‘’Düzene çekidüzen!‘’
Fenerbahçe’nin zaman zaman kendi ayaklarına da dolanarak, hatta kendisine rağmen ulaştığı bu şampiyonluk, Türkiye’deki mevcut futbol düzenine ve onların şımarttıklarına atılan okkalı bir şamardır. Federasyonun akıl ve vicdan dışı uygulamalarının yarattığı güvensizlik ortamı ve adalet duygusunun her hafta zedelenmesi, istisnasız bütün takımların taraftarlarını sinir küpü yaptı, şiddeti körükledi. İnsanlar o kadar bezdi ve yıldı ki; herkes ‘bu lig bitsin de nasıl biterse bitsin’ noktasına geldi.Denizli sendromundan sıyrılabilmek o kadar kolay değildi. Yönetimin de, camianın da, futbolcuların da ayarı kaçmıştı. Futbolcular kritik eşiklerde takıldıkça, tribündeki taraftar da defalarca krizin eşiğine geldi. Birbirine taban tabana zıt, haftadan haftaya değişen git-gel halleri, insanları şizofreni noktasına taşıdı.Fenerbahçe artık sathı müdafa anlayışından sıyrılıp, hattı müdafaya geçmeli. Çok ciddi bir özeleştiri yapılmalı, hatalardan herkes kendine düşen dersi çıkarmalı. Bir an önce de yeni strateji belirlenip o doğrultuda bir takım yaratmak için harekete geçilmeli.Fenerbahçe’nin kurumsallığı artık bunu gerektiriyor. Artık duygusal, popülist ve keyfiyete bağlı yap-boz düzeninden sıyrılıp, bir ekol benimsenmeli. Sonra buna göre kısa, orta ve uzun vadeli planlar yapılmalı. Tabii kriz yönetimi için B ve C planları da her daim cepte olmalı. Bu strateji için en uygun zemin ve zaman şimdi. Ne istediğini, ne istemediğini, ne hedeflediğini, nasıl mücadele etmesi gerektiğini ezberine alan, bundan taviz vermeden kararlı ve ısrarcı şekilde ‘büyük yürüyüş’e kilitlenen daha soğukkanlı bir yapı.Çünkü kalkınma önceliğinden, kurumsallık önceliğine geçiş zamanı gelmiştir artık. Fenerbahçe’nin kendi hastalıklarından kurtuluş mücadelesi, aynı zamanda Türk futbolunun da kurtuluş mücadelesidir. Dengesizlikler ve densizlikler üzerine oturtulan sözde dengelere boyun eğmemek, Sarı-Lacivertli kulübün hem boyun hem namus borcudur. Yönetim ‘havuz gelirlerinin eşit paylaşılması’ konusunu ısrarla gündemde tutmalı, ‘ligden çekilme’ konusunu da mutlaka Genel Kurul’a taşımalıdır. Çünkü şampiyon olmasına rağmen bu kulubün taraftarlarının, artık sabrı da tahammülü de kalmamıştır.Bu ‘düzene çekidüzen’ verebilecek tek güç ve tek umut Fenerbahçe’dir. Gereğini de yapmalıdır. Ama bunun yolu önce kendisini yenmesinden geçiyor.
‘’Sonsuz ol‘’
Ülke ile kaderleri örtüşür Fenerbahçe’nin oldum olası. Biri krize girer, diğeri de. Biri istikrar yakalar diğeri de. Biri bunalım yaşar diğeri de, biri bulutları dağıtır diğeri de. İzmir mitingi ile İzmir maçının örtüşmesi, bu garip tesadüfler silsilesinin iğne deliğiydi. Duyuları da organları da paramparçaydı Fenerbahçeliler’in... Kalpler ve gözler Atatürk Stadı’nda, kulaklar Bursa’daydı. Daha 2. dakikada, haftalardır maşallah dedirten Serdar Coolbilge, hatalar silsilesi sonucunda Hüseyin’in kafa vuruşunda nazara gelmişti. Dejavu sendromu yaşayan Fenerbahçeliler’i Şanlı Tuncay daha iki dakika geçmeden seri çalımlar, cetvel gibi vuruşla teselli etti.Çimler topu öldürmekte ısrar edip, oyunu ‘slov moğşın’a döndürmüş, arkasına aldığı İzmir imbatı bile Fenerbahçe’yi hızlandırmaya yetmemişti. Bordo Mavililer UEFA şansı, Sarı-Lacivertliler ise geçen yılın gönül yarasını sarıp ve tahribatı onarma derdindeydi. Belki Galatasaray olsa ilk yarım saatte 4-0’ı bulurdu ama Fenerbahçe ilk kornerini ancak 37’de kullanabildi. İlk yarı böyle biter derken, Yattara kendisine yapıyan faulün cezasını yine kendisi kesti. Duran top ve dalgınlık hastalığı nüksedince Trabzonspor bir kez daha öne geçti. Dakikalar ilerledikçe kulakların biri de Sivas’a odaklandı doğal olarak. Tribünler Sarı-Lacivert’e tutuklu kalmış, ama bel bağladıkları kramponlar tutukluk yapmıştı. Bu sezonun ilk golünü atmanın sevinciyle meşgul Hüseyin 74. dakida Semih Wesson’u biçince, Fenerbahçe penaltıyı kazandı ama frikik gollerini unutturan Alex de Sonsuza, UFO avına çıktı. Fenerbahçe’nin ayarı kaçmıştı çünkü bir kere ve ateşlemeye hiçbir şey yetmiyordu. Bitime 5 dakika kala saç baş yolduran Deivid, yine Kayseri’deki gibi ‘kader adamı’ oldu. Düzene çeki düzen verecek Sarı-Lacivert devrim, 3 dakikalık duraklamaya geçen seneki engellemeye, bütün çirkinliklere, hatta kendine rağmen, travmayı atlatıp hesabı kesti. Kaldığı daha doğrusu durdurulduğu yerden ‘devam’ dedi.Etik kaygılarla turu Mecidiyeköy’e bırakmadı. Sezonu da kendisini de kendi taraftarını da bitirdi. Ömür boyu kendine yet ve hep sonsuz ol Fenerbahçe!
‘’Zafere Kaçış!‘’
Yaşı 40'a yakın ya da üzerinde olanlar için unutulmaz bir klasiktir o Pele’li, Ardiles’li film. Nazi kampındaki esirlerle, Almanlar arasında propaganda maçı tasarlanır. Amaç esirleri yenip, kendi güçlerini dünyaya bir kez daha duyurmaktır. Tabii hakemler de, tribünler de silme Alman’dır doğal olarak. Çünkü aslında her şey bir kurgudan ibarettir. İstenen ve beklenen tek bir sonuç vardır ve ondan sapma olmaması için her çirkinlik denenecektir.Esirlerin yüzü gözü dağıtılır, kasten sakatlanırlar maç içinde. Onlar rakiplerine dokunmadan faul düdükleri çalınır. Önce senaryo gayet güzel işler. Sonra soyunma odasında Pele hırs dolu bir konuşma yapar. Kaçış planını erteleme pahasına ikinci yarıya çıkarlar. Aleyhlerindeki bütün faktörleri de, rakiplerini de yenerek kurguyu ters yüz ederler. Tribünlerdeki seyirciler bir insan koridoru oluşturarak onların kaçışına yardım ederler.Fenerbahçe yıllardır bunu yaşıyor. Türk futbolunu esir alan utanç kurgusunu kırıp parçalamaya çalışıyor. Onların propagandistleriyle de baş etmeye çalışıyor. Savaşlar barış, barışlar savaş diye yutturuluyor. Eğer geçen sene şampiyonluğu alabilseydi, bu lanet zincir kırılacaktı. Orada rakiplerine değil, kendisine yenildi.Bazıları buna sıklıkla ve kasten ‘ilahi adalet’ deyip, bir ayıbı maskelemeye çalışırken, Allah’a bile iftira atabilecek kadar ileri gidebildiler. Denizli zelzelesi bütün camianın kimyasını bozdu, eski düzen rantiyelerini heveslendirdi. Takımın hocası da, kurgusu da, bazı kilit oyuncuları da değişti. Bu sezonun senaryosu Papermoon’da zaten protokole bağlanmıştı. Öyle ki, ortalamanın altında bir zeka bile, sadece fikstüre bakarak her şeyi rahatlıkla anlayabilirdi. Fenerbahçeli futbolcular, kendilerine yapılanlara, sahada direnmek yerine daha çok ‘çanak tutan’ bir görüntü sergiledi. Tribünlerdeki beyaz öfke, her an kendilerine dönebilecek türdendi. Sarı-Lacivertliler'in en büyük şansı, yol verilecek takımların da aşırı kötü oluşuydu.Bu sezon İnönü’deki kader derbisi dışında hiçbir kritik eşiği aşamayan Fenerbahçe, futbolcusu, taraftarı, yönetimi ve camiasıyla, 3 haftalık bir dayanaklılık ve sabır testinden daha geçirilecek. Bütün bunların sonunda şampiyonluk gelirse eğer, bu filmin adı ‘Zafere Kaçış’tır.
‘’Tümer'in gecesi‘’
Bir yanda hem kazanmak hem de kaybetmemek zorunda olan bir Beşiktaş, bir yanda onu zorla şampiyonluğa ortak eden ve sadece kaybetmemek durumunda olan bir Fenerbahçe...Sarı-Lacivertliler oyuna rahat ve sabırlı başlarken, Siyah-Beyazlılar zaman zaman panik atak geçişler yapan aşırı kontrollü futbolu seçtiler.Daha maçın hemen başında Alex ve Tümer arasındaki ‘solak kombinasyon’da top Gökhan Zan’ın ayağına yapışmayıp içeri ya da dışarı sekse mutlak goldü. Bundan 9 dakika sonra Nobre’nin yaptığı ‘ilk yoklamada’ Serdar Coolbilge sinir bozan soğukkanlılığı ile ‘buradayım’ dedi. Tuncay’ın ‘aşırtma’ pasına ‘Sırp kafiye olsun diye’ önce şaşırtma sonra aşırtma vuruş yapan Kejo, ‘Runyee,, Runyee’ yaptığında dakikalar henüz 12’yi gösteriyordu. Hemen ardından şok halinde saldıran Beşiktaş, Burak ile iki kez daha yokladı. Yeşil sahaların Bâki ‘dokunulmazı’ Kejo’yu ceza sahası çizgisi üzerinde biçtiğinde, Fırat Aydınus düdük yerine ıslık çalmayı tercih etti. Ardından Appi’nin sol ayaklı şaşırtması yan ağlara takılırken, Delgado’nun çaprazdan şaşırtması direğe sıyırtma yaptı. İlk yarının son dakikasında Toraman İbrahim’in vuruşu, Coolbilge’nin mıknatıslı eldivenlerine takıldı. Aklı kupa maçındaki pozisyonlarda kalan Alex’in akordu bozulmuştu ama Tümer klonlanmış gibi sahanın her yerindeydi. İkinci yarı başlarken, bütün Fenerbahçeliler’in aklında aynı soru vardı; bayan basket, erkek basket ve bayan voleybolda peş peşe gelen mağlubiyetler, acaba bir kayıp haftasının öncü depremi miydi? Nitekim bu yarının hemen başında kaygılar daha da güçlendi. Fenerbahçe davetkâr ve durgun, rakibi ise olabildiğince istekli ve saldırgandı. Beşiktaş 5 dakika içinde sağlı sollu kullandığı atışlarla Fenerbahçe’yi ‘korner manyağı’ yaptı. Başta Baki olmak üzere Siyah-Beyazlı defans oyuncularının tamamı forvet kimliğine bürünüp, titreklikten kükrekliğe geçtiler.İkinci yarıdaki hakem artık Aydınus değil ‘Ayıpus’tu. Görmezden, bilmezden ve duymazdangelirkişi kimliğine büründü. Birbirinden ilginç ‘sorry’ kartlar çıkardı. 60’tan sonra Rus ruletine dönen oyunda şans bu kez Beşiktaş’ın yanında değildi. Uzatmanın ilk dakikasında ‘Rolex de Sonsuza’ karşı karşıya bomboş pozisyonda golü atamayınca, korku ve gerilim dolu 3 ‘acaba’ dakikası daha yaşandı. Kejo’nun Trabzonspor maçında cezalı duruma düşmesi, kazanç gecesinde tek kayıbı oldu Fenerbahçe’nin.
‘’Fener'in son şansı‘’
“Türkiye Kupası’ndaki maçlara bakıldığında derbi öncesinde Sarı-Lacivertliler bir adım önde gibi gözüküyor. Ancak Denizli ve Manisaspor karşılaşmaları inancı yıkan bir görüntü çizdi”1- Bu maçı Beşiktaş kazanırsa ne olur? Fenerbahçe kazanırsa ne olur? Berabere biterse ne olur?Fenerbahçe bu maçı alırsa, puan farkı 5’e çıkar ki; çok büyük olasılıkla ipi de göğüsler. Kupa yarı finalindeki havasıyla bunu başarır gibi gözükse de, Vestel ve Denizli karşılaşmalarından yansıyan tablo, Fenerbahçe taraftarının inancını ciddi ölçüde erozyona uğrattı. Bu sonuçlar, Beşiktaş üzerinde tam tersi etki yaptı ve onları şampiyonluğa iyice inandırdı. Yani kendini bir türlü motive edemeyen Fenerbahçe, rakiplerini ve camialarını motive etmekte hiç zorlanmadı. İşi buraya kendisi getirdi, rakiplerini hep pota içinde tutmayı başardı. Bu, artık büyük ölçüde son şansları. İnönü’den 3 puanla çıkarlarsa, kendilerini affettirmiş olurlar. Maçı Beşiktaş kazanırsa, bunun yarattığı duygusal tahribat ve camianın içinde bulunduğu gerginlik, Fenerbahçe’yi 3.’lüğe kadar sürükleyebilir. Çünkü hemen ardından peş peşe 2 büyük maç oynayacak olan takım Fenerbahçe. Kaldı ki bu durum Galatasaray’ı da ciddi anlamda yarışın içine sokacaktır. Ancak Beşiktaş onlarca hafta sonra gelen liderliği bu moralle kolay kolay kaptırmaz.Berabere biterse kârlı taraf yine Fenerbahçe olacaktır. Fakat bu köprünün altından daha çok sular akar.2- Genelde şöyle bir düşünce hakim: Kadıköy’de Beşiktaş, İnönü’de Fener kazanır? Sizce bu teamül devam eder mi?Elbette bir gösterge olmakla birlikte futbol, istatistik değildir. Bunun uğur ya da uğursuzluk, ters ya da düz gelmek gibi şeylerle alakası yok. Futbolcuların psikolojileri ile birebir örtüşen bir durum. Psikolojik olarak rahat olan, o rahatlığı sahaya da yansıtıyor. Neticede futbol matematik ve fizik değil, tam anlamıyla bir kimya işi. Eğer kimyanız bozuksa, futbolunuz düzgün olamaz. İnanmadan vurursanız, inanmadan gider vurduğunuz top. Gözardı edilmemesi gereken bir başka önemli unsur da; Beşiktaş’ın hem kazanmak ve kaybetmemek zorunda olması, Fenerbahçe ise sadece kaybetmemek zorunda olan takım. Bu da iki takımın psikolojisini dengeliyor.3- Bu maçın Fenerbahçe açısından kilit adamları kimler olur?Bu maçın kilit adamları Lugano, Alex, Tuncay, Tümer ve oynamayan Aurelio olur. Appiah tribüne oynamaz, Kezman da istediği pasları alır ve küsmezse sonuca direkt etki edeceklerdir. Tümer’in de son maçla birlikte Beşiktaş sendromunu atlattığını ve daha rahat oynayacağını düşünüyorum. Bu oyuncular sinirli değil, hırslı ve istekli olurlarsa kilidi çözerler.4- Fırat Aydınus doğru seçim mi? Ondan nasıl bir yönetim bekliyorsunuz?Aydınus, Beşiktaşlılığı herkesçe bilinen bir hakem. Bu maça atanması bence hata. Federasyon ile Fenerbahçe arasındaki gerginlik devam ederken, kör parmağın kör gözüne bir atama oldu. İlginç tarafı Fenerbahçeliler, tıpkı Selçuk Dereli gibi bu maça da ‘Kartal Fırat’ lakaplı Aydınus’un atanacağını günler öncesinde tahmin ediyordu. Bu nasıl oluyor? At izi, it izine işte böyle karışıyor. Adalet duygusu sadece atamalarla bile zedelenebiliyor. İnşallah sonuca etki eden bir hata yapmaz.
‘’Ayıbın ötesi!‘’
Fenerbahçeli daha ne yapsın? Bir yanda kendileri dışında herkese umut dağıtan bir takım, diğer yanda bildiğiniz ‘kirli’ ittifak. Taşıdıkları formanın, kulübün, yöneticilerin ve taraftarlarının nasıl bir mücadelenin içinde olduklarını bir türlü kavrayamayan, anlayamayan, farkına varamayan futbolcular... 100. yılda bezgin, gezgin, yılgın, hırstan ve inançtan yoksun halleriyle, ittifaka gönüllü ‘müttefik’ olmanın ötesine geçemediler bir türlü. Fenerbahçeli dışındaki herkese moral ve inanç aşılarken, kendi taraftarlarına hüzün ve kalp ağrısı yaşattılar. Futbol cinayetinin suç ortağı oldular bir anlamda.Rakipleri sezon başından beri ‘Sen kop git, uzak ara şampiyon ol’ diye yapmadıklarını bırakmadılar, onlar da ‘Aman ne gerek var, sizsiz olmaz’ deyip bonkörce ikramlarda bulundular.İşte son maçın bilançosu: Denizlispor’un belki düşmesini engellediler, Beşiktaş’ı iyice hırslandırdılar, Galatasaray’ı yeniden potaya sokarken, kendilerini ve camiayı da kaosun içine sürüklediler. Ha geçen sezonki ‘son 16’ dakika, ha bu maçtaki ‘son 17’ dakika. Ne ibret ne de ders alan varmış meğerse. Garip bir çelişki.Sarı-Lacivertli renklere gönül veren milyonlarca insanın ve yönetimdeki mücadele ruhunun binde birini bile sahaya yansıtamayan, kendilerine yapılanları bile hırs haline getirmeyen bir takım olabilir mi? Bırakın paralel gitmeyi, bu kadar mı zıt olur bir kulüp ile bir takımın karakteri?Bütün kırılma noktalarında hayal kırıklığı, bütün kritik eşiklerde taraftarını çıldırma ve yıldırmanın eşiğine getirebilme hoyratlığı çok enteresan. Futbolcular bu halleriyle, artık iyice azıtan ittifaka karşı verilen onurlu kavgayı da, sadece şampiyon olarak bu kirliliğe vurulacak onurlu darbeyi de bertaraf ettiler. Kavgayı ve anlamını bulanıklaştırıp, anlamsızlaştırdılar. Milyonlarca Fenerbahçeli ile birlikte kendi kimyalarını da bozdular. Bakalım kalan 4 haftada neler yaşanacak? Her şey bir yana, Fenerbahçe hiçbir şeyden çekmedi kendisinden çektiği kadar. Orhan Veli’nin Süleyman Efendisi ve ‘nasırı’ misali. Ona yazık olmuştu, umarım Fenerbahçe’ye olmaz. İttifakın beceremediğini, kendi kendine becermek üzere Fenerbahçe.Ve bu, ayıp ötesi bir ayıp olur ki; vebalini kimse taşıyamaz.
‘’Ligden çekilin‘’
Türkiye futbolunun yoluna ‘vatanseverlik’ söylemleriyle 15 yıldır mayın döşeyenler, sonunda amacına ulaştı. Önce bu oyunun ürettiği değerler iğfal edildi, son olarak da futbolun kendisi.Aslında geçen sene Denizlispor-Fenerbahçe maçına giden süreçte ve o maçta, bu çirkin yüz ilk kez bu kadar sırıtkandı. Haluk Ulusoy önderliğinde darağacına oturtulan futbolun taburesini prensi Selçuk Dereli tekmeledi.Ali Koç gibi ülkenin en görgülü ailesinden gelen tertemiz bir isim bile, kirlilikten çıldırma noktasına geldiyse konuşacak hiçbir şey kalmamış demektir. Fenerbahçe’nin tarihi, tıpkı bu ülke gibi içte ve dışta mücadelelerle doludur. Bu kulüp bu ülkeye hizmet için kurulmuştur. Sarı-lacivert renklere kin kusarak, linç ederek, katlederek, karalayarak ‘nefret’ pompalayanlara ‘dur’ demenin artık tek yolu kaldı; Fenerbahçe’yi ligden çekmek.Hayatlarını belki de bu renklere endekslemiş en az 15 milyon insanın psikolojisini allak bullak ettiler, tahammül sınırlarını aşıp, tehlikeli bir evreye getirdiler. Aynı şekilde karşı cepheyi de nefret dolduruşlarıyla saatli bomba gibi kurdular. Bu noktada Fenerbahçe’nin tarihi bir görevi var artık. Futbol üzerinden Türkiye’yi gerenlerin, çatışmaya sürükleyenlerin absürd komediye dönüşen bu oyununu boşa çıkarmak. Hem kendi taraftarlarının ruh halini korumak, hem Türkiye’nin diğer yarısını esir edildiği nefretten kurtarmak, hem de Türk futbolunun bu vesileyle önünün açılması adına, bu tepeden tırnağa kirli ligden çekilmek. Devlet, siyaset ve yetkili kurumlar yıllardır yaşanan futbol cinayetlerini hiçbir şey yokmuş gibi izlemekle ve kafasını çevirip ıslık çalmakla yetiniyorsa, yapacak hiçbir şey yok. Tıpkı Kurtuluş Savaşı’nda kendini feda etmesi gibi, futbolun kurtuluş savaşı için de kendini feda etmek durumunda. Bunun su götürür, sinir kaldırır, tahammül edilir yanı da lamı da cimi de yok artık. Bu işi ideolojik ya da mezhep çatışması noktasına sürükleyenleri durdurmak ancak böyle bir şokla mümkün.Fenerbahçe Yönetimi, Mustafa Kemal’in ziyareti nedeniyle 3 Mayıs’ta Anıtkabir’de yapılacak kuruluş yıldönümü yürüyüşünü, Temiz Bir Lig Mitingi’ne çevirmek için harekete geçmeli. Başkan Aziz Yıldırım, bütün Fenerbahçeliler’i bu yürüyüşe ısrarla ve ısrarla davet etmeli. İnsanların gelebilmesi için de bütün olanaklar seferber edilmeli.Öyle veya böyle sonuca bağımlı kalmadan, lig biter bitmez bu konuda çok ciddi bir karar verilmeli. Çünkü bu iş bambaşka boyutlara gidiyor ve sonunda bizim insanlarımız, dolayısıyla da Türkiye zarar görecek.Bütün bunlar için değmez mi?
‘’İtiraz mı, itiraf mı?‘’
Sezon başından itibaren defalarca yazdık, söyledik, altını çizdik. Böyle bir fikstür olamaz, olmamalı diye anlattık. Birkaç köşe yazarı dışında kimse umursamadı. Birileri de daha yeni yeni uyanıyor; lig biterken...Ligdeki her takım peşpeşe Beşiktaş-Trabzonspor-Galatasaray maçı oynamak gibi bir işkenceye maruz bırakıldı. Allah’a reva mıdır bu? Mesela Sakaryasporlu futbolcu olun da bu şeytan üçgeninden çıkın bakalım. Üç hafta üst üste olağanüstü motivasyon, konsantrasyon ve mücadele gerektiren maçlar silsilesi. Fizik de beyin de ister istemez iflas eder, cendereye girer, sakatlıklar, kartlar kaçınılmaz olur. En son Galatasaray’ın karşısına dağılmış helva sürüldü bütün takımlar.Sonrasında yine hakem tartışmaları. Entelektüel şiddet, Türkiye’de Türk olduğunu söyleyenleri suçlu ilan edecekti neredeyse... Aynı medyatik linç, uzun zamandır Fenerbahçe’ye ve Fenerbahçeliler’e reva görülüyor.Hakem atamalarına ve atayanlara bir bakın. Fenerbahçe aleyhinde ‘hata’ yapanlar, maçı katledenler el üstünde.. Onore ve taltif ediliyorlar, aldıkları maçlarla ödüllendiriliyorlar. Lehine olabilecek bir hata yapanlar sürgünde, isimleri bile unutturuluyor. Bu parametre, rakiplerin maçlarını yönetenler için tam tersine işliyor. Yani düdüğün içindeki nohut kadar ahlâkı ve vicdanı olmayanların oyununu, yine o nohut kadar beyni olmayanlar bile rahatlıkla anlayabilir. Hakem isimleri zamanından günler önce rakı sofralarında konuşuluyor. Hatta yönetecekleri maçın skoru bile söyleniyor. İsmet Arzuman’ın, Bülent Yıldırım’ın, Vedat Yüksel’in ve Çetin Sarıgül’ün seyir defterlerine bakın, üstüne MHK Başkanı Çulcu’nun açıklamalarını ekleyin, yoruma mahal bırakmayacak şekilde her şey apaçık. İşte yelkenleri bu rüzgârlarla şişiriyorlar, hakemleri böyle yönlendiriyorlar. Yemek ve temenni sabıkalısı bir yönetici de maçtan sonra, “Senaryo güzel yazılmış, uygulama güzeldi” diye üfürüyor. O senaryoları da, o uygulamaları da, tezgah meyvelerinin tadını da en iyi kendisi, arkadaşları ve kulübünün kalemşörleri bilir. Çünkü tam 15 yıldır ortaya konulan bu komedinin yakın sabıkalısı değilse bile en yakın tanığıdır.Çünkü Türk futbolu hâlâ o zaman yazılan senaryonun, o zaman ekilen tohumların tahakkümü altındadır. Başroldekiler de aynı, figürasyon da. Mekan da, mantık da hiç değişmedi. Birileri için ‘devr-i saadet’ ve ‘ikbal’ dönemiydi o günler. Şimdilerde o senaryodan hafif bir sapma olup, zor oyunu bozduğunda çeneler açılıyor. İftihar ettiği o sisteme ‘pişkin öykünmeler’ gönderirken iftiralara sığınıyor. Dahası itiraz maskeli itiraflarda bulunuyor.O kirli senaryonun tamamı yerle bir edilmedikçe Türk futbolu ne bir arpa boyu yol kat eder, ne de kurtulur. Fenerbahçe bunu yerle bir etmek için didinip duruyor yıllardır. Yani zat-ı muhteremin üfürdüğü gibi Fenerbahçe senaryo yazmıyor, birilerinin yazdığı rezil senaryoları bozmaya çalışıyor.