‘’Şampiyonluk çok zor‘’
Beşiktaş Yönetimi’nin en büyük sorunu gereksiz beklentiler yaratıp kendilerini bunu kurbanı yapmak. ‘Ronaldinho gelecek’ diyorlar gelmiyor. Onlardan kimse Ronaldinho’yu istemiyor halbuki. ‘Diego gelecek’ diyorlar gelmiyor. Onlardan Diego’yu isteyen de yok. Sonra durup dururken ‘bu stat Ağustos’a biter’ diyorlar. Daha İnönü orada dururken. Kimse 1 yılda yıkıp yapmanı beklemiyor ki stadı. Bir anda birisi çıkıyor yönetimden sıkıyor bir şey ve bununla uğraşıyorlar aylarca. Orman yönetiminin bu tip çok hikayesi var. Unutulmasın, Tamer Kıran durup dururken Sven Goran Eriksson’la anlaşıp adama Türkiye’ye gelmeden 750 bin Euro ödemişlerdi. Kendi kendilerine bela açıyorlar. Futboldaki hataları anlıyorum bir taraftan. Heyecanla yapılıyor. Peki ama asıl işleri olan inşaatta nasıl oluyor da bu kadar yanılabiliyorlar. Açık söylemek gerekirse başkanın işi zor ve bu sene son şansı.
Eleme turu imkansız görev
Baştaki en büyük bela Şampiyonlar Ligi’ne katılmak için 2 ön eleme oynanacak olması. Bu neredeyse imkansız bir görev. Bunu seri başı olmadan başaran Türk takımı neredeyse bir UEFA Kupası kaldırmış kadar övülmeli. Bu yolda yıpranmak çok olası. Açık söylemek gerekirse ben bu yoldan hiçbir Türk takımının Şampiyonlar Ligi’ne girebileceğini düşünmüyorum. Üstüne hem sezonu erken açıp yorulacak hem de psikolojik olarak yıpranma ihtimali var. Ligde bu hakkı elde ederken zafer gibi duruyor, ama sezon başlayınca bildiğin lanet bu Şampiyonlar Ligi ön elemesi.
Bu kadro yoğun fikstür kaldırmaz
Beşiktaş’ın çok iyi bir kalecisi var. Sağ ve sol bek bulmak zorundalar. Stoper de muhtemelen... Atiba ve Veli çok iyi bir sezon geçirdiler. Oğuzhan büyük yeteneğine rağmen hala orada güvenilecek bir süreklilik sağlayamadı. Olcay yine iyiydi. Ama Gökhan ve Almeida yok gibi gözüküyor. Beşiktaş’ın bu tabloda 5 direkt oyuncuya bir o kadar da alternatife ihtiyaç duyduğu gözüküyor. Bu açığı doldurmak kolay değil. Kadro yeter derseniz olmaz. En kötü ihtimalle Avrupa Ligi’nde oynayacak bu takım. Bu fikstürü bu kadro taşıyamaz.
Zirve tarihi başarı olur
Açık konuşmak lazım. Rakipler muslukları kısmaya başladı ama hala gelirleri çok yüksek olduğu için Beşiktaş’tan öndeler. Eğer Beşiktaş geçen sezonu 11’de 9 kadro garantisiyle bitirmiş olsa, bir iki transferle işi bitirmek mümkün olsa olabilirdi. Ancak an itibarıyla 5-6 pozisyona oyuncu almak şart. Ve üstüne Şampiyonlar Ligi ön elemesi zulmü var. Muhtemelen Avrupa Ligi’nde gruplar var. Ve yine stat yok. Bu sene Beşiktaş şampiyon olursa tarihinin en büyük başarısı olur.
Taraftarın duygularıyla oynanmamalı
Burada rollerin iyi anlaşılması lazım. Kulüplerin sahibi genel kurullardır. Onlar da yetkiyi yönetimlere verirler. Dolayısıyla Başkan aslında tek yetkilidir. Ancak burada yapılanın bir duygu işi olduğunu unutulmamalı. Taraftar giderse yapacak iş kalmaz. Taraftar istemezse orada durmak mümkün de olmaz. Yönetimle ya da muhalefetle maddi ilişkiye girmeyen taraftar gruplarına saygı duymak zorunluluğu vardır. Herkes kendi alanında kaldığı sürece sorun olmaz. Ama asıl önemlisi BJK yönetiminin sürekli gereksiz beklentiler yaratarak özellikle genç taraftarların duygularıyla oynamamalı. Ronaldinho, Diego, stat... Kimse sizden bu sözleri istemedi ki!
Takıma güçlü bir santrafor lazım
Fernandes geçen sezon başında bu takımın etrafında şekilleneceği olmazsa olmaz adamdı. Sezon bittiğinde kimse onu aramıyordu artık. Ben Özen ve Bilic’in ondan yararlanamadığını düşünmüyorum. Asıl Fernandes’in durumdan yararlanamadı. Gidişi kayıp değil. Ama Almeida öyle değil. İlk yarı iyi oynadı. İkinci yarı iyi olmamasına rağmen rakibin özel tedbir alma zorunluluğu hiç bitmedi. Beşiktaş’ın o ayarda başka santrforu yok. Cenk de o ayarda değil. Oraya güçlü bir santrfor lazım.
Dany olayı tez olur
Beşiktaş’ın en büyük silahı Fenerbahçe ve Galatasaray’da yer bulması zor yerli oyuncuları ilk 11’le ikna edebilecek olması olabilir. Beşiktaş, oyuncularına az paralar vermiyor. Yaratılan algı bir illüzyon. Geçen yıl örnektir. Beşiktaş kadro yetersizliği nedeniyle Galatasaray’a 2.liği kaptırmadı. Galatasaray 2.liği almamak için çok uğraşmasına rağmen buraya asılacak dirayeti gösteremediler. Sorun bu. Serdar’dan Fernandes’ten, Almeida’dan ve hatta Oğuzhan’dan bekledikleri dirayeti göremediler. Bir de Dany hikayesi var tabii. Kendi başına bela açmak konusunda tez başlığı olur bu transfer.
‘’Diego yetmez‘’
Diego Fenerbahçe’nin aradığı tarz bir oyuncu olabilir. Burada da kilit Ersun Yanal’ın ikna kabiliyeti. Diego sonrası Yanal’ın oyun dizilişi değişebilir ama stratejisi değişmez.
Afrika Kupası, Sarı-Lacivertliler’e başka bir zorunluluğu doğuruyor. Fenerbahçe kesinlikle yerli bir santrfor almalı. Ayrıca Sow ve Emenike dışında yabancıların hepsi 30 yaş üstü...
Appiah-Tuncay-Marco’dan bu yana orta sahada iki yönlü bir ekip kurulamıyor. Mutlak iki yönlü orta sahalara ihtiyaç var. Salih de bu oyun gücüyle kadroya giremez. Değişmeli ya da gitmeli.
Fenerbahçe’nin başındaki en büyük bela aynı zamanda ligdeki başarı için de en önemli silah. Son senelerde Galatasaray, Fenerbahçe ve Bursaspor’un Avrupa’da olmadıkları dönemde şampiyonluğa ulaştıklarını biliyoruz. Özellikle Şampiyonlar Ligi’nde yoksanız odaklanma açısından daha rahat olunduğu açık. Kuşkusuz iyi takımlarla. Burada Fenerbahçe ve Ersun Yanal’ın önündeki yol ayrımı ise açık. Salt şampiyonluğa mı odaklanılacak yoksa artık Avrupa’ya dönüş ve bütçe kontrolü sebebiyle biraz daha gençlere mi dönülecek? Yanal’ın yerli kadrosunu hem genişletmesi hem de Alper; Salih gibi oyuncuların dönüşümünü hızlı bir şekilde sağlayabilmesi şart. Yanal buradaki dengeyi sağlayabilirse Fenerbahçe efsaneleri arasına girebilir.
Diego’yu Yanal ikna etmeli!
Diego Fenerbahçe’nin aradığı tarz bir oyuncu olabilir. Burada da kilit Ersun Yanal’ın ikna kabiliyeti. Sow, Emenike, Alves, Caner örneklerinde olduğu gibi oyunda iki yönlü bir dönüşüm gerçekleştirme konusunda Brezilaylı’yı da ikna ederse sorun yok. Katkısı büyük olur. Ancak Diego’yu, Simeone gibi kullanmakla yetinmeyecektir. Ondan süreklilik ister. Simeone ise ilk 11 için de olsa, kulübe için de Diego’yu bir hamle oyuncusu olarak düşünüyordu. Diego, Santos’dan Porto’ya geldiğinde beklentiler yüksekti. İsteneni alamadılar. Bremen’e gitti ve orada parladı. Sonra rekor bir ücretle Juve... Orada ortalama bir performans... Sonra Wolfsburg. Aslında iyi bir geri dönüştü onun için ama sonra Magath’la işler istediği gibi yürümedi. Burada Magath ismi önemli... Çünkü futbol dünyasında Ersun Yanal’a en çok benzeyen teknik adam, en azından antrenman teknikleri açısından Felix Magath’dır. Yanal’ın farkı, ikna kabiliyetinin Alman Hoca’dan yüksek olması. Geçen senenin bütün sırrı bu zaten kilit oyuncuların çoğunu oyununa ikna etmesi.
Strateji değişmez
Yanal’ın oyun dizilişi değişebilir. Ama stratejisi değişmez. Diego sonrası Bir çeşit 4-5-1 ya da 4-1-3-2 mümkün olabilir. Ancak bu diziliş değişiklikleri, sistem ve stratejiyi değiştirmez. Yanal önde oynayacaktır. Bunun için ona lazım olan orta saha direncini nasıl sağlayacağı ve savunmanın orta sahaya yakın durması... Geçen yıl bu oyunda vazgeçilmez olan Kuyt artık 33 yaşında ve sonuna kadar vermeye çalışmasına rağmen alarm veriyor. 5 yabancının sahada olabildiği bir oyunda onsuz bir planın da düşünülmesi lazım. Bir seçenek değil, bir zorunluluk bu. Diego ne olursa olsun işi yumuşatacak. Hücumun kanatları ve orta sahanın direncini artırmak şart.
