‘’Pes!‘’
Aynı tezgah yeniden hortladı, genetik şifreler yeniden harekete geçti. Farklı ağızlardan aynı kara propaganda, aynı senaryo, aynı replikler ortaya saçılıyor. Korku; Fenerbahçe’nin şampiyonluğa yürümesi... İşin özü ve çarpık mantığı; O olmasın da, kim olursa olsun...
Önce Yıldırım Demirören ile başladı, kalemşörlerle sürdü, Adnan Polat da devam ettiriyor. Çünkü Fenerbahçe’nin Beşiktaş’ı yenmesi, tam bir kabus senaryosu olur. O yüzden hakemi etki altına almak, kimyasını bozmak lazım şimdiden... Medya da buna dünden teşne, durumdan vazife çıkarmayı bilir.
Yalan bile utanır da, bazıları hiç utanmıyor. Huylu huyundan vazgeçemiyor. Bu tabloda bir tek utanç sofrası eksik. Birini zaten boşverdim de, şöyle buyurmuş Bay Adnan; “Hakem hataları 5 haftadır hep Fenerbahçe’nin lehine...”
Aklınca karambol ortamı yaratıyor. Tesadüf mü? Asla! Çünkü bir gün önce, Fenerbahçe nefretinden gözleri dönmüş fularlı şeyhleri hedefi manşetten göstermiş. İzinden gidiyor. Omuz veriyor. Neresinden baksan, siyasetin son günlerdeki moda deyimiyle buram buram ‘Şark Kurnazlığı!’
Kendi maçlarında bile Güiza’nın golü güme gitmiş, 3 oyuncuları 2’şer metre ofsayttayken hizadaki yardımcı hakem ‘devam’ demişken... 15 yılın ‘koruma ve kollanma’ alışkanlığı ortadan kalkınca, ezberler bozulunca, zavallı söylemlere sarılmak dışında çare de kalmıyor. Aklınca yumurtaları bir birine kırdırıp, aradan sıyrılacak.
Puan bonkörlerinin eseri!
Fenerbahçe maça işte bu suni olarak üretilmiş-türetilmiş ahval ve şerait içinde çıkacak. Morali Beşiktaş’a göre daha yüksek, becerisi ve yetenekleri onlardan daha fazla... Ancak futbol, mücadele ve organizasyon olarak birbirlerinden çok da farklı değiller.
Üstelik mutlak kazanmak zorunda olan Beşiktaş’ın bu baskıyla maça çıkması da Fenerbahçe’nin lehinde... Sarı-Lacivertliler mücadele ve yardımlaşmayı bir-iki perde yükseltirse, bu maçtan kayıpsız ayrılır.
Olası bir beraberlikte Fenerbahçe’nin şansı devam ederken, Beşiktaş’ın Devler Ligi’ne katılma hayali bile suya düşer. Prestijin yanında, kasaya girecek milyonlarca Euro da buhar olur!
Kim ne derse desin işi buraya getiren bizzat ve taammüden Fenerbahçeli futbolculardır.
Öyle vurdumduymazlıklarla, öyle saçma, öyle abuk puanlar dağıttılar ki; mesele geldi buraya kadar dayandı...
Puan saçma bonkörlüğüyle ligin daha ilk yarısında havlu atanları, hiçbir hesabı olmayanları piyangodan yarışa sokanlar yine Fenerbahçe’ydi.
Biraz mücadele edip, biraz kıpırdayıp, biraz ciddi olsalardı turu çoktan atmış, ittifakın ses tellerini imha etmişlerdi. Şimdi bakalım, bu düğümü yeniden düğüne çevirebilecekler mi?
‘’Ne varsa 10'da var‘’
Bu takım neden en başta yapması gerekeni, en sonda yapmaya çalışır? Niye hep kendini kuyuya atar ve çıkmak için ip arar? İnsanın aklı almıyor.
Önce bir golü bulacak kadar yırtın, didin ve zorla, sonra da rölantiye al. Beşiktaş maçı öncesi de enerjini sakla. Zaten Manisaspor’un öncelikli hedefi ligde kalmak. Ve hafta sonunda Galatasaray ile oynayacaklar. Bu yüzden de en çok onların diri kalmaya ihtiyacı var. İlk golü yediği an, tek derdi maçı bitirmek olacak.
Fenerbahçe ‘aktif dinlenme’ maskesiyle, basbayağı ‘durağan’ bir saklambaç oynayıp, golü de yiyince, Manisa’yı da, kendini de zihnen ve fiziken hırpaladı. Gol de ev sahibi adına müthiş, Sarı-Lacivertliler adına ise ‘skandallar’ silsilesiyle geldi. Herkes uyudu. Sahada gerilim ve sertlik dozu arttı.
Gökhan’ın yarım yamalak pozisyonunu saymazsak, en ciddi pozisyon Mehmet Topuz’un kornere giden vuruşuydu. Manisaspor, Nizamettin ve Isaac ile yakaladığı ‘uzatma’ şansını değerlendiremedi.
Sonunda Alex kendine has zeka, yetenek ve beceri ile gerilimi sıfırlayıp, maçı yeniden ‘formalite’ye döndürdü.
Mehmet Güven ve Güiza’nın iki dakika arayla vuruşlarına, Volkan ve Bulut’un yaptıkları müdahaleler, en şık iki hareketti.
Bakalım kupanın marka değeri bu sene sıfırlanacak mı?
‘’Resimdeki gözyaşları‘’
Karıncaya “yolculuk nereye” demişler, “Hacca” demiş. “Bu adımlarla zor gidersin ama” demişler. O da, “Varamasak bile yolunda ölürüz” cevabını vermiş.
Cannes’da muhteşem iki gün yaşandı. Heyecan doruktaydı. Kırk yıl düşünsem, Fenerbahçe Bayan Voleybol Takımı’nın, Avrupa’da, hem de Şampiyonlar Ligi’nde final oynayabileceği, Türkiye’den dev bir basın ordusunun da, bunu takip edeceği aklımın ucundan bile geçmezdi. İşte bu yüzden, Fenerbahçe Kulübü’ne, Sayın Mehmet Ali Aydınlar’a, voleybolculara ve teknik kadroya sonsuz teşekkürler.
Fenerbahçe, final maçında heyecanına ve rakibin saygı duyulacak tecrübesine yenik düştü.
Ama galiptir bu yolda mağlup.
Bu tabloyu yaşatanlara helal olsun. Olay hep buralarda olabilmek. Uçmak değil, havada kalabilmektir asıl mesele.. Ve bundan sonra bunun başarılacağına da inancım ve güvenim tam. En başta en büyük gider kalemi olan futbol ve basketbol takımı olmak üzere tüm branşların, bu kızları ve onların yürekten mücadelesini örnek alması gerekir.
‘’Kovayı devirmek!‘’
İnsanın sabır taşını çatlatacak değil, patlatacak oranda damla damla süt verip, sonra o kovayı gözünü kırpmadan tekmeleyip dökmek nasıl bir şey? Bu sendrom, Fenerbahçe’de a’dan z’ye, tepeden tırnağa, vazgeçilmez, önlemez, önlenmesi teklif dahi edilemez bir gelenek haline geldi. Son olarak da teknik direktör Christoph Daum’un, Yılmaz Vural’a laf yetiştirme, laf sokuşturma gayretkeşliği adına söylüyorum...
Bu neyin rövanşı... Kimle rövanş güdüyorsun Herr Daum?
Her maçta peşine özel olarak kamera takılan, futbolcusunu döven, futbolcusunu tokatlayan, takla atan, intihar şov yapan, ağabeylerine şirin görünmek için saha kenarında abuk sabuk hareketler sergileyen, aldığı takımları düşüren, şike olaylarında önce konuşup sonra susan garip bir adama... Üstelik konuştuktan sonra değil de, bilmem kaç hafta yutkuna yutkuna bekleyerek ve Galatasaray maçından hemen sonra... Fenerbahçe havlu atmanın kıyısından, ipin ucundan dönmüşken... işi gücü unutup pespayelikle rövanşlaşma, cevap yetiştirme cevvalliği tam bir şirazeden çıkmışlığın işareti...
Bir virüs mü dadandı?
Ciddi ciddi endişe ediyorum. Bu camiaya bir algılama bozukluğu virüsü mü dadandı? Samandıra’dan yayılıp, diğer tüm birimlere mi sirayet etti? Bu ne garabet ve yakışıksız bir manzara.
Yılmaz Vural’ın yakışıksız ve aşağılayıcı konuşmalarını neredeyse kutsayan medya, Christoph Daum’un gereksiz sözlerine fena halde sarmış, mal bulmuş bağribi gibi atlamış durumda...
E, malzemeyi veren düşünsün.
Sezon başından beri tanıdık-bildik ‘ötücü kuşlar’ da, Aykut Kocaman hakkında ipe sapa gelmez, saçma sapan, uydurmasyon şeyler üflüyor sürekli medyaya... Herkes, her şeyin farkında... Bu ‘bir demeç tiyatro’ sevdası ve boş söylemler, eylemin yerini alınca odak da kayar, şakül de... O zaman hedef de kaçar, ayar da... Gerçeklik ve gerzeklik yer değiştirir. Şu adamlara ‘boş konuşmayı bırakıp işinize bakın’ diye çemkirecek kimse yok mu? “Bursaspor ile Fenerbahçe arasındaki yatırım uçurumu ve tablodaki çelişki nedir?” sorusunu yöneltecek kimse yok mu? Kulübün hedeflerini hatırlatacak, ezberletecek bir Allah’ın kulu yok mu?
Devrimin zaafiyeti olur
Herr Daum, Yılmaz Vural’ın densiz konuşmalarıyla rövanşlaşmayı bırakıp, taraftara aklını yediren soruların ve kaygılara cevap bulmaya bak... Hem hatayı konuşanda değil de, konuşturanda ararsan doğru istikameti bulursun. Son olarak, eğer Aykut Kocaman harcanırsa, bu onun değil, yönetimin ve devrimin zaafiyetidir. Gönderildiği günden bugüne kadar olan süreçte, zihniyetin aslında hiç değişmediğinin ispatı olur.
‘’Askıda yaşamak‘’
Daum derbi galibiyeti sonrası bu yıl ilk kez kendisi gibi konuştu. “Bugün burada sadece bir maç kazandık” derken... Elbette maçtan çok daha fazlasıydı. Ancak camianın da, taraftarın da, futbolcunun da bakışı hep böyle olmalı. İlk yarıdaki Galatasaray maçının sonrasındaki abuk manzarayla kıyasladığınızda, aradaki farkı daha iyi anlarsınız. Fenerbahçe orada ligi bitirmişti.
Fenerbahçe çok kritik bir kırılma noktasının eşiğinden döndü. Beraberlikte bile lige, hatta Şampiyonlar Ligi şansına havlu atacaktı.
Son anda zirveye yeniden çengel attı, hayata tutundu. İnşallah herkes aklını başına alır, bunun farkında olur da, bu fırsatı yeniden heba edip bozuk para gibi harcamaz.
Hakemdi, federasyondu, hatalardı bilmem ne... Kim ne derse desin, nasıl düşünürse düşünsün, hangi ipe sarılırsa sarılsın Daum ve futbolcularının bu işi bu noktaya kendilerinin getirdiği gerçeğini değiştiremez. Bilerek, isteyerek, kasten ve taammüden.
Ciddiyetsizlik ve laubalilikten. Uzak ara öndeyken, zirveyi ambargolamış ve hatta neredeyse kopmuşken bu kaosu özel çabalarıyla kendi kendilerine yarattılar.
Kopanları zirveye ortak edip, gerisine düştüler.
Bir sistemi, bir düzeni yıkmış, açık ve gizli ittifakların sırtını yere getirmiş, yıllardır engelli kulvarda koşan bir kulübün bunlara şerbetli olması gerekmez mi? Futbolcularının ve teknik direktörünün ona göre oynaması gerekmez mi?
Yönetiminin bu gerçeklere göre bir takım kurması gerekmez mi? Yakındıkları şeyler, öne sürdükleri mazeretler sürpriz mi?
Bugün olup bitenler Ulusoy dönemiyle kıyaslanabilir mi? Denizi, okyanusu geçmiş tecrübenin, derede bile değil de kirli bir su birikintisinde boğulması normal mi?
Galatasaray maçı artık dünde bırakılmalı. Üzerine tek bir geyik muhabbeti çevrilmesine bile izin verilmeden, bir an önce kalan maçlara odaklanılmalı. Parola ‘7’de 7’ olmalı. Kaldı ki bu gerçekleşse bile yine de inisiyatif Fenerbahçe’de değil. Çok zorlu maçları var.
Terapi ve tedavi maçı geride kaldı, şimdi artık kayıpları telafi zamanı...
İşin şakası falan kalmadı. Bu takım en azından Devler Ligi’ne kalmaya mecbur. Kulübün geliri için, vizyonu ve hedefleri için, kombine ve ürün satışları için mecbur. Herhangi bir mağlubiyet, pazar gecesinin saltanatını ayaklar altına almaya, apoletlerini söküp atmaya yeter de atar bile.
Fenerbahçe uzun süre kendi isteğiyle ara verdiği lige şimdi yeniden başladı. Artık sıfır puan kaybının bile yetmeyeceği son düzlükte...
‘’İtiraz tramvayı‘’
Galatasaray’ın Kırmızılılar’ı Özhan Canaydın’a en anlamlı galibiyetiyle veda etmek, Polat’a seçim hediyesi vermek ve Fenerbahçe’yi yarıştan düşürmek gibi çoklu motivasyonla sahadaydı. Fenerbahçe için ‘var mısın, yok musun’ maçı olması da onların avantajıydı.
Bursaspor yenilerek, Beşiktaş da yenerek derbinin tansiyonunu iyice yükseltmişti. Emre ve Arda’nın iki takım açısından ağırlığına bakıldığında, orada da avantaj ibreleri ev sahibinden yanaydı. Sarı-Kırmızılılar daha saniyeler sayılırken, öne geçme fırsatı yakaladı. Beceremese bile daha işin başında Fenerbahçe’nin kimyasın bozup, bocalattı. O andan itibaren soğukkanlı olamadı. Lugano ‘kılpayı’ müdahaleleriyle ve insanüstü mücadelesiyle maçın adamıydı. Tabii 90 artıdaki kurtarışıyla da Volkan. Dos Santos’ların ev sahibi olanı dışarı vurduğu golle, girdiği pozisyonlarla ve artistik parendeleri ile geceye damga vurdu. Güiza’nın ofsayt diye bayrak çekilen golünü de unutmamalı. Özer ve Mehmet Topuz oyunda olmasa da fark etmezdi. Maçın en kötülerinden biri olan Selçuk’un uzaktan değil ‘uzaydan’ skoru belirlemesi de futbolun taraftarla ve tarihle cilveleştiği anlardan biri olmalı... Ki o ana kadar Franco yere bile yatmamıştı.
‘’Tek şık hareket‘’
Masabaşında kotarılıp, koparılan ve sonra da dayatılan ‘kompleks’ fırtınasına kapılanlar bir kenara, aklı başında taraftarın zerre umursamadığı yan kulvar.
Çabası ve getirileri lig yarışının yanında ‘amorti’ bile sayılamayacak bir kupa. Zaten sadece Fenerbahçe için ya da O’nun üzerinden bir anlamı var.
Fenerbahçe ‘negatif istikrar’ abidesi... Futbolcular iki kulvarda da bildiğini okumaya devam ediyor. Yürüye yürüye beceremediler, şimdi dura dura deniyorlar. Kimseyi hatta kendilerini bile umursadıkları yok. Futbol adına da hiçbir şey yok.
Maçta dişe dokunur tek pozisyon da ‘ahı da, vahı da, mecali de kalmamış’ Manisaspor’a ait. Fenerbahçe, üç dakika arayla iki pozisyonsuz gol buldu. Olsun ‘akıllar bilmem neredeydi’ diye klişe bir kulp da hazır zaten. Bu skor yeter mi bilinmez ama Ali Sami Yen’e de aynı kafayla giderlerse yenilgi falan değil, bozgun olur. Sezon da orada biter.
Bu maçın tek şık hareketi vardı; o da taraftarlardan geldi. Fenerbahçe tribünleri Özhan Canaydın’la alkışlarıyla helalleşti. Sayın Canaydın’a Allah’tan rahmet, ailesine, Galatasaray camiasına ve spor kamuoyuna başsağlığı diliyorum. Mekanı cennet olsun.
‘’Kendine çıkan yokuş‘’
Fenerbahçe’nin kendi kendini düşürdüğü şu hallerin yenilir yutulur, anlatılabilir, anlaşılabilir bir tarifi var mı? Durumun kendisi dramatik ama, sorumluyu dışarıda arama gayretkeşliği gerçekten gülünç... El birliğiyle geri götürüldü takım. Kulüp Mersin’e, takım tersine... Ne yaman çelişki!
Yöneticisinden teknik direktörüne, futbolcusundan taraftarına hiç kimse kendisi dışında sorumlu aramasın. Herkes kendini sorgulasın. Bunu yapmak, halının altına süpürmektir. Sadece geri gidişi daha da hızlandırır. Tıpkı daha önce defalarca yaşandığı gibi. Yani ibret alınmayan tarih tekerrür ediyor. Ortada sürpriz falan da yok.
Hakikaten ne dayanılabilirliği ne de katlanılabirliği kalmayan, iler tutar yanı olmayan saçma- lıklar ve sorumsuzluklar silsilesi buraya kadar getirdi. Takımın maliyeti ile mevcut tablo arasındaki fark, uçurum kavramıyla da anlatılamaz.
Dağın fare doğurduğu, hatta prematüre doğum yaptığı gün gibi ortada... Fenerbahçe kendi üretimi yanlışlarda, sorunlarda boğulur ve bocalarken, fareler gürbüz gibi dağ doğurdu. Hem de sıradağ.
Yok farz ederek, görmezden gelerek, inkar ederek, yalanlayarak takım yapılamıyor işte. Keşke bu kadar kolay olabilseydi.
Chelsea’den deplasmanda bile korkmayan takım, evinde Diyarbakır’dan korkuyor. Sevilla’ya sahayı dar eden takıma, sıradan takımlar dünyayı dar edebiliyor. Fenerbahçe’nin 3 yılda göz göre göre sıradan bir takıma dönüşmesi, sıra dışı bir durum değil mi? Normal mi kabul edelim?
Bu sorumsuzluğun faturası elbette yine birilerine kesilecektir. Tamam da manevi tahribatı, derin maliyeti nasıl karşılanacak. Bence Fenerbahçe ligi Galatasaray maçıyla bitirmiştir. Tribündeki ve sahadaki abartılı sevinç, bu ‘eskiye dönüş’ tehlikesinin erken habercisiydi zaten. Kim ne derse desin, devrim ağır yaralıdır. Kimsenin vermeye cesaret edemeyeceği kadar ağır bir hasarı, Fenerbahçe kendi kendine hem de mazohistçe vermiştir. Yine eski kısır döngüsünün, lanet çemberinin içinde kapana kısılmıştır. Fenerbahçe kendisinin en azılı, en baş edilmez, en vicdansız, en korkunç düşmanıdır. Yani baştan yeniktir. Bunu anlamadıkça da, işi zordur. Özdemir Asaf’ın durumu özetleyen şiiri ile bu faslı noktalayalım:
Dün sabaha karşı kendimle konuştum
Ben hep kendime çıkan bir yokuştum
Yokuşun başında bir düşman vardı
O’nu vurmaya gittim kendimle vuruştum