‘’Trabzon nereye?‘’
Onun bu işi benden daha iyi bildiği kesin. Trabzonspor'un futbolunu otoritelere bırakıyorum ve geçiyorum kapıdaki tehlikeye... Trabzonspor'un bugün diğer büyüklerin gerisinde kalmasının bana göre temel nedeni geçmişle yaşamasıdır. Bir insan, bir camia haksızlığa uğrayabilir, arkadan vurulabilir; bütün bunlar hayatın içinde olan hallerdir. Hayatın acımasız yüzüdür. Önemli olan orada kalmak değil, başına gelenlerden ders çıkararak geleceği daha sağlam temeller üzerine oturtmaktır. Her daim sızlanıp, ağlamak yerine bir daha aynı duruma düşmemek için daha güçlü şekilde ayağa kalkıp mücadeleye devam etmektir aslolan. Hırslı, inatçı ve mücadeleci yapısıyla bildiğimiz Karadeniz insanı tarihten beri hep böyle yapmıştır. Onun içindir ki, bugün ülkenin ekonomisinden, siyasetine kadar her alanında söz sahibidir.
Gelgelelim, Trabzonspor bugün kaybettiği -ya da onların idiia ettiği gibi ellerinden çalınan- şampiyonlukla yatıp kalkıyor hala. Benim de bu konuda bir fikrim var elbette, ama onu burada söylemeyeceğim. Söylesem de bir şey ifade etmeyecek ayrıca... Benim dile getirmek istediğim, Trabzonspor'un artık bu travmayı atlatması gerektiğidir. Çünkü bütün enerjisini buna harcadığı için bugünleri ve belki de geleceği ıskalıyor. Unutmalıdır gibi beylik laflara girmiyorum. Unutmamalı, ama olan biteni geride bırakmalıdır. Geleceği inşa etmeye koyulmalıdır. Şu bir gerçek ki, o şampiyonluğu Trabzonspor adına resmi kanalardan tescil ettirmek artık mümkün görünmüyor. Bunun peşinde koşmanın bir anlamı yok. Trabzonsporlular, gücünü, enerjisini, aklını, zekasını yeni şampiyonluklar kazanmak için seferber etmelidir. Örneğin; sahada 1461 Trabzonsporlu gençler kadar mücadele etmeyen yerli yabancı yıldızlarına Trabzonspor ruhunu aşılamanın yolunu bulmalıdır. Bulamıyorsa o ruha sahip futbolcuları keşfedip o formayı giydirmelidir. Camiayı kenetlemenin yolu, asla pes etmeyecek taş gibi bir takım yaratmaktan geçer. Camiada kaybolan özgüven de bu şekilde yeniden tesis edilir. Bütün bunları yapmak o kadar zor değildir. Çünkü Trabzon insanında o cevher, o bilinç mevcuttur. Kendi dinamiklerini devreye sokması yeter. Eğer bunu yapmazsa, Trabzonspor giderek sıradanlaşır. Eski görkemli günler anılarıyla kendilerini avuturlar. Geçmiş geçmeli, geçmezse gelecek de gelmez!
‘’Gerçek lider: Antalyaspor‘’
İlki gerçekleşti; ancak gol sayısının üçte kalması, forvet oyuncularının telaşlı oluşundan kaynaklandı. İlk yarıda, hatta maçın tamamında oyunun kontrolü Eskişehirspor'un elinde gözüktü. Es Es, topa sahip olma oranında rakibine yüzde 68'e, yüzde 32'lik bir üstünlük sağlamasına karşın, bunu üretkenliğe dönüştüremedi. Bunda hiç kuşkusuz, Kamarra ile hücuma önemli katkı sağlayan Erkan Zengin'in eksikliğinin rolü büyüktü. Bu da, Eskişehirspor'un kadro derinliğinin olmadığının bir göstergesidir. Sanırım devre arasında bu sorunu çözmek için iki ya da üç önemli transfer yapacaklardır.
Antalyaspor sahasında oynamasına karşın, özellikle maçın ilk bölümünde oyunu kendi yarı alanında kabul etti. Topu rakibine bıraktı, ancak kazandığı toplarla ani ve hızlı çıkışlar yaparak Eskişehirspor defansını hazırlıksız yakaladı. Bulduğu ilk önemli pozisyonda da öne geçti. Skor üstünlüğü Antalyaspor'un oyuna ağırlığını koymasının da önünü açtı. Çabuk, hızlı ve atletik oyunculardan kurulu forvet hattı, her atakta Eskişehirspor'u dut ağacı gibi silkeledi. Farkı daha da artıracak sayısız pozisyon buldular ama faydalanamadılar.