Yerli golcü şart
Fenerbahçe Diego sonrası iki yabancısıyla yolları ayırmak zorunda. Kiradan dönecek olanları saymıyorum dahi. Direkt 11 oyuncularından Emenike ve Sow dışında hepsi 30 yaşın üzerinde. Kuyt dışında hepsi de sakatlık sorunu yaşadı. Bir eksik yabancıyla sahaya çıkılacağı da düşünüldüğünde yerlilere yönelinmesi daha doğru olacaktır. Afrika Kupası maçlarıysa başka bir zorunluluğu doğuruyor. Kesinlikle yerli santrfor kadrosu yaratma zorunluluğu var. Webo kalırsa o takımından af isteyebilir. Ancak Emenike ve Sow’da durum farklı.
Orta sahaya dikkat!
Son 3 sezondur ligde 20 maç ortalamasıyla oynayan Emre’nin oyun sürekliliğine güvenerek lige başlamak olanak dışı. Galatasaray’dan ayrıldığı 2001 yılından bu yana 25 maçın üzerine bir kez 2010-2011 yılında 27 maçla çıkmış Emre. Geldiği günden bu yana sadece Dünya Kupası öncesi 3 ayda performans gösterebilen Raul Meireles de aynı şekilde. Ersun Yanal elindeki orta saha kadrosundan memnun değil. Dikine oynayabilen iki yönlü orta sahalara ihtiyacı var. Diego bu adam değil. takıma katkı sağlayabilecek değerli bir oyuncu kuşkusuz. Ama takımın açıklarını kapatmaz. Fenerbahçe’nin gerçeği bu. Appiah-Tuncay Marco’dan bu yana orta sahada iki yönlü bir ekip kurulamıyor. Topal’ın insanüstü gayretiyle kapanan açıklar her zaman kapanmaz. Mutlak iki yönlü orta sahalara ihtiyaç var.
Salih gitmeli ya da değişmeli
Salih bu oyun gücüyle Yanal’ın planına giremez. Ya değişmesi ya da gitmesi lazım. Topun olduğu yerde baskı ve basit oyun. Mükemmelliğin basitlikte olduğunu anladığı gün Salih de plana girer. Ancak ikna olmuyor. Bu bir tercihtir. Olabilir. Ancak kenarda kalmayacak kadar değerli bir yetenekten bahsediyoruz. Buna ikna olmalı.
Mehmet Demirkol
‘’Aslan'a 3 yıldız lazım‘’
Galatasaray geçtiğimiz sezonun devre arasında çok oyuncu aldı, katkı dönüşümü olmadı. Telles ile Koray dışındakilerin kumaşı ve gelecekteki katkısı tartışılır
Aslan, yeni dönemde 3 kritik takviyeyle fark yaratabilir. Yeni hocanın sağ beke, Melo-Selçuk ayarında çok yönlü bir orta sahaya ve yön belirleyecek bir kanada ihtiyacı olacak
Taraftarların hoşuna gitmeyecek kuşkusuz ama bir ülkede yabancı sınırlaması varsa yabancı kaleci lükstür. Dünyanın en iyilerinden birine sahip olsanız da. Türkiye’de ezeli rakiplerde de olsa Galatasaray’ın kalesini koruyacak kaleciler var. Üstüne Muslera’yı yüksek bonservislere satmak mümkün. Eğer finansal açıdan Mancini’yle ayrılacak noktaya geldiyseniz bunu da düşünmek zorundasınız. Galatasaray Sneijder, Telles ve Melo dışındaki tüm yabancılarını değiştirebilir. Ve sol bek dışında hemen her bölgeye transfer yapabilir. Ancak en acilleri ne diye sorarsanız, sağ bek, orta sahaya Melo-Selçuk ayarında iki yönlü bir oyuncu derim. Oyunu değiştirecek olansa hücum kanatları. Ancak Türkiye’de değil, dünyada bu pozisyona uygun ideal oyuncular bulmak zor.
Bu bilinen durumdaki senaryo
Bir de bilinmeyen şartlar var. Borç yükü ve UEFA’nın FFP (Finansal fair play) dayatmasının boyutu netlik kazanmış değil. Buradaki evrilmenin boyutu ne olacak? Bu sorunun cevabını beklemek lazım. Mancini görüşmesinin basına sızmayan detayları bu açıdan önemli. Drogba’nın ayrılışı bir son mu, yoksa bir başlangıç mı? Bunun cevabını sanırım yakında görürüz. Eğer Sneijder ve Melo’ya kadar uzanan bir kadro boşalması olacaksa o zaman Lucescu tercihi daha da mana kazanır. Ancak bu tip bir kadro değişiminin sonuçları taraftar nezdinde sorunlar çıkarabilir. Bir de Lucescu artık eski Luce değil. Geniş ve rahat bütçelere alıştı. İşte asıl soru bu. Finansal kemer sıkma ne boyutta olacak? Bekleyip göreceğiz.
Sportif başarı evet ama...
