‘’Bir ‘Demeç' Tiyatro!‘’
‘Kankalararası piyasa’ böyle istediği için, işbirliği içinde böyle çarpıtıyor olan bitenleri.Mahkeme dosyasına girmiş su götürmez şike konuşmalarını gözardı edip, kalem ve kelam birliği halinde kurgulanmış meczup yalanlarına akvaryum lapini gibi atlamak da, işte öyle bir şey.Evinde ricayla ‘gâzâ’ toplantıları düzenlenen Bay Haluk’un, yatıp kalkıp “Fenerbahçe şampiyon olsun” diye dualar ettiği komedisini ortaya atmak da böyle bir şey. Haberlerin yerini ucuz ve polemik yaratacak demeçler aldığından beri, bu durum böyle.Yani Türkiye’de futbolun yeni adı: ‘Bir Demeç Tiyatro’. Ancak bu, komedi dizisinden çok, bir gerilim ve yüzsüzlük dizisi. Tribünleri germişsin, şiddeti pompalamışsın ne önemi var? Namınız yürüsün, cebiniz dolsun, sizi namlulara süren efendileriniz mutlu olsun yeter. Hal böyle olunca, bir gece içinde fırıldak duruşlar sergileyebilen ‘kazanmaya giden her yol mübah’ mantığının rüzgâr gülü centilmenleri de baş tacı. Şimdi anlıyorum ki; bize okulda her şey yanlış öğretilmiş. Gazetecilik gerçeğin yanında olmak, doğru sorular sormak sanatı değil, aklını, vicdanını ve mesleğini emanet ederek, ikbal karşılığında kârlı pazarlayabilme sanatıymış. Çünkü bu piyasada suyun başını onlar tutuyor, sözde en makbul adamlar da onların yancıları, devşirmeleri, yalakaları ve müritleri. Buna öykünen, aferin kuyruğunda bekleşen, dünden teşne bir yığın tuhaf yaratık da cabası. Bir Demeç Tiyatro’da bu sene roller değişmiş. Geçen seneki ‘ahlak sofrası’nda protokole bağlanan senaryonun gereği olarak, bu kez saldıran farklı, susarak aradan sıyrılmayı hedefleyen farklı. Sadece saldırıya uğrayan cephe hep aynı. Duruş takımı, duruş insanı olabilmek de tam böyle bir şey. Kötüler bir kere Yemen’e kadı olunca, suların bulanması, gerçeklerin ters yüz, kavramların da iğfal edilmesi kaçınılmaz bir sonuç. Tetikçiler ‘tetikçilik’ suçlamasında bulunuyor, amigolar ‘amigoluk’, yalancılar ‘yalancı’. Herkes bildiklerini susar, bilmediklerini konuşur.Bitmek bilmeyen ve asla bitecek gibi de görünmeyen Yalan Rüzgârları dizisi gibi. Rezilliğin, utanmazlığın, yüzsüzlüğün, kahpeliğin kol gezdiği, her şeyin satılığa çıkarılıp kutsandığı tuhaf bir düzen. Süper Lig çekim setine hoş geldiniz!
‘’İtirazcı‘’
Sevgililerini kırma pahasına asıl sevgiliye koşanların burukluğuna ilaç olmak ister gibi.Daha 41. saniyede Tuncay, açılmış baraj kapaklarından fışkıran sular gibi, arap tayı estetiğiyle aktı AZ Alkmaar ceza sahasına.. Vuruşu yaptığında maç yerine, saçlar koptu tribünlerde.. Alex’in frikik vuruşunda kendini hatırlatma ve sevgiliye hatırlatma çabası,Terim’in ‘sıyırtma tabir ettiği’ vuruşlardandı, sıyırdı ve auta çıktı. Kronik defans dalgınlığına karşı nöbetçi tek adam Edu’ydu, yalnız savaşçıyı oynuyordu o blokta. Adam daraltan savunma taktiği, Az Alkmaar’ın sık sık denediği ‘adam kaçırmaca oyunu’na yenik düştüğünde dakikalar ilk çeyreğin son dakikasını gösteriyordu. ‘De Zeeuv Yakardağı’nın patlamasıyla yenen gol ‘enteresan’ falan değil, resmen ‘Fenerbahçe klasiği’ydi. Taraftar maçı yaşamak yerine kendi şarkılarını söylüyor, bunlar da stadı 52 binlik beşiğe çevirmekten, kendi takımına narkoz etkisi yapmaktan, sarı-lacivert ninni olup uyutmaktan öteye geçemiyordu. Sonra ‘itirazcı’ çıktı sahneye, yelelerini savurarak. Feryat figan isyana çağırıyordu, kalkıştırıyordu bütün arkadaşlarını. Bu haykırış sonuç veriyordu çok geçmeden, 28. dakikada Tümer’in 3 bant estetiğindeki ‘sayı’ vuruşuyla, sonuç eşitleniyordu. 37’deki karambolde Deivid’in direğe takılan akıllı ve estetik vuruşu, ‘nazar boncuğu’ temennilerine yol açıyordu tribünlerdeSinema klasiği ‘hayat güzeldir’in başrol oyuncusuna benzeyen hakemin yüzündeki ifade, bu filmde de mutlu son müjdeliyor gibiydi. Ancak Hollywood artistlerinden daha artist çıkınca, sevincin kursağa takılması kaçınılmazdı. 62. dakikada Bukhari’nin ayağından gelen gol ve takip eden şok dakikasında gelen diğer gol, kimine göre ‘komedi’ kimine göre de korku filmi sahnesi gibiydi. ‘İtirazcı’ bu kez halı saha gollerine isyan için sahnedeydi. Cevabı da 66. dakikayı buldu, önce ayak ‘istopu’ arkasından düzgün plase ve 3-2.Hakem Deivid’in çekilip düşürülmesini ‘es’ geçtiğinde dakikalar 71’i gösteriyordu. Hemen 4 dakika sonra 75’te ‘itirazcı’nın kışkırttığı ‘isyankar’ Tümer yine sahneye çıktı. Chakie Chan edasıyla çıktı ve ‘işte gol bu’ dedirten bir olağandışı bir vuruş yapıp, skor tabelasını eşitledi. Umutlar yine deplasmana taşındı. Bir kez daha dal yorulmuş ama serçe yorulmamıştı.
‘’Bulutsuzluk özlemi‘’
Sürekli markaj ve vıvık vıcık çamur kampanyaları altında tutulan camia da, estirilen kara rüzgârlara inat, umut filizlerini yeşertir. Diğerlerininin yüzünü düşürüp, taraftarlarını gülümsetir. Fenerbahçe’deki eksiklikler sadece sakatlarla sınırlı değil, asıl sorun hamlesizlik ve oyun içi dalgınlık; yani mental. AZ Alkmaar tipik Hollanda takımı; takım ruhunu ön planda tutan, hızlı, mücadeleci, teknik ve keyifli futbol oynuyor.Bu veriler alt alta konulduğunda, süper olduğu ileri sürülen ligin son 3 maçında sergilenen tablo hiç de umut vaat etmiyor. Ancak futbol matematik ya da fizikten çok, bir kimya hali. Ancak belli ki, Zico’nun ilk yarının ortalarına doğru tutturabildiği formülden eser kalmadı. Yani kimyalar biraz bozuldu. Geçen sene ligdeki kritik eşik aşılamadı ve 3 yıl üst üste şampiyonluk hayali