Arama

Popüler aramalar

‘’Yeni Alman okulu‘’

Düşmanın sur içinde, evinde bir saha savaşı vermesi olanaksızdır. Artık alan savunulamazdır. Siz oraya yıkmak, teslim almak ya da yağma için girersiniz. İşiniz kolaydır.

Futbol da böyledir... Tamamen gedik açmakla alakalı bir oyun. Tüm terminolojisinin buna dönük olması kuşkusuz tesadüf değildir.

Yakın tarih, bu modern çağ savaşını başka boyutlarda ele almış taktisyenlerin strateji savaşlarıyla geçti.

Ta 70'lerden itibaren bu silah/anti silah teknolojisinin zincirleme bir etkiyle nasıl geliştiğini anlamak ve anlatmak mümkündür.

Çok geriye gitmeyeceğim. 2004'ten başlayarak konuyu ele almak yeterli olacak.

2004'te Otto Rehhagel gedik açmanın neredeyse olanaksız olduğu bir sur sistemini piyasa sundu. Bu, alan ve adam savunmalarını harmanlayan, kolay kırılmayan neredeyse elastik bir yapıydı. Parreira buna kompakt savunma adını verdi. Etkileyici rakipler için son derece can sıkıcı, sürpriz bir yöntemdi bu.

Bu sur, 98'de çıkışa geçmiş, 2000'de zirveyi bulmuş, 2002'de bir kazaya kurban gitmiş ve 2004'de mükemmel bir olgunluk seviyesine ulaşmış, Henry'li, Trezeguet'li, Zidane'lı -Deschamp'ı kaybetse de- Desailly ve Makelele'li Fransa'yı tartışmaya mahal vermeyecek şekilde etkisizleştirdi.

Figo'lu, genç Ronaldo'lu, Deco'lu, Simao'lu ve asıl önemlisi Scolari'li Portekiz'i ise 2 kez yendi. Açılışta ve finalde...

Rehhagel’in etkisi büyük

Kupanın tartışmasız en etkili ve parlak hücum futbolunu oynayan Nedved, Smicer, Poborsky, Baros ve Koller'li Çek Cumhuriyeti'ni de.

İspanya'ya yenilmediler. Sadece grupta Rusya onları geçebildi.

Bu oyun temel olarak 10 oyuncunun da mesafelerini korumlarına, sahaya yayılımı savunma ve hücum olarak ayırmadan topa sahip oldukları anda en kolay şekilde direkt kaleye yönlenmelerine dayanıyordu. Ezberi bozdular. Topa sahip olmadılar. Salt alan takıntısıyla oynamadılar. Adam markajını da yaptılar, ama asla kalıcı eşleşme yapmadan. ‘Alanına gelen adama yapış. Ama mesafeni ve alanını kaybetme’

Rehhagel'in kazandığı sadece ülke tarihinin en büyük zaferi değil, futbol tarihini değiştiren stratejist payesiydi aynı zamanda...

Bu oyunun etkileri büyük oldu. Hâlâ da devam ediyor.

Büyük bir komutan savaşı kuşkusuz en kuvvetli olduğu yerde yapmak ister. Bazısı bir surlarda, bazısı bir meydanda.

Bu yeni savunma Mou gibileri başka türlü, Cruyff'un yolundan gidenleri başka türlü etkiledi.

Pep ve Mou akımları

Hiçbir yapı sonsuza kadar esnemez. Pep bu savunmayı çekip kopartacak ya da esneme olanağı bulmadan arkasına dolanacak pas, hız ve mesafelerine çalıştı. Gerektiğinde 4 pasta savunmanın topluca hareket etmesine müsaade etmeyecek, gedik vermesine yol açacak bir pas becerisi...

Ya da gerektiğinde 50 metrelik isabetli bir pas... Yani savunma bloğunun mecburen boş bıraktığı ters çizgiye atılan bir topla arkaya dolanma...

Her şartta çoklu pas opsiyonları yaratarak...

Topu çizgiden çizgiye hızla geçirerek savunmanın altındaki toprağı incelttiler. Bir çeşit deprem yarattılar. Çok kolay gedikler açtılar.

Mou ve peşindekiler bu oyuna cevap verdi. 'Kalenin önüne otobüsü çekmek'le aşağılansalar da bu, yapılan işi fazla hafife almak olur.

Çünkü temelde yapılan iş, 8'li bloğu çizgiden çizgiye mesafeleri bozmadan hızla geçirebilmekle kalmıyordu. Ki bu da çok zor bir iştir.

Üstüne, akını yapan da benzer bir mesafe koruması ve açılıp kapanabilme becerisiyle hareket ettiğinden bunu bozacak bir direkt oyun sürati gerekiyordu.

Yani o sizi enine açmaya, uzatmaya çalışırken, siz de hücumcunun boyunu uzatmaya çalışıyordunuz.

10 yıl bu iki akımın mücadelesiyle geçti. Buna uyum sağlayanlar geliştirenler oldu.

Yeni dönem başlıyor

Ve son Dünya Kupası'nda boyut değişti.

İspanya'nın Hollanda karşısında yaşadığı kırılma küçük bir zirveydi. Boydan kopup savunma ve orta sahaları boşlukta kayboldu.

Almanya'nın Brezilya'ya yaptığıysa tam bir zirve. Scolari'nin salt iki savunma bekine dayanan hücum planını enden parçaladılar. Lahm ve Müller ilk yarı boyunca hep Marcelo'nun arkasına sarkabildi. O kopunca gedik açıldı. Kroos, Khedira, Lahm, Müller, Mesut'la daldılar içeri.

Hem direkt, hem de pasla oynamayı başardılar.

Yani Rehhagel'in alan/adam savunmalarını harmanlayan savunma oyununa bir çeşit kontr çaktılar.

Hem direkt hem pas oyununu harmanlayan bir hücum...

İşte bu tam zirve oldu...

Löw, bu kupada Heynckes, Pep ve Klopp'un fikir ve uygulamalarıyla zengileştirdiği Alman Okulu'nu zirveye taşımakla kalmadı. Yeni bir devrin de kapılarını açtı.
Yani sadece bir futbol resitaline şahit olmadık.

Oyunun evrilmesine, yeni bir kapının açılmasına da tanıklık ettik.

Futbolda heyecan verici bir dönem başlıyor şimdi.

Yeni silahlar ve antisilahlara hazır olun...

23 Temmuz 2014, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Beklenmeyeni yapan adam!‘’

Her ne kadar Orman yönetiminin finansal vaatlerine zıt düşse de oyuncu kalite ve potansiyeli açısından parlak bir transfer. Bu transfer lüks olabilir ama aynı zamanda işlevsel olarak da çok güçlü bir hamle. Belki insan evi yokken lüks otomobil almaz ama gerçek şu ki bu araba her yol şartında sizi taşıyabilir. Hem de her gören dönüp bir kez daha bakacak. Demba Ba’yı bir forvet olarak ‘beklenmeyeni yapan’ bir oyuncu olarak tanımlayabiliriz. Savunmacılar açısından zor bir adam. Çünkü kalıpların dışında hamle, dripling ve şutları var. Bu özelliğiyle Nouma’dan bu yana Beşiktaş’a gelen en parlak santrfor. Fransa altyapılı...

20 golden fazla atar!

İngiltere’nin arka bahçesi Belçika’da kendisini ispat etmiş, Almanya ve İngiltere’de fizik oyununda zirveyi bulmuş bir oyuncu. Beşiktaş geçen senenin başındaki oyununu ligin geneline yayabilirse Demba Ba 20 civarında gol atacaktır. 2010’dan bu yana ciddi bir sakatlık geçirmesi de bir kaç kez tıbbi onay alamadığı için transferi gerçekleşmedi. Mesela Stoke City’ye. Ancak Chelse’den ayrılması kesinleştikten sonra Everton’ın büyük bir arzuyla peşine düştüğünü de unutmamalı. Beşiktaşlılar’ı haklı olarak heyecanlandıracak bir transfer bu. Ancak açıklanan transfer bütçesini neredeyse tek başına aşıyor. Bu yönetimsel anlamda ne mana taşıyor bunu iyi analiz etmek lazım.

17 Temmuz 2014, Perşembe 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Maradona farkı‘’

Messi belki, Maradona’dan daha yetenekli ve oyuna tutkusu daha fazla. Ancak kazanma tutkusu onun gerisinde.Dün her şey eşitlenmişken Maradona olsaydı, bambaşka olurdu. Hangisi iyi bilemem ama Maradona daha tutkulu!

Brezilya’da Scolari, Kolombiya maçının fazlasıyla etkisinde kalarak Almanya maçına çıktı. Önde bastılar. Ayrıca Neymar yokken onları baskınlarda ileri taşıyacak kimse yoktu. O da maçı önde oynamaya karar verdi. Ama Almanya’nın bunu nasıl kullanacağını hesap edemedi. Sabella için durum farklıydı. Hem kendi silahı savunmaydı, hem de 7-1 örneği önünde çok tazeydi. Hem de Messi vardı. 8’li savunma bloğu. Önde de her an top kapabilecek serbest bir ikili. Khedira’nın dışarıda kalışı, ardından Kramer’in sakatlanmasıyla fizik olarak düşük olan Mesut’un ortaya geçişi Arjantin’in işini daha da kolaylaştırdı. Orta sahada fizik/teknik oranı optimumda 3 oyuncuya alışmışken Löw bu silahtan oldu. Scweinsteiger ve Kroos’la Mesut mesafesi açıldı. Mesut da savunma için fazla yumuşak kaldı. 4 senedir savunmasıyla hücumu bu kadar birbirinden kopuk bir Almanya izlememiştik. Bayern şablonlarından mecburen koptular. Doğaçlama bir oyuna hapsoldular. Herhalde bu durumun ardından Lahm’ı ortada oynatma takıntısının çok da manasız olmadığını hep birlikte anladık.

Arjantin eşitledi ama...

Oyun yorgunluk bulutlarına gömülmeden olan bu. Arjantin eşitlemeyi başardı ama silahını yani Messi’yi ateşleyemedi. Neden mi? Belki çok erken ya da haksız bir tepki benimki. Messi belki Maradona’dan daha yetenekli. Oyuna tutkusu ondan daha fazla. Ama kazanma tutkusu Maradona’nın çok gerisinde. Dün her şey eşitlenmişken Maradona sahada olsa başka olurdu gibi geliyor. Onun tutkusundan eser yoktu. Sonuçta hangisi iyi bilmiyorum ama Maradona’nın daha tutkulu olduğunu biliyorum.

Messi’ye tedbir

Schweinsteiger ve Kroos’un normalde orta sahada 2. bölgenin başında yaptığı ara paslar bu maçta oyun kurulumunda neredeyse yoktu. Messi, Lavezzi ve daha sonra da Agüero’nun kapabileceği bir topun hızlı akınlarda nasıl sonuçlar yaratabileceği muhtemelen fazlasıyla dikkate alınmış. Bu Almanya’nın Arjantin’i hazırlıksız yakalamasını engelledi. Hep yerleşmiş bir 8’li blok buldular karşılarında.

Neuer korkusu

Higuain’in 21. dakikada savunmanın büyük hatasında buluştuğu topta Neuer’le karşı karşıyada yaptığı korkunç vuruşu nasıl anlayabiliriz. Üzerinde bir savunma baskısı yok ama auta bile doğru düzgün vuramıyor. Bunun tek sebebi topu aldığında zihninde yaşattığı Neuer imgesi. ‘Alman kaleci çıktı mı? Ensemde mi?’ Neuer’in kupa başından bu yana yarattığı güven sadece kendisini ve savunmasını etkilemiyor. Rakipleri de sarsıyor. Mesela uzatmada inanılmazı yapan Palacio... 56’daki Higuain’le çarpışma ise başka türlü bir korku verir tabii bundan sonra. Schumachervari...

Büyük ihanet

Massimo Bussacca ve FIFA’nın hakemliğe dolayısıyla futbola yaptığı kötülük kolay temizlenmez. Yıllar süren ilerlemeyle yavaş yavaş oyunu ve oyuncuyu koruma konusunda atılan onca adımı, kart yorumlarını tamamen değiştirerek sıfırladılar. Şampiyonlar Ligi standardını çok geriye götürdüler. Eğer kupa Brezilya’da olmasa ve Brezilya bu kadar savunma, bu kadar sert stratejiyle oynamasa böyle bir karar verirler miydi bilmiyorum. Bu saçmalığın ev sahibini korumak dışında bir açıklaması yok. Dün de bu kural gerilemesi yüzünden kartlar çıkmadı ya da kırmızılar sarı oldu. Özellikle Höwedes’in ilk yarıda görmesi gerken kırmızıyı sarıya çevirmek korkunç bir durum. Mascherano’ya uzatmada ikinci sarı göstermemek de. Agüero’nun yumruğuysa başka bir sınıf. Palacio’nun arkadan çekmesini kartlayamamak ise rezalet.

14 Temmuz 2014, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yüzde 51 Panzer‘’

Fransa'nın şampiyon olduğu döneme Zidane nasıl damgasını vurduysa,Mesut'un da aynısını yapma şansı var. Arjantin'de Messi önemli ancak,Almanlar'ın çok fazla seçeneği var ve rakiplerinden yüzde 51 öndeler.

98 Dünya Kupası'nda Zidane'ın finale vurduğu damga unutulmazdır... Hatırlarsınız, Paris'te Zafer Anıtı'nın üzerine lazerle 'Merci Zizou' yazılmıştı. Bir Cezayirli'nin Fransa için yaptığı en büyük iş hala bu... Çok iyi bir kupa geçirmese de Mesut'un Almanya'nın Zidane'ı olmak için hâlâ şansı var. Şu bir gerçek ki herkes en çok finalleri ve onu kazananları hatırlar. Unutmamalı Zidane'ın o gün finalde attığı 2 gol dışında kupada golü yoktu. Açıkça Messi'nin Maradona seviyesine yükselmesi hatta geçmesinden ziyade bu hayali önemsiyor ve kuruyorum. Mesut'un Almanya'yı bulutlara çıkarmasını bekliyorum.

Rakipte durum farklı

Arjantin’de Sabella belki de milli takımdaki son maçına çıkıyor. Hollanda karşısında en az Van Gaal kadar mükemmel bir savunma stratejisi kurdu ve kazandı. Ancak Robben'in dahi Messi'yi kontrol etmekle görevli olduğu
bir oyunda rakipte özel tedbir almanız gereken çok fazla silah kalmıyor. Almanya'da ise durum farklı. Hücum 4'lüsünü saymaya gerek yok. Kroos'tan Lahm'a, Khedira'dan Hummels'e kadar tedbir alınması gereken çok oyuncu
var.. Ve asıl önemlisi tüm oyuncuların Bayern Münih'e dayanan hücum şablonlarının iyi uygulamaları. Ellerinde de çok opsiyon var.

Tersi olursa üzülmem

Sabella'nın bu yapıyı geçebilmesi için Di Maria'nın yokluğunda Lavezzi ve Messi'nin ekstra performanlarıyla erken bulacağı bir gole ihtiyacı var. Eğer Real'li oynarsa Almanya'nın sol kanadında Höwedes'i çok zorlar ve
yardımı büyük olur. Erken gol sonrası bu üçlü ağır Almanya savunmasının arkasına sarkabilir. Aksi takdirde rjantin'in işi gerçekten zor. Sonuç olarak yüzde 51 Almanya önde. Çünkü daha fazla ve test edilmiş planları var.
Her şartta tarihi bir klasik olacak bu finalin diğer ilginç yönü ise Brezilyalılar'ın 7-1'lik yenilgiye rağmen ezeli rakiplerine karşı Almanya'yı tutacak olmaları. Bu da en azından seyirci eşitliği sağlayabilir. Özetle yarın Alman gazetelerinde Mesut'un kahramanlık gösterilerini okumak arzum. Buna oldukça yakınız. Ancak Messi de göğe erse çok üzülmem.

13 Temmuz 2014, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Fenerbahçe'ye yerli golcü şart‘’

- Emenike, Sow ve Webo’nun 17 Ocak- 8 Şubat tarihleri arasındaki Afrika Kupası’na gidecek olması ihtimaline karşı Fenerbahçe nasıl bir planlama yapmalı? Yerli bir alternatif gerekli mi?

3 golcünün de takımda kalması senaryosuyla düşünelim. Muhtemelen Webo Kamerun kadrosuna çağrılmayacaktır. Ya da çağrılsa dahi affını isteyebilir. Sow ve Emenike’yi ise büyük ihtimalle kupaya göndermek mecburi. Ancak kimse gitmese dahi 5 yabancı sınırı göz önüne alındığında Fenerbahçe’nin yerli santrfor alternatifi bulma zorunluluğu var. Muhtemelen Alves, Kuyt ve Diego direkt oynayacaklar. Diğer iki isim de Emenike ve Sow olacak. Formsuzluk ve sakatlık durumları için ama asıl önemlisi bu oyuncuları zinde tutacak bir rekabet ortamı yakalamak için mutlak yerli alternatif bulmak gerekir. Bir direkt ve bir de aday santrfor, mümkünse tam atak oyuncusu bulmak zorunluluğu var. Dünya Kupası dönüşü her zaman tehlikelidir. Oyuncular bütün bir yıl boyunca kupaya hazırlanırlar. Başarı gelse doygunluk başarısızlık anında ise bir yılgınlık ve yorgunluk yaşanır. Bu yüzden özellikle Emenike’yi kendi haline bırakmamak gerekir. Yerli santrfor ya da tam atak oyuncusu şart.

- Fenerbahçe’nin transferde mutlaka takviye yapmasının şart olduğu bölge var mı?


Kaleci, sağ bek ve sol bek hariç tüm bölgelerde derinlik yaratacak alternatifler alınabilir. Orta sahada iki yönlü dripling yapabilen yerli oyuncu alternatifiyle santrfor/tam atak oyuncusu transferiyse kesinlikle yapılmalı. Buradaki zorluk ligdeki aday oyuncu kıtlığı. Türkiye ligi eskisi gibi büyüklerin 11’ine direkt monte edebileceğiniz oyuncu üretmiyor. Örnek Olcan. Fenerbahçe’de olmadı. Yıllar sonra ancak Trabzonpor’da direkt oynama şansı bulduktan sonra konjonktürel bir transfer yapabildi. Onu bu değere getiren oyunundan çok şartlar. Yani Fenerbahçe transfer yapmalı ama kimi almalı diye sorarsanız hemen verebileceğim net isimler yok. Maalesef ülke üretimi çok zayıf. Yurt dışından alınacak oyuncuların da tamamı zar atmaktan farksız. Yani bu kolay bir görev değil.

- Gönderilmesi planlanan yabancı oyunculardan yalnızca Stoch kiralandı. Diego ile birlikte yabancı sayısı 12. Yeni sezon öncesi bu isimlerden kimler gitmeli?


Alves, Diego, Emenike, Sow ve Kuyt direkt oynar. Eğer ederini bulmazsa Raul yedek kalır. Son oyuncu ise muhtemelen Webo olur. O ayrılırsa kalacak oyuncu Kadlec olabilir. Üç pozisyon oynayabilmesi onu kullanışlı kılıyor. Geçen sene sezona iyi başlamasa da sonlara doğru hazır kalabildiğini Ersun Yanal’a gösterdi.

- Ersun Yanal’ın forma vermediği Salih Uçan’ın ısrarla istendiği Roma’ya kiralanması Fenerbahçe’deki genç oyuncular için iyi mi yoksa kötü bir haber mi?

Bu konuyu birçok yönüyle ele almak mümkün. Öncelikle Türkiye’de altyapı eğitimi çok yetersiz olduğu için genç ve forma bulamayan oyuncuların yurt dışına kiraya gönderilmesi iyi bir metot. Tabii güçlü bir lig ve direkt 11 oynayabilecekleri kulüpler seçilmeli. Misal Hollanda Ligi bu iş için çok uygun. Tabii ki Roma-Salih anlaşması bunun dışında bir durum. Şu bir gerçek ki, Salih ve Ersun Yanal birbirlerini ikna edemediler. Salih almak istediği rolü Yanal’dan alamadı. Yanal da Salih’ten fizik yeterlilik ve adanmışlığı. Defansif olarak daha güçlü ve sürekli oyunun içinde olan orta sahalara ihtiyacı var Yanal’ın. Salih ise Kocaman’ın pas oyununun büyüsünden kendisini kurtaramadı. Salih’i Roma’nın bu kadar çok istemesi gurur verici. Ama Serie A futboluna uymak onun için kolay olmayacak. Ciddi bir dönüşüm
geçirmesi şart. Eğer bunu başarabilirse Türk futbolu büyük bir yıldız kazanır.

10 Temmuz 2014, Perşembe 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Adres Denizli‘’

“Uygun bir planınız yoksa, gideceğiniz adres planı olan bir adamdır. Anahtarı teslim edersiniz. Planı olan bir adama işi bırakırsınız, o da yapar. Galatasaray'ın durumu da bu...'

Eğer sizin uygun planınız yoksa, gideceğiniz adres, uygun planı olan bir adamdır. Yani ya siz bir futbol aklıyla hareket edersiniz... Ve bu yolda çizilmiş bir plana uygun bir adam bulursunuz. Ya da anahtarı teslim edersiniz. Planı olan bir adama işi bırakırsınız. O da yapar. Galatasaray’ın durumu da bu... Terim sonrası Hiddink’e ya da Mancini’ye, Denizli sonrası Schuster’e gitmek bundan yanlıştı... Teklifi götürenlerin uygun bir planı yoktu. Eleştiri bombardımanı altında marka isme gittiler. Olmazdı
olmadı...

Galatasaray’ın planı yok

Bugün de Galatasaray’da planlama yapabilen bir futbol aklı yok.
Bir plan yok. O zaman gidilmesi gereken uygun bir planı olan isim. Salt marka değil. Bu çerçevede akla en yatkın isim de Denizli. Zaten bu yüzden yönetimin Denizli ile ilgili hiçbir girişimi yokken en çok zikredilen isim. Yönetim şu ana kadar Denizli’ye gitmedi. Sebebi bilmek zor. Belki Terim ayrıldıktan sonra önce sportif direktörlük sonra da teknik direktörlük teklifiyle gidilmesi Denizli’ye... O an için durum gereği Hoca’nın kabul etmeyişi. Bu Ünal Aysal’da bir kırgınlık yaratmış olabilir mi? Gerçek şu ki, durum kırgınlıklarla hareket edecek kadar rahat değil. Terim milli takımda Dünya Kupası ve Avrupa Şampiyonları’nda zaman ayıramaz diye yollanmadı mı? Ama işte Dünya Kupası. Ve şimdi planlama yapan bir lider bile yok ortada.

Sadece orta saha istiyor


Mustafa Denizli’nin ülkeyi, oyuncuları ve genel piyasayı en iyi tanıyanlardan biri olması gibi herkesin bildiği avantajlardan bahsetmeyeceğim. Kariyeri, başarıları ve pragmatik yööneticilik tarzından da... Asıl avantaj Denizli’nin bildiğim ve anladığım kadarıyla çok fazla bir transfere de gerek görmediği. Temel olarak istediği sadece Selçuk ve Melo’yla Sneijder’i tamamlayacak iyi bir iki yönlü, dinamik ve tempolu bir orta saha oyuncusu. Hatırlayın, Beşiktaş’ta ilk yarıyı 6. olarak tamamlayıp o ünlü 26. hafta kehanetinde bulunuşu sonrası duble yapmıştı. Tam 19 yıl sonra. Sadece Ernst ve Yusuf rötuşlarıyla. Galatasaray kadrosu hakkındaki temel analizi de Ernst’ten bir kalite yukarıda bir oyuncuyla işi kotaracağı.

Terim gibi patronu olur


Eğer Başkan’ın bir futbol aklı ve planı varsa ve buna uygun bir yabancı arıyorlarsa sorun yok. Ama yoksa adres Denizli’dir. Ama eğer Başkan kırgınsa ya da akıl verenler ‘Denizli gelirse Terim gibi bütün ipleri ele alır bizi hiçbir işe karıştırmaz’ paniğindeyse o zaman başka. Çünkü doğru. Denizli gelirse kimseyi işine karıştırmaz. Tam yetkili patron olur.

01 Temmuz 2014, Salı 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Adalet değil biat, iman, menfaat‘’

Adalet böyle bir şey mi peki? Bakın Hacıosmanoğlu’nun söylediklerine, “Kararı veren hâkim Fenerbahçeli. Bunu bekliyorduk” diyor. Adalet hâkimin tuttuğu takımla ilintili olabilecekbir şey demek ki. Yani bir cinayet davasında da karar hâkimin mezhebiyle alakalı olabilir. Eleştirmiyorum, çünkü bu karar öncesi Yıldırım da, “Beraber maç yaptığımız savcılar bizi tutukladı” diyerek itiraz etmişti. Adalet dediğiniz bununla alakalı olabilir mi? Yakın olduğun siyasi görüşe göre 17 Aralık’ta siyah, tuttuğun takıma göre yargılamanın yenilenme kararında beyazın tarafında olmanın adaletle alakası olabilir mi? Yargılayanlar ve mevzu aynıyken hem de...Gerçek şu: Herkes biat ve iman ediyor her konuda. Ve kendi klanı için menfaat ve kayrılma, gerikalanlar için adalet istiyor bu toplumda. Ve hiçbirimiz bunun dışında bırakamayız kendimizi. Masum değiliz.

Medeniyete direnmek

Sosyal, siyasal gelişmeler teknolojiyle direkt ilintilidir. Tarihin başından bu yana. Ateşin ya da tekerleğin bulunmasından internete... Her buluş, her yenilik toplumu dönüştürür, değiştirir. Ve teknolojiye direnmek mümkün değildir. Direnen yok olur. Direnen nostalji olur. Bu yazıyı kağıt kopyadan, okuyorsanız muhtemelen 20-30 yıl sonra yeni nesiller için bir karikatür olacak bir kompozisyonu oluşturuyorsunuz demektir. Çünkü medeniyeti dönüştüren sadece teknolojidir.

Futbolda da mevzu farklı değil. İşte gol teknolojisi... Tarihin belki de en iyi Dünya Kupası’nı izliyoruz. Fransa’nın golünü veren teknolojiden şikayet edecek bir şey var mı? Ve düşünün Kosta Rika’nın İtalya’ya attığı golü o teknoloji olmasa verir miydi Osses... Teknoloji iyidir. Bir manyağın elinde olmadığı sürece yararı zararından fazladır. Bugün bu teknolojiye direnmek yerine ofsayt için de nasıl uygulanabilir, onun yolunu aramak gerekir.

Peki bu futbolun sihrini yok edebilir mi? Futbolda illa bir hakem hatası büyüsü arıyorsanız, her zaman Meksika-Hırvatistan maçında penaltıyı vermeyen bir hakem çıkar. Ya da Benzema’nın İsviçre’ye son saniyede attığı golü beklemeyip maçı bitiren biri.

Bu bir iş değil

Daha önce de bu köşede okudunuz. Milli Takım Teknik Direktörlüğü bir iş değildir. Senede maksimum 15 maçta takımın başında sahaya çıkmak bir meslek olamaz. Oyuncu takibi filan gibi yan görevler de işi kurtamaz. Çünkü, kulüp teknik direktörleri de oyuncu takip etmek zorundadır. Üstüne teknik direktörleri hamlaştıran bir iştir. Löw 2004’ten bu yana atıl... Halbuki onun futbola verecek çok şeyi var. Buna çok örnek verebiliriz. Ama asıl sorun şu. Eğer Ronaldo hem kulüp hem de milli takımda performans veriyorsa, Mourinho da vermeli. Portekiz en iyi oyuncularıyla oradaysa en iyi teknik direktörüyle, hatta Brezilyavari bir onsorsiyumla orada olmalı. Bu iş dünya çapında yanlış yapılıyor. Doğrusu bu değil.

Derbiye çıkmamak

Görüşüm değişmedi. Eğer birbirinin sahasına, salonuna 5 senedir seyirci götüremiyorsan, takımı götürmenin de manası yoktur.

Dolayısıyla bu maçları oynamak da manasızdır. Bu şartlarda ya bu iş düzeltilmeli ya da Galatasaray-Fenerbahçe maçları hiçbir spor dalında oynanmamalı.

Eğer Galatasaray yönetimi, “Biz bundan sonra Fenerbahçe maçlarını oynamayacağız” dese kabul ederdim. Ama rakip sahaya gitmiyoruz demek olmaz. Son maç içeride olsa aynı hakemlere rağmen oynanacak mıydı o maç?

O zaman bu adalet arayışı ya da başka bir şey değildir.

Eğer Galatasaray yönetimi “Biz bundan sonra Fenerbahçe maçlarına çıkmayacağız” deseydi ilkesel olarak itiraz edecek bir şey olmazdı. Ama bu öyle değil. Final maçına çıkmayıp sonra da şampiyonluk kutlaması yapmak, sonra da ‘bak süper kupaya da çıkmayabilirim’ tehdidi savurmakla olmaz. Bu iş ‘Ben çıkmıyorum’ diyerek olur. Evimde, dışarıda ya da tarafsız sahada...

Çünkü şartların hiçbir yerde normal olmadığı bizzat Ünal Aysal tarafından dile getiriliyor zaten.

‘Fenerbahçeli yöneticiler bench’in arkasına gelirse koruma şansımız olmaz’ dedikten sonra rakip salondaki şartlardan şikâyet edip maça çıkmamak olmaz.

İlkesel olarak maça çıkmamak ancak genel durumun vahametini ortaya koyarak yapılabilecek bir hamledir.

Ama burada yapılan tüm günahları rakibe yükleyip kendini melek ilan etmek. Ki böyle yürümez bu mevzu.

Oynamamak doğrudur. Ama bu hamle farklı. Birbirimiz kandırmayalım.

25 Haziran 2014, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Şifre Vahid hocada‘’

Türkiye’nin büyük takımlarının büyük değil, büyümek isteyen teknik direktörlere ihtiyacı var. Bu neredeyse istisnasız olarak her yıl tekrarlanan bir gerçek. Teknik adamların hırsı, ihtirası, açlığı tribündeki adama kadar olmalı. Vahid Halilhodziç bu tanıma uyacak mı, uymayacak mı? İşte soru bu. Vahid Hoca, futbolculuğunda olduğu gibi teknik adamlığında da Fransa’da sivrilmiş başarılı olmuş bir futbol bilgesi. Özellikle Lille’de yaptıklarıyla efsane.

Peki ya sonrası? Hâlâ aynı ihtirası ve açlığı var mı?

2006’da Trabzon’da 6 ay kaldıktan sonra Al İttihad ve Dinamo Zagreb’de kulüp çalıştırdı Halilhodziç. Geri kalan tüm zamanı önce Fildişi sonra da Cezayir’le geçirdi. Bilirsiniz milli takım teknik direktörlüğü insanı paslandırır. Teknik adamlık form işidir. Öte yandan Vahid Hoca’nın Zagrep’le 2011’de rahat bir şampiyonluk kazandığını da pozitif haneye yazalım.

Hacıosmanoğlu ve profesyonel ekibinin Vahid Halilodziç’le bir gönül bağı var. Trabzon günlerinde ‘sen başkan olsan başka türlü olurduk’, ‘ben başkan olsam çok daha rahat çalışırdık’ güvenini birbirlerine veren bir ikili Halilhodziç-Hacıosmanoğlu.

