Arama

Popüler aramalar

‘’Kolayı zorlaştırmak‘’

Her şey yolunda giderken, yoldan çıkmak, kolayı zorlaştırmak, avantajı dezavantaja çevirmek, kendi kendini sabote etmek tam Fenerbahçe işi.

Nitekim gene yaptı yapacağını; hem de Lille yorgunluğuna rağmen inanılmaz bir ilk yarı çıkardıktan sonra. Hem de daha maçın başında iki gol bulduktan sonra.

Fenerbahçe müthiş diri ve tempolu başladı maça. Bambaşka ve kanatlarını hatırlayan bir Kanarya vardı sahada. Kıran kırana bir mücadelenin ortasında.

Alex şapka çıkarttıran bir golle başladı, Güiza’ya fizandan gönderdiği milimetrik asistle parmak ısırttı. Direkte patlayan füzesiyle gözleri okşadı. O yüzden kim gelirse gelsin vazgeçilmez oluyor. Asistleriyle ihya ettiği santrforları, golleriyle bunalıma sokuyor.

Volkan’ın adaşını direkle birlikte safdışı ettiği an da müthişti. Sonra solak ittifakla gelen Dos Santos golü. Maçın en iyilerinden Gökhan Gönül’ün tek gereksiz zorlaması, gol olarak geri dönünce, kolay olan birden zorlaştı.

Bursaspor’un beraberlik golü de, ironik biçimde taraftarın zorla oyuna soktuğu Semih’in ayağından geldi. Ardından Fenerbaçe topyekün kamikazeliğe yeltenince hesap da kesildi.

Bursaspor Kadıköy destanı yazdı. Mürekkebi, defteri ve kalemi de ev sahibinin ikramıydı.

23 Şubat 2010, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kendine yenilmek‘’

Rakip atletik bir Fransız takımı, üstelik liginin de en çok gol atan ekibi... Fenerbahçe’nin acil öncelikli işi, oyunu sakinleştirip bir an önce sete dönüştürmekti.

Ancak her zamanki panik atak sendromuna yenik düşünce, daha oyun ısınmadan sıfırdan ‘olmaz’ bir golü yedi. Vederson da ‘olmaz’ bir golle sıcağı sıcağına karşılık verip, bir şok dalgası yaratmasa, durum vahim olabilirdi.

Maç boyunca top Fenerbahçe’nin ayağında kesintisiz 30 saniye kalmadı. Lille’in stoperleri bile, Sarı-Lacivertliler’in sahasında ‘işgalci güç karargahı’ kurdu. Savrulan, şişirilen her topu onlar kaptı. Kaptıkları her top da 1-2 saniyede pozisyona dönüştü. Rakip Volkan’ı test edip dururken, Fenerbahçeli futbolcular da ‘geri pas manyağı’ yaptılar.

Alex’in taştan ekmek çıkardığı, yoktan var ettiği muhteşem pozisyon, Güiza’nın şut-pas çelişkisine kurban gitti. Özer’in çizgiden savdığı belayı da hatırlatmamak olmaz.

İkinci yarıda biraz toparlanmış görünürken Deniz’in moral çökerten asistiyle yenilen ucuz bir gol daha. Uzuuun uzuuun dakikalar sonra yine Alex’in muhteşem pası ve Güiza’nın karşı karşıya yazdığı kahır mektubu.

Yaylım ateş altından bu kadar hasarla kurtulmuş olmak elbette iyi. Ancak gerçek olan tek avantaj vardır; o da ‘yarım-sıfır’ bile olsa galibiyete ulaşanındır.

19 Şubat 2010, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ne değişti?‘’

Antu ortamında düstursuz bir sallama başlığı açılmış hakkımızda... Başlık da çarpıcı; “Ne değişti Hasan Ali Atasoy, ne değişti?”

İsteyen istediği kadar sallama özgürlüğüne sahip. İftira, hakaret ve küfür olmamak kaydıyla elbette. Buna zerre kadar takılmam. Çünkü ne birilerinin hoşuna gitsin diye yazdım bugüne kadar, ne de birileri kırılıp, alınır diye kalemimi körelttim.

Mesela biri şöyle buyurmuş: “FBTV’deki görevine son verildikten sonra...” Benim orada ne profesyonel bir görevim vardı, ne de buna son veren oldu. Ne o program benim işimdi, ne de kulüp ya da tv işverenimdi. Ne telkinde bulunan oldu, ne ağzımı tutan, ne gündem tutuşturan, ne de gaz veren. Dolaylı ya da dolaysız, maddi veya manevi bir çıkarım da yoktu.

Hatta tehdit edildik, tecrit edildik, bu kulübün taraftarınca bile yaftalandık, hakkımızda ceza ve tazminat davaları açıldı, savcılıklara, mahkemelere koşturularak yıldırma girişimleri oldu. Buna rağmen ne bildiğimi sustum, ne bilmediğimi konuştum. Ne icazet aldım, ne biat ettim. Çünkü özgür olmayan, ahlaklı da olamaz.

Özetle, bende değişen, esneyen, ters yüz olan, çelişen, oynayan, zıplayan, hoplayan hiçbir şey yok. Koordinatlar hâlâ yerli yerinde çok şükür. Kulübün, dahası devrimi başlatanların devrimden saptığını, ekseninin kaydığını, hedeflerinin küçüldüğünü ve yaşananlardan zerre kadar ders almadığını söylüyorum sadece.

Başkan Aziz Yıldırım, Akşam’daki son röportajında şöyle diyor: “Takım yüzde 40 kapasiteyle oynuyor, performansını yüzde 60’a yükselttiğinde her şey yoluna girer.” İkimizin söylemi arasındaki tek fark, benim bunları üst üste alınan galibiyetler sonrasında da ısrarla dile getirmemdir.

Bakın, kaleci Volkan, Bursaspor maçından sonra “Böyle oynayarak büyük hedeflere ulaşamayız, ilerleyemeyiz. Bu şekilde geçilen tura sevinmememiz gerek. Herkes elini taşın altına sokmalı” diyor. Zaten ben de son iki yıldır sadece bir şeylerin yolunda gitmediğini, eksik ya da yarım yapıldığını, görmezden gelindiğini dile getiriyorum; farklı ve kolay kazanılan maçlardan sonra bile.

Mezbeleliğin yerine 250 milyon dolarlık stad yapıldı; zemini tarihinde hiç olmadığı kadar berbat bir çeltik tarlası. Kadıköy’de oynamak dezavantaj haline gelmiş. 10 milyon Euro’nun üzerindeki futbolcular 650 bin dolara kiralanan Nobre kadar faydalı olamıyor. Prada takım elbisenin altında, çamurlu lastik ayakkabı gibi sırıtan durum komedisi.

Anladınız mı şimdi değişenin ne olduğunu?

16 Şubat 2010, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Şaka gibi maç‘’

Fenerbahçe çok güzel başladı oyuna, çok güzel yardımlaştı, çok net pozisyonlar üretti. Futbol adına olabilecek her şeyi yaptı, denedi ama skoru bir türlü koparamadı. Paslaşmalar muhteşemdi. Alex’in topuğunun kenarıyla verdiği pasta, Baroni’nin cetvel gibi bir vuruşla attığı gol, mühendislik harikası gibiydi. Sarı-Lacivertliler pozisyon bereketi içinde, gol kuraklığı çekerken, Isaak olmayan pozisyonlardan iki gol üretti.

Bu maçta top Fenerbahçe’yi sevmedi. Ee, Fenerbahçe’nin de topa yüzünü döndüğü, inkar ettiği zamanları biliriz.

Kötü oynadığında kazanabiliyorsan, iyi oynadığında da kaybedebilirsin. Kaleci İlker de muhteşem işler yaptı ama vuruşlar çoğunlukla üzerine gitti. Yerine giren Bulut da kurtarışlarıyla O’nu aratmadı. Sonra ‘atamayana atarlar’ adaleti işledi. Isaac aldı, ceza sahasına girdi, çekti, çıktı, durdu, bir baktı, bir daha düzeltti, bir daha baktı ve sol ayağıyla golü attı. Bütün bunlar olup biterken Fenerbahçe takım halinde uyudu. Volkan da dahil olmak üzere... Gökhan Ünal imzalı beraberlik golünün ‘doldur-boşalt’ kargaşasından gelmesi de, bir ‘14 Şubat’ ironisi olmalı!

Kadıköy’deki oyunuyla parmak ısırtan Manisaspor buhar olmuş, bambaşka bir takım gelmiş. Fenerbahçe böyle oynayıp, ‘dikkat’ seviyesini biraz daha yükseltirse alt edemeyeceği rakip yok. Saracaoğlu’nda ‘parmak ısırtan’ o takımın yarısı bile yok ortalarda.

15 Şubat 2010, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ortada sıçan‘’

Bursaspor müthiş bir inanç ve motivasyonla hazırlanmış rövanşa. Fenerbahçe ise ilk maçtaki skora güvenerek yenilsek bile turu geçeriz rahatlığında.

Eksik futbolcunun mazereti olabilir de, eksik motivasyonun, konsantrasyonun, organizasyonun, mücadelenin ve inancın kılıfı olabilir mi?

Bursaspor aciz durumlara soktu Fenerbahçe’yi. Bank Asya 1. Ligi’nin alt sıralarındaki bir takımı bile bu hale düşüremezdi.

Her topa anında hamle yaptı, dört bir yandan saldırıp paralize etti. Soluna felç indirip resmen ortada sıçan oynadı. İki rahat ve düzgün pas yapmasına izin vermedi. Hayat damarlarını kesip çökertti ve yarım saatte bulduğu 2 golle şoka soktu. İlk iki golde yardımcı oyuncular Vederson ve Bilica’ydı.

Şuursuzluk yarışındayken bile ilk yarıda kontrataktan piyango gibi 3 pozisyon bulan Fenerbahçe, bu fırsatları da bozuk para gibi harcadı.

Başta yapması gerekeni sonda yaptı Daum. 2-0’da Emre’yi, 3-0’da da Alex’i ateş hattına fırlatıp, mızrağı çuvala sığdırma işini iki solağa havale etti. Takviyeye rağmen 6-7’lik farka gitmesi işten bile değildi ev sahibinin. Değerlendiremeyince, Alex’in topuğuyla başlayan ve Güiza’nın tıngır mıngır kaleye yuvarlanan vuruşuyla devre dışı kaldı.

Şu akıl ve yürek eziyetine, bu kalp ağrısına rağmen, skorla avunup ve turla sevinen, hala şampiyonluk konusunda ‘derin endişeler’ duymayan Fenerbahçeliler varsa, selam olsun!

12 Şubat 2010, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sulu tarım ve karambol‘’

Bursaspor maçının ikinci yarısındaki minvalden devam etti Fenerbahçe... Yani yine kendinden kaçaktı. Diyarbakırspor ise dipdiriydi; canını dişine takıp her topa 2-3 kişi birden bastı. İkinci hamleyi yaptırmadı. Alex’i dört bir yandan ablukaya aldı. Ev sahibi gergin, misafir ise sakindi.

Konuk ekip daha maçın başında ‘direkten’ döndü. Oysa Fenerbahçe’nin 38. dakikaya kadar tek ciddi gol pozisyonu vardı, çok top kaybı yaptı. Top rakipte kaldıkça da fazladan yoruldu. Yorulunca sinirlendi. Gol geciktikçe sinir katmerlendi. Sinirlendikçe de panikledi. Emre, gereksiz öfke patlamalarıyla hem kendine hem de takıma zarar verdi.

İkinci yarıya da Özer şokuyla başladı Sarı-Lacivertliler. Volkan sol eliyle yüzde yüzlük pozisyonu kepçeledi. Ayman’ın müthiş golünde hata Volkan’da değil, o topa vurduranlarda.

Koray Gençerler önce Bilica’nın kırmızısını, çapraz kurdan eyyam sarısına tahvil etti. Topuz’un sarısını da aynı mantıkla kırmızıya. Ardından Güiza’nın ceza sahası içinde çekilerek düşürülmesine tereddüt belirtisi bile göstermeden ‘devam’ dedi.

Sakatı, kart cezalısı derken kayıplarına bakılınca, mağlubiyetten daha ağır bir beraberlik aldı Fenerbahçe. Daum’un son dakikalarda doldur boşalta döneceğini bile bile hava hakimiyeti olan Gökhan’ı pas geçip, Güiza’yı öne sürmesi de anlayamadıklarımız arasında...

08 Şubat 2010, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Organize işler‘’

Fenerbahçe rakibinden fazla da değil, sadece onun kadar koşup, mücadele edince, hamle yapınca, yetenek ve klas anında kendini fark ettiriyor. Zemin bile o mükemmelliği bozamıyor, durduramıyor. Öpülen değil öpen, ısırılan değil ısıran taraf oluyor.

Sercan’ın maçın ilk tehlikesini yaratan paralel kesmesinin gol olmaması Fenerbahçe adına bir şans anı... Fenerbahçe’nin rakip kaledeki ilk ciddi atağında Alex’in sol çaprazdan vuruşunun gol olmaması ise bir zemin sabotajı... Santos’un slalomu ve kalecinin baldırında son bulan slalomlu plasesi.. Ve art arda gelen ‘yüzde yüz takım ruhu’ patentli, ‘organize işler’ damgalı goller. Alex şapka çıkarılacak bir futbol mühendisi; tepeden tırnağa beyin. Semih’in attığı golde, asisti rakip defans oyuncusuna yaptırttı. Sercan ve Uğur’un gereksiz zorlama yüzünden kendilerini sakatlamaları ayrı bir yazı konusu olur.

İkinci yarıda ‘maşallah’ diyenleri ‘töhmet’ altında bırakan, ayağındaki topu ikram eden, hatta ters asist yapan ‘alışıldık’ Fenerbahçe geri döndü. Aktif oyundan, pasif dinlenmeye... En azından 25 dakika kesintisiz şekilde böyleydi. Adrenalin bağımlılığı, turun tek maçta gelmesine izin vermedi herhalde. Bursaspor o fırsatlardan bir gol bile üretebilse, rövanşı gerilim filmine döndürebilirdi. İlk yarıdaki Fenerbahçe bu ligde uzak ara ipi göğüsler, ikinci yarıdaki futbol ise ancak orta sıraların bile altında yer alır. Kararı da futbolcular verecek.

05 Şubat 2010, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Avantaj palavrası‘’

Fenerbahçe’nin 2. yarıda maçlarının çoğunu Kadıköy’de oynayacak olmasından dolayı bir ‘avantaj’ palavrası pompalanıyor ortalığa... Futbolcular ve Daum buna inanırsa, çok fena yanılır, hatta yamulurlar.

Her şeyden önce Fenerbahçe’deki teknik ayakların en büyük düşmanı, bizzat Saracoğlu’nun zemini. Yani Kadıköy’deki maçlarda misafir takımın ekstradan bir önlem almasına hiç gerek yok. Zemin ‘önleyici’ görevini yeterince yerine getirecektir zaten. O zemin, yeminleri bozdurur, sözleri yutturur.

Keşke mesele sadece zeminle sınırlı kalsa! Fenerbahçeli futbolcular rakip kadar koşmaları, mücadele etmeleri, agresif olmaları gerektiğini, futbolun bir takım oyun olduğunu yeni yeni anlıyorlar. Biraz Denizli, biraz da Sivas maçı. Bu takımların ikisi de en kötü sezonlarını yaşıyor ve ligin dibindeler. Havaya girmekle havalara girmek kavramları karıştırılırsa, çok kötü çarpılırlar.

Bu takım 5-0 öndeyken bile, 5-0 gerideymiş gibi oynamaya mecbur. Yoksa sezon başında verilen sözler, ağır bir mahcubiyetle sonuçlanır. Medyadan pompalanan ‘kas gevşetici’ masallara inanırlarsa, Kasımpaşa duvarlarına çarparlar. Ya evinde veya deplasmanda, maç seçme lüksü olmadan, her karşılaşmayı tam bir final ciddiyetiyle oynayacaklar, ya da ele güne alay konusu olacaklar. Ya ölü toprağını tamamen atıp dirilecekler, ya da başka camialara neşe ve umut kaynağı olacaklar. Ya gerçeğin yörüngesinde kalacaklar, ya da gerzek söylemlerin ekseninde kaybolacaklar.

Fenerbahçe son iki şampiyonluğun birini hibe, diğerini de heba etti. Hem de göz göre göre, bağıra bağıra, taammüden. Ancak bu seneyi de kaybederse şampiyonluktan çok daha fazlasını yitirecektir.

Zaten saptığı hedeflerinde, çok daha ağır ve çok daha ciddi, telafisi güç bir savrulma yaşayacaktır. Bunun manevi külfeti kadar mali külfeti ve vebali de çok büyüktür. Ayrıca 3 kulvarda zorlu ve stresi yüksek karşılaşmalar oynayacağı, bunlardan mental ve fiziksel anlamda yorgun çıkacağı da unutulmamalı.

Galatasaray’ın son yaptığı transferlerle şampiyonluktaki rakipleri karşısında ‘psikolojik üstünlüğü’ ele geçirdiğini inkar etmek, ucuz bir goygoyculuktan başka bir şey değildir. İşte bu yüzden Fenerbahçeli futbolcular “iki maç kıpırdandık, üst üste iki galibiyet aldık” avuntusuyla gevşeyip yeniden laubalilik batağına saplanır, ‘alemlere akma’ yarışına girerlerse, şimdiden büyük geçmiş olsun.

04 Şubat 2010, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI