‘’Cendere‘’
Fenerbahçe kendi çabasıyla ‘var mısın, yok musun’ cenderesine soktu kendini. Her maç kırılma maçı artık. İkili mücadelelerdeki hastalıklı, zayıf, titrek ve dirençsiz görüntüsü insanı yoruyor. Bilinçsiz ve kontrolsüz koşular, komik zamanlamalı hamle yanlışları, rakipten bu kadar kolay ‘feyk’ yiyerek oyundan düşmeleri, kabul edilebilir tuhaflık değil. Kimin ne zaman, nerede ve nasıl bir sarsaklık yapacağını kestirmek olanaksız. İlk yarı yine su kaldırır da, ikinci yarı berbat. Bunun da nedeni elbette Emre. Herhalde forma yanılsamasıyla River Plate zannettiler Gaziantepspor’u. Alex herhalde o kırmızı karttan sonra futboldan soğudu. 10’un bile ayarı kaçmıştı. Bir türlü oyuna ısınamadı. E, böyle oynayınca da, kendi yıldızlarını sıradanlaştırır, rakibin sıradanlarını da yıldızlaştırırsın. Son 3 yıldır yaptığın gibi. Zayıf rakipler karşısında bile baskı yer, sinire keser, kart görür, zamana oynarsın. Güiza’nın jeneriklik füzesi, sadece sırat köprüsünde bir adım daha attırdı. Ama sonrası yine muamma...
Bu takım Galatasaray ve Beşiktaş maçlarından 3 puan çıkaramazsa, ilk ikiyi zor görür. Ki şu sarsak ve savsak hallerle çok zor görünüyor.
‘’Başkasın!‘’
Özgüven başka, küçümsemek başka
Ciddiye almak başka, gözünde büyütmek başka
Temkinli olmak başka, korkaklık başka
Mücadele etmek başka, dalaşmak başka
Koşmak başka, hedefe koşmak başka
Soğukkanlılık başka, vurdumduymazlık başka
Savaşmak başka, sataşmak başka
Kuvvetli olmak başka, kudretli olmak başka
Sindirmek başka, sinmek başka
Yenilmek başka, hezimet ve teslimiyet başka
Takım olmak başka, takımı oluşturmak başka
Futbolcu olmak başka, topçu olmak başka
Futbol başka, ayak oyunu başka
Düzen başka, düzenek başka
Hırs başka, ihtiras başka
Öfke başka, nefret başka
Gurur başka, kibir başka
Direnmek başka, dilenmek başka
Acı başka, acıklılık başka
Eğlendirmek başka, soytarılık başka
Profesyonellik başka, para kazanmak başka
Kurumsallık başka, durumsallık başka
Durum başka, sunum başka
Sahiplenmek başka, sahip çıkmak başka
Savunmak başka, avunmak başka
Bilmek başka, bilgiçlik başka
Söylem başka, eylem başka
Devrim başka, evrim başka
Akıl başka, fikir başka
Zeka başka, kurnazlık başka
Eleştirmek başka, aşağılamak başka
Çalışmak başka, çatışmak başka
Karar almak başka, uygulamak başka
Körlük başka, körleşmek başka
Düşünce başka, seslendirmek başka
Tepki başka, tepinmek başka
Yutkunmak başka, yutmak başka
Servet başka, para başka
Niyet başka, diyet başka
Hata başka, tekrarlamak başka
Kanarya başka, ‘kuş’ başka
Bu, tavşan ile kaplumbağanın yarıştığı ve de birbirine karıştığı bir La Fontaine hikayesidir.
İyi uykular!
‘’Beyinsiz‘’
Sürat köprüsünde ilerlerken, durduk yerde direksiyonu sırat köprüsüne kır. Sonra her maçın kritik ve bıçak sırtı hale gelsin. Sonra o stresin altında kal, arabayı devir.
Kayıplar, ayıplar, varlar, yoklar, ahlar vahlar. Rakiplerin stoperleri senin ceza sahanda, senin santrforların orta sahada bile yok. Her futbolcu ayrı ayrı kendi maçını oynuyor. Hiçbir yere ulaşmayan bir merdiven gibi.
Alex yokmuş, mücadele yokmuş, güç yokmuş, kondisyon yokmuş, futbol yokmuş ne gam. Bu Fenerbahçe’nin Hıncal dışında hiçbir şeye ihtiyacı yok. Ben demiyorum ilgilisi, bilgilisi, yetkilisi söylüyor.
Bu maçın önemi konusunda en küçük bir kararlılık, tek bir bilinç kırıntısı, minicik bir organize hareket gördünüz mü?
Fenerbahçe’de her maç birkaç ‘döktüren’, fazlasıyla da ‘dökülen’ var. Halbuki takımın ihtiyacı her futbolcunun normal bir seviyede oynayabilmesi. Savrulmadan bir vasat tutturabilmesi.
Süper Lig’in en çok faul yapılan, örgütlü dayak yiyen futbolcusu Emre dışında yırtınan, didinen, canını dişine takan, doğru pozisyon alan, boyuna rağmen her kafa topuna yükselen bir tek bile adam yok. Her şeye o yetişmeye, o direnmeye çalıştı. Ya onun inadı da olmasaydı.
Şampiyonluktan kopuyormuşsun, hedeften uzaklaşmışsın olsun. Zaten bunların tek nedeni, bu kulübün bir Hıncal’ının olmayışı.
Alex yokluğunda beyinsiz oluyor Fenerbahçe. Varlığında da yığınla beyinsizliğin üzeri örtülüyor.
‘’Was ist los?‘’
Her Alman gibi çalışmaya, çok çalışmaya inanmış, hatta iman etmiş adamdın Herr Daum. Her ne kadar tefe konulmuş, aşağılanmış, küçümsenmiş, takdir görmemiş olsan da, ilk Fenerbahçe döneminde inanılmazı başardın. Bazen de inanılmaz şeyler yaptın.
Yetenekleri ne olursa olsun, senin çalıştırdığın takımların klasik özelliği, karakteristiği çok çalışmak, çok koşmak, üst düzeyde mücadele etmek, son ana kadar oyundan kopmamak, gerçekçi ve disiplinli oynamak değil miydi? Biz seni öyle bildik, öyle tanıdık.
Bu deneyimlerle gittin ve tekrar geri geldin. Herkes yaşadıklarından, ödediği bedelden keskin ve tavizsiz dersler çıkarmış, daha cevval bir Daum beklerken, ortada taban tabana zıt bir tablo var. Gereksiz inatlarından ve yanlışta ısrarından arınmış bir Daum bekleyenleri hayal kırıklığına uğrattın.
Ekibindeki Koch sayesinde, hiçbir şey olamasa, en azından ‘kondisyon canavarı’ olurdu senin çalıştırdığın takım. E, bu özellik de yok ortada. O zaman ya Koch çalışmıyor, ya da çalıştırmıyor. Çünkü 75’ten sonra gücüyle, nefesiyle, diriliğiyle rakibini ezerdi, yıldırırdı, bezdirirdi senin ekibin. Şimdi 75’e bile nefesi zor yetiyor ve olabildiğince güçsüz. Yani Koch görüntüsü değil, kof görüntüsü var ortada.
Mesela Mehmet Topuz’un senin elinde, Kayserispor’daki performansını en az ikiye katlaması gerekirdi. Ancak adam vasat, kırılgan bir uyurgezere döndü. Zırhlı silahtı, giderek silikleşti, etkisizleşti ve hurdalaşmaya doğru gidiyor.
Birkaç iyi adam hariç, ne doğru koşu yapabiliyor bu takım, ne doğru mücadele edebiliyor. Gereksiz yere çok daha fazla yoruluyor. O halde ya sen de hiçbir şey anlamamışsın Herr Daum, ya da daha vahimi sen de anlatamıyorsun. Bir yerlerde bir şeyler yanlış, bir yerlerde bir şeyler eksik. Görünen tek şey var o da; bu gidiş gidiş değil.
Aykut Kocaman ile medya üzerinden savaşmayı bırak ve takımla ilgilen Herr Daum. Kondisyonla, disiplinle, iş ciddiyetiyle ilgilen. Muhtaç olduğun tespitler, Alex’in tespitlerinde ve açıklamalarında saklı. Takımla ilgili en çarpıcı gerçekleri ‘yılan’ bir dille sinsice değil, ‘yalın’ bir dille açıktan söylüyor adam. Kaptanına kulak ver.
Bir an önce titreyip kendine dönme vaktidir Herr Daum. Kulübe çeki düzen verme hevesini bir kenara bırak da, önce kendine sonra da futbolcularına çeki düzen vermeye çalış. Başkan Yıldırım’ın “3 yıl üst üste şampiyonluk” sözünü sürekli hatırla, hatta pankart yapıp Samandıra’ya astır. Sözün özü; işine odaklan!
‘’Taşıyıcı kolon Emre‘’
Maçtan önce ters manyel yapanlar vardı medyada... Neymiş Bünyamin Gezer uğurlu hakemiymiş Fenerbahçe’nin. Çünkü O’nunla oynadığı maçları hep kazanmış. İnceden töhmet üretip, negatif gaz verme kurnazlığı. Eksiği hiç bitmiyor Fenerbahçe’nin. Böyle giderse de kolay kolay ‘tamam’ olacağa benzemiyor. Sadece taraftarı bu tanımın dışında tutmak gerek. Hiç küsmeden, şu durumda, şu havada bile o trafiği göze alıp tribünde olmak gerçekten saygı değer bir özveri. Gücünü doğru kullanamayınca Fenerbahçe’nin yıldızları sıradanlaşıyor, rakibin sıradanları yıldızlaşıyor. Üstünlük kuramıyor, oyununu kabul ettiremiyor. Baskı yaratacağına, baskı altına giriyor. Korkutacağına, korkuyor. Rakiplerine ayak tenisi oynar gibi paslaşma olanağı veriyor. Emre’nin hırsı, mücadelesi ve takımı yönlendiren oyun zekası gözleri okşadı. Santos’un golündeki asisti de, Ömer’e teslim ettiği pozisyona girişi de enfesti. Güiza aynı tas aynı hamam; ne Emre’ye geliyor, ne de Alex’e! Fenerbahçe için ‘mutlak galibiyet’ gereken, çok gergin bir maçtı. Antalyaspor da bu hassas ve zayıf noktanın farkındaydı. Daha da fazla germek için her şeyi yaptı. Daum’un Semih-Selçuk, Emre-Deniz hamleleri, aslında bir çaresizliğin itirafı. Skorun üzerine yatma girişiminden başka hiçbir şey değil. 31 gün sonra galibiyet iyi de, bu takımın kendi sahasında zamana oynaması, kabul edilebilir bir şeyse mesele yok?
‘’Şifreler, deşifreler ve daha da ötesi‘’
Aykut Kocaman’ın Fenerbahçe’ye gelirken işi çok zordu. Bunu kendisi de çok iyi biliyordu. Çünkü onu bu kulüpten zorla koparan zihniyet ve uzantıları bunu hazmedemeyecekti. Zaten öyle de oldu ve oluyor. Kocaman ve Daum arasında bir çekişme ya da kavga ya da çekişme yaşandığına kesinlikle inanmıyorum. Olsa olsa bir rahatsızlık vardır. Bu da yine olsa olsa tek taraflı bir Daum paranoyasıdır.
Son açıklamalarında ısrarla ve kendini bağlayıcı bir şekilde tekrarladığı “Kesinlikle teknik direktör olmam” sözü elbette basına değil, kişiye adreslenmiş bir cümle. Daum ve kendisinin görevi konusunda da ‘farklı iş alanı’ vurgusu yapıyor ki; son derece haklı. Eğer Alman teknik adam bu durumu sıkıntı yapıyorsa, haddini ve hududunu aşan bizzat kendisi. Burada kibar bir dille ve tam dozunda ‘kendi işine bak’ uyarısı kodlanmış. Çok da doğru söylüyor. Daum eğer kendi işine odaklanmış olsaydı, bu takım yarım yamalak bile olsa bir sistemi oturtmuş, çok koşan, çok mücadele eden, yenilse bile kondisyonuyla ezen bir takım olurdu. Çünkü bu Daum takımlarının klasik özelliğidir. Ama birkaç maç hariç, eser yok ortada.
Deneme-yamulma yöntemi!
Ve Aykut Kocaman bir konuda daha haklı. Bu konular bugün gündeme geliyorsa, bu sıkıntının nedeni futbolcular, takım ve dolayısıyla Daum’dur. Kulübün düzenine çeki düzen vermeye çalışacağına, takıma ve futbolculara ayar vermekle uğraşsın. Belli ki görev tanımlarının ve yetki alanlarının sınırları tam çizilememiş. Böyle bir kurumsal tecrübe ve gelenek oluşmadığından da, deneme-yanılma yöntemiyle gidiyor. Haliyle çatışmalar kaçınılmaz oluyor, deneme-yamulma yöntemine dönüşüyor. Bunu da “Bugünkü yaşadığımız sıkıntılardaki birinci neden bu değil” sözleriyle doğrulamış oluyor.
“15 Mayıs’ta kişisel değerlendirmemi yapacağım” sözleri hem profesyonel bir ahlak, hem de ‘çok zor bir görev’in yarattığı yılgınlığın göstergesi... Eskişehir’den medyaya ‘aşağılayıcı saçmalıklar’ yansıyorsa ve bu bir masabaşı üretimi değilse, belaltı savaşın cephesi de besbelli. Zaten bu yüzden ‘böyle olmaz’ mesajı medyaya mı, yoksa ilgilisine mi tartışılır.
Aykut giderse devrim kaybeder
Şampiyonluk yarışı konusunda inancını dile getirmesi, bulunduğu konumun doğası gereği. Ancak ‘matematiksel olarak şansını yitirene kadar kovalayacaktır’ cümlesini telaffuz etmesi -hadi umutsuzluk demeyelim- ciddi bir kaygı duyduğunun somut kanıtı. Eğer Aykut gibiler giderse, onu aşağılayarak kovan zihniyetler kazanır, devrim kaybeder. Bu durumda vazgeçilecek olanlar, geçici olanlar şimdiden bellidir. Daum bu işlerle uğraşacağına, Alex’in resmi sitesinde yazdığı yüzde yüz haklı tespitlerinden ders çıkarsın. O zaman da mesele kalmaz. Sözün özü ya bu mesele Fenerbahçe’nin gündeminden kendiliğinden çıkar, ya da Fenerbahçe iyice rayından...
‘’Belalım‘’
Lige çıktığı günden beri Fenerbahçe’ye gün yüzü göstermedi Büyükşehir Belediye... Gelenek yine bozulmadı.
Bir daha tekrarlayalım; bu sonuç asla sürpriz değil. Gaf Dağı’nın boyu Kaf Dağı’nı geçeli çok oldu. Bu gaflet uykusu yüzünden Fenerbahçe Devrimi, son 3 yıldır ‘Fetret Devri’ni yaşıyor. Seri galibiyetlerin büyüsü kör etmeyip, gerekli dersler alınsaydı, seri mağlubiyetler olmazdı.
Hani ne oldu, nerede avantaj? İstanbul’da oynamak, kendi sahanda oynamak çantada keklik midir? Futbol böyle bir şey, zerre kadar ukalalığı kaldırmaz.
Alex daha ne yapsın? Şapkadan tavşan çıkarmayı da aşıp, tavşandan şapka çıkarıyor ama o da işe yaramıyor.
Beyninin, zekasının ve yeteneklerinin acıdığına, incindiğine hatta yıldığına adım gibi eminim. Bir sezonu Servet ve Tomas ikilisinin toplamından daha fazla sarı kartla tamamlamış bir adama, o kırmızı kart darbesi de koymaz herhalde.
Ancak o cezalıyken Fenerbahçe ne yapar? İşte orası ciddi bir muamma.
Fenerbahçe kendi eliyle kendisini gayya kuyusuna yuvarladı. Bundan sonra ne olur derseniz. Çok şey olabilir. Olabilir de; ‘kriz yönetimi’ dersinden, peş peşe sınıfta çakan bir kulüp, bunu nasıl başarır onu bilemiyorum.
‘’Sürpriz değil‘’
İlk çeyrekteki görüntü algıları allak bullak etmeye yetti. Galibiyete ihtiyacı olan kim, beraberliğe kim oynuyor sorularının yanıtı da hayli can sıkıcıydı.
Kadrodaki isim farklılıklarına takılmamak gerek. Kafalarda eksiklik varsa, asla tam olamazsın zaten. Emre’nin direkte patlayan vuruşu ne kadar müthişse, Frau’nun vuruşu da o kadar mükemmeldi. Şans ve şanssızlıklar direkler arası ile eşitlendi. Bilica ve Deniz’in geri pas bombaları yine yürekleri ağızlara getirdi.
Futbol işte; o füzeler gole dönüşmedi de, Emre’nin sektirmeli vuruşu iki taksitte kaleye girdi. Alex’in bomboş kaleye ayakları yerine kafayla vurma isteği, ikinci golü heba etti. Herkesin uyuyakaldığı gaflet anlarında, Volkan cin gibiydi. Herkes uyanıkken, bu kez o uyudu.
Rahatlamak ve gevşemek farklı şeyler işte. En azından skoru bulmuşken oyunu tutması gereken Fenerbahçe, tam Lille’in istediği düzene geçti. Kanatları teslim etti. Rakibi cesaretlendirdikçe, kendisini korkuttu.
Savrulan, rastgele vurulan, seken her top, hem de her maçta yüzde 80-90 oranında rakibe gidiyorsa, ortada çok ciddi bir dikkat, algılama, yerleşme ve pozisyon bilgisi sorunu var demektir. Rakip sana yarım hamle fırsatı tanımazken, sen ona üst üste 4-5 hamle yaptırıyorsan, yine ciddi bir sorun vardır.
Ezeli rakiplere teselli ikramiyesi ve doğum günü hediyesi göndermek, artık bir Kadıköy geleneği... Galatasaray son dakikada havlu atmışken, Fenerbahçe’nin nazire yapmaması hem ayıp hem şaşırtıcı olurdu herhalde!