Bu bir avantaj kuşkusuz. Başkan-hoca karşılıklı güveni...

Sorun daha da büyük olabilir

Ancak bu güvenin, beklentileri fazla yükseltmemesi lazım. Örnekse, eğer başkan ‘biz gittik Malouda’yı aldık, ne Mustafa Hoca ne Hami Hoca ondan yararlanabildi, Vahid Hoca olsaydı uçururdu Florent’i’ diye düşünüyorsa bir daha düşünmeli. Vahid Hoca kolay bir adam değildir. O da büyük yıldızları bir kalemde silebilir istedikleri olmuyorsa. Ve Mustafa ya da Hami Hocalar durumu idare edebilir ama başkası etmez.

Afrika ve Balkan piyasası...

Buradaki en büyük avantaj Vahid Halilhodziç’in oyuncu keşif, değerlendirme ve onlardan yararlanma konusundaki engin tecrübe ve becerisi. Şu bir gerçek ki Halilhodziç Trabzonspor’u menacer kıskacından kurtarır. Balkan ve Afrika piyasasının ikisine birden ondan daha hakim insan var mıdır bilmiyorum.

Henrique kalmalı

Ligin en özellikli santrforlarından biri ama orta sahadan gerekli desteği alamıyor. Eğer yanına iş bitirici bir ‘yılan’ bulursanız Henrique hem alan açar hem de kendisi boşa kaçar. Onun yerine adam bulmaya çalışmak gereksiz bir macera olur. Bourceanu’nun arkasındaki savunma göbeğinin standardı kesinlikle yükselmeli. Ligin en sakar savunma göbeklerinden biri Trabzonpor’da. Ligin en iyi kalecilerinden birine sahipseniz en çok kurtarışı o yapıyor ve yine de 41 gol yemişsiniz bu Vahid Hoca için kabul edilebilir bir şey değil. Savunma göbeği baştan aşağı değişirse şaşırmam.

Lokomotif oyuncu eksikliği


Geçen yıl Malouda ve Bosingwa transferleri Trabzonspor’un ihtiyaç duyduğu lokomotif oyuncu eksiğini karşılamadı. Salt isim ya da yıldız olmak değil burada oyuncudan beklenen, her bir unsurun performansını yukarı çekmesine yardımcı olmak. Trabzon’da lider kaleci olunca böyle bir performans artışı kolay olmuyor. Bu tip bir oyuncuyu dışarıdan bulmak da kolay olmayabilir. Ancak Vahid Halilhodziç bu tip en az iki oyuncu bulmak zorunda.

Yusuf patlama yapmalı


Trabzonspor kaleci hariç her mevkiye transfer yapabilir. Ancak işi bunlar değiştirmez. İşi değiştirecek olan eldeki oyuncuların performanslarının yükselmesi, hatta boyut değiştirmesi. Bu yıl Trabzonspor’da beklentimin en yüksek olduğu oyuncu Yusuf. Yetenekli, oyun görüşü yüksek, topla iyi ve süratli. Fakat bir eşiği geçmesi gerekiyor. Güven ve acelecilikten kurtulmalı. Bunu yaparsa sadece şehir için değil ülke için de fark yaratır. 22 yaşında artık gaza basmalı.

Olcan’ın yeri dolar


Olcan gitmek istiyor. Bunu saklamanın kimseye faydası yok. Yönetim gönderen, Olcan da kaçan olmak istemiyor. Bunu açık açık anlatmak lazım. Olcan ligin en iyilerindendi ama bu şartlarda kalırsa kimseye faydası olmaz. Peki yeri dolar mı? Şunu söyleyeyim bu şartlarda kalırsa kendisi bile o yeri dolduramaz. Deniz Yılmaz bu seviyeye çıkmak için çok bekledi. Bayern altyapılı ve geçen sene çok iyi bir sezon geçirdi. Henrique’yi tamamlayan hücumcu da olabilir ama Olcan’ın yerini de doldurabilir. Alt yaş gruplarında sağ açık oynuyordu ve son derece de başarılıydı. Serdar Gürler de sezonun flaş oyuncularından biri olabilir. Hızlı, topla çok iyi ve Vahid Hoca’nın sevdiği akın dizimine çok uygun. Bu iki transfer standardı kağıt üzerinde oldukça iyi. Şimdi yapmaları gereken Olcan kadar kendilerini adamaları

17 Haziran 2014, Salı 02:30
YAZININ DEVAMI