti midir? Yoksa yokuş aşağı gitmeye başlayan bir kariyerin gidişatına dur demek mi bilmiyorum. Ama Meireles geldiği günden bu yana kalite yükselterek oynuyor 2 aydır. İki ay önce gitmesinde hiçbir sakınca görmeyeceğiniz bir oyuncuydu. Bugün karar vermek çok zor.
Topal fark yarattı
Caner sezonun en iyi oyuncusu, takımın değil ligin. Ayrıca en iyi geri dönüş ödülü de onun. Ancak onun bu parlak performansının Topal’ın yaptığı işleri gölgelemesine izin vermemeli. Topal dün ileride gol arayan 30 saniye sonra son adam olarak, kayarak top çıkaran adamdı. Mevkisinin en iyisiydi kuşkusuz. Beklerini hücumcu olarak kullanan şampiyonun 3. stoper performansının yeri kolay doldurulmaz.
Güzel ve dozunda
Güzel ve dozunda bir espri. Seviyeyi burada tutarsak, birbirimizi kızdırmaktan da keyif alabiliriz. Bu bir yönü. Diğer yönü ise Mancini’nin bu metodunun neden bu kadar eleştirildiği. 11 oyuncuya ayrı ayrı laf anlatacağına basit bir mesajla iletmek neden eleştirilir anlamam. Birbirleriyle konuşmak yerine SMS’leşerek anlaşan bir toplum bu metodun neresini anlamaz ki.
‘’Alkışlarla‘’
‘Sahalarımızda alışık olmadığımız görüntüler’ listesine en tepelerden girecek bu resim Hamza Hoca’nın kişiliğiyle vücut buldu kuşkusuz. Daha önce Sakarya’da rahmetli Nejat Biyediç’in takımının Bursa’yı alkışlayarak Süper Lig’e uğurlamasını hatırlıyorum. Başka bir örnek var mı bilmiyorum ama insanın yüzünde bir tebessüm yarattığı gerçek. Bu umarım milli takıma giden Hamza Hoca’ya olumlu bir etki eder. Bize onlara teşekkür etmek düşer. Bizi mahcup ettiler.
Ama bununla bırakmadılar. Fenerbahçe daha önce şampiyonluğu kutladığı maçlarda Konya ve Malatya’ya yenilmiş, kalesinde bol gol görmüştü. Bu gelenek dün de bozulmadı. Topal, Gökhan ve Kuyt’ın 11’de olmayışı Fenerbahçe’nin riskli oyununun emniyet sübaplarının olmaması anlamına geliyordu. Topuz’un alanını özellikle Güray’la harika kullandılar. O koridordan her geldiklerinde pozisyon buldular. İnip yerden ortaladıkları her pozisyonda gole çok yaklaştılar. 2 gol buldular fazlası da mümkündü. Burada Fenerbahçe’nin, tıpkı Ziraat Türkiye Kupası maçında Fethiye’nin zaferine yol açan bir stoper zaafına yakalandığını söylemek lazım. İkinci yarıda Topal ve Gökhan oyuna girdikten sonra oyun dengelendi. Topal’ın tüm sezon denediği uzak bir sol şutla bulduğu gol ise şahaneydi. Ancak oyun geniş alanda oynanmaya başlanınca Bruno ve Niasse’ın Fenerbahçe savunmasını zorlaması son derece normaldi. Oyun dengede olmasına rağmen Akhisar’ın Fenerbahçe’den daha fazla şans yakaladığını söylemek yanlış olmaz. Ersun Yanal’ın bu oyunu istediği seviyede oynayabilmesi için dripling yapabilen iki yönlü orta sahalara ihtiyacı var. Önümüzdeki sene yine Avrupa yok. Ama aslında yapılması gereken Avrupa’ya hazırlanmak olmalı.
‘’Mancini'yi anlamak zor‘’
Maçın kaderi Gosso'nun sakatlanarak oyundan çıktığı 47. dakikada değişti. O ana kadar oyuna yön veren oyuncu Fildişili'ydi. Müthiş bir soğukkanlılık ve oyun görüşüyle sadece orta sahanın değil sahanın tam hakimiydi. İlk yarıda Galatasaray'ın her akın denemesinin dönüşü onun ayağında eridi. Ev sahibi onun yüzünden akın sürekliliği sağlayamadı.
Gosso'dan sonrası ise tam bir Galatasaray hakimiyeti.
Yekta-Selçuk ve Melo Gençlerbirliği'nin orta sahasında açılan bu çukura hemen tepki verdi. Ekip olarak ileri çıktılar ve rakip dönenleri eritemeyince akın yenileme şansı buldular. İlk yarıda çok rahat kontraya çıkan Gençlerbirliği sağlı-sollu yumruk yemeğe başladı. Mancini'nin devre arasında yaptığı Hajrovic-Chedjou değişikliğinin ne işe yaradığı bu sebeple çok anlaşılamadı. Halbuki oyuna giren Sabri olmalıydı. Ama dedim ya Gosso'nun yokluğu rakibi öyle derinden etkiledi ki, Galatasaray'ın ilk yarıda yine açıkça ortaya dökülen savunma zaafları kapanıverdi. 4'lüyle başladılar, 3'lüye döndüler, sonra ikinci yarıda yine 4'lü. Bu arada oyuncuların değişen rollerine hiç girmiyorum. Aslında tüm bu değişiklikleri anlama çabamız boşuna. 3'lü 4'lü değil hiçli savunma bu... Çünkü Mancini savunmanın oturmasına hiç müsaade etmiyor. Ben artık oyuncuları suçlamayı manasız buluyorum. Bu kadar oynanan, maç içinde bile 3-4 kez dizilişi ve rolleri değişen bir savunmanın olgunlaşması olanaksız.
Melo'nun şovu rakibi diriltti!
Bir de Melo paragrafı açmak lazım. O kendi taraftarı dışında kimseninsevmediği, sevmeyeceği cins futbolculardan. İyi futbolu, yaptıklarını taraftar gözünde kapatıyor. Normal bir sporsever için affedilmez şeyler yaptığı maçlarda dahi taraftar onu seviyor. Çünkü ter akıtıyor. Ancak dün herhangi bir hakem onu rahatlıkla atardı. Çok kötü bir hakem performansına denk gelişi onun şansı. Bunun bir de futbol yönü var tabii ve bence asıl önemlisi de bu. Deniz Naki'yi attırmak için yaptığı şov, hem rakibi diriltti, hem de takımının baskı rutinini bozdu. Sabri'nin katkısı ve Umut'un sondakika golü onun şansı oldu.
‘’Nihayet 'Yen'di ve 'al'dı‘’
‘’...3 yıl önce Radikal Futbolun 2. sayısında, Ersun Yanal’la (Hakan Can’ın yaptığı) bir röportajı yayınlamıştık. “Ona Yen al diyorlar” başlığıyla. Ankaragücü’ndeki performansıyla göz kamaştırıyor, ama kimse adını doğru söyleyemiyordu. Biz de bundan yola çıkmış soyadının yanlış söylenişini onun önündeki yolla örtüştürmüştük. Yanal sadece sahadaki futbol anlayışıyla değil, söyledikleriyle de sistemi sorguluyor, olması gerekenleri yalınlıkla ortaya döküyordu. Ve kazanıyordu. Bu kişiliğiyle tarihin en hızlı yükselişlerinden birini yaşadı. Gittiği her takımı tarihinin en yüksek lig sıralamasına ulaştırdı, iki kez kupa finali oynadı, UEFA’da 4. tura çıktı ve şampiyon Valencia’ya uzatmada elendi. Nihayet milli futbolu yeniden kurmakla görevlendirildi. Hepimizin desteği ile. Şunu açıkça söyleyebilirim ki, onun arkasındaki, Terim’e verilen desteğin de üzerindeydi. Ama bugün ben hayal kırıklığı yaşıyor, ümitsizliğe düşüyorum. Bugün bu yazıyı Gürcistan’a puan kaybettiğimiz için yazmıyorum. Dünya Kupası’nın favorileri arasında sayabileceğimiz İngiltere ve Fransa da kaybetti. Sorun bu değil. Sorun Yanal’ın, biz ona “Ye nal” derken ortaya koyduğu felsefenin milli takımda hiçbir izine rastlayamayışımız. Milli takımın giderek sıradanlaşması. Futbolunun alternatifler üretemeyişi. Kısaca bu takımın “Yen al” imzası taşımayışı. Lucescu bu ülkedeki futbol putperestliğine kulaklarını tıkamış ve kazanmıştı. Ben “Yen al”ın da bunu yapmasını, futbolumuzu yeniden kurmasını bekliyorum... Ben Yanalı değil, Yen alı istiyorum.’’
Dönüş Konya’da
Bu çağrıma yaklaşık 10 yıl sonra karşılık bulabildim. Ersun Yanal 10 yıl sonra nihayet yendi ve aldı.
Türkiye gibi sistemsizlik ülkelerinde sadece iyi teknik direktör olmak yetmez. Yeni ve size özgü bir plan önermeniz gerekir. Yanal futbolu golün olduğu yerde oynamayı temel plan olarak seçmiş, maksimum fizik gücü, direkt oyunun motoru yapan bir futbol bakışıyla parlamış bir futbol ideoloğu. Profesyonel futbolun dışından gelmiş olmanın verdiği dogmalardan uzak kalmış olma avantajıyla özgürdü.
Ancak Milli Takım travması ona yanlış seçimler yaptırdı. Onu o yapan yoldan çıktı. Sezon başındaki Konya maçına kadar.
İspat Bursa’da
Salzburg, Arsenal, Galatasaray ve Konya maçları belki de ona bir kont travma yaşattı. Gençlerbirliği planına döndü. Ki bu bence Türk futbol tarihinin en temel virajlarından biri. Bu oyuna çok da yatkın olmayan bir takımı ‘Yen-al stratejisi’ne ikna etmek büyük işti. Aslında buna cesaret etmek daha da büyük...
Golün genel olarak ortalama 3 pasta geldiği istatistiğine dayanan, ‘baskı, direkt oyun ve ribauntla tekrar baskı’ stratejisine oyuncuları ikna etti. Sow’u savunmacılığa, Caner’i asistçi sol bekliğe, Topal’ı fiili stoperliğe, Emenike’yi tenis değil futbol oyunculuğuna... Herkesi hücumculuğa, herkesi savunmacılığa...
Bu köşede sert bir şekilde yaptığımız eleştirileri unutmuyorum elbette. Salih’i ikna edememesi gibi... Ancak Yanal’ın 10 yıl sonra atlattığı travmayı da görüyorum. Bu cesaret isterdi. Yanal Fenerbahçe’nin son tercihi olarak son gün attığı imzaya müthiş bir tepki verdi. Bu onun yeniden doğuşu olabilir. Ve ülkeye yeni bir şeyler öneren bir futbol adamı olarak 10 yıl önce üstlendiği misyonla başarılı bir Fenerbahçe Teknik Direktörü olmanın ötesine geçebilir. Bu kapıyı açtı. Geç de olsa... Bursa deplasmanında son dakikada rakip beraberliği sağlamışken yeniden yenmeye gidip almak bunun ispatıdır.
Yanal ne ister?
Yanal’ın önerdiği bu oyunda pivot özellikli bir santrfor şart. Emenike’nin olağanüstü özellikleri bir yana, başka bir alternatife ihtiyaç var. Oyunu ön alana yıkmak için temel bir rol bu. Emenike’nin de yüzünü kaleye çevirip rahatlatacak bir etken.
Elde kalabalık bir orta saha var. Ama iki yönlü, hücum-savunma-dripling dengesi yerinde orta saha yok. Emre gibi teknik, Alper gibi driplingci ister Yanal. Raul, Emre, Topuz vs katkı verdi ama oyunun merkezi başrolü olamadı. Holmen benim için büyük hayal kırıklığı... Yükselmedi, eksildi. Onun vaat ettiklerini verecek en az 2 orta saha oyuncusuna ihtiyacı var Yanal’ın. Bu oyunu uluslararası standarda çıkarmak için bu şart.
Seneye ne yapmalı?
Kuyt’ı biraz dinlendirecek bir alternatif şart. Alves’siz bir oyun planı da... Alper’in topla ilişkisini geliştirecek özel çalışmalar elzem. Salih’i uyandırmak ve kazanmak da. Ve asıl önemlisi: Artık Yanal şampiyon. Genç oyuncular bulup şans vermek, kadronun yaş ortalamasını biraz düşürmek de bir görev. Avrupa için bir yıl hazırlık süresi daha var Yanal’ın. Bu kulübün şanssızlığı ama Yanal’ın şansı.
‘’Gücüyle şampiyon‘’
Ligin 2. yarısında hemen hiçbir maçta Fenerbahçe önde baskılı oyununu tam olarak oynayamadı. Sivas ve Eskişehir deplasmanlarının doğal etkisiydi bu. Hep daha dengeli oynamaya çalıştılar. Aslında Ersun Yanal’ın ligin ilk yarısında oynattığı ön alan presiyle Aykut Kocaman’ın geçen seneki pas oyununun bir karması 2. yarının özeti. Dün de bu oyunun bir başka versiyonu vardı diyebiliriz. İlk yarıyı neredeyse pozisyona girmeden bitirdi Sarı-Lacivertliler.
Emre-Raul-Topal üçlüsüyle yaptıkları pasları hücuma aktarmada sorun yaşadılar. Topla hücum hattına gittiğinde burada da topu tutmakta zorluk yaşadılar.
İkinci yarıda biraz daha forse etme niyetiyle başladılar. Rakip alana yerleştiler ancak Caner ve Gökhan’ı istedikleri seviyede oyuna sokamadılar. Sonuç doğal, pozisyon çıkarmayan bir baskı ve bolca Rize kontratağı oldu.
İnanç yarım puan
Fenerbahçe ligin ilk yarısında güç ve inancıyla rakiplerine fark yaptı. Sivas maçıyla ‘bizi şampiyon yapmayacaklar’ komplo paniğine düşüldü. Ve ardından o azim ve inancı görmesek de gücüyle istediklerini büyük oranda yaptılar. İlk yarıda 2.4 puan ortalaması bu inançla yakalamıştı Şampiyon. İkinci yarıda gücüyle 1.9 puanda kaldılar ve şampiyon oldular.
Yetenek artmalı
Ersun Yanal yaşlı ve pasa dayalı oyuna alışık bir takıma bambaşka bir oyun oynatarak şampiyon oldu. Bu dönüşüm büyük bir başarı. Ancak Fenerbahçe var olan gücünü çok daha ekonomik kullanabilir. Fenerbahçe yetenek eksiğini önümüzdeki yıl kapatmalı. Özellikle iki yönlü orta saha oyuncularıyla. Emenike, Kuyt, Sow, Meireles, Emre, Topal, Alper hepsinin şampiyonlukta büyük payları var. Ancak Fenerbahçe’nin daha yetenekli olması lazım.
Lualua
Böyle oyuncuları izlerken insanın kendi yeteneğine nasıl hunharca ihanet ettiğini görüp sıkılıyor insan. Lualua Fenerbahçe’de rahat oynar mı? Belki daha fazlasını da yapar. Ancak sahip olduklarını değerlendirmekte insan yaşarken hep doğru kararları veremiyor sanırım. Yazık oluyor.
‘’Devler Ligi'ni istemiyorlar!‘’
Kötü deplasman karnesi, Mancini’nin sürekli kadroyla oynaması, futbolcuların sahaya karakter koyamaması... Bunların hepsi sorun ancak belki de hepsinden daha önemli bir sıkıntı var: Şampiyonlar Ligi’ni bu kadar istemeyen bir Galatasaray’ı hiç görmemiştim!
1- 22. hafta bittiğinde Galatasaray, Fenerbahçe ile farkı 4 puana düşürmüştü. 8 hafta sonra ise bu fark 14 oldu. 2 aylık sürede Aslan’ın aniden yarıştan kopmasının en önemli sebebi ne olabilir?
20’nin altında bir deplasman galibiyeti yüzdesiyle şampiyonluk olanaksız.
Galatasaray bu farkı üst üste evinde oynarken Fenerbahçe de deplasmanda krize girmişken kapattı. Ayrıca özellikle yabancı oyuncuların Şampiyonlar Ligi için kendilerini ekstra fit tuttukları bir dönemdi bu. Deplasmanda savunma ile hücum arasındaki mesafe çoğaldıkça Galatasaray’ın başarısı düşüyor...
Ancak asıl sebep savunmada ideal diziliş ve ekibin belirlenemeyişi. 10’a yakın oyuncu pozisyonları sürekli değişerek oynadılar. Bunun Mancini’nin eski takımları da dahil örneği yok.
Mancini mayanın tutmasına hiç izin vermedi. Sürekli karıştırarak yoğurt yapılmaz. Tutmaz.
2- Peki Galatasaray neden deplasmanda bu kadar zorlanıyor? Sezonun ikinci yarısında dış saha galibiyeti alamadılar...
Yukarıda bahsettiğim her şey bunun sebebi. Takım boyu çok uzun, ilerideki üçlü son maçlarda Dünya Kupası çalışmasına giren Sneijder dışında savunmaya dönmüyor. Savunma da hücuma yanaşıp oynamıyor. İstanbul’da ise savunma-orta saha oyuncuları mesafeyi koruyor. Oyunu önde tutuyorlar. Bu kadar uzun bir mesafede futbol oynanmaz. Boyu kısa, hücumu geniş tutarak evde iyi. Hücumu dar, boyu uzun tutarak deplasmanda kötü. Galatasaray bu sene böyle.
3- Şampiyonlar Ligi’nde Juventus’u saf dışı bırakıp, farkı düşürdüğünde Roberto Mancini’nin taktiksel dehası konuşuluyordu. Şimdi ise tam tersi... İtalyan teknik adamın kötü gidişatta ne kadar etkisi var?
Ortada taktik bir deha yok. Rakibi iyi analiz etmiş bir teknik ekip var. Türkiye Ligi’nde ise durum farklı. Çok açık söyleyeyim. Şampiyonlar Ligi’ni bu kadar istemeyen bir Galatasaray’ı hiç görmemiştim. Çok daha kötü sezonları oldu. Ama bu kadar isteksiz hiç olmadılar. Ben sadece Mancini’nin hatası olduğunu düşünmüyorum. Geçen iki yıldaki gibi ortaya karakter koyan oyuncu sayısı az.
4- Galatasaray’ın bu sezon yaşadığı hayal kırıklığında, hangi futbolcuların beklentilerin altında kalması etkili oldu?
Beklentiyi karşılayan çok az oyuncu var. Son dönemde Sneijder belki. Her ne kadar genel tavrına ısınamasam da Melo. Ve belki hep sonuna kadar vermeye çalışan Yekta. Ancak oyun ve Mancini’nin yarattığı karmaşa herkesi etkiliyor diğer yandan. Aslına bu durumu Telles’te çok net görüyoruz. Geldiğinin çok gerisinde bugün. Takımın seviyesine indi. Takımda roller demokratik dağılmıyor. Bazı oyuncular diğerlerinden çok daha fazla çalışmak zorunda. Çünkü diğerleri yıldız. Ancak eğer yıldızlar kendilerinden bekleneni en üst seviyede yaparsa diğerleri de hamallığı kabul eder. Yıldız performansını sürekli sergileyebilen oyuncu yokken hamalları ikna edemezsiniz. Bütün bunların yanı sıra bir oyuncuya özel paragraf açmak lazım. Eğer Mancini, Selçuk ve Melo’yu Hamit’le tamamlayabilse orta saha sorununu çözüp bu kadar çok takımla oynamayabilirdi. İşte o zaman farklı bir sezon geçirilebilirdi. Açık söyleyeyim hafta içinde büyük bir skandal yaşayan Beşiktaş, buna rağmen Şampiyonlar Ligi yarışında Galatasaray karşısında net favori.
‘’Cahilliğin dayanılmaz hafifliği‘’
Derbinin 88. dakikasında Dany’nin Tolga’ya pasında hakemin ne düdük çaldığını anında anlayan kaç kişi vardı sahada?
Kulübede, tribünde, basın tribününde?
Her hafta hakemler konusunda çok rahatlıkla ahkam kesen koca bir sektör, benim de çok eleştirdiğim bir hakem tarafından ofsayta düşürüldü. Sahada hakem konuyu anlatmasına rağmen oyuncular anlamamakta direndiler.
Konu kamuoyu tarafından anlaşılınca bu kez kuralın ne kadar saçma olduğu tartışmasına başlandı.
‘Kural saçma olduğu için bilmesem de olur’ kıvamına getirildi bu sefer itirazın merkezi.
Halbuki konu netti. 92’den bu yana kaleciye pas, vakit geçirmeyi önlemek için yasak. Bunu by-pass etmeye kalkmak da hile. Hileye yeltenmek yasak. Tıpkı kendini yere atıp faul kazanmaya çalışmak gibi.
Gol sevincinde formayı çıkarmak gibi. Tribünlere tırmanmak gibi...
Barajı bozmak gibi. Serbest atışın yapılmasını geciktirmek gibi.
Çünkü futbolda hile istenmiyor. Oyun doğru ve adil bir şekilde aksın isteniyor.
Peki Dany neden topu ayağıyla kaldırıp kafasıyla kaleciye veriyor?
Tam da bu sebeple değil mi?
O zaman itiraz neye? Cahilliğimize mi?
Halis hocayı eleştiririm. İyi bir performans sergilediğini düşünmüyorum. Ancak pazar akşamı kazanan o oldu. Herkesi ofsayta düşürdü.
Cahilliğimizi yüzümüze vurdu. Hakkını vermek lazım.
Fair-play ve centilmenlik
Centilmenlik kuralları muğlak bir kavram. Fair-play ise öyle değil. Net. Oyunun tüm taraflar için adil olması...
İngiltere’de sakatlanan oyuncu için oyunun durması kararını neden hakem veriyor misal? Centilmenliğin isim babası onlar değil mi? Neden oyunculara topu dışarı atma izni verilmiyor? Çünkü tüm taraflar için ve hatta seyirci için adaleti bozuyor bu tavır. Suistimal ediliyor.
Caner’in yaptığını anlıyorum. Bunca kavganın ortasında iyi bir şeyler yapmak istiyor. Çabasını takdir de ediyorum. Çünkü içinde bulunduğumuz cehennemde insan aslında iyi olduğunu göstermek istiyor.
Ancak adil oyun bu değil. Bilmediğimiz bir kuralın özünü anlamadan onu yok saymak düzeni bozar. Biz bu ülkede trafiği böyle bozduk. Siyaseti de. Kuralsız iyilikler de en az kötülükler kadar düzen bozar. İçinden çıkılamaz bir kaos yaratır.
Caner, Türkiye için doğrusunu yaptı pazar akşamı. Çünkü iklim bunları istiyor.
Ancak futbolun ve medeniyetin doğrusu, o topu gol yapmaya çalışmasıydı.
Yani Biliç yanılıyor. Kasımpaşa maçında Donk’un pozisyonunda kural hatası ararken, burada ‘kuralı boşverin’ demek doğru değil.
Geçmiş olsun
Gökhan Töre’nin gece o saatte dışarıda olması, bu olayda en son kertede konuşulacak şeydir. Çünkü biliyoruz ki bu ülkede gündüz vakti düğüne giden 5 yaşındaki çocuk da vuruluyor. Şampiyonluk kutlamasını balkonunda seyreden kadın da... Ve üstüne her gün eşi ya da erkek arkadaşı tarafından öldürülen binlerce kadın var. Eğer bir katil gece kulübünde sevgilisine kurşun yağdırıyorsa maç sonrasında bir kaçamak yapan genç bir çocuğun haylazlığı değildir konuşulması gereken.
Ama işte neredeyse ‘gece kulübüne gidersen tabii ki vurulursun’ noktasına gelecek iş.
Gökhan’a geçmiş olsun. Bu olaya bu şekilde bakanlara da akıl sağlığı dilemeli. Onlara da geçmiş olsun.
Passolig...
Tartışmalar boş. Ve açık söyleyeyim bu bir fişleme değil. İstenen bilgiler zaten kulüplerin taraftar kart için istedikleri bilgiler. Bir çok kulüp de belli bir bankanın kredi kartına sahibi olmayanlara bilet satmıyor. Yani sorun bu değil.
Passolig’le ilgili soru şöyle sorulmalı: Bu futbolla ilgili var olan sorunu çözer mi?
Sorun doluluk ve şiddettir.
Eğer 2 yıl içinde doluluk oranında yüzde 20-30 civarında bir artış olursa ve şiddet olaylarına belirli bir düşüş gerçekleşirse Passolig başarılı demektir.
Ancak başlangıçta olup biten iç açıcı değil. Daha ilk denemede ülkenin en çok tanınan tribün suçlusu, Süper Lig’de bir futbolcuya sahada saldırmış tek isim binlerce insan içeri giremezken maça giriyorsa buna skandal denir.
Açıklama ise daha komik. Beyefendi kombinesiyle girmiş.
Kombine-Passolig koordinasyonu sağlanmadan bu uygulamaya girilir mi?
Açık konuşalım. Bu uygulamanın bu maçta başlaması doğru değildi. Bu sezon başında olmalıydı. Onlarca kez denedikten sonra...
Kötü başladı. Umarım çok geçmeden düzelir.
‘’Şampiyona yakışır!‘’
Bu stadın şeklinde ikliminde, rüzgarında, ruhunda futbol zor. Bunu biraz değiştirebilecek seyircinin gelişi de zorlaştırılınca daha da zor... Bu şartlarda çok becerili işler seyretmek olası değildi. Beceri açısından çok da bir şey seyredilmedi. Ama şunu rahatlıkla söylemek mümkün. Şampiyon, şampiyonluğuna yakışır bir istekle oynadı en azından. Dedikoduya yer bırakmadı. Fenerbahçe rüzgarı da arkasına alıp sakin ve topa hükmederek başladı. Rüzgarın yarattığı şut ihtirasıyla da... Trabzonspor maçındaki gibi ve Galatasaray maçının tersine... Bunun karşılığını golle buldu.
Yarı sahasına çekildi
Kuyt o dakikaya kadar kendisinden beklenenin üstünde bir top becerisi gösteriyordu. İkinci gol pası, Sow’a asist oldu. Senegalli’nin vuruşu, hem Tolga’yı mağlup edebilecek ender noktalardan birine gitti, hem de şahaneydi. Beşiktaş ise rüzgara karşı uzun vurdu. Sonra Fenerbahçe Emenike’yi kontranın ucuna bırakıp, kendi yarı sahasına çekildi. Uzun vurdular. Hem rüzgar hem Emenike’nin arkası dönük oyundaki beceriksizliği, etkilerini azalttı. Beşiktaş, bundan sonra Motta 58’de atılana kadar, topa daha olumlu sahip oldu. Daha net pozisyonlara girdiler.
At koşsunlar
İkinci yarıda Fenerbahçe, iyice kontraya yattı ama, Emenike ve Alper’e at koşsunlar sistemi tutmadı. Çünkü pasörleri, organizasyon kuramadılar.
Uygulamalar doğru
Hugo Almeida, Motta’nın golünde net bir şekilde ofsaytta. Topu kovalıyor ve hatta Motta şutladığında üstünden atlıyor. Bu yeni uygulamaya göre ofsayt değil. Topa dokunmak ve rakibi şaşırtmak maddelerine uymuyor. Topa koşuyor ve şut gelince topun üzerinden atlayarak kaçıyor. Bu kural, yorum ve uygulama bence yanlış. Ama kural ve yorum böyle. Dolayısıyla oyunun ruhuna aykırı ama kurala uygun. Nitekim Dany’nin posizyonunda da verdiği pas ‘hile’ tanımlamasına giriyor ve karar doğru. İlginç ama doğru.
Emre’ye vurmak serbest mi?
Uzun dönem Emre’ye vurma hakkı veriliyor kanısı hakimdi. Böyle giderse Emre’ye vurmak serbest denecek. Jones’un belki direkt kırmızı kart görebileceği pozisyonda faul çalınmasına rağmen ikinci sarının çıkarılmamasının başka açıklaması yok.









