Eskişehirspor'da transferin gözde isimlerinden Alper Potuk dün geceki karşılaşmada vasat bir oyun sergilerken, Necati ileride yalnız kaldı. Yıldız oyuncu, Nuhiu ile uyum içinde değildi. Orta alanın dinamosu Hürriyet'in ise, yakın arkadaşı Ediz'in kaybından kaynaklanan travmayı henüz atlatamamış olduğu görüldü. Tecrübeli futbolcu, Tello ile birlikte yaptığı top kayıplarıyla kalesinde bir çok pozisyonun yaşanmasına neden oldu.
Antalyaspor'da ise defans hattı ilk 20 dakika dışında kusursuzdu. Başta Necati olmak üzere Eskişehirspor'un gol silahlarını adeta kilitlediler. Savunmaya kaleci Hakan Arıkan da yerinde ve zamanında çıkışlarıyla eşlik etti. Dinamik bir orta alana sahip olan ev sahibi ekipte göze batan oyuncular Assiati, Murat Duruer ve Ergun Teber'di. Forvette de Diarra attığı iki golle maça damgasını vurdu. Ancak burada parantez açılması gereken bir oyuncu var ki, o da Ömer Şişmanoğlu'dur. Oynadığı tüm maçlarda oyuna sonradan giren ve 5 gole imzasını atan genç forvet, Eskişehirspor karşısında da son 25 dakika içinde oldukça etkili bir performans sergiledi. Sanırım Mehmet Özdilek'in, Diarra ve Şişmanoğlu'nu yan yana oynatabileceği bir oyun şablonunu da denemesi gerekecek.
Ligin ilk yarısını bir maç eksiği ile Galatasaray'ın üç puan gerisinde kapayan Antalyaspor, yıllardır kendisinden beklenen patlamayı nihayet bu sezon gerçekleştirdi. Her sezon 5.'cilik ile 10.'luk arasında kendisine yer bulan, geçen sezon ise kümede kalma mücadelesi veren Güney Ekibi, bu sezon hiç kuşkusuz ilk yarının en flaş takımı. Devre arasında oynayacağı Akhisar Belediyespor maçını kazanması halinde Galatasaray ile puan puana gelecek Antalyaspor'un, bu performansını ikinci yarıda da sürdürmesi en büyük dileğimiz. Zira buna hem kendilerinin, hem de Türk futbolunun şiddetle ihtiyacı var. Gerek kadro, gerekse maliyet açısından Galatasaray'la kıyas bile edilemeyecek Antalyaspor, ilk yarının gerçek lideridir. Umarım sezon sonunda da mevkilerini korurlar.
‘’Meireles hayırlı olsun!‘’
Kaybettiği maçın sonunda Fatih Terim'e sarlıdı diye Gökhan Gönül'e etmediğiniz lafı bırakmıyorsunuz, buna karşın hakeme her türlü terbiyesizliği yapan Meireles'i kahraman ilân ediyorsunuz. Çirkef bir futbolcuyu gerçek Fenerbahçeli olarak kabul ediyorsunuz, rakibe saygı duyanı ise dışlıyorsunuz. Oysa tam tersini yapmanız gerekmiyor mu? Sahada bir sürü ayıba imza atıp, muhtemelen takımını bir kaç hafta yalnız bırakacak bir futbolcudan hesap sorup, Fenerbahçe'yi en iyi şekilde temsil edeni bağrınıza basmak değil midir doğru olan? Fenerbahçelilik bunu yapmanızı zorunlu kılmıyor mu? Kılıyor elbette. Ama size bir şeyler olmuş. Şike sürecindeki onurlu duruşunuzun yerini hoyratlık almış. Kabul edilemez şeyler yapıyorsunuz. Meireles vezir, Gökhan Gönül rezil! Böyle bir anlayış, böyle bir düşünce tarzı olabilir mi? Hakem haksız yere oyundan atsa bile, Fenerbahçe forması taşıyan hiç bir futbolcu bu şekilde davranmamalı. Herkesten önce siz ona karşı çıkmalısınız. Kimsenin o formayı küçük düşürmeye, o formaya leke sürmeye hakkı yok. Çünkü o forma, Lefterler'in, Canlar'ın, Mehmetçik Basriler'in teriyle ıslandı. O formaya kutsal emanetlere bakıldığı gibi bakılmalı. Öyle taşınmalı, öyle korunmalı. Sakın Meireles'in rakip taraftarı tahrik etmek için armasını öpmesine filan da gündeme getirmeyin. Fenerbahçe armasını seven biri o tuhaflıkları yapmaz. Ama siz bakış açınızda ısrar ediyor ve yapar diyorsanız, söylenecek söz tükenmiş demektir. O zaman, Meireles Fenerbahçe'ye hayırlı olsun demekten başka çaremiz yok. Alın tepe tepe kullanın!
‘’Kayserispor'un yalnızlığı!‘’
Onun açısından duygusal bir atmosferdi. Ama futbolda duyguların yeri de yoktu. Maç başladığında bu realite bütün çıplaklığıyla kendini gösterdi. Şota'nın takımı, Şota'ya ait olmayan takıma karşı bariz bir üstünlük kurmuştu. Kayserispor'un dün gece Kasımpaşa karşısında ortaya koyduğu performansta, güzel futbolunda, oyun karakterinde elbette yeni hocası Prosineçki'nin de payı var; ama kimse kusura bakmasın, bu takım Şota'nın takımıdır! Keşke gerek Şota, gerekse Kayseri yönetimi duygularıyla hareket etmeseydiler!
Maçın başlangıç düdüğüyle birlikte oyun hakimiyetini eline alan, sahanın her yerinde basan, yardımlaşan, dar alanda kurduğu üçgenlerle Kasımpaşa'nın presini kıran, kanatları etkili kullanan ve rakip kalede bol pozisyon bulan taraf Kayserispor'du. Ev sahibi ekip, ligin iyi pas alışverişinde bulunan, takım savunmasını en iyi uygulayan, hücumda da Özer Hurmacı, Djalma ve Kalu Uche gibi silahlarıyla etkili olan Kasımpaşaspor'a adeta nefes aldırmadı. İstanbul temsilcisinin ilk şutunu 70. dakikakada attığını, maçı kaleyi bulmayan toplam üç şutla tamamladığını belirtirsek, Kayserispor'un saha içi etkinliğini daha iyi izah etmiş oluruz. Eğer Kasımpaşa'nın son dört-beş dakikadaki baskısı bir gol getirseydi ve maç da berabere bitseydi, futbolun adaleti olmadığına bir kez daha tanıklık edecektik. Ama bu kez öyle olmadı. Futbol, adil davrandı! En azından üç puan açısından! Çünkü oyuna göre daha farklı bir sonuç ortaya çıkmalıydı!
Kayserispor'un bu etkili futbolunda orta alanda ve kanatlarda yer alan futbolcuların teknik kapasitelerinin yüksekliği ile oyunun her iki yönünü iyi oynamalarının rolü vardı. Cleiton'un organizatörlüğünde sahaya yayılan Sarı-Kırmızılı ekipte Sefa Yılmaz, Mouche ve Malik Fathi oyuna ağırlıklarını koyan futbolculardı. Özellikle Mouche ile Fathi sol kanatta çok iyi anlaşan bir ikili görünümündeydiler. Kasımpaşa'yı en fazla bu kanattan zorladılar. Tek farklı skorda kalmalarının nedenleri arasında, son hareketlerdeki telaş ile İssakson'un başarılı oyununu gösterebiliriz.
Kayserispor açısından gecenin tek tatsız olayı, taraftarın ilgisizliğiydi. Başa güreşen bir kulüp olmak için sadece stat yapmanın yetmeyeciğinin en büyük göstergesi, Kayserispor'un kendi evinde yaşadığı yalnızlıktır. 50 bin kapasiteli bir statta boş tribünlere oynamak gerçekten hüzün verici olmalı. Gerek ekonomik, gerekse demografik açıdan her şeye sahip olan Kayseri'nin, futbolda İstanbul'u tehdit etmesi için her şeyden önce bir futbol kültürüne sahip olması gerekir. Futbol kültürü olmadan, futbol şehri olamazsınız. Futbol şehri olamadığınız müddetçe de, istediğiniz kadar yatırım yapın fayda etmez. Mourinho'yu, Messi'yi getirsen nafile kalır!
‘’Neredesin Selçuk İnan?‘’
Misyonları ve karakterleri gereği bazıları öne çıkar sadece... Bu durum, bir teknik direktörün kimliğinde yoğunlaşır çoğu zaman. Ve doğal olarak ya bu işin kaymağını yerler ya da bedelini öderler. Bazan da bir takımı özel kılan özel sporcular çıkar sahneye.
Sahip oldukları meziyetlerle fark yaratırlar. Hocalarının en önemli kozu, takım arkadaşlarının ve taraftarın da en büyük güvencesi olurlar. Her şeyin ters yüz olduğu bir anda ortaya çıkıp, takımlarının kaderini değiştirirler. Katkıları maksimumdur. Günümüzde bunun birçok örneği mevcut. Ülkemizde ise bu kategoriye sokabileceğimiz en önemli futbolcu Selçuk İnan'dır. İki sezon önce Trabzonspor'da, geçen sezon da Galatasaray'da ligdeki güç dengesini alt üst eden bir rol modeli oldu. Bu sezon takıma yapılan takviyelerle birlikte performansının daha da artması bekleniyordu. Gelgelelim tam tersi oldu. Geçen yıl Melo'yla birlikte ligin en başat ikilisi olurken, bu sezon Galatasaray'ın en yumuşak karnı durumuna düştüler. Bunda elbette Melo'nun bütün yaz boyunca ağustos böceği gibi kulağının üstünde yatmasının rolü büyüktür. Ancak bu Selçuk İnan gibi bir yetenek için mazeret olmamalıdır. O, kendi klasiğini sahaya yansıtması halinde yanında oynayananın o kadar da önemi olmayabilir. Sanırım sorun Selçuk İnan'ın zihninde. Hala milli takım travmasını atlatamamış gözüküyor. Alışılagelmiş futbol kimliğinin dışında bir görüntü veriyor. Örneğin; arada bir forma şansı bulan Yekta kadar bile sorumluluk almıyor. Risksiz bölgelerde geriye ve yana top dolaştırıyor. Çoğu zaman kalecide biten bu pas trafiği, Muslera'nın gelişigüzel vuruşuyla rakip atağa dönüşüyor.
Kendi takımını hücuma kaldıramadığı gibi, takımının kontratak yemesine de neden oluyor. Hiç bir hoca futbolcusuna 'böyle oyna' diye talimat vermez. Türkiye'de özgüveni en yüksek oyuncu olmasına karşın, bu sezon yaşadığı güven bunalımının altında yatan nedenleri bulup ortaya çıkarması ve tedavi etmesi gerekiyor. Futbolda istatistiklerin bir takımın performansını açıklayamayacağına inanırım. Ancak aynı durum, futbolcunun bireysel performansı için geçerli değildir. Selçuk İnan'ın geçen sezon ile bu sezonki istatistiğine bakacak olursak aradaki uçurumu daha iyi görebiliriz. Ve Galatasaray'ın neden mehter takımı gibi iki ileri bir geri gittiğini de... İşte size iki farklı Selçuk İnan: Geçen sezon 39 maçta 13 gol, 10 asist, bu sezon ise 13 maçta 2 gol, 2 asist!
‘’Bela geliyorum dedi‘’
Bundan dolayı da iki kulüp arasında rakip salona seyirci götürülmemesi konusunda bir protokol de imzalanmıştı. Gelgelelim, bu protokole zaman zaman uyulmuyordu. Salona gelen taraftar profili bilindiği halde federasyonun ve bazı yöneticilerin aymazlığı sonucu ateşle barut yanyana getirildi. Sonrası malum zaten. Geliyorum diyen bela göz göre göre geldi. Sorumlular buna göz yumdu. Sporda Şiddet Yasası’nı budayanlar, mevcut yasayı bile gerektiği gibi uygulamayanlar, holigan çetelerine kol kanat geren kulüp yöneticileri olayların baş sorumlusudur. Asıl hesap vermesi gerekenler onlardır. Ama vermeyecekler. Göstermelik bir kaç göz altı sonrası olayları çıkaranlar da bir dahaki maçta yine salonda, sahada yerlerini alacaklar. Çünkü düzen böyle. Allah belasını versin!
‘’Fenerbahçe düşmanlığı‘’
Fenerbahçeliler'in son yıllarda yaşadığı bir paranoya vardı, 'Fenerbahçe düşmanlığı' şeklinde... Bu paranoya, bugün ne yazık ki gerçeğe dönüşmüş durumda. Elbette bu hezeyanı tetikleyecek bir takım düşmanlıklar geçmişte de yaşandı, ama şimdiki gibi organize ve yaygın değildi Fenerbahçe düşmanlığı... Kayseri'de olanlar, bundan sonra olacakların habercisidir. Geliyorum diyen bela, göstere göstere geldi. Düne kadar Anadolu'nun çeşitli kentlerinde oynanan Fenerbahçe maçlarında açılan pankartlar Fenerbahçe düşmanlığının daha da tırmanacağının göstergesiydi. Ama kimse bunun üzerinde fazla durmadı. Gerekli önlemler alınmadı. Ve sonunda bir kentin göbeğinde Fenerbahçe otobüsü saldırıya uğradı. Elbette bunda, futbol iklimimizin demagoji ve ilkellikten ibaret olmasının rolü büyük. Hakça, adilce, karşılıklı saygı ve hoşgörü çerçevesinde rekabet edemeyişimizin fanatizmi ve düşmanlığı körüklediği bir gerçek. Fenerbahçe yöneticilerinin de bu değirmene su taşıdığı tartışma götürmez. Hatta olanlardan ders almamış olacaklar ki, Fenerbahçe düşmanlığı tırmanmasına rağmen hala gerilim politikalarını sürdürmekte ısrar ediyorlar. Durup dururken FB Tv'de Fatih Terim'i hedef gösteren program yapmaları bunun en canlı örneği. Ama benim üzerinde durmak istediğim bu değil. Bu tehlikeli tırmanışa karşı başta federasyon, emniyet ve yargı olmak üzere herkes üzerine düşeni yerine getirmek zorundadır. Hiç kimse mazeretlere sığınmamalı, şike sürecini hatırlatıp 'ama'lı cümleler kurmamalıdır. Holiganizm, holiganizmdir. Nasıl ki terörün dini, milliyeti, ırkı yoksa, holiganizmin de rengi yoktur. Sonuçta hepsi terördür. Bu gün Fenerbahçe otobüsünü vuran taş, yarın bir gün bumerang gibi döner 'oh olsun' diyenleri de vurur. Sonra o taş o kadar büyür ki, kimse altından kalkamaz!
‘’Galatasaray'ın 'Melo'dramı!‘’
Gerçekten de Fatih Terim'in elinde ikinci baharını yaşayan bir çok futbolcuya tanık olduk. Galatasaray camiasının hocalarına olan sınırsız güveninin, inancının en büyük nedenlerinden biri de Terim'in bu özelliğidir. Motivasyon ustası olması ve futbolcularına adil davranması, çalışanın, hazır olanın formayı kapacağı inancını pekiştiriyor oyuncularda... Ve dolayısıyla takımda as-yedek kavramı ortadan kalkıyor. İlk 11'de sahaya çıkanla, yedek kulübesinde ve hatta tribünde oturan arasında bir fark kalmıyor. Terim için kadro derinliğinden en iyi faydalanan, hatta o derinliği bizzat yaratan teknik direktör diyebiliriz rahatlıkla...
Gelgelelim, bu sezon Galatasaray'ın şu ana kadar verdiği görüntü, Fatih Terim'in bu sıradışı özelliğine tezat teşkil ediyor. Galatasaray'da yedek kalan oyuncularda inanılmaz bir gerileme gözleniyor. Her biri milli olan futbolcular sahada öz güven sorunu yaşıyor. En basit pas alışverişini bile gerçekleştiremiyorlar. Gol pozisyonuna girmekte zorlanıyorlar, girdikleri pozisyonlarda da müthiş bir acemilik sergiliyorlar. Ligdeki son oynanan Elazığ maçıyla, kupadaki Balıkesir maçı Galatasaraylıları sezonun ilerleyen haftaları için büyük bir endişeye sevk etmeye yetti de arttı bile... Geçen yıl takımın yükünü taşıyan Selçuk ve Melo gibi oyunculardaki düşüşün hala giderilememiş olması da, Sarı-Kırmızılı takım için ayrıca bir handikap teşkil ediyor. Bütün bunlara, tüm formsuzluğuna rağmen Melo'nun sürekli ilk 11'de yer bulması da eklenince, kısık sesle de olsa Terim'in adaleti de sorgulanmaya başlandı. İşte bir takım için en büyük tehlike de budur. Hocanın adaleti konusunda kuşku bulutları oluşmaya başladı mı, o takımdan hayır gelmez.
Terim'e bu konuda akıl vermek bana düşmez. Haddime de değil. O ne yapacağını bilecek kadar akıllı ve tecrübeli bir hoca. Ben sadece karşımdaki fotoğrafı yorumlayıp, uyarı görevimi yerine getiriyorum o kadar...