Bataklığı kurutmak!

Haberin Devamı ›
O koca yapının altı, sanılandan çok daha derin ve engin bir bataklıktı. Orta dereceli bir sarsıntıda yerle bir olabilecek, faciaya yol açabilecek kadar. Stadı inşa edebilmek zannedilenden çok daha meşakkatli oldu. Çünkü öngörülenin iki katı çelik-beton karışımı deprem kazığı çakılması gerekti; 18 yerine 33 kilometre. Hatta bazıları, çakıldıktan sonra yeniden sökülmek zorunda kalındı. Bu durum aslında, ilginç bir şekilde Fenerbahçe’nin içinde bulunduğu durumla da örtüşüyor, sanki onu sembolize ediyordu. Çünkü kulübün durumu da stadın zemininden farklı değildi. Dışarıdan çok ihtişamlı görünen, ama en küçük bir sarsıntıda bile yerle bir olabilen çürük bir yapı. İstikrarsızlığın, grupçuların, hizipçilerin, rantçıların bilerek bataklaştırdığı ve üzerine çöreklendiği kokuşmuş bir zemin. Şampiyonluklar bile kriz oluyor, en küçük sarsıntılar yıkıcı etkiler yapabiliyordu. Fenerbahçe aklını, vicdanını, renklerini, oylarını 600 bin liralık aidatlarını ödeyen grup ağalarına emanet edenlerin çoğunlukta olduğu fasit bir lanet çemberinin içindeydi.Kulübün yıllarca kanını emen, kaynaklarını israf eden bu bataklık kurutulmadan, stadın üzerinde bulunduğu bataklığa deprem kazıkları çakabilmek de olanaksızdı. Çünkü yıllarca kendi yarattıkları kaos bataklığından beslenen rantçılar ve yancıları, hatta onların medyaya sızmış beslemeleri her türlü bel altı oyunun içine girmeye hazırdılar. Yıllarca süren kuşatılmışlık ve istikrarsızlaştırma işgali altındaydı. Kader zannedilen bu kısır kader döngüyü kırabilmek, ancak acımasız bir yüzleşme, müthiş bir kararlılık ve mücadele ruhuyla, her şeyi ‘göze alabilmek’le mümkün olabilirdi. Kolay olmadı ama sonunda hepsi oldu. Her türlü oyuna, iç ve dış entrikalara rağmen, taraftarlarını da arkasına alarak, kendi devrimini gerçekleştirdi. Birazcık istikrar bile, grup çıkarlarını kulübün üstünde gören işgalcileri tasfiye etmeye yetti. Eğer o çelik ve betondan oluşan manevi deprem kazıkları çakılmasaydı, geçen seneki travmadan sonra, her şey darmadağın olurdu. Bu kulüp bir türlü hak ettiği gibi, gücüyle orantılı bir şekilde serpilip gelişemedi. Kanını emen rantiye oligarşisi, buna hiçbir zaman izin vermedi. Örtülü savaşların, sahte ve sinsi barışların içinde uyutuldu, yıllarca kaynakları heba edildi. Neredeyse bir asır sonra kendini bulmaya başladı. Oysa güçlü değilsen, gücünün farkında değilsen gerçek barış sadece bir hayaldir.Tarihin değil tekerrür etmesine, tereddüt etmesine bile tahammülü yok. Çünkü farkında olanların başlattığı ‘büyük yürüyüş’ devam ediyor. Ve Nâzım Hikmet’in dediği gibi; “Karanlıklara kar yağıyor!”