ertelendi. Bu kez de Avrupa’da kritik bir eşiğin önünde Fenerbahçe. Şartlar ne olursa olsun, zafer onların ellerinde, ayaklarında ve yüreklerinde. Yeter ki futbolun en temel doğrularını, yılmadan, bıkmadan ve oyun içinde dalmadan kararlılıkla ortaya koysunlar. Kendilerini unutmak yerine, hatırlatmayı tercih etsinler. Hollanda futbolunu çok iyi bilen, rakibi çok iyi tanıyan ve onlar tarafından iyi tanınan Kejo’nun oynayamayacak olması bir ‘Sırp’ ağrısı. Bakalım mecburen tek golcülüğe soyunacak olan Deivid, avaze-i bu kubbede salıp, hoş bir sâdâ bırakabilecek mi? Kendi evinde bir emel gurbetine yol almaya çalışacak Sarı-Lacivertli camia; nefesinin, gücünün yettiği yere kadar. Menzil uzun, hedef uzak gibi görünse de, yolunda olmak bile yeter. ‘Büyük Yürüyüş’ için kilometre taşlarından biri olacak şık ve fiyakalı bir galibiyet.E.Frankfurt maçı öncesi, apar topar ceza açıklayarak müthiş bir motivasyon sağlayan, hatta her sezon Fenerbahçe şampiyon olsun diye dua eden, başarısı için maçlarını erteleyen federasyonun Başkanı Haluk Ulusoy, bu kez de tribünden destek verecek. Hem de ‘gizli kameraymış’ oyunları ile değil, alenen, aşikar, açık ve de seçik. Bu kadar da taraflı olunmaz ki, dedikodu olacak.Neyse, Rize tribünlerindeki ve havaalanı dönüşündeki ‘organize işleri’ bir yana bırakalım da, maça ve futbola odaklanalım artık. Hepsi geldikleri gibi giderler. Sadece AZ öyle gitmesin yeter. Avantajlı bir skor yeterli; AZ tamah çok ziyan getirebilir çünkü.Şairin dediği gibi; “Serçe kuşu gibidir umut; dal yorulur o yorulmaz.” Haydi çocuklar gülümseyin ve gülümsetin ki, bulutlar dağılsın.
‘’Hipnoz‘’
Nitekim kronik oyun içi dalgınlık ve hamlesizlik sorununa, bir kez daha ribaunt toplardaki ‘seyir hali’ eklenince, kalesinde golü görmekte gecikmedi. Hatırlayanlar ve hatırlatanlar ile unutulan ve unutturanların maçıydı sanki. Mesela Sarı-Lacivert forma altında futbolu ve golü unutan Zafer Biryol, penaltı golüyle kendini hatırladı ve hatırlattı.Takımının her golüne ‘başını ellerinin arasına’ alıp ‘eyvah’ edasıyla sevinen Bashir, bu kez klasikleşmiş hareketini unutmuştu. Yani Hafıza-i Bashir nisyan ile malûldü.Fenerbahçe hipnozdan ancak 15. dakikada sıyrılabildi ama Uğur Boral’ın vuruşu yan ağlara takıldı. 3 dakika sonra Ferdi, farkı ikiye çıkarınca, Sarı-Lacivertliler’in kendilerini hatırlaması, panik atak futbolundan öteye geçemedi. Ve oyun o andan itibaren tamamen Rus ruletine döndü. Sarı kart unutkanı Victoria’s Secret bile bu maçta kendini hatırlatanlar arasındaydı. Selçuk Dereli de kendisini atayanlara adamıştı kendini. Onları da, asıl misyonunu da unutmamıştı. Bashir şaşardı ama beşer şaşmazdı. Herkesin her şeyi yeniden hatırladığı bir maçta yeteneklerini, formalarını, futbolu ve mücadeleyi unutanlar Fenerbahçeli kramponlardı. Sürekli kenarda unutulmaktan dem vuran Serkan oyuna girmiş ama kendini kenarda unutmuştu. Semih Wesson da geç hatırlayabildi.Bu kadar ters orantılı unutuş ve hatırlayış arasında, puan olarak ağır kayıpla çıksa da, skor olarak çok ama çok ucuz kurtuldu Fenerbahçe.Sanki kendilerini hatırlasalar rakiplerinin ‘hatır’ları kalırdı.
‘’Aganigi‘’
Fenerbahçe hep başarısızlığını saptırmak için gerilim politikası uygulamış,‘kutsal ittifak’ yalanına sığınmış, kendisinin dışında kalanları ‘töhmet’ altında bırakmıştır.Galatasaray’a yine bu dönemde asla ve de kat’a en küçük bir ayrıcalık ya da kıyak yapılması söz konusu olmamıştır. Bu ülkede sadece ve sadece Fenerbahçe medyası vardır. Bütün gazeteler ve televizyonlar varsa yoksa Sarı-Lacivert taraflılık ve yaranma peşindedir.Hakemler hiçbir dönem hiçbir koşulda manüpülasyon içinde olmamıştır, etki ve baskı altında kalmamıştır. Herkesin aleyhine hata olur, ama Fenerbahçe aleyhine asla. Çünkü her sezon Fenerbahçe’yi şampiyon yapmak için talimatlandırılmışlardır.Fenerbahçe bu ülkenin en itici, en sevilmeyen, en nefret edilen ve en antipatik takımıdır. Aziz Yıldırım ve yönetimine sürekli zeytin dalı uzatılmıştır ama onlar tabiatları gereği herkesle kavga halinde olmayı seçmişlerdir. Fenerbahçe her şampiyonluğunda olduğu gibi, 2000-2001 sezonunda da kendisine gol atan Samsunspor’a şike, ilk yarıda 4 gol yiyen Trabzonspor’a teşvik parası göndermiştir. Ancak geçen sezon bunu başaramamıştır.Kulüpler Birliği 4 büyük kulübe karşı değil, Türk futbolunun sorunlarına çözüm üretmek için kurulmuştur. Bunda da inanılmaz mesafeler katetmiş, futbola çağ atlatmış saygın bir kuruluştur.Özhan Canaydın, gelmiş geçmiş en centilmen kulüp başkanıdır. Kendi beyanının aksine, Aziz Yıldırım’ı değil, 6-0’lık skoru alkışlamıştır. Dolayısıyla da ‘centilmenlik ödülü’ annesinin ak sütü gibi helaldir.Bu ülkede, şike konuşmaları asla polisin teknik takibine takılmamış, mahkeme dosyalarına girmemiştir. Aksi olsaydı Ulusoy federasyonu mutlaka gereğini yapar, akraba bile demeden kimsenin gözünün yaşına bakmazdı.Yine Ulusoy’a, şoförüyle, el yazması talimat gönderecek babayiğit daha anasının karnından bile doğmamıştır. Diyafon dinletme, derbi öncesi hakem markajı gibi ucuz iftiralar, sadece sahiplerini bağlar. Ayrıca hiçbir kulüp federasyon seçimlerinde Fenerbahçe kadar müdahil olmamış, kulis yapmamıştır. Bugüne kadar gelmiş geçmiş bütün federasyon başkanları, yönetimleri ve kurulları Fenerbahçe militanları ile doludur.Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadı, devlet kaynaklarının peşkeş çekilmesiyle ve tamamen yasalar ihlal edilerek yapılmış bir gecekondudur. UEFA Finali alması, onun yandaşı olan federasyonun kulis başarısıdır.Geçen sene yenilen yemekler, ittifak değil, dostluk yemeğidir. Herkes hak ettiği kupayı, Fenerbahçe de hak ettiği dersi almıştır. Zaten bu ilahi adalettir. Ayrıca, hâşâ hiçbir haksızlık bu ülkede görmezden bilmezden gelinmemektedir. Medyaya ve Galatasaray’a dil uzatan adamı Allah çarpar.TABİİ, YERSENİZ!
‘’Rüzgâra karşı‘’
Öyle ki daha takımlar sahaya çıkarken tutulan pankartı okumak bile mümkün değil, 'boş mesaj' bölümü dışında.Fenerbahçe'nin oyun içi dalgınlık ve hamlesizlik gibi kronikleşmiş hastalığı hemen kendini belli ediyor. Edu yine yalnız adamı oynuyor.Her şeye rağmen, Gökhan köşeyi göstermeye fırsat bulamadan, Tuncay'ın kafa topu ağlarla kucaklaşıyor.Hemen ardından ribaunt toptan ikinci golü kaçırınca da, Mehmet Nas'ın önüne düşen topa rüzgarı sığınarak çok uzaktan savurduğu şut, bu ribaunt sorununu beraberlik golüne dönüştürüyor. Volkan'ın 'gözlemci' sıfatı ağır basıyor ama rüzgarın hala kime ne zaman yardım ettiği netleşmiş değil. Belli ki hakemlerin Fenerbahçe'ye uyguladığı frikik ambargosu kalkmış. Ancak Alex frikikten gol atmayı çoktan unutmuş. İlk vuruşta ortaya bir 'dejavu' manzarası çıkıyor. Aynı statta yine aynı takım karşısında, 3 yıl önce van Hooijdonk'un kaçırdığı penaltıyı aratmayan bir vuruş. 'Kejo'nun üstüne tırmanmak da hala serbest. "Kahraman Bakkal Süper Yanal'a karşı" oyunu da yeniden perde diyor. Taktik fauller hız kesmeden ama hız kesmek adına son sür'at devam ediyor.Ceza bu kez 'seyircili sürgün', ama Fenerbahçe 'seyircisiz' gibi oynuyor. Çünkü bu takım seyircisiz oynamaya zaten alışık ama 'taraftarsız' oynamaya alışık değil. Futbolundaki kekemelik de sanırım ondan.Derken bu kez sahadaki Aurelio da 'Mehmet' yanını hatırlıyor, yani Mehmetler'in kırmızı-siyah değil, sarı-lacivert olanı, yani çikolatalısı çıkıyor ortaya. Tabela eşitliği bir kez daha Fenerbahçe lehine bozuluyor. Ve 2-1 oluyor. Öyle bir gol ki, Semih Saygıner'e bile şapka çıkartır. Ayaklar ıstaka, gol karambol değil, tam anlamıyla 'üç bant' güzelliği ve estetiğinde. Gökhan'a yine 'köşe gösterme' fırsatı vermiyor.82 ve 83'te art arda gelen sarı-lacivert ataklarda, bu kez Edu ve Can peşpeşe köşeyi gösterince, Gökhan da tavır koyup, topları tokatlıyor. Kejo 74. dakikada alakasız bir pozisyonda çene sendromuna tutulunca, 'Sırp' bu yüzden, kırmızı kartı görüyor. O andan itibaren de kahvehanelerde 'bam-güm' ya da 'doldur-boşalt' olarak tanımlanan tuhaf futbol başlıyor.Fenerbahçe 3 dakikalık 'duraklama', sarı lacivertli futbolcular tarafından 'duraksama' tarafından algılanınca, uzadıkça uzuyor. Ancak sonuç değişmiyor. Ateş topu şampiyonluk yarışındakilerin kucağına bırakılıyor. Ve gözler seyircisiz ama kesinlikle taraftarlı oynanacak Denizlispor maçına çevriliyor.
‘’Avantadan lavanta‘’
Zahmetsiz rahmet, yani üretmeden tüketme arayışları, sokakları çeteden, kapkaççıdan, gaspçıdan yürünemez hale getirdi. Güven duygusu iğfal edildi, toplum ablukaya alındı. Herkes şikayet etti, ama kimse üzerine alınmadı, sorumluluk kabul etmedi. Halbuki süt neyse, kaymak da o değil mi? İkisi birbirinden bağımsız olabilir mi?Şu futbolda yaşanan duruma bir bakın. Futbolun düşürüldüğü hale bir bakın. Futbolda hangi aktörlerin başrol oynadığına bir bakın. Sonra da çıkarları için, bu ahlaksız senaryonun yaratıcılarını kahraman ilan eden, onlara kur yapan şakşakçılara bir bakın.‘Kankalararası piyasa’da kur farkları da ayrı, çapraz ve çapraşık kurlar da... Göz göre göre milletin arazileri devlet tarafından ‘peşkeş’ çekiliyor, kimseden ‘gık’ çıkmıyor. Delegasyon ulufeye bağlanmış, kulüplerin paraları keyfi olarak çar çur ediliyor, kimseden ‘tık’ yok.Federasyona bildirilen futbolcu ücretlerindeki abukluğu bilmeyen var mı? Hangi kulüp doğru, hangisi düzmece beyanda bulunmuş? Bunu soran ve sorgulayan var mı? Bu ülkede UEFA kriterleri mi geçerli, paşa gönül kriterleri mi?Maç biletlerinin üzerinde yazılan rakamın yüzde 65’i vergiye gidiyor. Yani neredeyse pavyon vergisi ödüyor taraftar. Çıt yok. Üstelik naklen yayın gelirlerinden pay alan federasyon bu biletlerden de yüzde 15 pay alıyor. Sonra o paralarla, Japonya’ya, Güney Kore’ye kıyak geziler düzenleniyor. Herkes sus pus. Peki neden?Deplasmana giden büyük takım taraftarlarına, pavyon tarifesinden maç bileti satılıyor. Federasyon göz yumuyor. Bütün statlarda, tuvalete gitmek ağır bir zulüm, fiziki koşullar yıllardır aynı. Peki Federasyon ne yapıyor?Hangi kulüplere, hangi kriterlere göre, ne kadar para yardımı yapıldı? Miktar ve öncelik nasıl belirlendi? ‘Çıt’ yok.Dün Haluk Ulusoy’un yanında olanlar, evini ziyaret edip ‘gazamız mübarek olsun’ diyenler, bir gecede nasıl saf değiştirdi? Peki Cem Papila diye ağlaşıp, yıllardır senaryo yazanlar; ‘O’ seçimi kazandığında gözleri dolan, kupayı da babasına götürenler başkanları için ne düşünüyor? Değişen ne? Papila, Ulusoy’un hakemi değil miydi?Sorulara yanıt bulamadıysanız, yazının en başına dönün ve Mustafa Kemal’in sözlerini bir daha, bir daha, bir daha okuyun. Ya da ben size ‘En Güzel RİYA Tabirleri’ kitabını göndereyim!Demek ki neymiş; futbol bir takım oyunu içinde bir başka takım oyunuymuş. O takımdan ayrı düz koşu yaparsanız da, 3 yanlış, 1 doğruyu götürürmüş.
‘’Eksi ve eksik‘’
Aurelio’nun beklenmedik bulaşıcı hastalığı, orta sahaya da, takım kurgusuna da sirayet etti. Edu dışındakileri tanıyabilene aşkolsun. Hamlesizlik ve kaybetme korkusu, hepsinin bacaklarını kilitlemiş, mahkum etmişti sanki.Volkan’ın yediği gole ‘olur öyle’ diyebilmeyi sadece ben değil, bütün Fenerbahçeliler çok isterdi herhalde. Neredeyse kişiye özel bir ‘klasik’ olmaya doğru uygun adım gidiyor bu manzara. Eksi derecede oynamaya tamam, eksik kadroya da tamam, hatta eksik futbola da tamam, ama eksi ve eksik mücadeleye nefesimizin yettiği kadar hayır. Bu kadar hay huy ve gerginlik içinde, bir tek akılda kalan Edu’nun hayranlık uyandıran basit ama güven veren oyunu. Erciyes’te, ligde tutunmak için nasıl bir mücadele vereceğinin ipuçları. Yediği o akıl almaz gole rağmen, Fenerbahçe’yi şanssız olarak nitelemek, futbola ve emeğe haksızlık olur. Çünkü Sarı-Lacivertliler bir süre maçtan kopunca, Erciyes oyunu koparabilecek fırsatlar yakaladı ama onlar da heyecanına yenildi.Futbol inananların işidir, kimya işidir, topun ruhu vardır. Siz inanarak vurmaz, inanarak dokunmazsanız topa, o da inanarak gitmez hedefine. Ona olan inancınızı yitirirseniz, o da size olan inancını yitirir. Deivid’in son dakikalarda girmeyen, yerini bulmayan iki vuruşu da -bence- inanç erozyonunun eseri.Bu esir alan ‘gitti-gidiyor’ sendromu ‘Semih Wesson’un 84’te indirdiği topun Alex’e asıl kimliğini hatırlatması ile umutları yeniden yeşertse de, maçı çevirmeye yetmedi. Fenerbahçe, alışıldığı üzere rakiplerinin ligden kopmasına, heyecanın bitmesine yine ‘izin’ vermedi.