Arama

Popüler aramalar

‘’Her şey şimdi başlıyor!‘’

Fenerbahçe de, 100. yılının ilk lig maçına, Kayseri’nin soğuğu altında çıkıyor.Şimdiden belaltı oyunlar, kışkırtmacalar, şaşırtmacalar içeren ‘demeç’ oyunları başladı bile... İkinci yarının başlamasına 3 gün kala ortada maç takvimi bile yoktu, ama hemen herkes bu maçın cuma günü oynanacağını, neredeyse adı gibi biliyordu. Sürpriz olmadı.Fenerbahçe her maça derbi maç motivasyonunda çıkmak ve hangi rakip olursa olsun, karşısında topu yiyecek gibi bir hırsla mücadele etmek zorunda. Açık farkla öne geçmiş, rakibin futbolcusu eksilmiş olsa bile, onlar hep kendileri gerideymiş ve kendi takımları eksilmiş gibi insanüstü bir gayret sarfetmek mecburiyetinde.Kolay bir iş değil, kabul... Ancak Sarı-Lacivert çubuklu bir forma taşıyorsan, adın Fenerbahçe ise ve de ‘süper’ olduğu ileri sürülen bir ligde oynuyorsan, bunu içine sindirmek zorundasın. Hele şampiyonluk yolundaki rakipleri ilk haftalarda puan kaybeder ve Fenerbahçe kaybetmezse, saldırıların dozu, geçen senekinden bile daha fazla artacaktır.Fenerbahçe’nin futbolcuları ve teknik kadrosu, ‘üçüz’ pankartların, ‘çiğ’ yemeklerin, ‘pişkin’ tezgahların, ‘kanka’ karalamalarının, ‘hesapçı’ baronların defterlerini dürmeye şartlanmalı. Fenerbahçeli taraftarlar zaten “Tek korkun kaybetmek olsun, savaşmazsan yazıklar olsun” diyerek, içten ve açık çek vermiş durumda... Çünkü bu kadar ağır bedeller ödemiş olmalarına rağmen biliyorlar ki, kulüplerinin kurtuluşu, Türk futbolunun da kurtuluşu olacaktır.Temiz, adaletli, kavga ve şiddetten uzak bir ikinci yarı gibi hoş bir dilekte bulunuyorum, ama ne yazık ki boş olduğunu da adım gibi biliyorum.Bakalım bu sefer de ‘3 yanlış’, ‘1 doğru’yu götürmeye yetebilecek mi?

26 Ocak 2007, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bataklığı kurutmak!‘’

O koca yapının altı, sanılandan çok daha derin ve engin bir bataklıktı. Orta dereceli bir sarsıntıda yerle bir olabilecek, faciaya yol açabilecek kadar. Stadı inşa edebilmek zannedilenden çok daha meşakkatli oldu. Çünkü öngörülenin iki katı çelik-beton karışımı deprem kazığı çakılması gerekti; 18 yerine 33 kilometre. Hatta bazıları, çakıldıktan sonra yeniden sökülmek zorunda kalındı. Bu durum aslında, ilginç bir şekilde Fenerbahçe’nin içinde bulunduğu durumla da örtüşüyor, sanki onu sembolize ediyordu. Çünkü kulübün durumu da stadın zemininden farklı değildi. Dışarıdan çok ihtişamlı görünen, ama en küçük bir sarsıntıda bile yerle bir olabilen çürük bir yapı. İstikrarsızlığın, grupçuların, hizipçilerin, rantçıların bilerek bataklaştırdığı ve üzerine çöreklendiği kokuşmuş bir zemin. Şampiyonluklar bile kriz oluyor, en küçük sarsıntılar yıkıcı etkiler yapabiliyordu. Fenerbahçe aklını, vicdanını, renklerini, oylarını 600 bin liralık aidatlarını ödeyen grup ağalarına emanet edenlerin çoğunlukta olduğu fasit bir lanet çemberinin içindeydi.Kulübün yıllarca kanını emen, kaynaklarını israf eden bu bataklık kurutulmadan, stadın üzerinde bulunduğu bataklığa deprem kazıkları çakabilmek de olanaksızdı. Çünkü yıllarca kendi yarattıkları kaos bataklığından beslenen rantçılar ve yancıları, hatta onların medyaya sızmış beslemeleri her türlü bel altı oyunun içine girmeye hazırdılar. Yıllarca süren kuşatılmışlık ve istikrarsızlaştırma işgali altındaydı. Kader zannedilen bu kısır kader döngüyü kırabilmek, ancak acımasız bir yüzleşme, müthiş bir kararlılık ve mücadele ruhuyla, her şeyi ‘göze alabilmek’le mümkün olabilirdi. Kolay olmadı ama sonunda hepsi oldu. Her türlü oyuna, iç ve dış entrikalara rağmen, taraftarlarını da arkasına alarak, kendi devrimini gerçekleştirdi. Birazcık istikrar bile, grup çıkarlarını kulübün üstünde gören işgalcileri tasfiye etmeye yetti. Eğer o çelik ve betondan oluşan manevi deprem kazıkları çakılmasaydı, geçen seneki travmadan sonra, her şey darmadağın olurdu. Bu kulüp bir türlü hak ettiği gibi, gücüyle orantılı bir şekilde serpilip gelişemedi. Kanını emen rantiye oligarşisi, buna hiçbir zaman izin vermedi. Örtülü savaşların, sahte ve sinsi barışların içinde uyutuldu, yıllarca kaynakları heba edildi. Neredeyse bir asır sonra kendini bulmaya başladı. Oysa güçlü değilsen, gücünün farkında değilsen gerçek barış sadece bir hayaldir.Tarihin değil tekerrür etmesine, tereddüt etmesine bile tahammülü yok. Çünkü farkında olanların başlattığı ‘büyük yürüyüş’ devam ediyor. Ve Nâzım Hikmet’in dediği gibi; “Karanlıklara kar yağıyor!”

24 Ocak 2007, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Seyrantepe şaşırtmacaları!‘’

‘HU Tarikatı’nın kerameti kendinden menkul şeyhi de Galatasaray Kulubü Başkanı Özhan Canaydın’ı ‘peşkeş’le suçluyor. Ama taban tabana zıt bir yaklaşımla, “Ali Sami Yen Stadı ile Seyrantepe’yi TOKİ’ye peşkeş çektin. Kulübe tahsis edilen 350 dönüm arazinin 200 dönümünü stat karşılığında TOKİ’ye verdin!”Yani ‘SeyRANTepe’nin bir ‘peşkeş’ olduğu kesin de, kim tarafından kime çekildiği güya tartışmalı?Ters manyel mi veriyorlar, kendileri dışında herkesi aptal mı zannediyorlar anlayamadım. Anlayan varsa beni de, kamuoyunu da aydınlatsın. Nedir bu? Şaka mı, ironi mi, yoksa replikleri önceden ve inceden hesaplanmış danışıklı bir dövüş mü? Amaç TOKİ’ye “G.Saray’ı fena kazıkladın, acayip kârdasın, hadi yine iyisin” gazı verip, projeye balıklama atlamasını sağlamak olmasın? Hem mağdur ve mazlum göster, hem malı götür; dolayısıyla iki kere kazan! (winn winn ve vınn!)İyi de Galatasaray’ın Ali Sami Yen’i yıkıp yapmasına kimin ne itirazı, ne engellemesi oldu ki? Devletin ve milletin bu tuhaf takastan faydası nedir? Kendi kaynaklarıyla yıkıp yeniden inşa etsin. Parça parça mı, bütünüyle yıkıp mı yapar, o da kendi bilecekleri iş. Fenerbahçe’nin neredeyse 100 milyon dolar harcayıp yeniden inşa ettiği ve UEFA Finali almış bir gurur abidesine, utanmadan, sıkılmadan ‘gecekondu’ sıfatı yapıştıran kişi söylüyor hem de bunu.Dünyanın neresinde böyle ballı şekerli bir alışveriş örneği var? Devletin yeri karşılığında, devletin bir başka yerini al ve ayrıca üzerine yine devlete stat yaptır. Üstüne üstlük ‘mağdur’ unvanı da sende kalsın. Hadi canım!İşin asıl düşündürücü yanı da, hiçbir kulübün bu haksız zenginleş(tiril)meye itiraz etmemesi, hatta yok sayıp sus pus oturması. Şimdi bu müthiş(!) takasın fikir babalarına, yılmaz savunucularına ve susarak onaylayanlara soruyorum: Florya tesislerinin bulunduğu arazinin kaçta kaçı devlet, kaçta kaçı şahıs arazisi? İşgal mi yoksa kira mı? Fulya’daki dönümlerce arazi parayla mı satın alındı? Ali Sami Yen Stadı’nın kiraları harfiyen ödendi mi, yoksa sözleşme ihlali yüzünden bütün hakları GSGM’ye mi geçti?Pekii, İnönü ve Ali Sami Yen’in üzerinde bulunduğu araziler, tıpkı Şükrü Saracoğlu Stadı gibi o kulüplere ait olup, stat yapılabilsin diye sembolik bir para karşılığı GSGM’ye mi devredildi?Millete ait bir araziye, devlet yardımıyla el koyup üstüne yine devlet olanaklarıyla ‘bedava’ stat kondurmaya çalışanlara naçizane bir tavsiyem de olacak:Önce “Bir stat maketi dünyanın hangi ülkesinde ve nasıl 12,5 milyon dolar eder” gibi basit bir soruyu yanıtlayın, sonra “Projeyi kulüp mü çizdirir, yoksa talip olan firma mı” sorusuna biraz çalışın? Bırakın bu ‘cambaza bak’ numaralarını ya da en azından kimseyi aptal yerine koymayın!

18 Ocak 2007, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’İllüzyon ve Fenerbahçe‘’

Bu kulübü olağanüstü kongrelere mahkum edip, istikrarsızlıktan nemalanan kongre ağaları köşe başlarını tutmuştu. Bırakın yönetimi takıma bile müdahale edecek kadar hem de.Fenerbahçe her ‘temmuz’ ayında şampiyon ilan edilip, her ‘mayıs’ ayında da ‘hüsran’ yaşıyordu. Diğer ezeli rakiplerinin aksine, onun tapulu tek bir malı yoktu. Yayın gelirlerinden kazandıkları ve yöneticilerin kâh ceplerinden kâh bankalardan borç alarak kasaya koydukları paralar da, her yıl kadro ve teknik direktör yenileme yüzünden israf ediliyordu. Yani asırlık geçmişinde hiçbir şeyi ‘istikrar’ ve ‘huzur’ kadar az olmamıştı. Dedikodusu ve fırtınaları olabildiğince boldu. Hiçbir kongresi ve hiçbir devresi kavgasız geçmedi. Şampiyon olduğu zaman bile.Sonra radikal bir değişim süreci başladı. Önce kendi ‘kronikleşmiş’ gerçekleriyle, en acımasız şekilde, cesurca yüzleşmeye başladı. Sonra kendi ‘glasnost’ ve ‘perestroika’sını uygulamaya soktu. Hem de iç ve dış saldırıların en yoğun olduğu dönemde, inanılmaz bir mücadele sergileyerek. Önce kendi kaynaklarıyla Fenerium markasını üretti, sonra ondan ve kombineden gelen kaynaklarla stadını yaptı. Ne devlet kapılarında para dilendi, ne bedava arazi, ne de hazine ulufesi peşine düştü. Ne maç erteletti, ne hamaset yaptı.Ne Türk futbolunu teslim alıp, ‘güven ve adalet’ duygusunu ‘iğdiş’ edenlere teslim oldu, ne de onlara biat etti. Bu mücadeleyi başlatanlar akıl dışı, insaf dışı saldırılara maruz kaldı. Bu kadar ifrat-tefrit kaynaklı muhalefet, hükümet götürür, hükümet getirirdi. Ama onlar yılmadı.Bazı kalemşörlerin yıllardır iddia ettiklerinin tam aksine, Fenerbahçe, Aziz Yıldırım yönetimiyle birlikte özgürleşmeye başladı. Hiçbir temele dayanmayan yoğun bir propagandayla, gerçekler ters yüz edildi. Ancak Fenerbahçe’de bir bilinç devrimi başlamış, bu konuda sıçrama yaşanmıştı ve bunun geri dönüşü de yoktu. Bu, ‘büyük bir yürüyüş’tü. Tedavinin bazen hastalıktan daha acımasız olabileceği gerçeği, bu zorlu süreçte hiç göz ardı edilmedi. Kulüp de, taraftar da, camia da bedel ödemeyi çoktan göze almıştı.Medyadaki müritleriyle ve mürit adayları ile birlikte ‘illüzyon’ yoluyla beyin yıkayanların aksine, bu kulüp Haluk Ulusoy’la şampiyon olmadı, onlara rağmen şampiyon oldu. Asıl soru şudur: “8 yılda bunlar yapılabiliyorsa, 90 yılda neden yapılamamıştır?”Fenerbahçe’nin kurtuluşu, Türk futbolunun da kurtuluşu olacaktır.

14 Ocak 2007, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yok artık!‘’

Şimdi hepsi birbirine düştü. Herkesin kalibresi de, karizması da ortaya saçıldı. Bu durum Fenerbahçe’nin tezlerinin ne kadar haklı olduğunu da ortaya çıkardı.Türkiye’deki futbol ortamını güven erozyonuna uğratan, çifte standartları kör parmağım kör gözüne ‘pişkinliği’ ile uygulayan, kulüplerin parasıyla ulufe sistemine dayalı saltanat kuranları ‘kurtarıcı’ diye kutsayanlar utansın.Çıkar uğruna yıllarca göz yumdukları rezaletlere, yine aynı beklentiyle anında sırt çevirenlerin omurgasızlığına ne demeli?Bıçakcı federasyonunun Beşiktaş’ın kulüp binasında, Murat Aksu önderliğinde kurulduğunu bile bile, “Bu federasyonu Aziz Yıldırım kurdu” diye konuşup, yazanlar şimdi neden susuyorlar?Benim en çok merak ettiğim de Sayın Canaydın ile Sayın Demirören’in tavrı. ‹kisi de son derece memnundu Ulusoy’un kazanmasından. Hatta Ulusoy omuzlara alındığında Yıldırım Demirören’in nedense gözleri dolmuş, ağlamaklı olmuştu. Aynı duygusallıkla kazanılan kupayı da apar topar hastaneye götürmüştü.Her halde Türk futbolunun da, futbolseverlerin de bu sergilenen güzel ve anlamlı tablodan gözleri dolmuştur. Elimde değil işte fena halde merak ediyorum: Mesela son kongredeki görüntüyü veren kişi Aziz Yıldırım, bu duruşsuz duruşu sergileyen de Fenerbahçe olsaydı, kalemler ve kelamlar ne anlatırdı merak ediyorum.Sonra aynı Aziz Yıldırım, federasyon seçimlerinde onlar kadar taraf olsa kongrenin sonucu ve kalemşörlerin tavrı nasıl olurdu merak ediyorum.Özhan Canaydın’ın, Ulusoy’a verdiği sorgusuz desteği, niçin ve neyin karşılığında çektiğini çok merak ediyorum. Yıldırım Demirören ile Murat Aksu’nun, kongre konusunda nasıl bir uzlaşma sağlayacağını merak ediyorum. Yahu bize mi yanlış öğrettiler okulda ve meslekte anlamıyorum. Gazetecilik dediğiniz şey, doğru soruları doğru üslupla sorabilme sanatı değil midir? Doğru soruların gücü değil midir topun tüfeğin yıkamayacağı duvarları yerle bir eden?O halde neden kimse sormuyor, soramıyor ya da sorabilenler azınlık bile değil, merak ediyorum.Hadi doğruları soramıyorsunuz, en azından yanlışları doğru diye yutturmaya kalkışmayın da mesleğinize de, okurlarınıza da ayıp etmeyin. Bari siyasetle, hemşehricilikle gelip, el etek öpenleri ‘demokrasi’ kahramanı ilan etmeyin.Yok artık!

09 Ocak 2007, Salı 14:36
YAZININ DEVAMI