Aslında 2 şampiyonluk iki sene üst üste Şampiyonlar Ligi’nde gruptan çıkma, bir çeyrek final, son olarak yine Şampiyonlar Ligi bileti özel başarılar... Hiç kuşkusuz. Bu açıdan söylenecek çok bir şey yok. Ancak herkesi kendi misyonlarıyla değerlendirmek gerekir... Aysal’ın ‘kurumsal süreklilik’ misyonu iflas etti açık bir şekilde. Açık konuşalım Mancini’yle geçen salı ayrılmadı Aysal, 3-4 ay oluyor ipler kopalı. Çünkü Aysal’ın yönetim mantığı aynı dili konuşabileceği bir futbol aklına ihtiyaç duyuyor. Ancak onu bulamadı. Bu yalpalamalar bundan. Bu açıdan bakıldığında ‘Mancini’yle ayrılmak doğru mu?’ sorusuna cevap bulmak zor. Çünkü başta onunla çalışmak yanlıştı. Çok başarısız demiyorum. ‘Çok daha başarılı giden bir iş neden bozuldu?’ diye soruyorum. Terim’le ayrılınsa bile onun metotlarını devam ettirecek birisi gelmeliydi. Mancini geçmişi reddetti. Bu sezon ortasında yapılacak bir şey değil. Ayrılma ise tamamen onun kararı. Yönetim boşanmak istese de bu işin yürümeyeceğine bizzat Mancini ikna oldu.
Bu ikilinin yeri dolmaz
Selçuk ve Burak, Türkiye’de şu anda yeri doldurulmaz oyuncular. Burak’la ilgili fikrim en yerin dibinde olduğu dönemde dahi aynıydı. Selçuk için de öyle. Orta vadede Selçuk’suz bir Galatasaray düşünülemez. Ve asıl önemlisi takımla gerçek bir bağ kurmuş olması. Geçen sene taraftar tepkisinden bu denli etkilenmesi bunun göstergesi. Bu kadar kırılgan olması bir handikap kuşkusuz. Ancak 5 yabancı kısıtlaması varken o olmadan olmaz.
O hoca anasının karnından doğmadı
Galatasaray Başkanı Ünal Aysal’ın aradığı hoca daha anasının karnından doğmadı. 3 yılın ardından ortaya çıkan tablo amiyane şekliyle bu. Belki Wenger... O biraz olsun bu klasmana girebilir. Çünkü Aysal banka CEO’su gibi teknik direktör arıyor. Futbol dünyası bu standardı üretmez. Aslında bu gerekmez de. Önce Terim, ardından Mancini... Şimdi de Lucescu... O olmazsa Hollanda-Alman ekolü diyor başkan. Peki bu dizilimin mantığı ne? Ne arıyor Aysal? Bu aslında aradığını bulamadığının ama kamuoyunun istediklerini yaptığının işareti. Bir sakinleştirme hamlesi daha. Terim kararı da buydu. O gittikten sonra dünya çapında, itiraz edilemeyecek olan Mancini hamlesi de aynı. TFF de Terim sonrası aynı hamleyi Hiddink’le yapmıştı. Şimdi Lucescu da hem tribünlerin hem de medyanın hemen onay vereceği isim. Bu hamlelerin arkasında kurumsal bir futbol mantığı yok. Halkla ilişkiler var. Ve belki de biraz UEFA skıştırması...
Mancini’den ayrılmak
Mancini’den ayrılma hamlesinin iki yönü var. Tazminatsız boşanma bir yandan yönetimin çok büyük başarısı. Öte yandan daha 8 ay geçmeden Mancini’nin deyimiyle ‘sıradışı bir teklifin’ fos olduğunun ortaya çıkması gerçeği var. Terim’le 4 değil 5. yıldıza giderken, Mancini’ye sıradışı bir teklif yaparak kurumsal ve geleceğin takımını kurarken hep aynı duvarlara toslamak söz konusu.
Sadece Telles ve Koray Günter
Devre arası transferlerden sadece Telles ve Koray Günter’in üst sınıf oyuncu olduğunu düşünüyorum. Koray’a kesinlikle şans tanımak lazım. Fark yaratacak bir futbol aklı var. Telles ise çok üst düzeyde geldi. Hemen uyum da sağladı. Brezilya’dan direkt Türkiye’ye gelen adamlarda az görülen bir durumdur bu. Ancak ilerleyen haftalarda genel düşüşe de uyum sağladı. Genç oyunlarda bu normal. Umarım bu düşüş durur.
‘’Yabancı sınırı çözmez‘’
Türk futbol sisteminin son dönemdeki en önemli üretimi Arda...
Bizzat Arda’nın Atletico dönemi sonrasında ulaştığı noktada tespiti ise bu oyunda ‘Yüzde 30 yetenek, yüzde 70 çalışma’nın önemli olduğu. 5-6 kilo verip, oyununu geliştirmek zorunda kaldığını söylüyor. Oyunu neredeyse yeniden öğrendiğini hatta... Şanslı, çünkü öğrenmeyi de biliyor.
Ve biz şanslıyız... Çünkü çok iyi kazanmasına rağmen, daha çok kazanabileceği teklifleri de elinin tersiyle itip büyük denizde büyük balık olmak için uğraşıyor.
Peki Arda sıradan, doğal bir üretimi mi bu toprakların? Hayır...
Bir üretim hatası. Halihazırda tek... Sonrası belki de yok...
O zaman soralım: Türk futbol sistemi Ardalar üretmek için dizayn edilmediyse amacı ne?
Bir ülke futbolda neyi hedefler?
Kuşkusuz daha rekabetçi kulüpler ve bir milli takım.
Bunun için gerekli olan rekabetçi ve gelişmeye, öğrenmeye açık oyuncular...
Daha net anlatımla zirvede oynayabilen futbolcular.
Bir futbolcu için zirve, kendi liginin büyükleri ve 5 büyük ligde kalıcı olma ve ilerleme performansıdır.
Daha ilerisiyse 5 büyük ligin tepesindeki 15 takımda bunu yapabilmek.
Bir futbol ülkesinin değeri, kendi zirve kulüplerinde ve bu 15 takımda yer alan oyuncu sayısıyla ölçülür önce. Sonra da milli takımlarının büyük turnuvalara katılım ve başarısıyla.
Pasaporttan bahsetmiyorum. Futbol okulunun üretimidir konumuz.
Örnekse: Messi, İspanyol üretimidir; Hakan Çalhanoğlu, Alman...
Burada tartışmamız gereken okulun (ekol) başarısı. Okula çalışmadan kalıcı başarı olmaz. Kuşak yakalamak için beklersiniz... Yakaldığınızda ne yakaldığınızı da anlamazsınız. Çünkü elinizde bir metot ve şablon yoktur.
İşte tartışılması gereken bu:
-Altyapı sistemi ne kadar ve ne özellikte oyuncu üretiyor?
-Üstyapı oyuncular için gelişmeyi ne kadar zorunlu kılıyor?
Altyapı:
-Doğru tarama, doğru öğretmen, doğru tesisin yanı sıra eğitimle uyumluluk, alternatif meslek seçenekleri sunmalı sporcuya. Futbol tek yol olursa, sporcuya seçim yapma zorunluluğu dayatırsanız baştan kaybedersiniz bulduklarınızı da. Ve tabii bir eğitim metodu lazım size. Sürdürülebilir her gelenin değiştirmeyeceği.
Üstyapıysa eğer Türk pasaportunun yeterli olduğu çok para kazanılan bir sirkse oyuncu gelişmez. Konvertibilite (dönüştürülebilirlik) şarttır. Burada 2 milyon Euro alan ve bonsevisi 5 milyon Euro olan, misal Olcan’ın Almanya ve İtalya pazarındaki ederi aynı, İspanya’da 2 katı, İngiltere’de 3 katı olmalı konvetibl olabilmek için. Ama durum tam tersi.
Mourinho bunu Caner üzerinden anlattı zaten. Fazla lafa gerek yok.
Olcan, Galatasaray’a imza attığı anda hedefine ulaşacak. Çünkü pasaportla korunacak. Çünkü çok da fazlasına ihtiyaç duymayacak. Normal. Çünkü Arda gibi üretim hataları dışında genel olarak insan güvenlik ister.
Belki yeryüzünün en yetenekli oyuncularından biri Oğuzhan. 17 yaşaltı Hollanda Milli Takımı’nın kaptanı ve 10 numarasıydı. Wenger transfer etti. Olmadı. Sonra Beşiktaş. Fizik ve metal olarak yeteneklerini destekleyemiyor ama bizim için hala büyük fırsat. Öyle ki Beşiktaş’tan ayrılsa, Rize’ye gitmez. Mutlak Fenerbahçe, Galatasaray ve Trabzonspor alır. Kimden ayrılsa diğeri alır. Bugün Beşiktaş’tan ayrılsa 6 sene büyük takımı garanti. Sonra başaltı turunu yapar. Hiç gelişme çabası kaydetmese 10 yılda 10 milyon Euro’dan aşağısını toplamaz.
İşte sorun budur. Biraz yetenek ve pasaport yetiyor ülkede.
Sorun yerellik. Sorun konvertibilite sorunu.
Bu sorun yabancı sınırlamasıyla çözülmez.
Okul kuramaz, ekol oluşturamazsanız, kısıtlama tam tersi fakirlik getirir futbola.
Yani tartışma yanlış, çünkü tedavi yanlış...
Tedavi yanlış, çünkü teşhis yanlış...
Teşhis yanlış çünkü tetkik yanlış, hatta yapılmıyor bile.
Sorun yabancı sınırlaması değil, yerli potansiyeli, yerli kotası.
Sorun yerlilerin yer bulamıyor oluşu değil...
Sorun yerlilerin yollarının kapalı oluşu.
Sorun büyük takımlara yerli oyuncu bulamıyor oluşu değil.
Sorun üretimin büyüklere ve 5 büyük lige oyuncu yetiştiremiyor oluşu.
Bunu yabancı sınırlamasıyla sağlayamazsınız.
Yapmanız gereken ligi korumak değil, 5 büyük ligi işgal etmek...
‘’Mesele ikna etmek!‘’
Portekiz, Almanya, İtalya ve İspanya tedrisatından geçmiş olması kuşkusuz bir zenginliktir. Çantasında çok bilgi var ve Türkiye için bir sentez çıkabilir.
Simeone, Diego Ribas’ı fizik oyuna belli oranda ikna edebildi. ondan dozunda yararlandı. Halbuki Magath, Wolfsburg’ta bunu yapamamış ondan vazgeçmişti.
Bilirsiniz, Felix Magath’ın teknik direktörlüğe bakış açısı fizik odaklıdır. Hatta neredeyse bir komando komutanı yaklaşımı vardır. Bunda anlaşamadılar.
Bir başka bakış açısıyla Diego Ribas, Magath’ı bu oyuna uyum sağlayacağına ikna edemedi de diyebiliriz.
Şimdi soru benzer bir bakış açısına sahip olan Yanal’ın oyununa Diego’nun ikna olup olamayacağı.
Yanal’la Simeone’nin farkı oyunun merkezi seçimleri. Simeone salt bir kontratakçı olmasa da oyun merkezi Yanal’ınkinden oldukça geride. Simeone arkadaki 6’lıyı sabit tutup öndeki 4’lüden hücum yönünde özgür olmalarını bekliyor. Ancak tabii top rakibe geçtiğinde Costa hariç herkes topun arkasına geçmeli. Bu yapı içerisinde Diego’dan belli oranda yararlansa da asıl ihtiyaç duyduğu ve ondan yararlandığı zamanlar topa sahip olmak istediği oyunlar.
İş Yanal’da bitiyor!
Yanal da hem Sow hem de Emenike’yi ‘tenis’ değil futbol oynamaya ikna ederken benzer yaklaşımlarda bulundu. Önde oynayabilmek için onların becerilerine ihtiyacı var ama onun için asıl önemlisi ribauntlarda oyunda kalmaları. Yani top hızla 3. bölgeye aktarıldıktan sonra topun savunma tarafından kesilmesi istenmeyen bir şey değil. Çünkü yerleşik savunmayı geçmektense, dönenleri toplayıp rakibi çıkmaya çalışırken yakalamak çok daha etkili olabilir. Yani ribauntların değeri bazen kurgulanmış bir hücumdan daha fazla olabilir.
Bunun için dönenleri toparlayacak bir hücum/savunma konsantrasyonuna ihtiyaç var.
Sürekli oyunun içinde kalacak yetenekli ayaklar bu açıdan zorunlu.
Misal ele alacağımız örnek Alex ise sorun hiçbir zaman onun az koşması olmadı. Onun iki temel sorunu vardı.
İlki bir tam ‘winner/galip’ olmayışı. Yüksek yeteneklerine takımın lider 10 numarası olarak 3 lig finali kaybetti. Bunun örneğini Fenerbahçe tarihinde bulamazsınız. Yani taraftar Alex’i keyifle seyretmek için maça gittiler her zaman. Ama hiç ‘bugün ne yapar eder bu maçı alır’ rahatlık ve güvenine kendilerini teslim edemediler. İkinci sorun ise Alex’in oyunun içinde hep var olmasına oyun konsantrasyonunu kaybetmemesine rağmen top kaptırıldığında hamleden ve mücadeleden imtina etmesiydi. Koşmaktan kaçmadı ama teması da sevmedi. Alex teması sevmezdi. Diego mücadeleye belli oranda girer ancak tıpkı Alex gibi güvenilir bir winner karakterinden bahsetmek mümkün olamayabilir. 2004-2008 arası bunu hem kulüplerde hem de milli takımda belli oranda görsek de bugün aynı ağırlığı olmadığı açık.
Kariyerinin en büyük sınavı
Öte yandan fırsat ve risk de açık: Oyun merkezi bu kadar ileride olan bir takım için Diego’nun yaratıcılık anlamında son derece uygun olduğunu söyleyebiliriz. Ancak hücumdaki savunma ve ribauntlar açısından dönüşmesi gerekir. Çünkü Diego Atletico’daki gibi maç öncesi ve kulübedeki hamle elemanı olmayacak. Sürdürülebilir bir liderlik istenecek ondan. Portekiz, Almanya, İtalya ve İspanya tedrisatından geçmiş olması kuşkusuz bir zenginliktir. Çantasında çok bilgi var. Ve Türkiye için bir sentez çıkarabilir. Dediğim gibi Yanal geçen yıl Salih dışında hemen herkesi oyununa ikna etti. Diego’yu da ederse yararlanmak mümkün. Bu onun kariyerinin en büyük sınavlarından biri olabilir.
‘’Mevzu hücum gücü‘’
Mancini hakkındaki en büyük eleştirim savunma kurgusu ve sayısal düzenle ilgili kararsızlığıydı. Her ne kadar Sabri sol bek, Hakan Balta stoper Semih sağ bek gibi enterasan tercihlere hapsolsa da savunmayla son dönemde daha az uğraşmayı bırakmasa da oyuncuların birbirlerine ve pozisyonlarına alışmasına yardım ediyor diyebiliriz. Özetle mayalanma diyelim.
Geçen haftadan sadece Telles-Umut değişikliği ile bu haftaya taşınan takım, hâlâ savunma kurgusu şaşırtıcı tercihlere sahne olsa da 3 maçtır hemen hemen aynı diziliş ve stratejiyle sahaya çıkıyor.
Bunun sonucu yenilen gole kadar neredeyse hiç pozisyon vermeyen bir takımdı. Tabii bunda orta saha paylaşımında Melo-Selçuk tandemine yakın bir sisteme geçiş de önemli. Yekta’nın önden yardımına Umut da destek verince Selçuk ve Melo için iki yönlü oyun daha mümkün oluyor.
Tabii bütün bu durumu Erciyes’in küme düşme stresinin boşalması sonrası rahatlığını hesaba katmadan değerlendirmek olanak dışı.
Yine de sağlam durabildiler. Ancak şu da bir gerçek ki 80 dakika iyi de olsanız yenilen goldeki savunma hamlığı kabul edilebilir değil. Yani alışma ilerlemeye yol açıyor, ancak oyuncu tercih ve kalitesinde ilerleme kolay değil. 81’de gelen gol sonrası özellikle Hakan Balta’nın bölgesinden beraberliği sağlayacak pozisyonlar verilmesinin üzerinde durmalı.
Tabii en doğrusu bütün bunları ilk yarıda Umut, Sneijder ve Burak’ın kaçırdıkları üzerinden tartışmak. Bu hücum gücü ve bu pozisyonlar varken mevzuyu savunma üzerinden tartışmak yanlış.
Yani Mancini’nin en büyük yanlışı diyelim.
‘’İmkansız görev‘’
Dany transferi Beşiktaş’ta bu kararı verenler için imkansız bir görevdi. Özen ve Bilic ikilisinin ‘ayakkabılarını alıp gelecek’ açıklaması zihin açıcı bir basitlik içeriyor kuşkusuz. Temel olarak mantıklı. Ancak bu durum kiralık anlaşması için geçerli olamaz. Dany’yi transfer edebilirsiniz, ancak kontratıyla olmak kaydıyla. Beşiktaş’ın Dany’ye inanması normal. Zaten onu gönderen Galatasaray’ın yerine Burdisso’yu bulabilmiş olması da bunun bir göstergesi. Ara sezonda yüksek kalibrede hemen uyum sağlayabilecek stoper bulmak zordur. Ligi, kulübü, temel rakibi tanıyan, konuya tümüyle hakim olmuş bir oyuncuyu şehir içinden almak anlaşılabilir. Ancak kiralık zor. Çünkü oyuncunun bir kimlik ve adanmışlık sorunu yaşaması kaçınılmazdır.
Önder Özen ve Bilic, sadece oyuncuyu düşünemez, kulübü de düşünmek yetmez, hamlelerin kendi açılarından ne gibi sonuçlar doğuracağını da düşünmek zorundalar. Çünkü en iyi kendileri biliyor ki yerleri sağlam değil...
Taraftar onları ne kadar sevse de Beşiktaş’ın temel dinamiklerini oluşturan potansiyel teknik adamların onlarla büyük sorunları var. Bunların çoğu televizyonda, gazetelerde yorum yapmalarına rağmen bir meslek seçimi yapmış değiller. Kulüp ve yorum dünyası arasında geçişler yapıyorlar. Para daha çok nerdeyse onlar da orada. Ve, ne Önder Özen ne Bilic oraya hak görülmüyor.
Maaşı bile problem
Bununla kalmıyor... Önder Özen’in yaptığı işi yıllık 500 bin TL’nin altında yapıyor olması bile sorun. Çünkü potansiyel maaşı düşürüyor. Bu orayı hedefleyenler için kabul edilemez bir durum. Özen maç primi de almıyor. Bunu özellikle kendisi istedi. Bu da kabul edilemez. Zira işin önemi ve değeri düşüyor. Bunca eski futbolcu varken onun bu işi yapması zaten kabul edilemeden, kapıları tamamen menajer listelerine kapatmış olmadıysa onlar için işi iyice yapılamaz hale getiriyor. Özen’in bu şartlarda başarılı olması çok yağlı bir kapının ilelebet kapanması demek. Bu şartlarda Dany hamlesi imkansız bir görevdir.
Çünkü Dany kariyer zirvesini yapsa da yetmeyeceği, kendisini beğendiremeyeceği kesindi en başından bu yana.
Çünkü Dany bizim Beşiktaş’ı gördüğümüz gibi göremez. Drogba’yla Şampiyonlar Ligi’ne Arena’ya çıkarken, stadı ve yıldızı olmayan Beşiktaş’a bizim verdiğimiz değeri veremez.
Özen-Bilic ikilisinin bu transferde oyuncu, takım ve kulüp açısından, futbol gerçekleri çerçevesinde yaptığı değerlendirmeyle çıkan sonuç doğru olabilir. Ancak kendi kariyer penceresinden bakıldığında bu imkansız bir görevdi. Ve bu Dany sezon bitmeden kendini imha etti...
İşin kötüsü etmese ve en iyisini yapsa da yetmeyecek, bu hamleden Özen ve Bilic’in hanesine artı puan yazmayacaktı.
Yabancı sınırı çıkmazı
Ntvspor’da yaptığımız 90 artı programı için ekipten bir talepte bulundum geçen hafta. Nebil Evren ve Onur Erdem maç maç kadroları çıkarıp baktılar sağolsunlar.
Amacımız görmekti: Herkes yabancı sınırlamasının kalkmasını istiyor. Peki kapasite kullanımı nedir? Yani kim kaç yabancı futbolcudan tam verim alıp limitleri zorluyor. Maç başına yabancı oyuncu kullanım rakamları neler?
Çıkan sonuç durumu tüm çıplaklığı ile anlatıyor. Ortalama 5 ve üstü oyuncu kullanan takımların sayısı 9. Ortalama 5.5’un üstüne çıkan ise 5. Takımların üçte biri 4’ün altında yabancı kullanıyor. İlginç olan haftalar ilerledikçe yabancı kullanımının dramatik şekilde düşmesi. İlk haftalarda 6 yabancısını da kullanan çoğu takım 1-2 yabancıyla sezonu kapatıyor.
Beşiktaş savunduğu fikirler tutarlı bir şekilde maç başında 4.6 yabancı oyuncuyla oynuyor. Trabzonspor da 5’in altında. Galatasaray da 6’ya oldukça yakın.
Ama 2 civarında yabancı kullanan takımlar var. Yani yabancı sıralamsı kalksın deyip 1-2 önemli yabancıyla oynayan var.
Bu köşeyi takip edenler biliyor. Yabancı sınırlamasına karşıyım. Sorunun ya da çözümün bu olmadığını düşünüyorum. Ayrıca yabancı sınırlamasını kaldıran ülkeler de bunu istedikleri için yapmadılar. Bu Avrupa Birliği’nin iş gücünün serbest dolaşımı ilkesi çerçevesinde zorunlu olarak meydana geldi.
Sorunlar çözülmeyecek
Bizim için çözüm yabancı sınırlamasında değil, yerel üretim kotasında. Yani ülkede yetişmiş oyuncuları kullanmayı teşvikte.
Yabancı sınırlaması her ne kadar saçma olsa da bunu bu şiddette istemek için kapasite kullanımında yüzde 100’ü bulmak gerekir.
O zaman soralım. Eğer kotanı Hajrovic, Burdisso, Ontivero ile kullanıyorsan daha fazla yabancıya ihtiyacın olduğunu iddia edebilir misin?
Trabzonspor’da vazgeçilmez yabancılar kimler? Atiba dışında olmazsa olmaz Beşiktaşlı yabancılar hangileri? vs.
Yabancı sınırlaması kalksın. Hiç kuşkusuz.
Ama bu sorunları çözmeyecek.
Sorun oyuncu yetiştirme ve geliştirmede.
Bunun çözmek lazım.
İnsan kaynaklarına sahip olanlar sınırlama olmasını değil, kalkmasını ister kuşkusuz. Tabii o kaynakları iyi kullanmak kaydıyla.
‘’Hücumuyla kazandı‘’
Yekta sağ öndeyken Sneijder santrfor arkasına gelip kendisini savunma markajının dışına atabildi. Yusuf’un karşı karşıyada çok net bir pozisyonu kaçırmasının ardından Semih’in altı pasa kadar bindirmesinde çıkardığı topa vuruşu, daha doğrusu kendisini kaybettirip yaptığı tek vuruş, onun imzası gibi. Onu böyle geniş alanda ve kalabalık içinde kullanırsanız mevzu başka oluyor. Dünya Kupası motivasyonu, böyle bir oyun tarzıyla Hollandalı’yı 2010 yılı performansına yaklaştırdı. Benim şahsi en iyi 11’ime de rahatlıkla girdi.
Mancini savunma sorununu Trabzonspor mantalitesinde oynayabilen takımlar karşısında çözebilmiş değil. Dün 3 kez çok tehlikeli pozisyonlarda Yusuf ve Emre, Muslera’yla karşı karşıya kaldı. Ancak hücumdaki özellikle Sneijder’i kullanma yoluda kaydedilen gelişme, farkı yarattı.
Bunda Onur’un kendi standardının oldukça altında kalmasının da rolü var. Selçuk’un şahane frikiğinde eğer baraja zıplayın talimatını verip de dinletemediyse bilemem ama o kadar sola gidişi kabul edilemez. Sneijder’in şahane vuruşunda topun ‘kuş’ manevrasını takdir etmekle birlikte o kalitede bir kalecinin yemesi de eleştirilir. İki savunması sorunlu takımdan hücumu çok daha iyi işleyen Galatasaray kazandı. Ve büyük bir ihtimalle Şampiyonlar Ligi’ne de kapağı attı. Mancini’nin dediği gibi savunmasıyla değil, hücumuyla...









































