Arama

Popüler aramalar

‘’Coolbilge'nin gecesi...‘’

Kafalarında acaba çoğulluğuyla ekran başına çöken Fenerbahçeliler bir kez daha beyaz camın karşısında ‘dokuz’ doğurdu.Son günlerin moda deyimiyle ‘kırılma noktası’ sayılan bir deplasmandı. Vestel Manisa ayıbı ancak Antep işi 3 puanla telafi, tedavi ve terapi edilebilirdi.İlk çeyrekte yine ‘vurdumduymaz’ bir hava hakimdi Sarı-Lacivertliler’de. Sanki iddiası kalmamış iki takımın ‘formalite’ karşılaşması gibiydi. Dakika 6’da Alex’in yere yığılması yürekleri iyice ağza getirdi. Appi kadroya alınmamış, Edu ise ‘Runje’ kontenjanından sahadaydı! Deniz kadroya alındığının farkında bile değildi sanki!15. dakikada Tuncay’ın mükemmel vuruşunda Oğuz kalesinde Dağ gibi durdu. Süper Lig’in penaltısız tek takımı Fenerbahçe ile penaltısız tek hakemi Abitoğlu’nun buluşmasından garip bir karar çıktı! 29. haftanın ilk maçının 29. dakikasında geldi Fenerbahçeliler’i dumura uğratan karar! Kejo düşürüldü, Abitoğlu ‘unutulan ve unutturulan’ beyaz noktayı hatırlayıp, hatırlattı!Alex penaltı atmayı unutmuş, Oğuz ise kurtarmayı hatırlamıştı, ama direği yalayıp yine de gol oldu. İkinci yarıda da kaderine razı olan Fenerbahçe gitmiş, sonuca razı olan Fenerbahçe gelmişti. ‘Seyir Defteri’ne karşılıklı notlar düşülüyordu iki takım tarafından...57’de ısrar ve inat dolu takip, Tuncay’ın bugüne kadar kimse tarafından tabir edilmemiş ‘sektirme’ ve jenerik golünü getirdi. Hemen 3 dakika sonra ‘Alex de Sonsuza’ boş kalenin direğine nişanlarken, hem oyunun ‘kop’ noktasına hem de taraftarlarının boğazına ‘düğüm’ attı.Sonrasında Serdar ‘Coolbilge’ ve mıknatıslı eldivenleri vardı sahnede... Tam 3 pozisyonda, şimşek gibi şutlara paratoner olup, ellerinde ve kucağında eritti.4 dakikalık uzatmada oyunu rölantiye alan Fenerbahçeli futbolcular, bu kez kendi taraftarlarını sevindirip, ateş topunu rakiplerinin kucağına bıraktı.

21 Nisan 2007, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Mutlu aşk yoktur!‘’

Lois Aragon’un çok bilinen şiirinde dile getirdiği bu romantik yaklaşımı, en mantıklı haliyle günümüz futboluna uyarlarsak, rahatlıkla “Kolay maç yoktur” diyebiliriz.Fenerbahçe’nin Vestel Manisaspor karşısında bir karambol bile yaratamayan futbolu, ‘kör uçuş’tan farksızdı.Senfoni için toplananlar, kakafoni ile ayrıldı Şükrü Saracoğlu’ndan. Huzur ve neşe bulmaya geldikleri yerden, tepeden tırnağa sinire kesmiş ve biraz da inançları törpülenmiş halde çıktılar. Kendi sahanda, üstelik belki de ligi koparabileceğin bir maçta, ligde kalma mücadelesi yapan bir takıma tek santrforla oynamaktaki ‘ince sırrın’ mantığını kimse çözemedi.Hiç tartışmam, her rakip en üst düzeyde saygı duyulacak rakiptir ve her maç her sonuca açıktır. Sahada oynamadan kendini galip ilan etmek, üç puanı cepte görmek, en çok kendi formanı, kendi emeğini aşağılamak demektir. Futbolun tarihi, dünyanın her yerinde ve her zaman diliminde bu tür ukalâlıklara atılan tokatlarla doludur.Tribünleri öfkeye boğan da, sonuçtan çok Sarı-Lacivertli futbolcuların sahadaki çaresiz ve umutsuz çırpınışlarıydı. Saçılmış nar taneleri gibi, ayaklarına vurulan prangaları çözecek bir ‘zeka’ belirtisi gösteremeyen, inat ve dirençten yoksun bir çırpınış. Bu formayı taşıyanlara bu durumu ne kondurabildiler, ne yakıştırabildiler.Rakibin kadar koşmaz, mücadele etmez, motive olmaz, dayanışmazsan yetenekler para etmez. Bu koşullar yerine gelmeden cevher ortaya çıkmaz, ışıldamaz. Ronaldinho olsaydı, o bile fayda etmezdi bu maçta.Fenerbahçe ısrarla rakiplerinin şampiyonluk potasında kalmasını istiyor, rakipleri de aynı ısrarla ‘hayır, sen şampiyon olmalısın’ diyor. İkramlar ve ikrarlar arasında ‘kör topal’ ilerleyen Fenerbahçe, inşallah ittifakın başaramadığını kendi kendine başarmaz. Geçen seneki travmadan sonra ikinci bir travma yaşanırsa bunun bedeli çok ama çok ağır olur.Peki bütün bunlarla Sarı-Lacivertli futbolcuları biraz özeleştiriye sevk ettik diyelim. Ya maçın en sırıtkan yüzü. Büyük sözlüğe göre; ‘ismet’ ahlak kurallarına bağlılık, dürüstlük, temizlik demek, ama onu ters köşeye yatıran ‘arzu’su... Tartışmasız penaltıları vermemekle aslında görevinin hakkını verdi sadece! Tıpkı daha önce defalarca yaptığı gibi. Öyle bir yemin etmişler ki; dönemiyorlar çünkü.

17 Nisan 2007, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Çarşı ve Karşı‘’

Beşiktaş uğurlu nostalji formasıyla çıkarken, Fenerbahçe de saat 19.07’de sahaya çıkarak yapmıştı uğurunu. Zico’nun ‘kadro’ ezberini bozması, rakibin de kimyasını bozmuş gibiydi. Tümer ile ‘kaptanlık’ misillemesi de yapmamıştı. Siyah-Beyazlılar defansta eski Sarı-Lacivertli Mustafa Doğan’a, forvette ise ‘iğreti kaptan’ Nobre’ye bağlamıştı umutlarını. Gözler Ali Güneş’i de aradı doğal olarak! En azından ilk yarı öyle göründü.Beşiktaş taraftarı ‘akraba’ Ulusoy’u ikinci kez yönetmelik değiştirmek zorunda bırakmamak için olsa gerek, bağrına taş basıp küfretmekten vazgeçti.İki takımın tedirgin ve aşırı kontrollü futbolu, mücadeledeki tadı tuzu götürmüştü. Sarı-Lacivertliler kafa toplarını sektirmezken, en azından kaybetmemek zorunda olan Beşiktaş daha stresli bir görüntü sergiledi. Sarı-Lacivertliler oyunu basket deyimiyle ‘set’e çevirmeyi başarınca, ilk 45 dakika karşılıklı yoklama ve peşrev seanslarıyla geçti. Maçın üzerindeki ölü toprağını ‘Mehmet’ Aurelio’nun 18. dakikadaki, Fatih hocanın ‘sıyırtma’ tabir ettiği vuruşu kaldırdı. Ardından Nobre’nin vuruşu bir tek kişi hariç herkesin kimyasını bozdu; Serdar ‘Cool’bilge.37’de Nobre’nin ‘Mert’liği tutmasa maç o anda Beşiktaş’ın lehine dönebilirdi. Bir kaç dakika sonra Deniz, Ümit Özat’ın ortasına Vierra tarzı ‘şimşek vuruşu’ yaptı, ama topun canı auta çıkmak istedi. Nobre hakkını iki kez kullandı ama Tümer bunları Saracoğlu’na saklamayı tercih etti.56’da Delgado’nun vuruşunu Coolbilge bertaraf ederken, 69’da Deniz’in slalomla getirip, füzeye dönüştürdüğü top ‘Runjeee Runjeee’ engeline takıldı.78’de Ali Tandoğan ‘ahan da gol böyle atılır’ tarifi kılpayı kornere çıkarken, hemen bir dakika sonra Semih Wesson fileleri havalandırdığında, hakemin ‘OHsayt’ bayrağı ile rahatladı Siyah-Beyazlı tribünler.83’te sahanın en iyisi Aurelio’nun kaptırdığı topta azınlıktaki Beşiktaş forvetleri, çoğunluğu elinde bulunduran Fenerbahçe forvetini ‘gafil’ avlayarak devirince, Bobo Yogi’ye selamını yolladı.Fenerbahçe’yi geriye düşüren ama asla ‘geri’ düşüremeyecek bu gol, sıkıntılı futbolun tek meyvesiydı. Artık kozlar Çarşı’da değil, Karşı’da paylaşılacak.

12 Nisan 2007, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ya tersi olsaydı?‘’

Fenerbahçe, boş verin ittifakları müttefikleri, rakiplerinin yerlerde sürünen ‘mübah’ çıtasına ve hatta kendisine rağmen bile hâlâ liderlik koltuğunda.Sistemle uzlaşmadığı, onlara biat etmediği ve oyunu kuralına göre oynamadığı için çok ağır bedeller ödedi. Görünen o ki, ödemeye de devam edecek. Çünkü ‘Uyutulan Dev’in narkoz etkisinden çıkıp biraz kıpırdanması bile fincancı katırlarını çok fena ürküttü. Kendi gücünün farkına varıp bir de ‘büyük yürüyüş’ hayalleri eklenince Fenerbahçe nefreti pompalamak tek çare oldu.İçeriden ve dışarıdan akıllara ziyan iftiralarla karalamak, ekranlardan, köşelerden kompleks kusmak trend haline geldi. Fenerbahçe’yi katleden hakemler kutsandı, terfi ettirildi, kokartlandırılıp onurlandırıldı. O’nun lehine sayılabilecek en küçük bir hata yapanlar, kamuoyu önünde infaz edildi.Şöyle minik bir beyin jimnastiği yapalım mesela; Beşiktaş’ın penaltısı verilmeyip, Fenerbahçe’ye uyduruk bir penaltı çalınmış olsaydı. Bıçakcı Federasyonu Akaretler’de değil de, Dereağzı’nda kurulmuş olsaydı, Aziz Yıldırım, federasyon başkanı seçilen zat havalara fırlatılırken, yanıbaşında sevinç gözyaşı dökseydi.Hakem faciasıyla kazandığı kupayı kulpundan tutup apar topar hastaneye götürseydi.Geceyarısı federasyon başkanının evine çıkarma yapıp ‘gazamız mübarek olsun’ deseydi.Fenerbahçe, şampiyonluğu son maçta kaçıran değil de, 16 dakikada kazanan taraf olsaydı. “Fenerbahçe’nin hedefi filan takımı şampiyon yapmamaktır” diye ‘Fair-Play’ demeçleri verseydi. Utanç sofralarında, ittifak yemekleri yeseydi. Devleti, derin devleti, siyaseti, medyayı arkasına alıp, Avrupa Kupası maçları için, lig müsabakalarını erteletseydi. O figürlere posterlerinde bile yer verseydi.Önce parmak atan futbolcusunu savunup, sonra parmak atılanı transfer edip, bir de kaptanlık pazubandı taksaydı.Mesela stadını kendi kaynaklarıyla yapmak yerine, milletin arazisini gasp edip, devlet kasasından yaptırsaydı.O kadar acıları sindirmiş olan Fenerbahçeli, bu utançları sindirebilir miydi? Bu şekilde gelen şampiyonlukları kutsayabilir ya da kutlayabilir miydi? Neredeyse bu kulübün futbolcusunun parasını tam zamanında ödemesi bile suç.Fenerbahçeliler bu düzenle uzlaşmak değil, tam tersine yerle bir edecek kapasitede, mücadeleci ve cevval bir takım istiyor.Sistemin takımı değil, sistem takımı olarak.

09 Nisan 2007, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’İyi başladı, kötü bitti‘’

Kayseri'de futbol adına her şey vardı; saha, dolu tribünler, mücadele ve asla çirkinleşmeyen/çirkinleştirilmeyen şölen havasında bir maç. Biri şampiyonluk, diğeri Şampiyonlar Ligi peşinde.Yiğit düştüğü yerden kalkar misali, geçen sene Kayseri'de son dakikalarda düşen Fenerbahçe, bu yıl acaba oradan mı dirilecekti? Yoksa tarih tekerrür edecek ve rakiplerine umut mu aşılayacaktı?İki takım da maça çok dikkatli ve dengeli bir oyunla başladı. Ancak kısa bir süre sonra orta saha hakimiyeti 'sabır' üstünlüğü sergileyen Sarı-Lacivertli kramponlara geçti.Dakikalar 10'u gösterirken, Deniz'in bıraktığı 'seken top', Gökhan'ın kafasından 'yakan top'a dönüşebilirdi. Ardından Alex'in sezonun 'ilk frikik' golünü atma teşebbüsü, kalecinin eldivenlerinde eridi. Ardından Lugano'nun sağ ayakla 'sermest vuruş'u 'kılpayı' engeline takıldı. 13. dakikada Alex de SONSUZA, ölçüp biçip ortaladığında 'itirazcı' Tuncay'ın mükemmel kafa golü geldi. Ancak bu gol Kayserisporlular'ı değil, Fenerbahçeli futbolcuları panikletti. Sanki mağlup duruma düşen Sarı-Lacivertliler’di. Hani hem sürat yapıp, hem de direksiyonda kasılan sürücüler gibi.Ardından ev sahibi takımın bir dakika içinde iki yüksek yüzdeli girişimi Serdar 'Coolbilge'nin eldivenlerine takıldı. Gökhan'ın ayakları da tıpkı Kejo'nunki gibi birbirine dolandı maç boyunca. Soyunma odasına galibiyetle gitmeye maçın Mehmet Topuz ile birlikte en enerjik adamı olan Uğur Boral'ın itirazı vardı. Toledo ile gelen beraberlik golü, trajikomik bir hatalar manzumesiydi. Boral, inancını kaybeden rakibine umut aşıladı. İkinci yarı başlarken Fenerbahçe tedirgin ve moralsiz, Kayserispor ise fiyakalıydı. Appiah-Deivid değişikliğiyle orta sahası düşen Sarı-Lacivertliler, rakibinin istekli ve ısrarlı gol girişimlerine ancak 70. dakikaya kadar direnebildi ve kendi kendini geri düşürmeyi başardı. O andan itibaren de panik atak futboluna döndü Fenerbahçe; havanda su döven etkisiz, çaresiz ve eksik teşebbüsler.90 artıda Mehmet Topuz direğe takılınca, suskun ve tartışılan adam Deivid durumu eşitliğe taşıdı. Ölümü görüp sıtmaya razı olan Fenerbahçe, 'bayram'ı yine kendine saklarken, takipçisine de 'arife' morali aşıladı.

08 Nisan 2007, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Al İttihâd Seferi‘’

Görmeyenin inanmasını imkansız kılan olağanüstü duygu yüklü bir manzaraydı. Yeri yerinden oynatacak güçte, görkemli bir Sarı-Lacivert bayramı yaşandı Halep’te ki; tarifler ötesi bir tarif gerektirir. Gelişi de gidişi de izdihamdı Fenerbahçe’nin.Organizasyon işkencesi keyifleri kaçırmaya yeterli olmadı. 56 yıl sonra yaşanan ikinci vuslat, Suriye’nin dışa açılma hamlesinin ve iki ülke arasındaki dostluğun ‘başlama vuruşu’ydu. Yani ‘futbol asla sadece futbol değildir’ söylemini kalın harflerle insanın beynine, yüreğine dövme gibi işleyen bir hâl.Manchester United’ın, Barcelona’nın, Real Madrid’in Uzakdoğu seferlerinden çok daha derin ve tarihi anlamlar içeriyordu bu Ortadoğu Seferi. Potansiyel, akıllara sığmayacak kadar büyük. O nedenle Suriye ile sınırlı kalmayıp, Mısır’a, İran’a, Türk Cumhuriyetleri’ne ve Balkanlar’a da uzanmalı Fenerbahçe. Suriyeliler, Türk Futbolu’nu şaşırtıcı derecede yakından takip ediyor. Her yaştan Türkmeni, Kürdü, Ermenisi, Arabı, Alevisi, Sünnisi ve Hristiyanıyla ‘Ulusoy İstifa!’ diye bağırabilecek kadar ‘farkındalık’ sergiliyorlar. Al İttihad, Suriye ekonomisinin başkenti sayılan 3.5 milyonluk Halep’in takımı. Aynı zamanda ülkenin en çok taraftara sahip kulübü. 75 bin kişilik Olimpiyat Stadı’na hınca hınç 100 bin kişi doldu, en az 30-40 bin kişi de dışarda kaldı. İttihâd; sözlük anlamıyla ‘birleşmek, birlik oluşturmak’ demek. Bu kavramı zaten en iyi Fenerbahçeliler bilir. ‘İttifak’ ise ‘anlaşma, uyuşma, bağlaşma’ anlamına geliyor ki; onu da en iyi Fenerbahçeliler bilir. Bizim ülkemizde bazen ‘ittihad’ galip gelir, bazen de ‘ittifak.’ Biri onur ve gurur vericidir. Diğeri onur kırıcı ve utanç verici. Biri tribünlerde mertçe meydan okuyarak haykırır, diğeri yemek masalarında, geceyarısı ‘gazâ’ ziyaretlerinde sinsice ve pişkince kotarılır. İttifak zehir ise İttihad da panzehir. İttihâd Fenerbahçe’ye yakın ve sıcak, ittifak olabildiğince uzak ve tuzak. Biliyorlar ki, ‘Birlik’ ne kadar güçlü olursa, ‘Bağlaşma’ o kadar kolay dağılacak. Ligin sonundaki şampiyonu da işte bu iki kavram arasındaki çekişme belirleyecek?Halep orada kaldı, ama arşın hâlâ burada!

07 Nisan 2007, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Puan farkı sıfır‘’

'Vahiy geldi’, ‘malum oldu’, ‘yukarıdan mesaj aldım’ gibi abuklukları bir yana bırakalım. ‘Puan farkı aslında bilmem kaç’ gibi ucuz ve utanç verici polemikleri de şimdilik yok farzetmek gerek. Zaten herkesten ve her şeyden önce, puan cetvelini unutmak zorunda olanlar Fenerbahçeli futbolcular. Geçen seneki travmayı yaşamamak ve yaşatmamak adına yöneticiler de, takım menaceri de, taraftarlar da var güçleri ile futbolcuları puan farkının ‘0’ olduğuna inandırmak mecburiyetindeler. Asbaşkan Ali Koç “Son 3 maça en az 9 puan farkla girmek zorundayız” diye kesin ve keskin üslupla kesip atarken, herhalde bir şeyleri çok iyi bilerek konuşuyordu. Çünkü kendi şampiyonluklarını şimdiden ilan edip kutlayan Av. Levent Erdoğan da, sezon başında ‘Fenerbahçe’yi şampiyon yapmamak’ gibi büyük ve kutsal bir hedef koyan Başkan Yıldırım Demirören de bir şeyleri çok iyi bilerek konuşuyor. Ancak bence Ali Koç, kötümser değil tam tersine çok iyimser. Bence son 5 maça en az 15 puan farkla girilmeli. Çok belli ki; etik(!) sofrasında imzalanan ‘Papermoon Protokolü’ daha uzun süre geçerli kalacak.Artık futbolcuların da, teknik heyetin de hiçbir mazereti yok. Bütün güçlerini ve yeteneklerini, en üst düzey motivasyonla sahaya yansıtıp, geçen senenin hesabını kapatma mücadelesine kilitlenmeye mecburlar. Bu tabii ki kolay olmayacak. Her maça ayrı bir final gözüyle bakmak, sahaya öyle çıkmak ve ona göre oynamak kaçınılmaz bir görev. Tansiyon yükseldikçe ve son dönemeç yaklaştıkça, o çok tanıdık faktörler yine sırıtkan ve arsız yüzünü gösterecektir. ‘Büyük Yürüyüş’ün önüne her türlü engel, bariyer çıkartılacaktır. Hâlâ bundan kuşku duyanın aklından şüphe ederim. Ancak isteseler de istemeseler de bütün ipler şu anda Fenerbahçe’nin elinde. Şampiyonluk kaçarsa, her şeye rağmen tek sorumlu Fenerbahçe’dir.Keyfi ve standardı olmayan kararlarla güvensizlik batağına çekilen ve acınacak hale getirilen ülke futbolunun ‘değiştim’ diyen değişmeyenlerinin, dünü ile bugünü arasındaki fark da sıfır. İttifakın dünü ile bugünü arasındaki ahlâk farkı da. Duruş olarak negatife doğru seyrettikçe, bilançoların pozitif verebildiğini çok önce keşfettiler çünkü. ‘Yüzüncü Yıl’ın ‘Hüzüncü Yıl’a dönüştürülmesi arayışlarını boşa çıkarmak her Fenerbahçeli’nin boyun ve gönül borcudur. Öncelikle de ‘çubuklu’ formayı sahada terletenlerin. Puan 200. yılda bile hep ‘0’ olarak kalsın, peki ya diğer farklar?

26 Mart 2007, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’İtirazcı ve itirafçı‘’

Havadan, 5 kuruş para ve emek harcamadan milletin arazisini hortumla, üstüne de 52 bin kişilik ve 120 milyon dolarlık bir stadı devlete yaptır, sonra bir de hayıflan. Tarih bu peşkeş skandalına ön ayak olanlara da, onay verenlere de, sessiz kalanlara da gereken dersi verecektir. Hadi bazı Galatasaraylı yazarların komik gayretkeşliklerini, ilkokul matematiğini bile inkar eden garip hesaplama formüllerini ‘alaylı’ oluşlarına yoralım. Peki ‘mektepli’ olanlar onlardan farklı mı? Bunlar ya gerçekten hesap bilmiyorlar ya da milleti aptal yerine koyan ‘alaycı’ bir ittifak halindeler. Biri, asıl mağdurun Galatasaray olduğunu ve Ali Sami Yen’in devlete peşkeş çekildiğini, bir diğeri de devletin ve milletin bu işten yüz milyonlarca dolar rant sağladığını savunabilecek kadar fütursuzlaşabiliyor.Mesela gözü Fenerbahçe nefretiyle körelmiş bir şahsiyet, attığı onca ‘ispatlı iftira’ yetmezmiş gibi, Aziz Yıldırım’ın bu hortumculuğa, peşkeş usulü haksız rekabete yönelik itirazını “arsızca ihtiras” diye niteliyor. Hatta yetinmeyip “Ben yaşayayım, rakiplerim ölsün” mantığı gütmekle suçluyor. Sen, arsızlığın tarifini yapabilir misin Abidin? Hem de defalarca tescil edilmiş olmasına rağmen. Senin kulübünün başkanı değil miydi “Bizi sevmeyen ölsün” fermanıyla literatüre geçen? Çelişkiler ve garip ilişkiler yumağı.Hadi hep birlikte soralım: “Galatasaray’ın maçlarını Ali Sami Yen’de oynamasından devletin, milletin, vatanın zararı nedir? Ya da ondan 3 km ötede yani Seyrantepe’de oynamasının vatana millete getireceği fayda ne olabilir?” Neyse gelelim Seyrantepe’deki ‘emlakçılık hayalleri’nin suya düşmesinden sonra, Galatasaray Divan Kurulu Toplantısı’nda ortaya saçılan ama gözden bilerek kaçırılan müthiş itirafa. Sayın Hayri Kozak, kürsüden Canaydın yönetimini suçlarken, Yıldırım’ın engellediği rantın boyutlarını da ortaya döküyor. Diyor ki; “O arsanın bir bölümünün devlete ücretsiz geri verilmesi yüzünden Galatasaray 1 milyar 320 milyon dolar zarara uğratılmıştır.” Kimin arazisi kime ücretsiz devredilmiştir? Galatasaray devrettiği arsayı ücretli olarak mı almıştır? Yani bedava stad yetmemiş. Peki Ali Sami Yen arazisi ve stadı Galatasaray’ın tapulu malı mıdır? Dahası kira bedelini aksatmadan ödemiş midir, yoksa ödemediği için 49 yıllık kullanım sözleşmesi iptal noktasında mıdır? Fenerbahçe işte böylesine bir peşkeş rantını tek başına mücadele ederek engellemiştir. Tek ‘itirazcı’ Aziz Yıldırım’dır. Fulya’da onlarca dönüm araziyi benzer bir keyfiyetle envanterine geçirenler de, herhalde susarak diyet ödüyor şimdi. Tapulu tek arazisi olmayan bir kulüp forma forma, kombine kombine, Türkiye’nin en ağır ekonomik krizini yaşadığı dönemde 80 milyon dolar harcayıp stat yapacak. Makete 14 milyon dolar veren, hovardalığı bile sorgulayıp hesaplaşmayan bir kulüp de, tek kuruş harcamadan 55 bin kişilik stat sahibi olacak. Garip hesaba göre, arazi milletten olacak, devletin kasasından 120 milyon dolar para çıkacak, ama devlet ve millet kârda olacak! Bu garip ısrar bir başka merakımı da tetikliyor: Acaba Ali Sami Yen’in yerine yapılacak iş merkezi ile Seyrantepe’deki stadın yapımını hangi firma ya da firmalar üstlenecek? Asıl kıyağın kime yapıldığı o zaman iyice belli olacak. Ama herkes iyi bilsin ki; bu hortumculuğun hesabı sandıkta sorulur.Yok öyle!

21 Mart 2007, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI