Arama

Popüler aramalar

‘’Koşmayan adam‘’

Steaua ne kadar canını dişine taktıysa, Fenerbahçe o kadar rahattı. Şu “nasıl olsa alırız” hastalığı.

12. dakikada Kapetanos bu gereksiz rahatlığa faturayı kesecekti ama şans Fenerbahçe’den yanaydı. Sonra Dost Santos matkap gibi hareketlerle doz aşımı yaptı. Üç kişiyi ekarte edip, sol dışla kaleye bıraktı.

Sonra Fenerbahçe vitesi büyütmek bir yana boşa attı. O andan itibaren de Steaua, işgalci kuvvetler gibi Fenerbahçe’nin sahasına yerleşti. Ne direniş vardı, ne mücadele, ne isyan. Bu arada Mehmet ve Emre’nin 3 saniye arayla gönderdiği iki füze hedefe varamadan imha edildi.

Alex de Sonsuza çıktı sahne aldı yine. Ölçtü, biçti, kesti. Bilica tekmenin yanından kafayı çakıp, köşeye bıraktı. Mühendislik harikası gibi bir goldü.

Sonra yine vites boşta. Neyse ki bağımlılık yapan sihirli kramponlar sahne aldı gene. Hani şu ‘koşmayan’ tembel adam. Orta sahadan aldı, itiş kakış arasında ceza sahası çizgisine indi ve iğne deliğinden köşeye bıraktı. Resital gibi bir goldü.

Bilica, Lugano ve Emre çok mücadele etti. Kazım futbol oynama değil, rakiple ve hakemle oynaşma günündeydi.

Fenerbahçe ilerliyor, ilerliyor ama hala hatalarından ders almış gibi de görünmüyor. Daum ve Aykut Hoca herhalde gerekli notları alıyordur.

06 Kasım 2009, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Açıklayın artık‘’

En son şu federasyondaki sekreter olayı... Görüntüler sana veriliyor ve haberini yapmıyorsun. Ha, o sekreter, Ulusoy’un giderayak fahiş maaşla sözleşme yaptırdığı elemanlardan mıdır onu bilmem... Ee, mesele kamikazelikse onu da bilsin kamuoyu!

Peki, şu çalıştığın gazete daha çıkmadan önce... Elinde Denizlispor-Fenerbahçe maçı ile ilgili bir takım belgeler ve bilgiler var. O maç giden süreçte konuya müdahil olan bir kulübe ait yazışmalar. Güya gazetenin çıkışında o bomba patlayacaktı. Sonra ne oldu da bu haber bir türlü yayınlamadı. Engelleyen kim? Müdürün mü, yoksa o kulüpte yöneticilik yapmış büyük müdürün mü?
Faruk Yalçın’ın cenazesinde karşılaştığımızda yazmadığın takdirde, bunu yazacağımı söylemiştim. Sen de bana işin eksik bir ayağı olduğunu ve o belge de geldikten sonra dört dörtlük bir şekilde yazacağını söylemiştin. Sana söz, yazamıyorsan ben yazarım. Yayınlatamıyorsan ben yayınlatırım. En fazla dava açarlar, her zaman yaptıkları gibi... Mahkeme de gerekli cevabı verir. Elinde kalemin var, cevabını bekliyorum sevgili TK!

“Ulusoy’dan sonra futbolun illegal dünyası Aziz Yıldırım’ın hükmünde” diye vahim bir iddia atıyorsun ortaya... O ‘illegalite’nin daha önce kimlere nasıl hizmet ettiğini bilmek de herkesin hakkı olsa gerek. Peki Rıdvan Dilmen’in NTV’deki odasında, sana birlikte çalışırken gizli kamera yaptığını anlattığın, üstelik ekrandan seni bunu yayınlamakla tehdit eden o kişinin yanına niçin yeniden döndün? Nasıl yeniden kanka oldunuz sevgili AÇ?

“Ekmek parası” palavrasına hiç sığınma... Kaptanlığını yaptığın kulüp hakkında akla ziyan iftira kampanyaları yapan, icazetle, biatla, himmetle, minnetle oraya buraya pazarlanan isme yamaklık yaptın. O ekip kanaldan ayrıldığında, mevcut yönetim sana ‘gitme kal’ diye yalvardı da... Ancak sen O’nun yanında yer almayı bizzat tercih etmedin mi sevgili ZŞ?

Birbirlerine ‘kulaklarından öperim’ diye sözde espri yapan, senin hakkında ‘çantacı’ ya da ‘yalaka’ diye aşağılayıcı sıfatlarla konuşup gülüşenlerin kamikazeliğine nasıl ve ne amaçla soyunursun sevgili HK?

Sözde mücadele ettiğiniz, sözde kendilerine kızdığınız için başkanlığı bıraktığınız o grupların halkla ilişkiler faaliyetini yürütmek de neyin nesi? “10. haftada olağanüstü kongre olur’ demek temenni miydi, yoksa fal mı? Başkanlığınız sırasında sürekli kavga ettiğiniz, Fenerbahçe’yi doğrayan Ulusoy Federasyonu hakkında ağzınızdan tek laf çıkmadı. İki kurum karşı karşıya geldiğinde hep Ulusoy’dan yana saf tuttunuz. Peki son cezalar hakkında ne düşünüyorsunuz sevgili AŞ?

05 Kasım 2009, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Dokuz gribi!‘’

Derbi maç sonrası, sanki şampiyon olmuş gibi abartılı sevinç ve kutlamalar, maçı bir türlü dünde bırakamamak Fenerbahçe’nin en büyük handikapıydı. Dedik ya, havaya girmek başka, havalara girmek başka!

Zaten o maçtaki de ‘öpen’ değil ‘ısıran’ bir takımdı. Bu kez adam paylaşma, yardımlaşma, ikili hatta üçlü sıkıştırmayı İstanbul’da unutmuş gibiydiler. Buna Alex ve Bilica’nın yokluğu da eklenince edilgen yapısına dönüş yaptı Sarı-Lacivertliler.

Fenerbahçe iyi pas yapabilen hatta pas gevezeliğine dönüştüren bir takım. Rakibin pas yapmasını da engellediklerinde, zaten oyunu koparıyor. Tabii oyundan kopmazsa...

Oyun sıkıntılı giderken bir şaşkınlıklar silsilesiyle geldi gol. Önce Güiza bir şaşkınlık yaptı, sonra Suleymanou daha beterini... Gol olduğunda Baroni’nin şaşkınlığı ikisinden de daha fazlaydı. Fenerbahçeliler de Kayserisporlular’dan daha fazla şaşkındı. Tartışmalı bir pozisyon varsa aleyhte olan geçerli olmalıydı. (Bkz. Kazım-Cangele denklemi)

Galatasaray maçlarında şeker adama dönüşen Tolunay Kafkas’ın, istisnasız her Fenerbahçe maçında tam tersi bir metamorfoz yaşaması, olsa olsa Acar Baltaş konusudur. Belki de derbi gerginliği O’na da sirayet etmiştir, kimbilir.

Ya duraklama dakikaları belasıdır Fenerbahçe’nin ya da ‘duraksama’ dakikaları... 60’dan sonra aklını, yeteneklerini ve formasını rölantiye alan amatör topluluğu çıktı ortaya... Volkan nöbette olmasaydı, ev sahibinin lehine farka bile gidebilirdi maç. Bu beraberlik 3 puandan sayılmalı...

02 Kasım 2009, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Saha yetmez, kulüp de kapatılmalı!‘’

Galatasaray-Fenerbahçe Kupa maçı... Tarih: 22 Mart 2006... Yer: Ali Sami Yen... Gözlemci raporu: 78 kez organize küfür, sahaya atılan 221 yabancı madde, 9 ses bombası, 5 Bengal ateşi... 221 yabancı maddenin içeriği: Avize parçaları, çakmak, bozuk para, ses bombası, mukavva boru, pet su bardağı, pet su şişesi... Ceza: 1 maç seyircisiz.

Ee, sen misin ligin kalitesini düşüren, sen misin devleti hortumlamadan, bedavacılık yerine kendi kendine stad yapan... Sen misin anlı şanlı yorumcuları bariz ofsayta düşüren, umutlarını boşa çıkartan.... Seyircisizmiş, saha kapatmaymış, hükmen mağlubiyetmiş ne hacet; bu kulübü bir daha açılmamak üzere lağvetmek lazım.

Milat hangisi olmalıydı?
Türk futbolunda bir maç emsal teşkil edecekse onun miladı hangisi olmalı? Tabii ki, 12 bin koltuğun parçalanarak giyotin gibi saha içine savrulduğu, bir polis amirinin kör edilip, 17 polisin de yaralandığı, binlerce şişe suyun sahaya indiği, bozuk para, çakmak ve tanımlamayan bir sürü cismin de sahaya fırlatıldığı o vahim maç olmalıydı değil mi? Ne gezer; cezası sadece 4 maç seyircisiz, 5 değil. Çünkü cezanın biri de küfür tekrarından. Kadroda olmadığı halde saha içinde ısınan Lugano’ya saldırıp, küfreden Hasan Şaş’a 2 maç, sonra Tahkim kıyağıyla 1 maç.

Vardır bir bildikleri!
Şimdi bu aklıevvel güruha göre hakem o maçı oynatmakla doğru yapmıştı. Bir başka hakem de Denizli’de dakika başı durdurulan maçı oynatmakla da en en, hatta en bi en doğrusunu yapmıştı. Tek hakemlik defosu, oyunun durduğu dakikaları yeniden süreye eklemekti! Yani ikisi de oynanmalıydı. Ancak bu son maç kesinlikle oynanmamalıydı. Olay çıkmasına bile gerek yoktu. Evsahibi daha maç oynanmadan hükmen mağlup ilan edilmeliydi. Haklılar; âkil ve makul adamlar neticede, vardır bir bildikleri...

Ha, hiç kimse “Fenerbahçeli futbolcular her türlü cisim ve küfür yağmuru altında, ısınma sırasında saldırıya uğradığı halde, niçin provoke olmadı, nasıl 2-0 galip geldi” diye sorma densizliğinde de bulunmaz. Çünkü müridler ekmek yediği kaba pislemez. Dolayısıyla düzenin baronlarını ve şeyhlerini karşısına almaz. Çünkü bu düzen 15 yıldır taammüden, bilinçli, kasıtlı ve kurgulanmış olarak Galatasaray düzeneğidir. Aldığı ceza da, aldırdığı ceza da Galatasaray’ın PR başarısıdır.

Tek tek belirlenmeli
Öyle tuhaf bir düzendir ki; Fenerbahçe, Galatasaray’ı yendiğinde, Beşiktaşlılar ve Trabzonsporlular onlardan daha fazla ifrit olur. Daha da vahimi bazı Fenerbahçeliler hepsinden fazla sinire keser. Ancak her şeye rağmen, bütün bunlardan, olacakları bile bile, bu haltı yiyen Fenerbahçeli kisveli yaratıklar suçludur. İttifakın tamamı bir araya gelse bu takıma bu kötülüğü yapamazdı. Ve eğer Fenerbahçe Yönetimi, çanakçı ve sabotajcıları stat kameralarından tek tek tespit edip, seyircisiz oynamaktan kaynaklanan maddi kaybı ve para cezasını onlardan tahsil etmek için mahkemeye gitmezse bu da suça ortaklıktır. Yataklık yapmaktır. En azından onaylamaktır.

31 Ekim 2009, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Geri zekalı bile yapmaz!‘’

Fenerbahçe, Süleyman Efendi’nin nasırı misali; kimden çekti ki kendinden çektiği kadar. İlla kendi ayaklarına dolanacak.

Camiayı oluşturan unsurlardan biri; ya futbolcusu, ya teknik direktörü, ya yöneticisi, ya taraftarı, ya da muhalifi tekeri çomaklayacak. Başkasının yapamadığını yapıp, arabayı yoldan çıkaracak, şarampole yuvarlayacak.

Şimdi dönelim derbi maça... Tribündeki cinnet neyle ve nasıl açıklanabilir ki? Hem de karşındaki 10 yıldır evinde yendiğin ezeli rakibinken...

Nasıl olur da kendisini Fenerbahçe taraftarı olarak tanımlayan bir kişi, kendi sahasının kapatılmasını, takımını seyircisiz oynatmayı, her maçta para cezası ödettirmeyi, rakiplerinden bile çok ister? Nasıl olur da sahada kendi takımını provoke edecek, hızını kesecek saçmalıklara imza atar?

Bırakalım şimdi “Ali Sami Yen’de yapılanların yanında bunlar çerez kalırmış ya da o halde Denizlispor maçı nasıl oynanmışmış” kıyaslamalarını... Fenerbahçe, 10’da 1’ini bile yaptığında kesilen cezaları görmediniz mi? Hâlâ anlamadınız mı? Hâlâ uyanamadınız mı?

Fenerbahçeliler’in her yıl hafızası mı siliniyor? Ya da 15 yıldır mücadele ettiği ülke gerçeğini kavrama güçlüğü mü yaşıyor? Niçin provokasyona çanak tutuyor? Niçin durduk yerde düzeneğin çarklarını yağlayıp, ittifak değirmenine su taşıyor.

Maç yarım kalsaydı ne olacaktı peki? Hükmen mağlup olsaydı ne olacaktı? Hadi para cezasını geçtik; saha kapatma ya da seyircisiz oynama cezasının vebalini kim, nasıl ödeyecek?

Bir yığın küfür, kafir yağdıracak yine ama umurumda bile değil. Bunun adı Fenerbahçelilik değil, bunun adı taraftarlık değil. Bunun adı seyircilik, sempatizanlık bile olamaz.

Çünkü yolu taraftarlıktan geçen hiçbir kişi ya da zümre, kendi takımına bu düşmanlığı yapamaz. Geri zekalı olması lazım. Hatta böyle bir gaflet, dalalet ve hıyanet içinde olmak için, kendi takımını, kendi kulübünü, kendi hedeflerini bu kadar kolay sabote etmek için, geri zekalılık bile yetmez. Daha da ötesinde, daha vahim bir şey olmak lazım! Tek hücreli ya da tüylü terliksi zekasına sahip olmak lazım!

Üstelik bunlar, her şey yolunda giderken yapılanlar. Bence cevabı çok ürkütücü ama yine de soruyorum: 10 yıldır yenilen Fenerbahçe olsaydı? Ya da Galatasaray bu maçı baştan sona galip götürseydi neler olurdu acaba? Bu maç sadece 3 puanlık bir maç. Hadi şampiyonluktaki rakip olduğunu da hesaba katalım 6 puanlık maç diyelim. Peki şampiyon olmak için yetiyor mu? Geçen yıllarda öğrenemediniz mi?

Durmak yok; yola devam!

29 Ekim 2009, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yoğuşmalı derbi‘’

Didişmesi, çekişmesi, taşlaşması, tartışması, kapışması, dalaşması, harlaşması, hırlaşması, horlaşması, dalaşması, dolaşması, boğuşması, yoğuşması, küfürü, kafiri bol bir derbiydi. Bu kadar bolluk içinde en az olan şey de futboldu. En az futbol vardı.

Kazım aklını sadece futbola verebilse, Anelka ve Ferdinand özelliklerini üzerinde taşıyan bir gol canavarına dönüşür. Ama kendine hükmen mağlup. Karavana şutlar değil bahsettiğim. Buna rağmen sahanın en iyilerinden biri...

Fenerbahçe hem oynamaya çalıştı hem de oynatmadı. Panik atak oynayan takım Galatasaray’dı. Hem de son 10 yılın özgüveni en yüksek, Kadıköy sendromu en az olan takımı.

Alex maçı koparan, maça mührünü vuran ustalar ustası ayaktı. Carlos’un ‘feyk asist’ini sağ ayağıyla, kendi yarattığı penaltıyı da soluyla gole çevirdi. Leo’nun ikinci ikramını geri çevirmedi. Gevşeklik anında Hakan Balta’nın golü gelince, Sarı-Lacivertliler kısa süreli bir korku tüneli macerası yaşadı.

Carlos’un çırpma hareketine dirsek kroşe ile karşılık veren Keita oyundan atıldığında Galatasaraylılar ‘eyvah’ derken, imdada Daum yetişti ve Alex’i oyundan aldı. Güiza girdikten sonra iki klasik ‘kaçırma’ işlevini yaptı. Ancak uzatmada ‘yardımcı’ hamleyle telafi etti.

Fenerbahçe takım halinde çok koştu, çok mücadele etti, çok iyi yardımlaştı. Sözün özü; Kadıköy’de sürprize geçit yok!

26 Ekim 2009, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Cillop‘’

Fenerbahçe ‘maşallah ile maazallah’ arasında gidip gelen, daha doğrusu o uçtan öbürüne keskin savruluşlar yaşayan bir kulüp. Hem de bütün unsurlarıyla...

Moralsiz, santrforsuz, Alex’siz Romanya deplasmanında ne yapar acaba diye düşünüyorsun... Maç başlarbaşlamaz inanılmaz mücadele edip, şiir gibi paslaşıyor ve müthiş pozisyonlar da buluyor. Bu arada kaleyi uzaktan bombalamayı da ihmal etmiyor.

Bakmayın bizim bilmiş güruhun küçümseyip, aşağıladığına... Şimdilerde ön adı ‘Stava’ diye telaffuz edilen bu takım, Şampiyonlar Ligi Şampiyonu olmuş bir ekol takımı... Üç sene önce Liverpool’la deplasmanda oynadığı maçı hatırlayın yeter.

Dos Santos, iki kez ‘boş kale’ fırsatı yakaladı, ‘sağ’lı ‘sol’lu heba etti. İlk yarının sonlarında, Bilica’nın gereksiz varyete girişimi çok pahalıya patlayacaktı. Gökhan Gönül’ün ayak, Volkan’ın da el ucuyla milimetrik müdahalelerini ıskalamamak gerek. Ve direğin kurtardığı müthiş kafa şutu...

Fenerbahçe’nin golü hazırlanış ve bitiriliş itibarıyla mükemmeldi. Emre-Özer-Carlos-Kazım kombinasyonundaki zeka, beceri, hız ve estetik doyumsuzdu.

Her şeye rağmen ilk maçtaki saçma yenilgi telafi edildi. Üstüne bir de Sheriff, Twente’ye ateş edince, ‘cillop’ gibi ikili zafer oldu. Bundan sonra hep ‘maşallah’ tarafında kalırlar inşallah. Hangi şart altında olursa olsun, kendi ellerinde olduğu çok açık!

23 Ekim 2009, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Çirkin olan şekil!‘’

Hangi para, her maçını kazanacak, hatta yenilmeyecek bir takım kurabilir? Hangi futbolcularla ve teknik direktörlerle böyle takım oluşturulabilir?

Bütün taraftarların gönlünden geçen budur da, realiteye kimsenin hiçbir itirazı da olamaz. Hele söz konusu olan, ortaya çıkışından beri ‘imkansız’ kavramını lugattan silen futbol ise...

Gaziantepspor’un, Kasımpaşa’nın, Fenerbahçe’yi yenmesi imkansız mıdır? Asla. Hem Kadıköy’de hem kendi evinde hem uzayda... Sansasyonel bir farkla da yenebilir. Bunlar futbolun içinde hep var olan ve kabul edilebilir sonuçlar.

Ne diyordu Alex: “Elbette yenileceğiz ama ne kadar geç yenilirsek o kadar iyi.” Lafı fi tarihlerine kadar götürmeyelim. Evvelki seneden, ondan evvelki seneden ve geçen seneden girizgah yapalım. O veya bu takıma, içeride ya da dışarıda hiçbir gariplik yok. Sıkıntı yenilginin biçiminde... Yenileceksin ama böyle yenilmeyeceksin. Hele de büyük takımsan... Bu kadar ağır bedeller ve olaylar bile akıllandıramamış besbelli...

Öne geçer geçmez, küçük takımlar gibi panikleyip savunmaya geçmek, skorun üzerine yatmaya çalışmak neyin nesidir? Nasıl bir hastalıktır? Soğukkanlılık falan değil bu, düpedüz korku!

Oyunu rölantiye almaya çalışmak, vitesi boşa atmak, iş bitmiş gibi top gevelemek, pozisyon laubaliliği, rakibe alan bırakma gevşekliği neyin nesidir? Bu resmen kulübün hedeflerini, camiayı, kendini ve oyunu sabote etmektir.

Fenerbahçeliler ne zaman rakibe taç atarken bile baskı kuran bir takım izleyecek? Ne zaman rakip kaleciye baskı yapıp rahat yüzü göstermeyen bir forvet izleyecek? Ne zaman hamle yaparak rakibi hataya zorlayan, rakip futbolcuya 3-4 hamle üst üste yapma şansı vermeyen bir takım izleyecek? Ne zaman yediği baskı kadar baskı da kurabilen bir takım izleyecek? Ne zaman rakibinden daha fazla koşan bir takım izleyecek? Ne zaman yırtınan, didinen arkadaşını seyretmekle yetinmeyip yardımına koşan bir takım izleyecek. Yani Fenerbahçeli ne zaman kelimenin gerçek anlamıyla bir ‘takım’ izleyecek?

Son saniyede maç alırsın, verirsin de... Bunu hak ettiği çok maçı oldu zaten ligin başından beri. Şansının da yardımıyla ertelenmiş, ötelenmiş, gecikmiş bir mağlubiyetti bu, o kadar.

Ancak yenilgi biçimi çok yakışıksız. Futbolcular, galip gelirken de, mağlup olurken de ellerinden geleni yaptıkları konusunda tribünleri ikna edemiyorsa, ortada ‘olur öyle’ diye geçiştirilemeyecek ciddi bir sorun vardır.

20 Ekim 2009, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI